Site icon Politik Merkez

İstikrar Dersi

istikrar-dersi

İstikrar Dersi

Okuyucu

Önceki İngiliz Başbakanı David Cameron, en büyük hedefinin istikrarı sağlamak olduğunu söylemişti. Bunu görev yaptığı süre içinde defalarca tekrarladı. Başka kültürlerde bu basit bir sözcük olarak görüldü. Ancak bilinmesi gereken farklar var. Özellikle siyasal kültürümüzdeki yaklaşımla işletme dünyasından gelen bir farkı işaret etmek gerekmektedir. Bazı sorular sorarak ekonomide, sosyal hayatta, politikada, barışta, velhasıl yaşamın tüm dinamikleri içinde istikrarı açıklayabilecek ortak bir anlatım ve model bulma yolu bulabilir miyiz?

Sözcüğün basit anlamına bakalım. İstikrar; aynı kararda ve biçimde sürdürmek, kararlılık göstermek, benzer biçimde stabilizasyon veya dengeli olmak demektir. İstikrarın statükoyla ve muhafaza edilmesi gereken yapıyla, süreçle, dengeyle (muhafazakarlıkla, tutuculukla, konservatizm ile) ilgisi vardır. Özellikle politikada solun karşısı olan kesim bu şekilde sınıflandırılır. Karşılığı ise devrimcilik, ilericilik şeklindedir.

Siyasal kültürümüz içinde istikrar sözcüğüne yaklaşım budur. Alışılagelen sistemin devam ettirilmesi, sağa sola fazla sapma gösterilmemesi gibi gelenekten gelen tahditler vardır. Ancak bu alışkanlıklar daha ziyade Ortadoğu menşelidir. Orta Asya bağlamından yaklaşılırsa Türklerde anlayış böyle değildir. Türkler öz olarak en fazla değişime uyum gösterebilen ve yeniliğe açık olan toplumdur. Değişim ve yenilik demek bilinenlerin dışına çıkma kabiliyetini kazanmış olmak demektir.

Şimdi, bu iki uçlu yaklaşım, yani Ortadoğu’nun muhafazakarlık alışkanlığı ile Orta Asya’nın değişkenliğe adaptasyon ve değişkenliği kullanma becerileri, bugün zaman zaman bireylerin ve kurumların davranış biçimlerinde olumsuzluklar yaratmaktadır. Buna bakarak, uçlarda bulunmakla ilgili belli bir sorun alanından bahsedilebilir. Kim daha çok neyin etkisinde kaldı ise o öğretinin karakteriyle davranır. Toplum bundan dolayı aklı karışmış haldedir. Aslında bu sonuç bile sosyal düzende bir stabilizasyon-denge meselesi yaratmaktadır.

Bu konu gerçekçilik üzerine kuruludur. Sistem, strateji, mimari, gibi pek çok hesaplanabilir ve kontrol edilebilir konulara bağlıdır. Anacak insan temelli olması bakımından ve burada kültürün etkisinden bahsettiğimize göre, konuya duyguların etkisini de yerleştirmemiz gerekmektedir. Ortadoğu’da aşırı duygusallık hakimdir. Öyleyse İngilizlerin gerçekçi (rasyonel) bilinçle işlettikleri yapıları, örneğin bir Arap toplumuyla kıyaslanırsa, arada önemli bir farkın olduğu görülecektir. Görülmezse bile sonuçlar bize bu farkı dikte ettirir. Arapların doğal kaynaklarını kim işletiyor? Arapların istikrarı için önemsedikleri nelerdir? Batılılar onların hangi zayıf noktalarını hesaba katarak idare ediyorlar?

Ancak Cameron’un söylediği istikrara (stability) bakılırsa daha belirgin bir tutum sergilendiği anlaşılacaktır. Zira uzun süre sömürgecilik yapmış İngilizler, dünyanın değişik alanlarındaki şartlarda ve değişik kültürler içinde bir yöntem bulup istikrarı tesis etmiş ve bu istikrarı kendi istikrar modeli içinde de kullanabilmiş bir zihniyeti temsil ederler. Sömürgeciliğin kötü yönlerini bir tarafa bırakırsak, bu durum İngilizlere bir kabiliyet kazandırmıştır. Bugün Cameron gibi liderler ve İngiltere gibi ileri demokratik toplumlar bu hususun bilinciyle hareket etmektedirler.

