Site icon Politik Merkez

Kerkük Meselesinin Hatırlattıkları

kerkuk-meselesinin-hatirlattiklari

Kerkük Meselesinin Hatırlattıkları

Okuyucu

Son iki gündür basında DAEŞ’in Kerkük’te başlattığı terör olayları, bunun devamında Irak Merkezine bağlı Haşdi Şabi güçlerinin bölgeye ilerledikleri ve çatışmaların asıl odağının Musul olması kaydıyla savaşın Kerkük’te de gelişebileceği gibi endişeler yer aldı. Basın Kerkük’ü mercek altına aldı. Peki, Kerkük ile ilgilenmekte geç kalınmadı mı?

Bir hatırlatma yapalım ve bu maksatla iki binli yılların başlarına dönelim. İkinci Körfez Savaşı sona eriyor ve Irak’ta siyasi düzenlemeler yapılıyor. Amerika’nın açtığı ve gösterdiği şekilde yayılma ve “Devlet İnşası” (Francis Fukuyama’nın sözüdür) süreçleri yürütülüyor. Söz konusu bölge, Lozan Antlaşması’ndan sonraki süreçte müzakerelere bırakılan maddelere istinaden Kuzey Irak’ta çok uzun süredir Türklerin (Ortadoğu’da Türklere Birinci Dünya Savaşı sonrası İngiltere kasıtlı olarak “Türk” değil, “Türkmen” demiştir.) yaşadığı ve yeraltı kaynakları yönüyle zengin alanlardır. O süreçte adı bugün Kürdistan Bölgesel Yönetimi olarak anılan Mesut Barzani’nin güçleri özellikle Musul ve Kerkük Vilayetlerinde (bölge bugünkü Telafer’i de kapsar) süratle yayılma ve toprakları Kürtleştirme amacıyla faaliyetlerine başlamıştır. Sadece Kürtlerce değil diğer unsurlarca da Türkler baskı altına alınmış ve bölgede Türk nüfusu ve varlığı önemli ölçüde azaltılmıştır. Bu faaliyet esnasında Türkiye Cumhuriyeti yetkilileri Irak’ın iç işlerine müdahale etmemek bahanesiyle ciddi hiçbir diplomatik veya başka şekildeki karşı hamle yapma ihtiyacı duymamıştır, adeta gelişmeleri seyretmiştir.

Kerkük’te bilinen nüfus bilgileri 1957 sayımına göre şöyle: %38 Türk, %30 Kürt, %22 Arap. İkinci Körfez Savaşı’ndan önce Saddam bölgedeki Türklere karşı bir operasyon başlatmıştır. Yakın zamanda Türklere yapılan ilk büyük asimilasyon budur. Ancak burada Saddam’ın yaptıkları bölgedeki Türklere baskısı, kimliklerinin Arap kimliğine değiştirilmesi veya ülkenin Şii bölgelerine sürülmesi şeklinde yaşanmıştır. Bu süreçte bölgedeki Türk nüfusunu azaldığına ve Arapların daha da arttığına şahit olunmaktadır. Sayım en son Saddam tarafından 1997 yılında tekrarlanmış, sağlıklı mıdır bilinmez ama verilen bilgilere göre; %7 Türk, %21 Kürt, %72 Arap’tır. Yani hakim Türk nüfus yok edilmiştir!

