Site icon Politik Merkez

İhanetin Anatomisi

ihanetin-anatomisi

İhanetin Anatomisi

Okuyucu

Anlaşılan şu dil sorununu çözemedikçe başka sorunları da çözemeyeceğiz… Yine ihanet, hainlik ve hıyanet sözcüklerinin havada uçuştuğu bir döneme girdik. Bu yazı reel politika ile uğraşanlara bir ders olsun!

Yanlış bir şeye sebep olmamak için sözlüğe baktım, hıyanet; kutsal şeylere el uzatmak, kötülük etmek, karşı davranmak, hainlik ve ihanet; güveni kötüye kullanmak, aldatmak, vefasızlık, demek oluyor. Kutsal, yaşamda en değerli görülen ve uğruna can bile verilebilecek olan ne var ki bizler buna dair çok titiz oluyoruz? Vatan, millet, ülkü, eş, evlat, bayrak, din, peygamber… Sözlükler uygulamayı olması gereken netlikte ifade edemeyebilir. Hainlik konusunda en son söyleyeceğimi başta söyleyeyim, fikrim net anlaşılsın:

“Yaşadın mı?” diyeceksiniz. Evet yaşadım. Gerçek haini gözlerimle, karşımda dikilirken gördüm. Hem de gerçek hainin sözüne kanan kibirli idarecinin çıkarı için dönüp beni hainlikle suçladığına tanık oldum. “Hainsin,” yazılı resmi kağıdı elime alıp; “Şu hale bak; vah ki ne vah!..” diye hayıflandım. Ne olacak? “Hain gördüm, hain gördüm…” diye sokaklara mı çıkmalıydım. Basına ilan mı vermeliydim?

Siyasette bir figür olmadı diye sade vatandaşın bir haini olmaz mı? Vatandaşın olmaz da sadece devletin mi, sırtını devlete dayamışların mı haini olur? Saf vicdanların olmaz da kamu vicdanı soyutlamasının mı haini olur? Politikacının hainini bilmem, benim gördüğüm gerçekti, karşımda duruyordu. Adaletin sözde temsilcisini de gördüm, nasıl kıvrandığını. Ama bana göre çıkıp hain diye seslenmenin bir anlamı yoktu.

Savaş ve barış halini, açığa çıkmayacak türden gerçekleştirilmiş hakiki casuslukları, sırların karşıtlara pazarlıkla verildiği ortamları, bir yabancının elini eteğini öperek bir yerlere gelme yöntemlerini, saf değiştirmeleri, konjonktüre kulp takma girişimlerini, minareye kılıf uydurma hünerini, bunları paye elde etme veya durumu muhafaza etme adına yapanları, rüya görüp gerçek zannetmeleri, kendi yalanına inananları, keramet peşinde koşup milleti sokağa dökenleri, kendini dev aynasında görüp insanlara zulmü hak görenleri, terörü ve terörden yararlanarak politika yapmayı iyi bilenleri, hukuku yönlendirmeyi, entrikayı, devleti ele geçirmek için delil üretme işlerini, kasetçi politikaları, insanların ipini pazara çıkarmanın yöntem kabul edilmesini, kamu malını çarçur etmeyi, ihaleyi tanıdığa vermeyi, kirli işleri menkul değerle takas etmeyi, ileride rakip olabilecekleri kapı önüne koymayı, kalemi ele alıp gizli gizli yazmayı, adı sahte kendi belli değil, dışarılardan taş atmayı, propagandayı, siber saldırıları… Daha pek çok konu var listelenebilecek. Bütün bunlar ve benzerleri hainlik midir, değil midir?

Politikayı ve diplomasiyi ayırt edebiliyor muyuz? İç ve dış düşman diye neden ayırdığımızı anlayabiliyor muyuz? İç haine kolay ulaşılabildiğinden hain yaftası vurmak kolaydır elbet. Rejim karşıtı biri dokuz köyden kovuluyorken, iktidarın bir mücadele işi olduğu biliniyorken, demokrasi hazmedilmeden sandığa gitmenin anlamı açıkça ortada duruyorken halk politik davranmanın ne olduğunu bilmesin mi? Peki, dış hainin seçkin bir müttefik koltuğunda oturmasına nasıl bakıyorsunuz? Başetmek zor değil mi? Politika başka, diplomasi başka, değil mi? Zaten böyledir!

Kendince durumu yeni kavramışların aklındakilerle çıkıp halkın kafasını karıştırmalarının kabul edilir yanı var mı? Halk ancak çözüm ve adalet bekler, kavga değil!