Öncelikle kültürlerarası farkın getirdiği konu budur. Şu an Türkiye’de devlet içinde veya bir kurumda olanın davranış biçimi ile İngiltere’dekinin farkı bu tarihten getirilen alışkanlıklar ve öğretilerle ilgilidir.

Cameron gibiler için tanım daha metodiktir. Eğer istikrar temel bir hedef olarak seçildiyse ve hangi disiplin alanı bu sözcükle nitelendi ise önce buna bakılır. Bu halde istikrar nedir? İstikrarı en üste koyarak oluşturulmuş bir stratejiyle kurulmuş, ilerleyen, yolunda olan düzenekleri, politikayı, sistem yapısını belli dengeleyiciler kullanmak suretiyle, etkin, kontrollü şekilde devam ettirmek anlamına gelir. Elbette ki bu istikrar ileri adımların, geliştirmelerin daha da ileri hedeflere taşınması ile ilgili bir süreci kapsar.

Politik istikrar, ekonomik istikrar, davranışta istikrar, ilerlemede veya gelişmede istikrar, barış ve huzurda istikrar, ilişkilerde istikrar… Nereye bakarsanız bakın şunu göreceksiniz, strateji şarttır ve bu stratejide eğer kontrolü elinde tutarak tüm dengelerle işletilen bir gelişme modeliniz varsa istikrar tesis edilebilir. Sonrasında bu modelinizi istikrarla yönetmeniz gerekmektedir.

Bu aşamada strateji bahsine değinmemiz gerekiyor. En başa istikrarın yazıldığı bir stratejiyi düşünürsek, bunda istikrarsızlık yaratacak noktalar doğal afetler, beklenmedik büyük buhranlar veya salgınlar olacaktır. Ancak stratejiyi oluşturanlar dengeleyicilerini oluştururken işte bu gibi olağanüstü ve devasa olumsuzluklar için birer kaçma noktası ve yolu tanımlamak zorundadır. Eğer strateji böyle oluşturulur ise büyük olumsuzluklar olsa bile en az zayiatla atlatmak ve kısa zamanda eski duruma dönmek mümkün olabilir. Aksi halde telafisi zor şartlarla mücadele etmek gerekecektir.

Türkiye doğal afetlerin en fazla olduğu bir coğrafyada bulunduğu coğrafyadadır. Peki Marmara depremi bizi ne hale getirdi? Bakın Japonya’ya, Pasifik’te yer alan bu ada devleti sürekli maruz kaldığı depremler ve tsunamiler için ne tür önlemler almışlar? Diyelim ekonomide, finansta, sanayide, ulaştırmada vs. istikrarla çalışmak istiyorsanız stratejiniz nasıl olmalı? Doğal afetleri gözeterek mi, yoksa “Allah vergisi” diyerek mi?

İstikrarın (stability) özellikleri nelerdir?

Bizim siyasiler ne yapıyorlar? Cameron gibi istikrarı amaç edinmişler mi? Örneğin Suriye meselesinde istikrarlı bir politika uygulaması söz konusu olmuş mudur?

Biliyoruz ki eski Başbakan Ahmet Davutoğlu zamanında uygulanan politika sonradan tekrar gözden geçirilmiş ve istikameti yaklaşık tam tersine çevrilmiştir. O halde Davutoğlu uyguladığı politikada istikrarın gereği bir sistem kurmamış, mimarisi çökmüştür. Hatta kendisi uluslararası alanda akademisyendir ve bu alanda kitaplar yazmıştır. Demek ki Davutoğlu bu kimliği ile de Suriye dış politikasını belirlerken sistem inşa edememiş ve gerekli dengeleyicileri yerli yerine oturtamamıştır. Hatta denilebilir ki Davutoğlu Suriye politikasını Ortadoğu’da ulaşmak istediği bir büyük hedef için ara hedef olarak görmüş ve Suriye’yi dengeleyici unsurla hiç desteklememiş, bu meselenin kendisini büyük hedefi için gereklilik ve fırsat olarak görmüştür. Bu bir risktir. Risk almak yerine dengeleyiciler kullansa idi bugün tablo çok farklı olur idi. İşte size akademik olarak Davutoğlu’nun hatasının istikrar başlığı ile eleştirisi.

