Site icon Politik Merkez

Akılcılık ve Dindarlık

akilcilik-ve-dindarlik

Akılcılık ve Dindarlık

Okuyucu

Bir dindar olan Hermann Hesse’nin felsefesini “Öldürmeyeceksin” isimli kitabında görmekteyiz. Onun düşüncelerini baz alarak bir okuma yapalım. Hesse temelde akılcı ile dindarı mukayese ederek kendi dini görüşünü ortaya koymaya çalışmaktadır. Romanlarında da bu açı yakalanabilmektedir. Öte yandan inançlı kesim dediği, onun mensubu olduğu toplumun değerlerine göre bir toplumdur. Benim okumamda kısa da olsa bir “saf dindar” yaklaşımı ilave edilmiştir. Buradan hareketle şu sonuca ulaşmaktayım: Herkes kendi konumunu önemsedikleriyle ortaya koymaktadır; önemsenenler bir irade gösterme eylemidir; bu dünyanın şahitliğinde irade eylemleri en önemli göstergedir.

 Akılcı (Rasyonel) Tipin Özellikleri

İnsan kendi aklını en değerli yetisi olarak görür ve ona inanır. Gerek dünyanın gerekse yaşamının anlamını aklıyla taşır. Yoluna aklıyla ilerler, evrende her şeyin bir süreç kapsamında gelişmesine paralel olarak aklıyla kendi yolunda da ilerleme göstermeye çaba gösterir. Dolayısıyla ilerlemeye de inanır. İlerlemek bir anlamda akıl yoluyla ölümsüzleşmek anlamına da gelir. Bu onun söyleyemese de idealidir. Eğer bu bir inanç şeklinde açıklanırsa, dindarların ifadesiyle adı küfür olur.

İlerleme aşamasında önündeki engellerden kurtulmak ister. Bu onun iradesine yansır. Akılcı yaklaşımla insan dünyadakilerin kendisine bir fayda için verildiğini kabul eder. O halde kendinin ötesindekilerin tüketilmesi, yağmalanması ve gerekirse bozulması bir hak olarak görülür. Dünya akıl yoluyla bireyin sultasındadır.

Doğa onun uğraş alanıdır. Doğayı anlamak ve onu sömürmek asıl yöntemidir. Bilimsel disiplinler bunun üzerine oluşturulur. Araç ve gereç, modelleme, deneme yapma eylemleri mühendislikleri meydana getirir. Sanat çoğu zaman doğayı taklit, doğaya karşıt tarz ve yönleri içerir.

Buna karşılık temel göstergelerin açığa çıkmasıyla doğanın tahribinin zararlı görülmesi ve diğer yönden sanatın aşkın yaklaşımlarının aklın ötesindeki değerleri çağrıştırması bu tipler için kaçınılmaz bir çelişki oluşturur.

Eğer akılcının idealinde kendi neslini ölümsüzleştirmek varsa bunun bedelini her ne olursa olsun ödeyecekler de vardır; dünya kaynakları böyledir. Bunu sapkınlık gören dindarlara karşılık akılcıların öfke duymaları söz konusu olur.

Akılcı kendini uygulamada avantajlı görür. Çünkü kendinden başkalarının farklı düşünce ve inançları, bazı bilinmeyenlere dayandırılmış kabul edilir. Akılcının bilinenleri savunmasındaki tavrı serttir. Çünkü onları sahiplenir. Sahiplenmedikleri içinde gerekirse duygu ve içgüdüleri bile olabilir. Belirgin olan şudur: İspat edilmiş, edilebilen bilginin ötesindeki uğraş gereksizdir.

Akılcı kendini ileriye taşıyacak işlerde mücadeleyi mubah görür. Gerekirse sertleşir, riske girer, terör yaratır, savaşır; gücün kendine geçmesinin mücadelesini verir. Güç onun inandığı ve emeli olur. Gerekirse kaynakları kendi lehine kullanırken hasis davranır, hakkını kötüye kullanır ve etrafını tahakküm altına alacak tavırları takınır. “Benim dediğim doğrudur… Benim emirlerime uyun…” türü yaklaşımların sebebi budur.

Akılcı olan alet kullanmayı, düzenek oluşturmayı, organize olmayı ve sistemleşmeyi kolaylıkla başarır. Çünkü bunlar emellerine ulaştıracak yolları kolaylaştırırlar. Dolayısıyla böyle işlerde uzmanlaşırlar. Kendilerince kazançlı olacak ilerlemelerin sistemine inanç ve destek onların aynı zamanda etik çerçevesini tanımlar ve sorumlulukları belirlenmiş sistemsel sorumluluklar manzumesinde geçerlidir.

Genel Bir Dindar Tipin Özellikleri

Temel bakışıma göre bu gruptakileri “Tanrı” inancına sahip olanlar kapsar.

Bu dünya yaşamı sadece akılla açıklanamayacak değerde görülür.

Yaratılmışlara ve dolayısıyla doğaya bakış açısı saygılıdır. Yaşamın huzurla geçtiğinin kanıtı bireyin ibadetindeki huzur anlarıdır. Dünyadaki çalışma bir hizmet olarak görülür. Dolayısıyla hizmetin mükafatı diğer bir yaşama taşınır.