Barış şartlarındasınız, demokrasi var diyorsunuz, aynı meclis çatısı altındasınız; kürsüye çıkan biri diğerini hain diyor. Politika gereği mi? Gerçekten ve hukuken ihanet varsa gereğini yap o vakit. Halkın yararına dava et. Sonuçta yargı hain desin. Söz bir boşluğa salınıvermesin, kanıtla tespit edilsin. Tarih bile bunu böyle bilsin.

Diliniz barıştayız diyor, hukuki şartlar da barışı işaret ediyor; ama aklınız ve kalbiniz size savaşta olduğunuzu söylüyor. Bu da olabilir. Bunun haletiruhiyesiyle sürekli karşı taraftakileri hainlik ile itham etmek mümkün. İşte size psikolojik bir durum: Kendi psikolojisini toplum psikolojisi haline dönüştürmek yoluyla politik kazanç elde edebilme hali.

Durum gereği belki çok haklısınız, ama bunun bir mantığı olmalı, öyle değil mi? Örneğin diplomasi diye bir şey varsa, bu size ne yapmanızı gösterir? Kamuya ve uluslararası kurumlara açık alanı kimler korur ve yapılandırır? Sokaktakiler mi, yetkililer mi?

Eğer bahse konu bu önemli değerler üzerine farklı tarafta olanlara hain denirse, bu ne anlama gelir? Örneğin siz vatanın birliğinden ve dirliğinden dolayı titizleniyorsunuz, ama karşınızdaki bunu önemsemiyor. Siz ona hain diyorsunuz, o sizin bu söyleminizi hakaret ve ahlaksızlık olarak görüyor. Dönüyor halka, “Bana hain diyen ahlaksızlık ediyor, onu yargıya vale ediyorum, hakaret davası açıyorum,” diyor. Aslında sizin çok titiz şekilde korumak istediğiniz değer bir de bakıyorsunuz, bu türden bir yola saptırılıp karşılık verilince, daha da olumsuzlaşıyor. Hem hedefiniz elde edilemiyor, hem de karşı taraf haklılık kazanacak başka bir mecrayı eline geçiriyor. Onu bırakın bazı akademisyenler çıkıp, “Devlet zulüm yaptı,” der ve olanı kanıt diye çok satan kitabına ekler. Şimdi geriye ne kalıyor dersiniz? Konu akademik diye başka ülke politikacısı da bu yeni yazılanları referans gösterir; alın size diplomaside kullanılabilecek bir argüman. Bence karşıtlıklar ve düşmanlıklar daha da derinleşiyor, eğer varsa bir anlaşma zemini, bu da elden gidiyor.

O vakit her ne kadar insan kendini haklı görüyorsa da diplomasi dili dahilinde bu tür sözcüklerin pek bir anlamı olmuyor. Diplomasi dili başka! Daha yumuşak, anlam sözcüklerin sivriliğinin ucunda değil, haklılıkların kapsanmasında, karşı tarafı sizin belirlediğiniz şekilde karar almaya yönlendirmekte. Karşı taraf sizin argümanınızı duyduğunda utanmalı, düşünmeli, ciddiye almalı. Bu daha etkili, değil mi?

O zaman bizim yetkililerimizin birbirine sürekli hain demesi doğru mu? Millet, toplum, hadi diyelim bir parti adına, böyle sözcüklerle kazanım elde etmekten çok kayıp veriliyorsa, kim düzeltme hakkını kullanacak? Kim dilini düzet diyecek?

Bu bir teknik! Eğer toplumu kutuplaştırmak da reel politikanın bir yöntemi şeklinde kabul edildi ise durum bellidir. Hatta normal şartlarda dahi bu bir alışkanlık meselesi olur. Sonuç; politika ile diplomasi karıştırılır. Politika yapanlar diplomasiyi gözardı ederler mi, etmezler mi, bu da bir tercih! Ancak politika dili farklı olabilirse de diplomasi dili her ne pahasına olursa olsun bozulamaz. Batı demokrasilerinde görülen fark da budur.

Yeterince kutuplaşma ve aşırılaşma ortamına sahibiz. Elbette herkes haddini bilmeli. Suç işleyen varsa hukuki yollar işletilmeli. Hukukta eksik varsa yasa değişikliği yapılmalı. Politik çaba buralarda işe yarar. Ne demiş atalarımız? Usuletle ve suhuletle! Her ne yapılacaksa defosuz ve ustalıkla yapılmalı. Değer verilenlerin kolayca yok sayılabileceği bir duruma sebep olunmamalı.

Dil çok önemli, dili kullanan akıl daha da önemli.

Exit mobile version