Savaşta ve hemen sonrasında Irak’ta baskı altındaki Türklerden önemli bir kısmı var olan güçlünün himayesine girmekle kendi yaşamlarını kurtarma sürecini yaşamışlardır. Bu açıdan Kürtleşme, Araplaşma ve Şiileşme gibi farklı kimliklere bürünme yolu dahi izlenmiştir. Bölge yöneticileri planlı şekilde asimilasyon denebilecek faaliyetleri Saddam’dan öğrendikleri biçimde yönetmişlerdir. Bunları ortaya çıkartacak bilgi ve belge toplama faaliyeti bir türlü yapılamamıştır. Ancak yeni Irak yönetimi çerçevesinde kimlik belgesi (nüfus kağıdı) çıkarma süreçlerinde yaşanan baskılar önemli olmuştur. En önemlisi ise Kerkük’teki tarihi Tapu Binası yakılmış ve tüm arşiv küle çevrilmiştir. Bu planlı yangın işi önemlidir. Selçuklu ve Osmanlı’dan bu güne Türk nüfusça sahibi olunan gayrı menkullerin bu yangından sonra resmen kaydı yok edilmiş, bölgeye göç ettirilen Kürtlere tahsis edilen tapularla yeni bir süreç başlatılmıştır. Yani Türklerin elinden araziler de alınmış, mahkemeye gitseler delilleri de yok. Peki bugün Kerkük’te ne miktarda Türk var, biliniyor mu? Hayır. Bir tahmin yapalım, nüfus tablosu şöyle gelişmiş olabilir: %5 Türk, %50 Kürt, %45 Arap. Bugün Kerkük’te Vali ve diğer yöneticilerin büyük kesimi Kürt’tür. Sonuçta Kerkük, Bölgesel Kürt Yönetimi’nin bir vilayetidir, yeraltından çıkarılan petrol de Kürtlerindir. Belki bu petrol çıkarılan arazilerin büyük kısmı Türk ailelerin tapulu malı idi. Yeni yaşanmış bu gerçeği bir yana bırakanlar bugün Musul ve Kerkük petrollerinde payımızın olup olmadığını tartışıyorlar.

Türkiye Cumhuriyeti’nin değil Kerkük’te, aynı zamanda Kuzey Irak’ta Musul ve Telafer başta olmak üzere Türklerin yaşadığı yerlerde yapılan asimilasyon ve hukuksuzluklardan dolayı, benzer şekilde Kuzey Suriye’de de uluslararası hukuk ve insan hakları bağlamında veya olmasa da fark etmez, hakkı mutlaka vardır ama vebali daha çok vardır. Çünkü vakti zamanında gözlerini yummayı bir politika tarzı görmeyi tercih etmiştir. Vaktiyle bölgede Türkler “Yandım Allah!..” derken bu ülkenin yöneticileri NATO’nun, ABD’nin ve diğerlerinin ilgisini beklediler. ABD Irak’a el atınca buna uyanan bir tek Rahmetli Özal oldu ama Baba Bush onu saf dışı bırakmayı yine bu ülkenin yöneticileri üzerinden temin etti. Daha sonrası da malum! Suriye’de ise PKK elebaşısı beslenip büyütülürken, Irak’ta ve Güneydoğu Anadolu’da PKK içindeki Suriyeli teröristler cirit atıyorken Türkiye önce Baba, sonra oğul Esad’a “Çok kızarım bak!” demenin dışında bir şey yapmadı. Bugün bölgede ne kadar nifak varsa içlerinde bir o kadar da bizden insan yer aldı. Örneğin 15 Temmuz’da o hain darbeciler başarılı olsa idi şimdi ülke ne olacaktı, bir düşünsenize!

Neyse… Eğer Fırat Kalkanı Harekatı sağlam adımlarla Suriye’de genişlerse bu Türkiye ve bölgedeki Türkler adına geç de kalında yararlıdır ve “milli” bir girişimdir. Sonuçta kaybetsek de “Bir şey yaptık!” diyebileceğiz. Hatta Türkiye kesinlikle mülteci politikası ile insanlığa bir ders vermiştir. Bunu her alanda işlemeye devam etmelidir. Başika veya Musul Harekatı… Burada da Türkiye “milli” inisiyatifle faaliyetlerini genişletme yolunu seçmelidir. Amacı Türklerin haklarını temin etmekle sınırlı kalmamalı, küresel teröre karşı tüm insanlığa, Arap, Kürt, Yezidi demeden, hepsine huzur ve güven tesis etmekle ilgili olmalıdır. Gerekiyorsa bugünden Kuzey Irak’ta Zaho güneyine bir Türk Mülteci kampı inşa faaliyetine başlamalı, olası göçler için BM ile birlikte işletilecek bir kampın hazırlığı içine inisiyatifle girmelidir. Sonuçta BM ve diğer uluslararası kurumların yetkilileri açıkladı, Musul Harekatı süresince bir milyondan fazla mülteci olacağı bildiriliyor.

Exit mobile version