Site icon Politik Merkez

İnsanın Antropik Çelişkisi

insanin-superpozisyonu

İnsanın Süperpozisyonu

Okuyucu

Temel olarak bu yazı bilim ve din arasındaki yaklaşımları analiz etmek ve insanın antropik bakış açısını eleştirmektedir. Bu konuda ileri sürülen kuramları ve boyut kavramını tartışmaktadır.

Yaratan’ın hitabı insan merkezli midir? Durun biraz düşünelim!

İslam’a davetin son hatırlatması, alemlere rahmet Hz. Muhammed (SAS) ile gerçekleşti. Bu demektir ki, yaşama dönük geçerli konular üzerinde durmak daha değerlidir.

İlginç olan şudur: Salt Kur’an kapsamı bile bize gösterir ki, Yaratan’ın hitabı insan merkezli değildir. Kur’an tekrarlar halinde, görünür görünmez varlıklardan, bu zaman boyutundan ve diğer zamanlardan, bu ortamdan ve başka ortamlardan bahseder. En önemlisi ise Yaratan alemlerin Rabbidir. Bu bilgilere göre düşüncelerimiz insan merkezli olmamalıdır. Üstelik, bu dünyada öğrendiğimiz ve keşfettiğimiz fiziksel çözümlemelerimiz de aynı anlamda antropik olmamalıdır.

İnsanın sorumluluğunda temel olarak bir ayrım noktası vardır. Nedir bunlar? 1) İnsan kendi merkezindeki imanla ve gereğini yapmakla ilgilenir ve ilgilenmelidir. 2) Yaratan’ı ve yarattıklarını anlamak için ise insan merkezli düşünmesi yeterli değildir. İşte bu farklı bakış açıları yakalanamadı ise eldeki açıklamaların çoğu birbirine girmiş görülecektir.

İnsanın yaşadığı evrenin de, bundan başka evrenlerin de tek maliki alemlerin yaratıcısı Allah’tır (CC). Eğer, dışarıdan içeriye doğru, Allah’ı (CC), Arş’ı, yaşanan evreni ve devamında gezegeni sahiplenmek bakımından açıklayabileceklerimizi gözden geçirirsek, insan merkezli bir bakış açısını öne sürmüş oluruz. Eğer tersine yaklaşımla, merkezden dışa, insanın Allah’ı (CC) ve gücünü anlamaya doğru bakacak olursak, bu takdirde insan merkezli bir bakış çelişki yaratır.

Bu durum tıpkı fiziksel kuramların antropik yaklaşımla indirgenmesi gibi kısır bir bakış açısını ispata yönelir. Bu yönelme insanın az bilgisi ile sınırlı olduğunun bir türlü hazmedilememesinden veya anlaşılamamasından ileri gelir. Örneğin bu evrende insanı bulabildiğimiz fiziksel ortam yani dünya, insanın verdiği değerlendirmelerle, niceliklerle ve tanımlarla en elverişli uzay-zaman noktasıdır.

Bu bakış açısı evreni (alemi) dahi sınırlandırır. En baştan fiziksel ve anlamsal (manevi) düşünceleri sınırlı tutar. Bilim insanları ile sahih din alimlerini birbirlerinden ayrı düşürür. (Zaten dini anlayamadan saplantılı ve sapkın bakış açılarıyla gölgeleyenleri hiç dikkate almak istemiyorum.) Öte yandan çok boyutlu uzay-zaman algısının yerine dar boyutluluk ortaya çıkar ve çoğunlukla uzay boyutuyla sınırlı kalır. Örneğin, hem farklı evrenler, farklı evrenlerdeki dünya benzeri değişik sınırlı bölgeler değerlendirilemez, hem de bu evrende bilinenin ötesinde ve aslında bilinilebilecek düzeydeki başka bilimsel yasaları içinde gelişen fiziksel bakış açıları yakalanamayabilir. Hal böyle olunca hangi yönden değerlendirirseniz değerlendirin, anlamlılık (manevi bakış açıları) da dar kalmış olur.

