Türk-ABD ilişkilerinde gelinen nokta gün geçmiyor ki tartışılmasın, endişe uyandırmasın. Her iki ülke arasında çok temelde ayrım noktaları ve ortaya çıkan sonuçlar var. Bu çerçevedeki konularda anlayış birliği sağlanamaz ise önemli değişikliklerin ortaya çıkması olasıdır.
Türkiye ile ABD arasındaki ilişkiler savunma ve güvenlik anlayışı temelli konulara dayanır. İlişkiler iyidir veya kötüdür ama Soğuk Savaş sonrası dönemde farklılaşmıştır. Yeni dönemde Türkiye kendi düşüncesini sanki bir ilişkiyi güçlü tutmayı çabalarcasına dile getirmiştir. Her iki taraf, bazen sadece Türkiye, “müttefik, stratejik ortak, ortak, rol model…” gibi tabirleri sürekli denemiştir.
Sonuç ne? Değişik anlayışlar var. Sıralandıralım:
- Temel olarak ABD doğrudan şunu mu söylüyor? “Rusya ile ilişki kurma, eksen kaymasına gitme, Batı’dan kopma, ama söylediğimden de dışarı çıkma…”
- ABD’nin, söylediği başka, uygulaması başka, kabilinden bir düşüncesi de var. Bu durumda acaba temel olarak şunu mu ima ediyor? “Türkiye coğrafyasında İsrail ve Yunanistan, Müslüman dünyasında da Mısır ve Suudi Arabistan Amerika’ya yeter. Türkiye başka kazanımlar için üzerinden bazı operasyonların yürütüldüğü ülkedir…”
- Konjonktürel olarak ABD işine geldiği gibi mi davranıyor? “Amerika için Rusya, Çin, Avrupa, nükleer silahlar, ekonomi, enerji, vs. önemli, duruma göre Türkiye’ye rol veririm, o da üstüne düşeni yapar…”
Hangisi? Bu denklemlerin en çarpısı olanının geçtiğimiz hafta ABD’nin Kongre’ye sunduğu kanun tasarısında gördük. Cumhuriyetçi Senatör Marco Rubio ve Demokrat Senatör Bob Menendez “Doğu Akdeniz Güvenlik ve Enerji İşbirliği Kanunu” tasarısını Kongre’ye sundu. Bu kadarla da kalmadı, bazı konuşmalar yapıldı; “ABD Türkiye’den üslerini kapatsın ve Yunanistan ile Güney Kıbrıs’a taşısın…” gibisinden. Bu iki senatör aynı zamanda Kongre’ye F-35 savaş uçaklarının Türkiye’ye tesliminin engellenmesi karar tasarısını da sundu. O zaman durumu değerlendirelim; yukarıdaki üç maddeden ilkini eledik mi? İlişkiler salt ABD’nin çıkarına göre mi şekillenecek?
Pentagon’un ve bazen tam anlayamasak da CIA gibi kurumların bölgemizdeki faaliyetlerine bakarak bir yorum yaptığımız oldu. Diplomasi gereği en üst mercilerin yaptığı görüşme kayıtlarına da bakıp yorum yaptık, “Başkan Donald Trump söz verdi…” dedik. Ama bunların hiçbiri Türk tarafına kesinkes bir temel yol işaret etmedi. NATO bile devreye giremedi, bu ilişkileri belirginleştirmek açısından.
Sonuçta konumuz şu oldu:
- ABD bakışı: “Rusya’dan S-400’leri satın alma. Akkuyu’ya nükleer güç santrali yapma. FETÖ ve Suriye’deki SDG’ye terörist deme. İsrail’in çıkarına olan her bir adıma evet de… Bunları yaparsan F-35’leri ve daha uyumlu olursan Patriot da veririm…”
- Türkiye’nin bakışı: “Bağımsız ve egemen bir ülkeyim. NATO ülkesiyim. Anlaşmalara sadığım. Kim yaparsa yapsın Ortadoğu’da oldubittiler peşinde koşanlara karşıyım. İnsan haklarından ve ülkelerin toprak bütünlüğünden yanayım. Eğer sosyo-ekonomik sosyo-politik açılardan gelişmeme katkı sağlayacaksa, sadece Ortadoğu ve Avrupa’da değil, Avrasya ve Afrika’da da çıkarımı ararım…
Buradan anlaşılması gereken bir nokta var, ABD veya ABD içindeki bazı odaklar Türkiye’yi kendi görüşleri ile belli bir yere koyuyor olabilirler ve eski alışkanlıkla savunma-güvenlik alanındaki ilişkilere bakarak kendilerine vazife çıkarıyor olabilirler. Ama Türkiye konuya salt savunma ve güvenlik bağlamında bakmıyor, sosyo-ekonomik ve sosyo-politik gelişme perspektifleriyle de bakıyor. Eğer ABD ile yeni bir ortaklık vizyonu kurulacak ise Türkiye’nin şartları bunlardır.