Site icon Politik Merkez

Ben böyle bir dine inanıyorum!

ben-boyle-bir-dine-inaniyorum

Ben böyle bir dine inanıyorum!

Okuyucu

“Din de neymiş?.. Dine neden ihtiyaç duyalım ki?.. Çağımızda, bu kadar yoğun ve önemli meşguliyetlerimiz varken, bu fikirde olanlar kaldı mı ki?..” gibi ifadelerin itibar gördüğü bir dünyada yaşıyoruz. Başlangıçta ifade etmeliyim; bu tip kritikleri dikkate almaktayım.  Ama böyle bir dine kim inanmaz ki? Çok doğal, sapmamış, sahih! Bu metin, bir insan tarifi sunumudur. İnancıyla ilgili belirginleştirdiği çerçeve metindir. Bir insan olarak ben, inandığım dinin bir tarifini yapmaya çalışacağım. Anlatımımda ara başlıklarım şunlar olacak: Nefis ve Ruh; Üstün İnsanın Yaratma Gücü; Kötü Güdü; Ruh ve Takva; Yaşam, Din ve Muttaki.

Nefis ve Ruh

İnsanın yaratma gücü, “üstün” olmasının kanıtıdır. “Üstün insan” kavramı üzerinde çok durmamın esas sebebi bundandır.

Üstün insanın yaratma gücü nefsinden ileri gelir. İslam’a göre, eğer nefis terbiye edilmesi gereken bir şeyse, o halde bu hassasiyetin kritik noktası neresidir?

Yaratan nefsi ruh ile dengelemiştir. Ruh, nefse yol göstermek için vardır.

Batı felsefesine göre nefis (onların ruh dediğine bakmayın), can ve karakterden meydana gelen bir bütündür. Batı, ruhu görmezden gelebilmek için bu yolu seçmiştir. Nefse bazen ego demiştir.

Ben bu sapmayı şöyle toparladım:

Nefis, can ve karakter bütünüdür, buna benlik veya ego da denir. Ruh ise üstün insana verilen ilahi uyuma bağlı bir güçtür.

Yaratan, kendinden verdiğini ilan ederken, neden sadece “ruh verdim” diyor? Halbuki; kainatı, varlıkları, nicesini, insanı ve insanın her bir tarafını O yaratmışken, neden “kendimden ruh verdim” diyor? Demek ki bir fark var! Bir püf noktası var! Diğerleri yaratılış içinde bir değer; ruh ise “kendinden” olan! Demek ki nefis (benlik) yaratılış zincirine tabi bir güç; ruh ise bir armağan, gerekli gördüğü bir dengeleyici!

Deri, kemik, sinir, kan, kas, beyin, hormon vs her şey hayvanda da var. Hayvanın da kendine göre davranış biçimi, düşüncesi, en belirgin tarafı, özelliği ve canı var. Yani, kendine göre; onun da iç yapısı var. (Ben buna benlik değil, iç yapı diyorum. Belki bilim insanları başka bir tanımlama yapmıştır.) Bu iç yapıyı “yok” saymak mümkün mü?

Bizim arayabileceğimiz “olanı yok saymak” değil, var olanın farkını görmektir!

Bir canlıda hücre varsa, diğerinde de az veya çok; ama var. Hücresinin içinde şunlar varsa, diğerinde de bunlar var. Dokular öyleyse, başka canlıda böyle… Bütün bunlar tipleri, cinsleri ve özellikleri tarif eder. Özellikle Batı kültürünün baskınlığıyla gelişmiş bilim bu konuda çok açıklayıcı olmuştur. Bahse konu olanları göz ardı etmemek gerekir! Açıktır ki; açıklamalar tamamen biyolojik, fizyolojik ve psikolojiktir; bilimseldir. Bu da yanlış değildir, inkar da değildir, küfür de değildir…

Ben psikolojiyi, “benlikle/nefisle ilgili olan bilim” olarak kullanıyorum; “ruhla ilgili asla değildir” diyorum. Zira ruh, doktora götürülebilen bir şey değildir. Küfür ve inkar; üstün iradeli insana verili ruhun hiçe sayılmasıdır. Nefse “ruh” diyerek bir küfür kültürü geliştirilmiştir. İstemese de birçok masum, bu farklı anlatımın ortakçısı olmaktadır.

