Site icon Politik Merkez

Önce Türkiye!

Okuyucu

Küresel ekonomide süren savaş ve alınan tedbirler açısından tespitlerim ve küçük hatırlatmalarım olacak. Özellikle dikkate sunmak istediğim konu “Önce Türkiye!” sloganını yerleştirmekle ilgili olacak. Neden mi?

Küresel ekonomik, ticari ve finans krizleri ile dolu bir sürece girdik. Türkiye bu savaşta adeta “savunmada” kalmış görünümdedir. Hatta bu savunma refleksi belli ölçüde aleyhimize olan şartlarda gelen baskın saldırıların gereği olarak, neredeyse can havliyle, alınan tedbirleri içeriyor. İktidar ardı sıra tedbirler alıyor. Örneğin bugün mevduatın Türk Lirası hesaplarına kayması için bir tedbir düşünülmüş halde, bu yönde bir açıklama oldu. Dün başka bir tedbir vardı, yarın yine başka bir tedbir daha açıklanacak. Yetkililer tansiyonu düşürücü pek çok konuyu gündeme getiriyorlar ve piyasalar kendini bunlara uyumlu hale getirmeye çalışıyorlar. Arada diyalog da oluyor. Örneğin bankalar kısa vadeli borçlarını ödeyebilmek adına var olan engelleri gevşetmek adına resmi yetkililere, “şunu yapar mısınız,” diyor ve gereği yapılıyor. Bu bağlamda hafta başında bankaların borç alma limitleri artırıldı, ki yeni borç alıp, mevcut borçlarını kapatabilsinler diye.

Demek istediğim, sürekli bir “yama yapma” çabası söz konusudur veya piyasada bu his oluşuyor. Ama diğer taraftan yapısal ve kalıcı tedbirler ve tutumlar geliştirilmeye çalışılıyor. Bunu da görüyoruz. Örneğin Hazine ve Maliye Bakanlığı yanı sıra, Ticaret Bakanlığı, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı yeni imkan alanları ve çalışma şekilleri bulmak için kolları sıvadılar. Bu çabaların sonuçları orta ve uzun vadede görülecek. Bunlar yama değil, asıl düzenlemeler olacak.

Küresel yaklaşımların gereği olarak ABD’den Avrupa’ya üreticilerin giderek üretimlerini Uzak Doğu’ya ve Uzak Doğu ürünlerine dayandırdığı aşikardır. Bu durum finansman, vergilendirme, gümrükleme, işgücü, beyin göçü, gibi pek çok üretime dönük imkan ve kabiliyetin dışarıya kayması anlamına gelmektedir.

Trump ile birlikte ABD “America First!” dedi ve ardından pek çok uygulama başlattı. Sebepler bu küresel eğilimlerden kaynaklanmaktaydı. Bu konuları, sebeplerini ve sonuçlarını, geniş biçimde daha önceleri yazmıştım. Yaşadığımız dönemde ise yaptırımlar küresel çapta genişliyor. Bundan Türkiye de etkilendi. Zaten Türkiye kırılgan ekonomisi ile spekülasyonlara açık haldeydi. Hatta yakın zamanda bir hafta sonu (3 günde) Uzak Asya’daki spekülatörlerin de tetiklediği şekilde Dolar karşısından Türk Lirasının zayıflaması operasyonuna tanık olmuştuk ve bunu etkileri halen devam etmektedir. Kırılganlıkların olduğu yerlerde çıkar peşinde koşanların, hatta hasım örgüt ve kuruluşların, fırsat kovaladıkları hususu  yadsınamaz bir gerçek.

Ama düşünülürse, Amerika benzeri bir kampanyayı Türkiye yapmıyor. Yani, “Önce Türkiye!” şeklinde bir kampanya neden yapılmıyor? Denecektir ki, “Yerli ve Milli demiştik, yetmiyor mu?” Eğer kampanyanın adı bu ise içeriğinde düzenlemeler yapılması ve halka bu bağlamda bir defa daha duyuruda bulunması gerekiyor kanaatindeyim. Zira halk Yerli ve Milli konusunu daha ziyade Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde güvenlik ve iç politika bağlamında anlamış idi.

Bugünün küresel serbest piyasa ekonomisi bundan yirmi yıl öncesindeki şartlardan dahi çok farklı işliyor. O halde devletin küresel üretim ve ticaret politikalarında belirgin ve sürekli bir biçimde güncelleme yapması gerekiyor. Genel serbest piyasa koşullarına ve Dünya Ticaret Örgütü’ne havale edilmiş bir “genel anlayışa” bağlı değil, “konjonktürel” biçimde serbest piyasanın dinamik gereklerine bağlı, “uluslararası anlaşmaları zorlarcasına proaktif” çalışmalar yapılmalıdır.

“Yapılanlar zaten proaktif,” denecektir. Bu sözcüğü eğip bükmekle ilgilenmediğim açık, söylemek istediğim, “Önce Türkiye” bilincinin her alana taşınmasıyla, bir programa dönüştürülmesiyle ve gereğinin takip edilmesiyle ilgilidir. Amaç bütünüyle halkın sahiplendiği bir program yapmaktır, zira konu sadece devletin tedbirleriyle değil, piyasa oyuncuları ile gerçekleşmektedir.

İfade edeceğim budur.

İlave olarak küçük bir alışkanlığı da burada hatırlatmak isterim. Eskiler hatırlar, yılda bir defa Yerli Malı Haftası etkinliği vardı. Özellikle okullarda bununla ilgili bir etkinlik yapılırdı. Bugün benzeri yapılsa (tabi portakal, incir, kayısı, fındıkla değil,) ne olur? Yapılırsa ne şekilde yapılmalıdır, düşünülmelidir. Zira tüketici alışkanlıklarını etkilemek adına bu tür etkinlikler önemlidir. Genel olarak söylersek ülkede üretilmeyen yok. Ev eşyaları, giyim kuşam, gıda, vs. günlük yaşama dönük pek çok ürün ülkede üretiliyor. Bazı ürünlerin içinde belli oranlarda (bazılarında çok ve bazılarında az,) ithal edilen yarı mamul malzeme ve yazılım gibi teknolojiler var. O halde ne yapılabilir? Ürünlerin üzerindeki etikete, “Bu üründe yüzde … oranında yerlilik bulunmaktadır,” “Bu ürünün teknolojisi Türk Malıdır,” “Bu ürünün sermayesi Türk’tür,” şeklinde bir bilgilendirme yazılabilir. En azından tüketici seçim yaparken bunu görmeli, üreticiler ve devletin yetkilileri bu oranın “yerli” kısmını artırmak için tedbirler alması gerektiğini düşünmeli, bu tür bir bilinçlenme ile “Yerli ve Milli” anlayış için biz zemin hazırlanmalı, ilave işgücü yaratılmalı, milli paranın değerlenmesine imkan sağlanmalı, döviz çıktısı azaltılmalı, (özellikle Uzak Doğu ülkeleri için) tek yönlü işleyen ticarette belli oranlarda dengeleme alanları sağlanmalıdır.

Exit mobile version