sozcukler
Sözcükler

Sözcükler

Okuyucu

Sözcükler kah acıdır, iğneler, batar, gözyaşlarına boğar insanı, kah tatlıdır, mutluluk kapılarını aralar, büyülüdür sanki… Sözcükler dikkatle seçilmelidir, değil mi? İnsanlığın tecrübelerinden geleceğine doğru yürüyüşte anlamı ifade ederken sorumluluk duyulmalıdır.

Derler ki, söz gümüşse sükut altındır! Bu susmak demek değildir, had bilmektir. Derdini anlatamayan bir toplum neyi elde edebilir ki?

Hatta sözcükler için de söylenebilir, adamı vezir de eder, rezil de! Boş tenekeden çok ses çıkar! Böylesi ifadeler, sözün sahibine, dur önce bir yutkun, öyle konuş, der.

Sözcükler yetiyorsa iletişim, uyum, ölçü vardır, had bilmekle ilgili sorun çözülmüştür, Ademoğluna yakışan budur. Elbette Ademoğlu aklını kullanır, kalbini dinler ve öyle konuşur. Sözcükler yetmiyorsa çaresizlik bir söz konusudur, akıl karışıktır… Bu durumda ya akıl takıntı içindedir ya da kalbi sadece kan pompalar, başka işe yaramaz hale dönmüştür.

Sözcükler bir tiyatro oyuncusu gibi ezberden değil, her bir an için akıldan gelmelidir, hatta varsa ruhtan etkilenip süzülmelidir. Oyun başka bir şeydir. Önce sözcükler bilgiyle dile gelmelidir. Bilgi duymayla beslenmez. Bilgi teyit ister, düşünmek ister, bilgi evrende her zerrede yüklüdür, yeterince dile gelemese de kendini ortaya çıkararak gösterir, onu okumak gerekir, araştırmak gerekir, çabasız olmaz. Bu, öyle az düşünme ile tatmin olacak bir dağarcık değildir.

Düşünen, idrak eden, bilen ve elbette iyiye, doğruya inanan insan. Hani aranır ya, mana, anlam, derinlik, uyum, anlaşma ve kalp kalbe karşı olma, hepsi insanın elinde; sözleriyle!

Bir de şöyle bakalım: Yaratan, “Ben Adem’e kendini ifade etme kabiliyeti verdim,” şeklinde buyuruyor. Peki, Ademoğlu bu kabiliyetini nasıl kullanıyor; sorumlulukla mı, yoksa görevi aklı çeldirmek olan şeytanlıkla mı? Şeytanlık, Ademoğlunun içselliğindeki kötü tarafta ve konuşması onun vasıtasıyla.

Üstün iradeli insan mı? O, isimleri bilen, halife, takva sahibi, olgun ve kemale ermiş insan, yani Adem. Adem’in iradeli olmasıyla ağzından çıkacak sözler yük altına koşulmuştur. Ademoğlu için hangi kapı? Seç hangi taraftansın, nasıl insansın? Melekten daha üstün, hayvandan daha beter mi?

Duyulduğunda, yanlış olduğu belli belirsiz, değişik ağızlardan sözcükler saçılınca kafalar karışıyor. Tepki; ya aldırış etmemek, ya da yanlış bir yere sapmak oluyor. Aldırış etmemek; kör ve sağır gibi davranmak niye? Sapkın olmak; sorumsuz olmak niye?

Üreticiler var, yazarlar, çizerler, demagoglar, paradigmacılar… Aracılar var, örneğin medya bir tür sözcük taşıyıcısıdır, deşicisidir. İyi elde iyi, kötü elde kötüdür. Çoğu işi, “O ne dedi, bu ne dedi?” ile yürür gibi görünür. Aman dikkat, çalışan olmak başka, yanlışa “doğru” diyenlerin sözcüsü olmak başka!

Yaşam şartları ağırlaştıkça ağırlaşıyor, zorluyor insanı. Sadece insanı mı, ya insanın zulmüyle yok olma sürecine girmiş diğer türlere ne demeli?

Ortada üst banttan bir konuşma temposu var. Bu üst bant söz savurganlığının bir kanıtı sanki. Zaten sorumsuzluk denilen şey, bir anlam aranmasa da anlaşılabiliyor: Bu çok iyi, kahraman, tarihi değiştirecek… Veya bu sözlerin tam tersini duymak mümkün: Hain, ahlaksız, satılmış… Belli bir süre de olsa bu söylenenlerin planlı etkisi amacın gerçekleşmesine yeterli oluyor.

Ya sonra? Köklü yanlışların açtığı derin yaraları düzeltmek mümkün olabiliyor mu? Eğer bir kere aka kara, karaya da ak deyip bu kanıksandıysa, sonrasında düzeltmek için daha fazla çabaya ihtiyaç duyulmaz mı? Nesiller yalanla yetişmiş olmaz mı? İnsanoğlunun genlerine yalan boyası şifrelenmez mi?

Konunun geçip gidilen kısmı var, bir de derin tarafı, mayayla ilgili kısmı. Toplum gereksiz söylemlere alıştıysa kötü; hem söylenmesi hem de söylenenin kabul görmesi kolay oluyor. Bu nedir? Ya bir şey eksik ya da akıl sınırları belirginleşmemiş.