Öyleyse “üstün yaratılan insan” için fark nerede? Ben halen bu püf noktası üzerinde duruyorum.

İnsanın “kendini ifade etme yeteneği” özelliğinin daha gelişkin olması Kur’an’da belirtilmiştir. Ancak bu yetenek insanın yine biyolojik üstünlüğüne rahatlıkla açıklanır mahiyettedir. Yani, insanın etten, kemikten olan tarafıyla ilgilidir. İnsanın kendini ifade etme yeteneğinin farkları, vücut altyapısındaki farklarla rahatlıkla açıklanabilir. Bu bilimin işidir. Benim aradığım püf noktası için asıl kanıt bu değildir.

İnanmayanlar şöyle der: “Ne fark var? O da hücreli, bu da! Evrimin açıklaması bu değil mi?..” Bu tip bilimsel çalışmaları istismar edenler olsa bile, bence sorun bu noktada da değildir. Bahse konu açıklamalar bilinen konulardır: Etten, kemiktendir… Aradığım ne o zaman? Gaip mi?

Sapkın inananlar ise rivayet kültürünü savunur: Adem ve Havva’nın varoluşu sapkın bir anlatımla ifade edilmektedir. Şimdi konumuz bu değil. Ama hatırlatayım, Kur’an rivayetlerin dışında, son derece bilimsel ve bugün ulaşılan her ayrıntıyı destekleyen bilgileri vermektedir. Sapkın düşünceleri birbirine yaklaştıranlar ise sahih olmayan, rivayetten beslenen hadislere dayananlar ve geleneğin devamcısı rivayetten beslenmiş bazı tercümecilerdir. Bu konu yine Kur’an’da ikaz olarak işaret edilmiş, “Te’vil” konusudur.

“Ol!” ile ilgili sürecin de kurucusu, işleticisi, denetleyicisi, hükmü veren, muktedir olan Yaratan değil mi? Yaratan için bir oluşun diğerine koşut olarak meydana getirilmesi asla bir inkar vesilesi değildir. O’nun nizamına itaat, ibadetin ta kendisidir.

Benim aradığım gaiple ilgili taraftır. Çünkü ruh gaiptir, aynı Yaratan’ın kendisi gibi, şeytan, melek ve diğerleri gibi… Gaip hakkında bir tanım veya tasvir yapmayacağım. Ben yine “Müteşabih” yasasına sığınacağım. Bildiklerimizden bir çıkarımla, püf noktasını açıklamaya çalışacağım.

Üstün İnsanın Yaratma Gücü

İnsanın yaratma gücü nefsindedir. İnsan kendi çapında, minyatür bir yaratıcıdır. Kendine verilen kabiliyetlerin kısıtlamasıyla yaratır. Kısıt, dünyadakilerden, yani yine verili olanlardan ileri gelir. Diğer canlılara bakıp söyleyebiliriz: Bu da bir farktır.

Bu yaratma gücünü ben dünya ölçeğindeki üstün irade ile açıklıyorum. “İradeli olmak” demek; takdir etmek, seçmek, tartışmak, bilmeye ve yaratmaya yönelmek demektir.

“İrade koymak” demek, aynı zamanda bir hesaba çekilme sebebidir. Bu, “Ben sana irade verdim, sen yanlışı seçtin,” gibi kolayca ifade edebileceğimiz, mantığa dair bir konudur. Yüzleşmektir, değerlendirme yapmaktır, bir üst model için oluşum sürecinin gerekçesidir. Bunu, bütün süreciyle insan ve insanlık, belgeler ve veri mahiyetiyle toplanmasına kaynaklık eder.