İnsan, kendi bakışıyla, oksijen soluyan bir varlık olarak kendini en zeki ve yetkin görür. Bu bakış açısı onu dünyasında güçlü bir konuma yerleştirir. Bu dar ve bencil bakış açısı, mevcut kaynakları kendi bildiği gibi ve çoğu halde de hoyratça kullanmaya iter. Evrende, insanın bakış açısıyla açıklandığı içindir ki, giderek bencillik artmaktadır. İnsanın kör görüşlülüğünde, “evren bu, biz de buyuz!” gibi bir tutum ortaya çıkmaktadır. Ya evren ve evrenler başkaysa, bilinen boyutların dışındaki boyutlar daha önemli ise?

İnsanın ulaşabildiği alan henüz çok kısıtlıdır. Eğer başka bir evrene (aleme) ulaşma imkanı olsa idi şimdiki bilimsel sonuçlardan başka açıklamalarımız olurdu, teknolojik gelişmemiz başka olurdu ve hiç değilse bu yaşam anlayışımız olmazdı, standartlarımız farklılaşırdı.

Avusturyalı matematikçi Kurt Gödel’in aritmetik eleştirisini hatırlayalım. Mevcut aritmetik kuramlarına “tek boyutluluk” diyebiliriz. Aritmetiğin ikinci boyutunu biliyor muyuz? O halde daha fazla bilmek demek mevcut boyutların dışında hesap etmek de demektir. Diğer bir boyutta denklemler, eşitlikler, fonksiyonlar tümüyle başka olabilir.

Farazi olarak söyleyecek olursak, bu mevcut boyuttan farklı, daha ileri bir boyuta geçememek demek, insanın somut zafiyetinin ötesinde, algısının da darlığı anlamına gelmektedir. Bilim yasaları dahi evrenimizin her farklı bölgesinde farklı sonuçlar verebilir. Böyle olmadığını nereden biliyoruz? Eğer diğer bölgenin yasalarını da bilmek mümkün olabilseydi, bugün insan bir bölgeden veya bu bölgenin boyutundan, başka bir bölgeye veya o bölgenin boyutuna kesintisiz-kayıpsız geçebilir olacaktı; ama bunu başaramıyor. Eğer bu bölge ilksel, ikincisi ileri ise; ilksellikten bir türlü kurtulamayan, elindekilerle dar düşünmeye devam eden bir insanlık tarihinden bahsetmiş oluruz.

Bu hal insanı daha fazla antropik özelliklere iter ve bir çıkmazla karşı karşıya bırakır. Örneğin vahiyde yazan ileri anlamlar ya hurafe nitelemesiyle haliyle o kafadakilerce anlaşılamaz, güya anlaşılır kılmak için daha da bozulur, ya da bilgilerin fiziksel anlamı yok deyip dışlanır, bilimden bağı koparılır. İşin kötüsü, ilahiyatçılar da asıl durumu açıklayacak noktalardan uzakta kalır, devamında kendi lisanları ile ancak kendilerine yeten bir açıklama portföyünün içinde sıkışırlar. Ya halk? Onlar da yakaladıkları bir bilene günlük soruları sorarlar, pratik kabul ettikleri cevaplarla yetinerek günlerini geçirmeye devam ederler. Olan bu değil mi?

