Site icon Politik Merkez

Sorumluluk ve Politika

sorumluluk-ve-politika

Sorumluluk ve Politika

Okuyucu

“İstihbarat sorumluluk alanı” ve “İstihbarat ilgi alanı,” tabirleri ilk olarak istihbarat teorisinde geçmiştir. Burada “alan” denilen elbette önce coğrafi, sonra hareket alanıdır. Bu sorumluluk ve ilgi alanı tabirleri daha sonra başka disiplinlerde de yaygın kullanım imkanı bulmuştur. Bugün uluslararası ilişkiler, uluslararası hukuk, jeopolitik, vs. bu tabiri kullanmaktadır. Peki, kullanmayanlar kimler, politika bundan nasıl etilenir? Konuyu iktidar, muhalefet ve güncel olan Suriye ve Amerika ile örnekleyerek işleyelim. Bu biraz ders gibi olacak ama önemli, çünkü her akşam televizyona çıkan ve halka yanlış bilgiler veren insalara bakınca, gerekli!

Gelişmiş ülkelerin istihbarat teşkilleri, akademisyenleri, politikacıları bu ifadeleri bilerek fikir öne sürerler, tartışırlar ve politika yaparlar. Sorumlu oldukları budur! Örneğin bir Amerikalı senatör bu tabiri bilir. Der ki (örneğin); “Suriye’de bir uydu yönetimi desteklemek her şartta ABD’nin çıkarı gereğidir, o halde Suriye ABD için sorumluluk alanıdır.” Türkiye’de ise ana muhalefette politika yapanlar dahil çoğu politika ile ilgilenen kişi, bu tür bir cümle kurarken daha çok çekingen davranır, ya da ilginçtir hiç kullanmaz. Ama şunu söyleyen çok: “Suriye ile ne işimiz olur? Bak girdik de ne oldu, gördünüz mü?..”

Örnek Suriye ya, o zaman soralım: Suriye, tarihi boyunca, Türkiye’nin çıkarları için sorumluluk alanı mı idi, ilgi alanı mı? Veya bakış açısı nasıl olmalıdır? Fikri olan var mı? Bunun cevabı açıktır. Ben ifade edeyim: “Suriye, Türkiye’nin bütün diğer ülkelerden, güçlerden, çıkar gruplarından, vs. daha fazla sorumluluk alanında olan bir ülkedir.” Yine örnek olsun, Şili veya Kenya ilgilendiği bir ülkedir.

Bir ülke sorumluluk alanındaki ülkeye nasıl bakar, ilgi alanındaki ülkeye yaklaşımı nasıldır, biliyor muyuz? Eğer bir ülke, tıpkı istihbarattaki gibi, başka bir ülkeden sorumlu ise onunla neredeyse (anlaşılsın diye böyle ifade ediyorum,) paralel bir yönetim kurmuşçasına ilişki içinde olur, partilerini, iktidarını, muhalefetini, anayasasını, kanunlarını; geçelim başka konulara, yatırımlarını, anlaşma yapan şirketlerini, her şeyi, ama her şeyi takip eder. Analiz yapar, değerlendirmeler yapar, milli siyaset belgelerinde açıklanır hale getirir. Kendi çıkarlarına ters bir durum var mı, bakar. Eğer varsa istihbarat “önleyici” olma özelliği ile bazı planları devreye koyar. Özetle; bu ülkenin kuvvetli yönlerini kendine göre nasıl kullanılır halde tutar, bununla uğraşır; zayıf yönleri varsa kendi çıkarına istismar alanları yaratır ve kullanır; hassas yönler varsa buraların zayıf olmasını sağlayacak planları devreye koyar ve yine çıkarına istismar eder. İstihbarat görevini sürdürürken diğer milli güç unsurlarını gerekirse devreye koyar. Örneğin diplomasi, politika, hukuk, askeri, bilim ve teknoloji, ekonomik, kültürel… İktidarda olanın işi bu ayrı ayrı planları hedefler doğrultusunda seviye seviye takip etmektir. Kimin adına? Milletin adına. Neden? Mecburdur da ondan! Bu işlerin bu asırda başka bir yolu yoktur. Hedefler operasyonel istihbarat uygulamalarıyla elde edilmedi mi? Gerekirse sertlik başlar veya başlatılır; yaptırımlar, notalar, gerilimler, çatışmalar… Belki de savaş yapılır, belki araya başka taşeronlar konur, belki de belli ikili veya çok taraflı anlaşmalara zorlanır, belli imtiyazların alınmasına gidilir. Bunlarla ülke içinde milletin milli geliri yükselir. Çalışmakla olur ama bu tür stratejik planlarla da gelişmişlik sürdürülür.

