Site icon Politik Merkez

Kültür ve Dil

kultur-ve-dil

Kültür ve Dil

Okuyucu

Sözcükler bir anlamı, ismi, hareketi, durumu, arzuyu temsil ve ifade ederler. Bütüncül ifade ile aslen sözcükler bir anlamı olduğu kadar belli bir kültür açısından da yüklüdürler. Kültür, doğal durumlardan ve yine doğal olan canlıların etkisiyle sonuçlardan etkilenir ve şekillenir. En belirgin kültür kapasitesi insana özgüdür. Kültür, bireyin usunda, insanlığın ise ilk başından itibaren geliştirip birbirine aktardığı ve bir yerde yoğunlaşarak kendini bir atmosfermişçesine hissettirdiği bilincinde, gelişir ve kendini belirginleştirir.

Bireye, bir şey veya durum ile karşı karşıya iken “Bu nedir?” diye sorulduğunda verilecek cevap erişilmişlerle, hazmedilmişlerle ve bilinen kadarıyla olacaktır. Kültürler kendi bilgi dağarcığından istifade ile sorulara cevap bulurlar.

Size iki örnek vereyim; Türkiye’de yaşıyorsunuz, bu devirdesiniz, çevrenizde inanan insanlar var, siz de aynı havayı teneffüs ediyorsunuz, ben geliyorum ve size iki soru soruyorum: 1) Nebi nedir? 2) Big Data nedir?

Siz ilkini hemen cevaplıyorsunuz: Nebi, peygamber demektir. Bu noktada tekrar soruyorum: Şu an hangi bilgileri göz ardı ettiniz, biliyor musunuz?

Bireyler sorulara cevap verirlerken, bulundukları atmosferde var olan ile (denenmişle, sınanmışla, ölçülmüşle, cevabı verilebilenle, hesabı yapılmışla,) yetinirler. Nasıl? Örnek verdiğimiz yerden devam edelim:

Bu örnek böyle…

Tekrar soruyorum: “Big Data konusunu bilmiyor musunuz? O halde gidip araştırın.” Birey, kitapçıdan orijinali beş yıl önce basılmış, Türkiye’de iki yıl önce tercüme edilmiş bir iki kitaptan birini seçiyor ve okuyor. Peki, konuyu öğrenmiş mi oluyor? Diyelim öğrendi… Cevap veriyor, “Büyük veri demek”. Bu noktada tekrar soruyorum: Bu teknoloji ile ne kadarlık ek bir kazanç elde edebiliriz, ne tür bir yatırım yapmalıyız?

Birey sorulara cevap verirken bulundukları atmosferde var olan ile yetinir, demiş idik. Burada var olan bir kitap kadar bilgidir. Birey bu işi denememiş, kullanmamış, teknolojisine vakıf olmamış, finansal açılardan hiç değerlendirmemiş, uzmanı dahi olmayan bir alandadır. Kendinde örnek vermeyecek bir noktadadır.

Buna dair düşünceleri ve sonuçları dil ve kültür bağlamında ilerletelim:

Türkiye kültürlerin harmanlandığı bir coğrafyadadır. Zenginliği de bundandır. Bu coğrafyanın getirdiği etkiler bazen Türkiye’yi ve değerlerini, örneğin dilini, üçüncü şahıs ülke konumuna getirmektedir. Örnekteki şekliyle, orijinali Arapça, kullanılan dil Farsça, ama ekleriyle beraber Türkçeleştirilmiş dil üzerinde bir kültürel değerle ilgileniyoruz. Müslümanlığın kültüre girişi yaklaşık binli yıllardan itibarendir. Akıl ve anlam o zamanın aklına dayalıdır. Osmanlı son dönemlerinde, kabaca on beşinci asırdan itibaren, genel olarak Fransız ve on dokuzuncu asırda yoğun olarak Alman dilinin ve kültürünün, Türkiye Cumhuriyeti sürecinde ise, yirminci asırdan itibaren diyelim, İngilizcenin etkisiyle farklılaşmalar yaşıyoruz. Sözcükleri Türkçeleştiriyoruz. Örneğin, aynı anda bir anne “sufle yapmaktan”, çocuğu “internete girmekten” bahsediyor. Bu bir bölünme etkisi yapmasa da başkalaştırma veya güncel anlamıyla “küreselleştirme” etkisi yaratıyor.

Kültürel etkiler olacak elbette, ama Türkiye’de belli alanlarda dar düşünüldüğünden olsa gerek, değerler kolay yitiriliyor. “Göz ardı edilenler neler?” diye bakılmıyor. Bu hızlı gelişim gösteren günlük hayatın sıkıştırdığı zaman ve mekan algısının kırılmalarına denk geliyor. Göz ardı edilmemesi açısından belirlenen hususlar:

Bu hususulara dikkat edilmez ise kültürel zayıflık kendiliğinden gelişir. Bu durumda oluşan ne? “Yozlaşmak”. Kültürel yozlaşma asıldan uzaklaşma ile kendini gösteriyor ve önemlisi; hem dili bozuyor hem de yoz dilin etkisi ile toplumun kültürel dokusu farklılaşıyor. Asıl kültür hakim kültürün etkisi altında dönüşüyor.

Meselenin özünde ne var?

Dil ve kültürün önemini işledik. Manada derinleşmek için bu zaruri idi. Sabırla ve doğru bir mecrada çok çalışmamız gerekiyor, öyle değil mi? Yozlaşmayalım!..

(Görsel: Flickr, nofrills)

Exit mobile version