Sonra geri dönüp öylece gidilmesine ne denmeli? Bir özür bile yok. Adem özür dilemek için kendi nesline örnek olmadı mı? Adem demek özür dilemesini bilen insan demek, değil mi? İlk ve büyük özrü Yaratan’a olmadı mı?

Eğer bir toplum özür dilemeyi bilmiyorsa, hata ile yaşamayı adet edindiğindendir. Eğer bir toplum diklenmeyi yöntem kabul ettiyse, aymazlık yakındır. Aymazlık ne fena!..

Sonra söz biter, taş atılır camekanlara, insandan diğer bir insana, top atılır, roket ateşlenir, konvansiyonel veya kitlesel imha düzenekleriyle. Bunların da imalatçısı insan. Söz bitince dilden ele gelir tepkiler, ilkel insanın yaptığı gibi, benim dediğime uy, yoksa yakarım seni, demek için.

Kimdir bu kesimler? Aymaz, özür dilemekten yoksun, çoğu kere yalancı, çıkarcı… Ama asıl önemlisi, gelecek nesillerini düşünmeyenler, hatta mayadan bihaber, biyolojiyi bilmeyenler… Kimdir bu kesimler?

Cehalet, demek yeterli mi? Bu bir sonuçtur, görüntüdür, bir fotoğraf çektiğinizde görülen karartılardır. Cehalet kökleştiyse, yanlışa şerbetli kesimler, zehirli birer toplum olduysa… Ne fena!

Cehalet toplumu körleştirir. Sözcükler başlangıçta masummuş gibi gelir, kolay dökülür dilden. Sonra körleşmiş toplumlara yol gösterenler çıkar; onu yapma bunu yap derler, bir başka ses tonuyla. İster dinle ister dinleme artık, gerekirse ezerler…

Elitler sıradan insanların ne söylediklerine bakarlar. Elitler kimler? Zemin hazırlayıcılar, platform inşaatçıları, politikacılar ve paradigmacılara ben elitler diyorum. Bunların en üstünde zemin sahipleri vardır. Diğerleri zamana ve zemine göre pozisyon alırlar.

Sıradan insanların söylediklerinde elitlerin aradığı ipuçları vardır; önceliklerin, tercihlerin ve tepkilerin nabzı atar sürekli. Kulak verirler ama sadece bilmek istediklerindendir. Zemin sahipleri kendi adımlarını atabilecek gücü toparlayabilmek için bilmek isterler. Diğerleri ise zeminin üzerine uygun platformları inşa edebilmek, bu platformlarda çalışacak sistemi tamamlayabilmek için bilmek isterler.

O halde önderlik edenlerin sözleri önemlidir. Asla sıradan insanınki gibi olmamalıdır. Başka bir elitin iradesi budur, şeklindeki bir güç ifadesini ortaya koyar mahiyette olmalıdır. Söz dahi dengi dengine ve hatta üstüne değer olmalıdır.

Binlerce yıllık Ademoğlu tarihinde macera hep vardı, öykü veya masal da vardı, oyunlara konu olan türden. Hatta ağıtlara, müziklere, folklorik gösterilere konu olurlar. Dikkatli olmak gerekir.

Hepimiz insanız da; önemli olan zemini koruyabilmek, var olanı sahiplenebilmek. Yoksa zemini çeker alırlar altımızdan ve konuşur dururuz; şu oldu, bu oldu… Arabulucular diyalog der, teknisyenler platform inşa eder, belki en iyi eğitim sistemi bu, asıl tarih şu, en adaletli hukuk benimki, türünden…

Önder mi? Aslında platform yapısıdır da kendini zemin ehli zanneder. Ambardaki aç tavuk misali…

Hep sözcükler vardır, hele belagat yüksekse değme gitsin. Hep dinleyenler vardır, hele insana kulsa sür gitsin…

Sözcükler vardır, sürekli sözcülük ederler; sözcükler vardır, az ama öz söylerler.

Öyleyse Ademoğlu, önce sana ait aklı kullan ve kalbinin sesini dinle. Çünkü vakit geldiğinde konuşacak olan sensin, kendini bitirme.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

ÖNCEKİ YAZI

Değişimin Zemininde Durup Avunuyorum

DİĞER YAZI

Kapitalist Ruh

Kültür 'ın son yazıları

Eleştiriler

Sizlere günümüzün iyi algılanması gerektiği bağlamında, özellikle bizi ilgilendiren yönleriyle, sosyal bilimler ve dış politikaya dair

Devrim

Bize devrimin ne tarafı kaldı? Diyeceksiniz ki hangi devrimin? Açıklayacağım. En başta şöyle sloganik işaret edeyim:

Generalist

Ülkeler ve dünyamız için iyi bilinmesi gereken bir konuyu işleyeceğim, generalist olmak. Buna karşılık gelen bir

ENTELEKTÜEL SORUNSALI

Temelde insanın doğası, zamanın getirdikleri ve sürekli gelişen küresel zorluklar var. Bunun üzerine her alanda tereddüt

Sıradan ve Mükemmel

Bu makalede sizlere insan zihni içerisindeki tarif veya algı ile gerçeğe ilişkin olanın farkını açıklayacağım. Ele