Site icon Politik Merkez

Müsilaj

Okuyucu

Müsilaj, başka tabirle deniz salyası, milli bir felaket! yük bindi, bindi ve bu yıl deniz kustu. Bakın benim öyküm nasıl tarif ediyor bu kirlilik meselesini.

Gençliğimde Avşa ve Marmara adalarına giderdik. Balık nasıl çok ve lezzetli bir bilseniz…

1978 yılında İstanbul’dan Yalova’ya kampa geldik. İstanbul’da Yeşilyurt, Yeşilköy, Florya taraflarında denize giremiyorduk. Kirlilik var, kolibasili.

Öğrendik artık: Kolibasili. Kirlilik demek, kolibasili demek, İstanbul’da ve bölgede. 

Ama gitgide denizanaları çoğalıyor ve büyüyordu o yıllarda. Bunun da bir kirlilik emaresi olduğu açıktı. Bizler çocukken deniz anasına vurmazdı kulaçlarımız yüzerken denizde. O yıllarda suratımıza vurur oldu.

Yalova’da geceleri uyumak mümkün değil. Sıcaktan kapı pencere açık, bu kez gürültü büyük. Tar tar tar… Yankılanıyor sesler. Kıyıya yakın yerlerde kum çeken motorlar çalışıyorlar ve denizden gelen gürültü hat safhada. İstanbul yakınlarında kum bitmiş, Körfez tamamen kazınmış olmalı. Sabahlara dek denizden kum yükleyen gemiler İstanbul’a Kumkapı’ya taşıyorlar. O dönemlerde Şirinevler dahil pek çok yeni semtler, mahalleler kuruluyor, İstanbul’da, Koca Köy’de, benim bildiğim kesimlerinde. Ninem böyle derdi, Koca Köy. İstanbul büyük göç alıyor, İstanbul’a Anadolu akın ediyor… Bu deniz kumu çekme işinin başlangıç yılı ne bilmiyorum, eskiden beridir, benim dikkatimi çeken daha ziyade bu yıllar ve sonrasında.

Yıkanmış kum ile İstanbul inşa ettiler. Buna diyeceğimiz yok. Ama 1999’da büyük Marmara depremi vurunca o evler yıkılıverdi, Yalova, Körfez ve İstanbul… Kumdan ev olur mu diye sorduk merakımızdan. İyi yıkanırsa sorun yokmuş, öyle dediler. Baktık kimler yıkıyor o kumları diye, yine merakımızdan… İçme suyunun kıt olduğu dönemlerdir, bilenler anlatsınlar. 

Deprem tehlikesi hâlâ geçmiş değil!

1980’de Yalova’da denize giremedik. Kolibasili var dediler, kirlilik hat safhadaymış. Bir denedik, bırakın gözle göremediğimiz canlıları, hakikaten denizanaları olmuş başımdan büyük ve denizin dibi görünmüyor motordan baktığınızda.

Bir zaman sonra Marmara’da balıklar ölüyor dediler. Nedenlerini açıkladılar. Birincisi, kumcular deniz dibindeki balık yuvaları dahil doğal yapıyı bozuyor. İkinci sebep ise trolcüler, yanlış balık avlamak, denizin dibi yine kazınmaktaydı. Ve sonuncusu kirlilik. 

O dönem bilmediğimiz başka bir şey daha varmış, Karadeniz, Marmara ve Akdeniz katmanlarının seviye farkı. Akdeniz’den Karadeniz’e geçen soyun geri dönüşünde sıkıntılı olduğu konusu. Bu en önemli sorunlardan biri. Hatta Karadeniz’deki kirlilik gelip Marmara Denizi’ne çöküyorsa, ki öyle, bunun gideceği yer yok, burada kalıyor…

Belediyelerin bütçeleri içme suyu şebekesini döşeyecek su borusu alamıyordu o dönemlerde. Belki beceriksizdiler, belki para yoktu gerçekten. Denizin dibine uzanan kanalizasyon hatlarını yapanlar azınlıktaydı herhalde.