Hermann Hesse şöyle tanım getiriyor: “Dindar tip, akılcı tiptekilere bazen kin ve öfkeyle bakar; Tevrat ve İncil, inanmayanlara ve dünyevi ideallere ateş püsküren çarpıcı anlatımlarla doludur. Ne var ki, dindar tip seyrek yaşadığı yüce anlarda o ruhsal yaşantı şimşeğinin içinde çaktığını hisseder; öyle bir yaşantı ki, akılcı tiptekilerce yüce idealler uğrunda sergilenen tüm fanatik davranışlar, tüm savaşlar, tüm peşine düşmeler ve köleleştirmelerin, sonunda yine Tanrı’nın amacına hizmet eden eylemler sayılacağı inancıyla donatır kendisini.[i]

Bu tiptekilerin haklı bir güç peşinde koşarken başkalarına ve başka şeylere zarar vermemeye özen gösterdiği, sakındığı görülür. İtaatkar görülür ve bu onun erdemidir. Yaşama dair elde edilecekleri kaparcasına değil, ağırdan alarak kazanır. Böyle davranmasının bir nedeni de bir sonraki yaşamını riske atabilecek davranışlardan uzak durmak istemesidir. İdealleri gönlündedir. Onlara sımsıkı sahiplenir. Tanrı’nın ve O’nun emrinde olan doğanın işine karışmak istemez.

Akılcılık bir yere kadar önemsenir. Aklın yetmeyeceği yerlerin olduğuna inanılır ve dünyadayken buna uygun bir yaşam şekli belirlenir. Bu tipteki dindar kesim mitolojik ve metafizik anlatımlara meyillidir. Bunu abartan kesimlerin dünyayı hiçe saydıkları da söylenebilir. Aslında bu onların dindarlığını zedeleyen başka bir hastalığa sebeptir.

Batı kültüründe dindar doğacıdır ve sanatı dini yorumla pekiştirir. Örneğin, İsa’nın resimleri, cennet ve cehennem tezahürleri kilise duvarlarına nakşedilir.

Özellikle bilgili olmaya meydan okunduğu Orta Çağ’da görüldüğü üzere Batılı dindar kesim eline kılıç alıp diğerlerinin üzerine yürümüştür. Diğerlerinin içinde o zamanın akılcıları ve diğer dinden olanlar vardır. Örneğin engizisyon ve Haçlı Seferleri bunun somut bir göstergesidir.

Aydınlanma Çağı’ndan sonra bir geçiş dönemi yaşanmıştır. Son dönemde anlaşılan odur ki, Batı’da kiliseye gidenlerin sayısı giderek düşmektedir, gidenler ise bilimin ilerlemesine harfiyen uymaktadır. Politika da çağa ayak uydurmuş ve akılcılık bu alandaki tanımıyla rasyonelliği yaratmıştır. Ekonomi, çıkarların gözetilmesi ve menfaatlerin karşılanması bağlamında kendine has bir akılcılık ve nesnellik sistemi yaratmıştır. Sosyal düzen buna ayak uydurarak yaşamını düzenlemek durumunda kalmıştır.

Saf Dindar Bakış Açısındaki Farklar

Temel bakışıma göre bu gruptakileri “Allah” inancına sahip olanlar kapsar.

Saf dindar, “Tanrı’nın bir amaç peşinde olduğu,” düşüncesine katılmaz. O, tarif edilemez, eş koşulamaz ve muktedir olandır.

Gaibe ait olanların sanat sebebiyle bile olsa nesnelleştirilmesi doğru kabul edilmez.

Bilimle ve hakiki bilgiyle sorunu yoktur; dünya gereklerini sakınarak ama insanlığın ve doğanın yarına çözmekle ilgilenir; rasyonel aklı yaşamına yansıtır; bireysel açıdan hesap vereceğine inandığından “yel değirmenleriyle” savaşmaktan uzak durur, üzerine düşeni üstün irade bilinciyle yerine getirir.

Anlaşılan: Şahit Olmak!

Bu okumanın bizlere verdiği, saf olana gölge düşürebilecek her türlü yanlıştan bireysel tercihle sakınabilme iradesini (ki bu da muttakilikle ilgilidir) göstermek;

Bunun için bilinçlenmek gerekir: İnsanın kendini ve kişisel gücünü bilmesi yanı sıra, mensup olduğu düşünce sistemlerinin ve kültürlerinin köklerini ve bağlantılarını bilmesi gerekir. Belki bu bilme yolu bir eleştiri yolunu da açacaktır. Hak’ta kalarak eleştirmenin becerisini gösterebilecek inançta yüksek bilincin yaratılması ancak bireyin irade göstermesiyle mümkün olur.

Fikrimce en önemli sınav ve dolayısıyla şahitlik göstergesi; bireyin bilime, sosyo-ekonomik ve politik eylemlerine bakışında ve doğal olanlarla ilişkisinde görülür.

 


[i] Hermann Hesse, Öldürmeyeceksin, Çev. Kamuran Şipal, YKY, 2. Baskı, 2013, İstanbul, s. 126.

Exit mobile version