Ekonomideki örneklere de bakmak mümkündür. Örneğin ülkede veya şirkette ekonomi alanında istikrarlı bir büyüme öngörüldü ise bu belli bir bant genişliğinde seyreden eğri şeklinde olmalıdır. Düşünün ki eksi veya artı yönde büyüme eğrisi dikkat çeker biçimde dalgalanıyor veya bazı yerlerinde keskin değişimler gösteriyorsa, bu istikrarlı büyümeden farklı bir göstergedir; etkilerden fazla etkilenen bir uygulamanın kanıtıdır. İstikrarlı olmak için asgari-azami limitleriyle tanımlı belli bir bant genişliği elde edilmelidir. Büyüme de olsa gerçekleşme çizgisi bunun içinde seyrederse doğru kabul edilir. Bant genişliği dışına çıkılan yerlerde bir dengeleyicinin olmaması söz konusudur. Bu noktalarda demek ki bir hesap hatası vardır.

Şunu da işaret edeyim, Davutoğlu Suriye konusuna bir Ortadoğulu gibi, duygusal yaklaşmış idi. Halbuki bu bölgedeki hassasiyetlere bir Batılı veya özü gibi yaklaşsa idi daha farklı sonuçlar alacak idi. Her bir konuda bu yaklaşım hatasını öne sürüp sonuca bakabilirsiniz.

Diyelim ekonomide ani bir büyüme rakamı elde edildi, hiç kimsenin beklemediği bir büyüme trendi yakalandı, bant genişliği dışına çıkıldı. Politikacı şöyle bir açıklama getirebilir: “Daha ne bekliyorsunuz, çok isabetli işler yaptık ve bu sonucu elde ettik!” Ancak bu başka düzeneklerin hesabını bozuyorsa ve bir başka adımda tam tersi bir durum gerçekleşebilecekse, kabul edilebilir mi? Örneğin ülkede ani ekonomik büyüme rakamı elde edildi, sosyo-politik dengelerde bunun karşılığı ne olacak, açıklanabiliyor mu? Eğer bu sivri artışla bir kesim sosyal düzensizlik sebebiyle çalkalandı ise bu doğru mudur? Olmayacaktır. Çünkü istikrar öngörü ve kontrol gerektirir, başka risklerin tetikleyici olmasını kabul etmez.

Dolayısıyla asıl sistem, içinde birden fazla alt sistemlerin bileşenini barındıran daha büyük bir sistemdir. Buna “sistemler sistemi” denir ve işletilen her yerde bu yapı vardır. Biri diğerine dayalı sistemlerde etkilim işbirliği ve koordinasyon şarttır. Örneğin devlet söz konusu ise ekonomi sosyal ve siyasal düzene, eğitime, savunmaya ve sağlığa dayalı pek çok alt sistemi etkiler.

Bilindiği gibi Cameron Brexit sürecinde görevinden ayrılmak durumunda kalmış idi. Avrupa Birliği politikaları İngiltere’nin başından beri bir çelişkili adımı idi. Her ne kadar her fırsatta istikrar sözcüğünü bilerek tekrar ettiyse de, bu sözcüğün en önemli kullanıcısı bile daha büyük bir hedef içinde kendini saf dışı buldu. Demek ki (1) büyük düşünmek ve uzun zaman dilimi içinde liderlik etmek şartmış! İngiltere kendi istikrarlı duruşu adına hemen başbakanını değiştirdi. Demek ki (2) ileri demokrasilerde kişilerden daha çok sistemin sağlamlığı önemsenmektedir.

Şimdi kültürlerarası farkın yarattığı düzenekleri daha iyi anlayabiliyor muyuz? Türkiye kişilere dayalı olmuştur. İş alemine bakın kurumsallaşmış şirketler veya aile şirketlerine. Partilere bakın. Ne görüyoruz? Hep bir “baba” var değil mi? Halbuki “sistem kültürü” olmalıdır. Aslen sistem kültürünü yaşatmak hedef olmalıdır.

Türkiye’ye gerekli olanları listeleyelim:

Exit mobile version