Yaklaşık on yıl geçti, 1991’de Erdek’te denize girdim. Şnorkelle Erdek Körfezi’nin değişik yerlerine bakıyorum. Bandırma tarafında deniz dibi başka bir alemdi, batıya doğru daha başka. Bandırma kıyılarına doğru devasa otsular, yosunlar, neredeyse iki-üç metre boyunda. Çocukluğumda olsa olsa yarım metre yosun olurdu, uzun derdik, basmaya çekinirdik kıyıdan itibaren. Bu otsu deniz bitkilerinin boylarının o noktada bu denli uzamasının nedeni belli: Bandırma gübre fabrikası var, azot ve atık maddeler besliyor denizdeki yeşilliği.

Denizin dibinden tam karşısına gelin, orası daha başka bir felaket görüntüsü veriyor. İşim gereği nükleer savaş sonrasını hayal ederdim hep. Denizin dibine baktım, neredeyse genel nükleer savaş sonrası yeryüzü görüntüsü gibi. Bitmiş! Ne ot ne balık… Küllenmiş deniz tabanı, tamamen grilik, palet vurdukça resmen tozuyor gibiydi. Yerden kalkanlar sadece kum değildi, sümüksüydü, çürük malzemeydi… Üç-beş yüz metre geride deniz dibi orman gibi, burası ise savaştan şıkmış halde, bitmiş!

İstanbul kıyıları, Körfez, Yalova, Tekirdağ, Şarköy, Gemlik, Erdek, Adalar, Çanakkale’ye kadar… Hep bildiğim yerler buraları. Bugün böyle! Balık olmaz tabii, taşıyacak kum da bitti, kolibasili ve denizanası gırla, üstelik bazı alanlar dengesiz bozukluk gösteriyor, anlamsız halde. Kirlilik elbette, 1980’lerin başında böyle.

Bildiğim kadarıyla Marmara’da deniz bilimciler denizin dibinde (yüzeyde görülmeden önce) müsilaj sinyali veren ilk tespitleri 2007-08’de yaptılar. Bugün çıkmadı bu iş!

Bir ayı geçiyor, belki iki ay olmuştur, Gelibolu’daki arkadaşıma sordum, deniz salyası vaziyeti nedir, diye. Felaket dedi. Kirlilik İstanbul’dan Çanakkale’ye adı inmiş… Konuştuk, ben bu öykülerin bir kısmını anlattım. Çaresi yok dedik. Olta atılamıyormuş, balıkçı motorlarının pervaneleri dönmüyormuş, her şey bir yana balık yokmuş…

Müsilaj kirlilikten deniz dibinde oksijenin azalması ve buna karşılık azotun, hidrojen sülfürün, asitin, vs. artması üzerine bununla beslenen ve hızla artan fitoplanktonlarla (denizdeki mikroskobik bitkiler, genelde derindeler) oluşuyor. Fitoplanktonlarla beraber, bunlarla beslenen hayvansal organizmalar olan zooplanktonlar ile bunları ayrıştıran bakteriler ve çürümüş parçacıklar var. Hepsi birden müsilaj halinde birleşip bir organik karışım oluşturuyor. Denizciler buna salya diyor. Deniz sıcaklığı artıkça müsilaj üremesi de artıyor. Bizim deniz üstünde gördüklerimizden ziyade müsilaj üremesi denizin içinde, derinlerde oluyor. 

Üstelik su yüzüne çıkan işi bitmiş tabaka denizin içine güneşin geçmesine engel oluyor. Güneş ve oksijen yoksa hayat da yok! Üstteki tabakayı topla, götür, ama derinliklerde olanları kim, nasıl çözecek, var mı bir çare? Denizin dibinde doğal oksijen olmalı, değil mi? Koca bir deniz. Hem başka ülkeye kıyısı yok, bir içdeniz, tamamen bizim sorumluluğumuzda, bize ait…

Sonuçta bu felakete ekolojik yıkım diyorlar; tersine dönüşü zor bir konudan bahsediliyor. O zaman geçmiş olsun! Ama en çok da Marmara’yı havasını soluyarak ve balığının tadını alarak büyümüş biri olarak kendine diyorum ki, maalesef durum kötü, buraya kadarmış. Benim neslim bu denizin düzelme yoluna gireceğini göremeyecek…

Söylenenlere pek kulak kabartmıyorum, çünkü bozulmayı yaklaşık kırk yıldır izliyorum. Bu defa olan çok başka! 

NOT: Fikri mülkiyet hakları gereği bu bilgileri referans vererek kullanabilirsiniz.

Gürsel Tokmakoğlu

Exit mobile version