Nefis, yaşam boyutunda, neye istinaden yaratır? Bu, insanın imkanları doğru kullanarak ve idrak ederek kendini yüceltme fırsatı bulmasıdır. Bu fırsatı nefis neyle değerlendirir?

İnsan, her an için, ödevini yapmaya hazırken bile fazlasına ihtiyaç duyan bir varlıktır. Bitirmişken bile bir sonrakine hazırlanan varlıktır. “Hep, sürekli, en, yeniden…” der.

Hatta insan kendi karakterini dahi yaratmakla ilgilenir. İnsanın karakteri coşkun, abartılı, daha fazlasına ihtiyaç duyan, ödevinin ötesini de merak edip gidendir. İnsan her adımında bir sonraki halin kıvamına kendine hazırlayarak değişir. İnsan bir örneği (doğada olanı veya kendi yaptığı) sabit kabul eder ve bu sabitin yenisini bulmaya, üretmeye çaba gösterir. İnsan, sanki hiç yaşamamış, ders çıkarmamış gibi yeni bir meraka yönelerek yaratır. Önü kesilse bile, aklı o takıldığı yerdedir. Fırsat bulduğunda mutlaka dener. Fiili dener, deneyecek yol bulamazsa kalbinden ister.

Kötü Güdü

Az da olsa, “güdü” kavramı üzerinde duracağım. Lütfen olaya Davranış Psikolojisi kapsamında bakmayın. Bu benim işim değil!

İnsan, nefsinin güdüsüyle yaratır; tekrarlar, çoğaltır, çeşitlendirir, bir üst modelini tanımlar, yaratacağının sebepleri dahi hazırlar… Nefis bu güdüleriyle asla doymak bilmez! Bu büyük bir özelliktir; ama…

Bu noktada insan; kendi ırkına, cinsine, Yaratan’ına, özüne, ürettiklerine rağmen; değer vermeme, terk etme, geride bırakma yoluyla hareket, tepki, fiil üretir. Bu tehlikeli olan tarafıdır. Zulüm yapan tarafıdır. Küfreden tarafıdır. Kibirli olmasının sebebidir.

Bütün bunlar insanın “üstün olmadığı” anlamıyla değerlendirilmemelidir. Üstünlüğü, Yaratan tarafından tanımlanmıştır. Ancak, üstünlüğünün anlamı olan iradesinde hassas bir nokta vardır.

Çünkü güdü çift başlıdır. Birincisi iyidir; uyumludur, yaratır, doğrudur, ödül almayı hak eden tarafıdır… İkincisi ise kötüdür; yıkıcıdır, bozucudur, ceza almayı hak eden tarafıdır…

İşte; “insana sadece vesvese verebilen” niteliğiyle açıklanan şeytan, bu “kötü güdüyü” ön plana çıkarır. Bütün yaptığı budur!

Şeytan da gaiptir. Neye benzediğiyle ilgilenmiyoruz. Ama o insanın tek düşmanıdır. Küfür etmiş ve insanla Yaratan’ı arasına oturacağına yemin etmiştir. Cezası, bu ayak dirediği iradeden dolayı kesilmiştir. Kur’an içinde açıklananlar bellidir. Ben burada, kendi anlatımımda şeytanı, “kötü güdü” veren yönüyle, vesvesenin yöntemini açıklamakla ilgileniyorum.

İnsan nefsi özelliği gereği sürekli güdü üretir. Eğer insan “ilahi uyumla” yani imanla, kendini eğitmeyi tercih ederse, iradesinde bu nosyon varsa, her yarattığı doğru olana monte edilebilir tarzda gerçekleşir.

Bu tip bir üstün insan, kötü güdülerinin; 1) farkına varır, 2) gelişmesini önler, 3) yok eder, 4) başkasına örnek olmasına mani olur.

Ruh ve Takva

Ben ilahiyatçı değilim, sade bir insanım. Açıklamalarımı lütfen buna göre değerlendirin!

