Site icon Politik Merkez

Dil Pratiği

dil-pratigi

Dil Pratiği

Okuyucu

Dilin ilkel halini, daha sıra gelişmiş dile gelmeden anlaşmaya imkan veren iletişimi, bebeklikten itibaren sıralamak ve açıklamak mümkündür. Isı ile temas, dokunuş, gözlerle anlaşma veya çeşitli belli belirsiz sesler çıkarma bunlardan bazılarıdır.

Kültürler kendi anlaşma şekilleriyle kendi toplumsal kişiliklerini yaratırlar. Örneğin kulaktan-kulağa, sadece dinlemeye dayalı anlaşma pratiği olan bir dilin baskısında kalan bir gencin büyüyünce nasıl bir davranış tipinin örgüsüne bağlanacağı üç aşağı beş yukarı bellidir. Buna karşılık okuyan, araştıran, sorgulayan, sözün üstün iradeli insanın en önemli belirtisi olduğunu kavrayan bir kültürün dil pratiğinde mükemmellik olacaktır. Aradaki farkları anlamak için her dilden insanın bulunduğu bir uluslararası havaalanına gidin seyredin. Göreceksiniz ki; etraf anlaşabilenlerle ve anlaşmaya çalışanlarla, konuşanlarla ve bağıranlarla, robot gibi duranlarla veya el kol hareketlerine başvuranlarla doludur.

Başka etkenler de var. İnsanlık daha ekip biçmeyi bilmediği zamanlarda başka dille anlaşırdı. Sanayileşti dil başka oldu. Hatta bugün sanallaştı, anlaşma kalıpları çok ama çok farklılaştı. Gelişmiş kültürlerde konuşurken bir sembolik sözcüğe yüklenen derinlikli anlam, söyleyen ve duyan arasındaki anlaşmaya dayalı bir pratiği ortaya koydu. Anlaşma, düşüncel kabiliyetlerin ve yaşama dayalı pratiğin gelişmişliğine büründü.

XVI. asırdan sonra gördük ki, ideoloji denen olgu biraz şartlanma kokan bir davranış kalıbıdır. Size bir çelişkiymiş gibi gelmesin; okuyan, araştıran, sözel kabiliyeti gelişen kesimler eğer ideolojik ortamın kalıbında pratik edindi ise artık burada aranacak olan basit göstergeler değil, bazı kasıtlı fikir ve niyet ifadesi ustalıklarıdır. Örneğin şairane, belagat sahibi biri ustalıkla dil kullanabilir ama temelde ideolojik ise evrensel doğruyla pek ilgili olmayabilir. Temas ettikleri toplumu etkilerler ama bunlar tek yönlü dikkat çekicidirler, buyurucudurlar. Tarih bu tür ideologlar, politikacılar, edebiyatçılar ve liderlerle doludur.

Okumuş ve analiz etme kabiliyetine kavuşmuş diğer bir insan bu durumu belirgin şekilde anlar. Okumamış, analiz kabiliyetinden yoksun kalmış veya bırakılmış toplum fertleri bocalarlar; ya taraf olurlar ya da kaybolurlar. Taraf olurlar ama bahse konu olan ideolojiyi dahi özümsemeden birinin ardına takılabilirler. Bu ortamda sadece kendi gibi olanı anlayan bir dil gelişmiştir, pratik, birazcık dilin ilkel halini andırır olmaya başlamıştır!..

Evrende her şey biri diğerini etkileyerek gelişir. Biri ölür, diğeri doğar. İlerleyenler ve geri kalanlar olur. Dil de böyledir. Etkileşimle gelişir. Dile, kültüre ve anlamlılığa değer katan gelişir, diğerleri bir tür ses çıkarsa da geriler. Gelişmeyi yönetmek işin en önemli noktasıdır.

XXI. YY’da zamanın değişimini hazmedemeyenlerin pratiğinde kısırlaşan dilin getirdiği anlaşmazlıkları görmezden gelemeyiz. Çok konuşur ve hatta tartışırız ama bir türlü anlaşamayız. Amaç fikir üretmek, söz sanatı ile gösteriş yapmak değildir; anlaşma zemininde kullanılacak sembolleri değerli kılmak ve bunun bir anlaşma imkanına dönüşmesiyle ilgili yapısal değişimi inşa etmektir. Dildeki semboller harflere veya seslere karşılık gelse de esas olan ne harf ne de sestir; önemli olan anlamdır, manadır, amaçtır, niyettir…

İşte size zamanımızın liderlerinin zorlandığı bir gerçek: Üstün iradeli insanın iradesinin boyutuna paralel olacak anlaşma pratiğine bağlı kültürel gelişmişliği yönetebilme kabiliyetinin önemi. Bu ne demek? Eğer bir kültür ve bireyleri kendi gelişmişliklerini yönettiği gibi, yönü ne olursa olsun insanlığın evrensel değerlerini yönetebiliyorsa, diğerleri buna istese de istemese de, becerebilse de beceremese de bağlı kalırlar. Yani, havaalanlarındaki görüntüde insan farkları belirgin şekilde olmaya devam eder.

Peki, kültür olarak biz nasıl görünüyoruz? Üstün irademizin gerektirdiği dilin pratiği kimin kontrolünde? Hazmettiğimiz ve yönlendirebildiğimiz bir çağda mı yaşıyoruz? Evrensel kültüre bu yönde değer ekleyebiliyor muyuz, katkımız ne? Yoksa kendimiz çalıp kendimiz mi dinliyoruz? Bununla da kalmıyor; ilerliyor muyuz, geriliyor muyuz? Eğer geriliyorsak, hamaset bir yana, kendi aramızda anlaşmamız bile mümkün olmayabilir. Görüntü şu olmasın: Üstün iradeliyiz ama aslında anlaşamıyoruz!..

Gelin temel ve çağdaş ödevlerimizi yapalım, ikili ilişkilerimize önem verip geliştirelim, okullarımızı ideolojilerden ve tekelci formatlardan kurtaralım, okullarımızı ve üniversitelerimizi olması gereken seviyelere çıkaralım, bilimi ve sanatı geliştirelim, okur yazarlığımızı çok okuyanlar seviyesine çıkaralım, tartışmayı anlaşmaya dayalı geliştirelim, kültürümüzü kökleştirelim, insanlığa teknoloji dahil her alanda ürün ve değerler katalım ve geliştirelim… Böyle bir süreci yönetecek liderlikleri öne çıkaralım, politik düzenler inşa edelim… Konuşalım ve anlaşalım!

Exit mobile version