Site icon Politik Merkez

Aşk ve Korku

ask-ve-korku

Aşk ve Korku

Okuyucu

İnsan bildiklerinden korkmaz; ya bilmedikleri… İnsan bilmediklerinden korkutuluyorsa diyeceğim yok! Ama asıl olan insanın “neden” bilmediğinin idrakinde olmasıdır, değil mi? Eğer insan asıl bilinmesi gerekene, mutlak olana bir aşk duyuyorsa kaygı ortadan kalkar. Artık hayranlık söz konusudur.

Kaygı, hakikatin aslını bilememek ve mutlak olanı idrak edememektir.

Mutlakın bilgisinden yoksun olan istismara, cehalete ve korkutulmaya açıktır.

Korkutmayı göze alan insanın karşıtıdır, asla mutlak olan değildir. Yanlış bir yola sapmanın başlangıcı işte burasıdır. Artık yanlış yolda atılacak her adımda korku meşruiyet kazanmış sayılır.

Hakikati idrak eden insan özünden çok ötedeki bilinmezliklerden kaynaklı olabileceklerden korkmak yerine, olanlara hayranlık duyarsa, bu yine de önemli bir şeyi bilmeyle ve ona aşık olmakla ilgilidir. Sonuçta mutlak aşk bir coşkuyla taçlanır. Aşık mutlak olana itaat eder.

Elbette aşkı bilmemek korku sebebidir ve o aşksız korkulardan bilgisizlik yeşerir. Bu başka bir bilgisizliktir; bu tam anlamıyla bir zannetmedir.

Zannetmeler korkulası bilgisizliklerdir.

O yıkılası zannetmelerden, korkulan düşüncelerden tabular beslenir.

Korku bir zannetme yolculuğunun ilk durağı oluverir. Sonraki duraklarda daha da korkutucu olabilir. Korku ormanlarında hiç olmamış varlıklar baskındır, sanki her gecenin karanlığında ortaya çıkıverirler. Korkunun büyüttüklerinden kaçarken insanın ödü kopar ve korkanın yaşam ile ilişiği kesilir. Zannetmeler insanı hayal alemlerinin çıkmazlarında gezdirir. Belki bu en kötü tür oyalanmadır. Sapkın yol bir korku tüneline dayanır. Korku tünelinde önünü görmeden ilerlemenin ayrıca bir handikabı belirir. Artık gitmek demek, ulaşmak demek değildir.

Korkutulmuş insan; kendisinden, en yakınlarından, doğasından, bilinmesi gerekenlerden…

Cahillik çukuruna daldırılarak korkutulmuş insan! Önce cahilleştir, sonra sindir. Veya önce sindir, sonra cahilleştir. Sonuç aynı; korkaklar üzerine yıkılası, zayıf ve içi karanlık binalar inşa etmek… Bunu kim ister? Artık insan olabilecek en kötü yerlerdedir.

Canlı isimler ve canlı isimlerin konuları bir hareketin tarifidir.

Hareket doğaya hükmedenle ilgilidir; O mutlak olandır, hayranlık uyandırandır. Elbette insana yansıyanı az bir kesitidir. İnsan kendi alanında hareket üretir ve kesinlikle doğadakinden farklı değildir. Doğa denilen bu atmosferle de sınırlı değildir. Çok çok ötelerdekilerle de mürekkeptir. Canlılık her alanda ve her yerdedir. Canlılık bir korku sebebi asla değildir. İnsan kasırgalardan veya yıldırımlardan bir tek can kaygısı için mi korkar? Kendinden ve yapabileceklerinden korkmayan insan bir tek cansız düşmekten mi korkar? İnsanın var olma sebebini anlamaya başlaması bir korku sebebi mi?

İnsan işkencelerden bildikleri için mi korkar? O her türünden yapılan işkenceler insanı cahilleştirmek, sindirmek ve istismar etmek için değil mi? Peki, cesaret bunun neresinde? Tıpkı en başlangıcında olduğu gibi, sonrasında da bilgi insan için bir cesaret kaynağıdır.

Gökteki sağanak yere indikten sonra toparlanıp geldiği yere tekrar döneceğini ve yeni bir kuvvet oluşturacağını biliyor, değil mi? Etkileşimler sürekli bir hareket meydana getiriyor. Tıpkı kent meydanına açılan büyük caddede ileri geri yürüyen insanların sosyalleşmesi gibi doğal. Kayalar ufalanıp ekilesi toprak oluyor. Öyleyse insan toprakla buluşmasını hiçe mi sayıyor? Bir can mı engel insanın toprakla ilişkisinde? İnsan toprak, toprak insandır artık.

İnsan isimlerden mi korkar? İsimler var; hem gün hem de ay ışığında kaydedilmeye devam edilen türden. Günün yüze vurduğu ışık ve gölgelerden sonra ayın gelgitleriyle insanın güncesi harekete geçiveriyor. Bilinenler bilinmeyenlere, bilinmeyenler bilinenlere baskınmış gibi görünüyor; tıpkı hareket eden karanlık ve gölgeler gibi. Korkulacak ne olabilir ki insan için isimler kendi ortalamasının hareketinde boyut kazanıyorken?

Boyutlanan tekrarlar tarih mi yazıyor?

İnsan tarihten korkar mı? Hiç tarih kendinden, kasırgalardan, azgın dalgalardan korkar mı?.. Bir korkudan bahsedilecekse eğer, önce o korkunç haldeki insanın kaleminden çıkan kanlı ve yalan tarihe bakılmalıdır. Aynı tekrar; korku insan aklında gelişir, sonra onu kaleme alır. Her okuyan değil, ama kandırılmış insan korkar ilk!

Canlılık değişim içinde; her hareket ve yeni uyanış gelişmenin de işaretidir.

Yoksa kendince tarih yazan insan kendinden önce de yazılmakta olan asıl tarihe mi yabancı? Yoksa mutlak olana yabancı düşmek mi asıl korkulması gereken? Yer ve gök hesaptan mı yoksun? İnsan matematikten, jeolojiden, biyolojiden, fizikten, kimyadan veya bilimin herhangi bir yansımasından korkar mı? Tarih ne ise bilim de öyle değil mi insan için?

Bilim, mutlak doğru yola insanın şahitliği için bir metot değil mi?

Sakın zannetme ey cesur insan!

Cesur olan doğrudan, doğaldan, hakikatten ve daha fazlasından haberdar olabilme arzusuyla yüklüdür. Bu, her defasında daha fazla bilmeyi istemek ve daha fazla olanı idrakle ilgilidir. Bu aşkın olana yönelmek ve yaklaşmayı umut etmektir. Bu aşkın kendisidir.

Korku ancak cesurların göğsünde küçülür ve aşkla mağlup edilir.

Exit mobile version