Siz Norveç’e veya İsviçre’ye bakıp, “Bu söylenenler gereksiz,” demeyin. Her ülkenin kendi belirgin coğrafi ve tarihsel özelliğinden dolayı öncelikli hal tarları olur. Bizim coğrafyamızda kural böyle işler. Japonya, Güney Kore, Almanya halen 2. Dünya Savaşı ile “yenik devlet” statüsündedir. Onlar fırsat bulsalar, mevcut durumlarından kurtulmak isteyeceklerdir. Bunun için plan program yaparlar, boş oturmazlar. Ülkelerle bu bağlamda ilişki kurarlar. Hatta diyebilirim ki, sorumluluk alanında tuttukları konular daha çok askeri olmasa da (zira üzerlerindeki anlaşmalar onları bağlamaktadır); ekonomik, bilimsel ve teknoloji, vs. olur.

İlgi alanındaki ülkeyle ilişki nasıldır? Tam da söylendiği gibi; bir aşama sonra o ülkeden sorumlu olunacakmış gibi ilgilenilir. Yani “dost-düşman” yoktur esasında, “sorumlu olunan veya ilgilenilen” vardır.

“Türkiye, Suriye ile ilgilenmez, sorumlu olarak ilişki kurar; politika ve bunun üzerine hedef belirler ve gereğini yapar.” Cümlenin doğrusu budur! Politika yapanlar terminolojiyi bilerek hareket etmelidir. Bu kelime oyunu değildir, teorik bir bilgidir. Pratikte gereğini yaparsın yapmazsın, yöntemin o olur veya bu olur, bu politik yaklaşımdır, ama teoriyi yok saymak cehalettir.

Gelelim Amerika ile Türkiye arasındaki süregelen politikaların durumuna. Aklımız karışmasın sakın, gelişmeleri bu bakışla okuyun: Amerika bir yandan Papaz Brunson’u konu eder, bu yarattığı meseleyi “yaptırım” aracı olarak kullanır, diğer yandan da Suriye kuzeyinde, sınırımızda suni-uydu bir özerk yapı kurmak adına, meşruiyet tartışmasına bakmaksızın, ama Türkiye’nin gözünün içine baka baka, resmi organları ile politik faaliyet yürütür. Neden? Ortadoğu’daki asıl planının bir paçası olarak bunun gerekli olduğunu düşündüğünden. Onların gözüyle bakın olaya. Amerika, Suriye’den “sorumludur” ve istihbaratı, askeri, politikacısı (malum, Suriye özel temsilcisi bile var), her şeyi var, binlerce kilometre ileriden Senatosu burası hakkında karar tasarısı onaylar, başka ülkelerin durumlarını bununla ilişkilendirir, BM’de sürekli toplantı yapar, dünya kamuoyunu buna göre bombardımana tabi tutar. Türkiye ne yapacak? Oturup bakacak mı?

Suriye’de Rusya başka bir şey peşinde, İsrail başka, İran daha başka… Rusya veya İran kendi kültürü, niyet ve maksadı, imkan ve kabiliyeti, hareket tarzı, politikası ve planı ile davranır, Amerika ise kendine göre olanla. Durum budur. Türkiye de kendi planını yapar ve uygular. Yoksa!..

Buraya kadar tamam da, ya ABD’nin, İsrail’in veya Rusya’nın milli menfaatleri gereği, örneğin Suriye meselesinde, Türkiye’deki politikacılardan bazıları, bu ülkelerin “sorumluluk alanı” içinde mütalaa edilip, bunlara yönelik bazı planlar uygulanıyorsa, bunu nasıl açıklamalıyız? Milli davranış burada devreye giriyor: Politika yapacaklar öyle, “Ben seçildim, artık her şeyi düşünür ve konuşurum arkadaş,” diyemezler!

Exit mobile version