Bir özellik var:

İnsan kötü dürtülerini engelleyebilmenin yolunu bulmak “zorunda” olduğu bir imkanla yaratılmıştır. Bu imkan nedir? Ruh’tur! Ruh, ilahi uyumun iletişim noktasıdır.

Yine ifade edeyim, ben ruhu bir şeye benzetmekle ilgilenmiyorum. Anlatımım içindeki işlevini ifade ediyorum.

Ben, ruhun, inkarcılar tarafından, görülmemesi için çok çaba sarf edildiğine dair bir açıklama getirmek istiyorum. İlahi dini saptırmakla ilgilenenler, ilk olarak bu yönde faaliyette bulunmuşlardır. Akla uygun açıklamalardan yola çıkmışlardır. En sonunda bilimin, sanatın, edebiyatın da yolunu çeldirmişler ve zaten bulmaları gerekenleri ve olup gidenleri farklı yorumlayarak, insanın “kendini özgür bırakması” adına, küfrü derinleştirmişlerdir. Bu da farklı bir fasıldır. Bu kadarla bırakalım.

Yaratan “kurban” konusunda şöyle diyor. (Mealen) “Bana kestiğiniz kurbanın eti, kemiği ulaşmaz, bu fiili gerçekleştirenlerin takvası ulaşır!” Et, kemik dünyalıktır; üretim ve tüketim dünyalık meselelerdir… O halde buradan bir çıkarım yapalım: Yaratan etle, kanla, kemikle, sinirle, hücreyle, dokuyla, hormonla “iradenin” sonuçlarını neden ölçsün ki? Üstün iradenin göstergesi takvadadır. Bu önemli değil midir?

Takva, yani ilahi uyuma dair irade gösterme!..

Takva nedir? Takva, insanın ilahi uyuma dayalı fiil üretip üretmediğinin sonucunu gösterir. Aradığımız farka ilişkin püf noktası buradan itibaren açıklanmalıdır. İnsanın kritik noktası buradadır, gaibe dayalı esas farkı buradan ileri gelir. Çünkü ilahi bağlamla ilgili, insanda yerleştirilmiş veya tanımlanmış gaibin iletişim ucu ruhudur.

Ruhtan, kainatın bilincine fışkıracak fiilin manası takva ile oluşturulur. İlahi uyuma bağlı tebliğin alındığı yer ise insanın ruhtan başka bir yeri değildir. Ruh nefse, yapacakları için, ilahi uyumla ilgili yönlendirmeyi teklif eder. (Azgın, eğitilmeye ihtiyacı olan, doğal, canlı) nefis imanla işaret edilene uyarsa, iyi güdü devreye girer, üretimini kainatın uyumu bağlamında yapar, bu bir takva yayımı olarak ilahi bilince yükselir ve alınır. Bu muttakinin (takva sahibinin) işlevidir.

Ruh, bedenden, candan, nefesten, nefisten, karakterden farklıdır. İrade gösterecek nefsin, canını koruyacak bedenin, doktora götürülecek karakterin veya fizyolojik aksaklıkların ötesinde bir şeydir. İnsan ölürken kan akar, can tükenir, nefes çıkar, kalp durur…

Ama ruh ölmez. Ruh bu dünyada nefse dur demekle ilgilenir. Daima (isterseniz, “kainat bilincinin otomatiğine bağlı” deyin, fantastik olur,) takvanın öne çıkmasını önerecektir. Ruh öldükten sonra da takva yazıtlarıyla (isterseniz buna da amel deyin) kendini ahirette ispat içinde olacaktır.

Çünkü ruh, ilahi bir veridir. Yaratan’ın “kendimden verdiğim” dediğidir. “Senin ürerken içinde olan değerli özelliklerden biri,” dememektedir.

Yaşam

İnsan; nefsinin iyi/kötü dürtüsüyle gelişen fiilleri yaratır, yaşamını geliştirmesine sebep olur. İnsan bir çok kavramı bile kendi üretir, terimleri, dili, anlamı, manayı da; organize olur, alet yapar, alete iş öğretir ve yaratmasını gerçekleştirir.

