Site icon Politik Merkez

Cameron AB’yi Tekrar Sorgulatıyor

cameron-abyi-tekrar-sorgulatiyor

Cameron AB'yi Tekrar Sorgulatıyor

Okuyucu

İngiltere Başbakanı David Cameron’un yakın günlerde vermiş olduğu beyanata göre Avrupa Birliği konusunda üye ülkelere bir dilek paketi sunacak. Açıklananlardan anlaşıldığı kadarıyla bu sorgulayıcı dileklerin başlıkları; daimi yakın işbirliği, çoklu-para birliği ve kırmızı kart gösterme şeklindedir. Bu dilek paketi aslında AB içinde yeni bir tartışma başlatmak amaçlıdır. Ayrıca Cameron eş zamanlı olarak bir de halkına AB’yi oylatacaktır.

İngiltere halen AB’ye yarı-bağımlı statüsündedir. İngiltere, 1973 yılından bu güne üyesi olduğu AB için, bundan önce iki kez benzer tartışmaları açmış ve bir kez de halkını referanduma çağırmıştır. Görülüyor ki Cameron yeni bir referandum ve tartışma süreciyle İngiltere adına yeni kazanımlar peşindedir.

1957 tarihli kurucu Roma Anlaşması çerçevesinde bütün Avrupa halkları daima yakın bir işbirliğini temin eden bir birlik içinde olmalıdır. Cameron bu temel anlaşma hedefinin “sözde” kalmaması gerektiğini vurgulayacak ve aynı zamanda ilgililer nezdinde bir kez daha sorgulamış olacaktır. İma ettiği şudur; bir ülke AB’ye alındı ise diğerleriyle ne derecede eşittir ve neyi garanti etmiştir? Örneğin alınan kararlarda gerçekten etkin olabilecek güce sahip midir? Bu soruyu sorarken savunmasında sanki şu var: “Bu konuyu İngiliz halkına götürdüğümde herkes durumdan emin olmalıdır.” Bundan önce AB anayasasını ret etmiş Avrupalı milliyetçi hükümetlerin “Avrupa-kuşkuları” ortada duruyorken, İngilizlerin aynı kuşkuları duyup duymadığını bir referandumla belirlemek istemektedir.

Cameron “tek para” sisteminin zorunluluk olup olmadığını da belirlemek istiyor. Buna karşılık “çoklu para” sisteminin kabul edilip edilmeyeceğini öğrenerek halkına dönmek istiyor. Bilindiği gibi Avro bölgesine, giriş koşulları bakımında eşit ülkelerden sadece İngiltere değil, Danimarka ve İsveç de dışarıdadır. Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Romanya, Bulgaristan ve Hırvatistan Avro’ya katılım için süreci beklemektedir. Ancak bunlardan Polonya için daha şimdiden bir itiraz oluştu, yeni kurulan Hukuk ve Adalet Partisi Avro’yu istemediklerini açıkladı. Cameron, IMF’ye atıfla, finansal krizde Avro’nun üye ülkelerin hiçbirine güven vermediği konusunu da gündeme getiriyor. Bu olumsuzluklara rağmen çok ülkenin kendini Avro ile izole edip korunmuş olma beklentisini muhafaza ettiğini hatırlatıyor. Cameron bu yaklaşımla sanki bu isteğin dahi bir temenni niteliğinde ve hakikatte şüphelerin var olduğunu ima etmiş oluyor. Orta Avrupa’daki milliyetçi hükümetlerin zamanla aynı yaklaşımı gösterebileceğine ve “çoklu-para” sistemini talep edebileceklerine dikkat çekiyor.

Diğer yandan Cameron ulusal hükümetlerin yararına olacak bir konuyu da gündeme getiriyor. AB yasaları özellikle eskiler, tekrar gözden geçirilebilir, gerçekten işi bitmiş yasalar çöpe atılabilir, eğer bazı kritik tuzaklar var ise bunlardan kurtulmak dahi mümkün olabilir. Bu nedenle yasama konusuna “kırmızı kart” gösterilmesinin önerilmesini gündeme getiriyor.

Avrupa’nın ikinci büyük ekonomisi, askeri gücü yüksek, serbest ticarette ileri bir ülke olan İngiltere’nin AB içindeki bu yumuşak ama sorgulayıcı çıkışı dikkate değer bir hamle olarak görülmektedir. Cameron enerji, dijital ve sermaye piyasaları konularındaki rekabeti artırıcı reformlarına temel oluşturabilmek için AB ile ilgili konuları da masaya yatırarak hareket ediyor görünmektedir. Eğer bu sorgulamadan Cameron kazançlı çıkarsa Londra finans sektörünün Avro kullanan ülkeler nezdinde belli avantajlar elde edilebileceği tahmin ediliyor.

Türkiye ile AB arasındaki müzakere süreci devam etmektedir. Ağır giden müzakere süreci yeni kurulacak hükümet ile tekrar ivmelenebilir. Merkel’in son ziyareti ve verilen üst düzey demeçler bunun işareti niteliğindedir.

Buradan çıkarılacak sonuç şudur: Cameron’un bu çıkışını Türkiye iyi izlemelidir. AB ile masaya oturduğunda elini kuvvetlendirebilecek somut kartları oynarsa lehte sonuçlar elde edebilir. Bu nedenle Cameron dolaylı yoldan Türkiye’nin elini kuvvetlendirebilir.

Diğer taraftan ise AB’ye tam-bağımlı olma isteğinde, hatta Gümrük Birliği’ne girmekle bir anlamda bağımlılığını yıllar önce tescilletmiş olan Türkiye benzer tartışma konuları için kendi argümanlarını geliştirmelidir. Aynı soruları hem kendine hem de karşı tarafa sormalı ve cevaplar aramalıdır. AB’ye “sözde birlik” gözüyle bakmanın ne yarar getirebileceğinin cevabını sürecin en sonuna kadar iyi vermiş olmalıdır.

Exit mobile version