Site icon Politik Merkez

Büyük Görev

buyuk-gorev

Büyük Görev

Okuyucu

Suriye krizi büyüyor, devreye yeni aktörler giriyor, sorunlar giderek karmaşıklaşıyor. Savaşın adı ne olursa olsun, sorun küresel çaptadır. Herkese düşen bir sorumluluk varken, büyük yük neredeyse Türkiye’nin omuzlarındadır.

Bugünlerde resmi yetkililerin belirttiği üzere, Suudi Arabistan’ın bir hava birliğini İncirlik Üssü’ne intikal ettirerek fiilen Suriye krizine müdahil olacağına dair önemli bir gelişme gündemdedir. Suudi Arabistan Suriye’de zulüm altındaki Arap halklarını bu durumundan kurtarmak açısından geç kalınmaması gerektiğini düşünmektedir. Eğer Suudi Arabistan, Suriye’ye müdahil olur ise diğer Arap ülkelerinin de kendilerine destek verecekleri beklenmektedir. Bu yönde örneğin Mısır gibi Ortadoğu’nun önemli aktörleri de sıcak çatışmada rol alma sürecine dahil olurlarsa bu kez sorunun ilave bir boyut daha kazanmış olacağı değerlendirilmektedir.

Bu haberle ilgili bir değerlendirme yapmanın ötesinde daha geniş bir çerçeve çizmeyi uygun görüyorum. Çünkü bu gelişme önemlidir ve aslında çok daha büyük bir sürecin yeni bir cepheyle biraz daha genişlemesidir.

Önce elimizdeki temel bilgileri gözden geçirelim:

Tekrar intikal haberleri çıkan Suudi Arabistan güçleri hususuna dönersek, öncelikle şu gerçeği işaret etmekte yarar var: Halen Suudi Arabistan’da üsleri bulunan Amerika’nın bilgisi olmadan Riyad merkezli bir Müslüman askeri birlik teşkili ihdas edilemez idi. Benzer şekilde, ev sahibi Türkiye olsa bile İncirlik’te konuşlu Amerikan, İngiliz, Alman askeri varlığı bulunuyorken, Suudi Arabistan’ın intikali, en azından koordinasyon ve işbirliği kuralları gereğince, bu ülkelerin görüşü alınmadan gerçekleşemeyecektir.

Bütün bu duruma bakarsak Batılı politikacılar Ortadoğu’daki Rusya ve İran güçlerine karşı bir başka cephe (buna Arap cephesi diyebiliriz,) açarak alanlarını daraltmak amacıyla bir Müslüman-Arap inisiyatifini devreye sokma kararı almış oldukları görülmektedir.

Bölgede bu son hamlenin yapılmasına ihtiyaç duyulması küresel bir çatışmanın varlığını teyit ediyor. Bildik adı ile bu çatışmanın bir Dünya Savaşı olmasına ramak kalmış haldedir. Belki şu an ekonomik büyüme temposu düşmüş Çin’in de fiilen bölgeye el atması süreci bekleniyordur! Ama Amerikalı yazarlar bu savaşı Uzun Savaş adı ile daha 2007 yılında ilan etmişlerdi. Halen yoğun bir şekilde bölgede küresel terör, mezhep çatışması, Soğuk Savaş’tan kalma askeri düzenlerin devrede olması, ekonomik ve siber savaş, bilgi harbi ve konvansiyonel savaş teknikleri ve caydırma nitelikli eylemler uygulanıyor.

Çok gelişmiş ve komplike bir çatışma ortamı ve tam da işin ortasında bir Türkiye bulunuyor. Durum çok ciddi! Küresel çarkların işin başından bu yana işlediğini öngörmek mümkün müydü bilinmez ama bugünkü hale bakılırsa Türkiye böyle bir savaşın içinde yer alıyor. En azından stratejik düzenlemeler, sınır güvenliği, iç meseleler, Bayırbucak Türkmen soydaşlar ve mülteciler gibi haklı sebeplerle Türkiye bu savaşın bir tarafıdır. Bütün mesele en az kayıpla, insani şartları ve adaleti en üst seviyede tesis etmek adına duruma müdahildir. Sorumluluktan kaçmak mümkün değildir.

Ortadoğu’nun yakın geçmişteki krizlerinde Türkiye insani yardım yapan ve lojistik destek veren ülke olmanın ötesine bilinçli şekilde geçirilmemiş idi. Bu gün geçmiş tecrübeleri de göz önünde tutmak gerekir. Terörle, iç sorunlarla ve mültecilerle meşgul edildiği ve hatta içeride durumu tam kavrayamamış çok insan olduğu halde, Ortadoğu’da başka türlü bir denklemin kurulmasına Türkiye müsaade edecek mi? Etmeyecekse başka ne yapmalı? Bu konuda yetkililere yapılan eleştiriler problemi Türkiye lehine çözmeye katkı verici nitelikte mi? Biz birbirimize düşerken inisiyatif başkalarında mı olsun? Bu sorular sorumlulukla ve yüksek idrakle cevaplanmalıdır.

Değişmeyen gerçek şu: Türkiye’ye düşen büyük bir görevdir.

(Harita: Flickr, Worldwide Missionary Eva… Middle East)

Exit mobile version