İnsanın kötü dürtüsü olsa olsa bir negatif taraftır. Doğada her varlık pozitif ve negatif yönleriyle vardır. Ben buna dualite, parad, ikilik ve karşıtlık gibi isimler takmaktayım. Kur’an’da da (ayetle) karşılığı vardır. Varlıkların çiftler halinde yaratılması bu tip bir farklılığı kanıtlamaya yeterlidir. Hele iradeli olan insan için bir kutupluluk gerekiyorsa, bu nokta iyi bir fark yaratır, ki bu onun değerlendirilmesine vesile olur.

Eğer Batı bakış açısıyla “insan kusurludur” deyişini ele alırsak, kusur özelliği bu bakış açısıyla açıklanabilir. Ama aslında bu da kainat bağlamında; doğaldır! Ben İslami bakışla bunu bir kusur olarak görmüyorum, gereklilik ve üstünlüğün bir açıklaması; ilerlemenin, hareketin, devinimin, yeniden yaratılışın, daha mükemmel yaratılmanın esası olarak görüyorum. Yoksa kusurlu demek, çok iddialı bir basit bakış olur.

Şeytan dürtünün kötü tarafını abartır, kamçılar, cazip kılar, hatırlatır ve esasında istismar eder. Şeytanın vazifesi (insanlığın karşıtı olarak) ilahi uyuma karşı gelecek insan potansiyelini istismar etmektir.

Peygamberler kendilerinin de mensubu olduğu insanlığa kötü tarafı hatırlatır. Onlar; nefsi, ruhu, takvayı, uyumu, sevabı, günahı, doğruyu, yanlışı; karşıtlığın yaşamla ilgili olanlarını fiilleriyle ve örnekleriyle, belirtilen nizamla tebliğ eder.

İnsan yaşamında sürekli yaratır; 1) küfre sapmadan, ilahi uyumu bozmadan, 2) küfre yönelerek, inkar ederek, uyumsuzluk yaratmaya çabalayarak. Öyleyse soralım: Üstün insan tarafı mı, yoksa sapkınlık tarafı mı?

Sapkınlıkların amacı, yaşamda yanılgıyı olağanlaştırmaktan öte bir şey değildir! Zararlılık, kendi kültüründe olağanlaşır. Geri dönüşü çok zor bir gidişin yolcuları sadece sapmışlardır.

Kötü güdünün ürünü yaşama zarar verir. İlk bakışta yararlı gibi görülse de sonuçları zararlıdır. İnsan ömrü içinde bunu göremeyebilir de! Ama neticede hesap etmekle ilgili bir sorumluluğu vardır.

Uyumsuz olan; kavgacı, küfre batmış, zalim, kibirli, adaletten yoksun, çığırından çıkmıştır. İnkarcı, ilahi körlüğü savunan, kendi yarattığına tapan zavallıdır. Onların hali nicedir!

Din ve Muttaki

İslam, kainatın uyumunun, nizamının ve yasalarının bütünüdür.

Dünyanın dışında da İslam geçerlidir. Hücre, terliksi hayvan, virüs, atom, quark, gezegen, galaksi, insan… Hepsi İslam’la ilgilidir.

İslam; batıl olana karşıdır, batılı uyumsuzluk olarak tanımlar; yaratmaktan yanadır, yararlının seçilmesini ister; hem de tüm kainat içinde. İslam, üstün iradeli insana, yaratırken sapmaması için, verili ruhu kanalıyla uyumu hatırlatır.

Muttaki (takva sahibi), yaşarken yaratma gücünü doğru kullanandır. Bilimden yanadır. Çünkü bilerek doğru yapar! Araştırmaktan, açıklamaktan yanadır. Yararlı olanı üretmekten, üretim sistemlerini kurup işletmekten yanadır. Sanattan, güzellikten, estetikten yanadır. Adaletten yanadır…

Muttaki sahibi Yaratan Allah olan dine inanmaktadır! Ben de böyle bir dine inanıyorum!

Exit mobile version