Bildiğimiz kadarıyla 3 boyut altındaki veya üzerindeki açıklamalarda mutlaka bir sorun olacağını hesaplamaktayız. Özellikle 2 boyutlu bir evren algısı ve canlı yaşamı mümkün değildir, bunu açıklayabilmekteyiz. Bütün kuralları ve kanunları ile örneğin 4 boyutlu yaşamı somutlaştırmamız mümkün müdür? Kütle çekim kanunu bakımında bildiklerimiz 3 boyutta çalışır, dördüncü boyutu eklersek, örneğin bu durumda dünya sabit bir yörüngede dönmez, merkezden dışa dönerek spiral şekilde açılarak gider, güneş de kendi dinamiklerine göre uzaklaşır, diğer gezegenler de… Güneş parçalanacak, karadelik meydana gelecek, yıldızlar çarpışacak, yaşam bitecek… Bu örneği elektronları çekirdek etrafında dönmesine indirgemek de mümkündür ve bu durumda elimizde katı, sıvı veya gaz haliyle bildiğimiz bütün madde özellikleri yok olacaktır. O halde evrenin bir ölçü ile kurgulanmış halindeki fiziksel boyutlara bu tip bir bakış açısı yeterli gelmeyecektir. Kararsızlık ve kaos bu şekillerde meydana gelecektir. Peki, bütün bu sistem tek bir zaman boyutunun içinde belli dinamikleri ile kurgulanmış olamaz mı? Yasaları ve maddi nitelik ve nicelikleri farklı? Olabileceğini söylemek salt bir iddia olur ama olamayacağını bize kim söyleyebilir?

Üç boyutta kalarak maddeyi bir halden diğerine, örneğin katıdan sıvıya veya gaza dönüştürmek için ne yapılmasını bilebiliyoruz. Bilemediğimiz zaman boyutu. Einstein buna dair bir uzay-zaman incelemesi yaparak “görelilik” bahsini ortaya atmıştı. Dolayısıyla, tüm boyutlarıyla, toplu halde maddeyi bu zamandan diğerine atlatabilmenin pratiği için daha çok çalışmamız gerektiğini biliyoruzdur herhalde.

Sicim Kuramı ile ilgilenenler özellikle 1980’lerden sonra boyutlarla ilgili konuyu düşünmeye başladılar. Tartışmaların bilimsel yanı vardı ama hayal edilenler daha çok bir bilim kurgu filmi tasarımını andırmaktaydı. Çünkü bilim insanları Genel Görelilik Kuramını da işin içine sokuyorlar, uzay-zaman olarak bildiğimiz 4 boyutun ilerisini ve 10-20’ye yakın boyutun olabileceğini, aralarında kestirme yolların varlığının tartışılabileceğini düşünüyorlardı.

Ben sadece durumu anlamaya çalışıyorum. Bu çoklu boyutlar, aralarında geçişlerin olması, varlıkların değişik boyutlarda meydana gelip yaşayabilmeleri bana alemlerin ve gaibin bir açıklaması gibi gelmektedir. Bütün bunların, olanların esasını tarif etmediğini düşünüyorum ama yine de bu çeşit açıklamalar bana bilimle dini yaklaşımların aynı konuları ifade etmeleri bakımından ilginç geliyor, inancım pekişiyor.

Stephen Hawking soruyor: “Biz 3 uzay ve 1 zaman boyutunu görebiliyoruz, eğer daha fazla boyut varsa biz onları neden göremiyoruz?” Sanki, gaip diye bir şey var ama hiç değilse şimdikinden daha fazlasını bilebiliriz, der gibi bir düşünce kapısının aralık olduğunu ifade ediyor.

Mesele insanın anlayamayacağı türden bilgiler değil ama tanık olamayacağı küçüklükte veya büyüklükte olan nitelik ve nicelik konularının varlığı olabilir ve bu Kur’an’a hiç de ters değildir. Örneğin uzayda yer kaplayan, yapısı bilgimiz dahiline giren dünya elementlerinden farklı şekilde olan, santimetrenin milyon X milyon X milyon X milyon X milyonda biri ölçekte eğrilmiş bir parçacık insanlıkça fark edilemez olabilir.

Farklı işleyen bir zaman tasarımı düşünün: Dünya zamanına göre 50 bin yıl olan bir olayın, başka bir boyutta, bizim anlayabileceğimiz dille, 1 güne eşit olabileceği bir olay halinde gerçekleşmesini anlayabiliyor muyuz? Bu örnek veya benzerleri Kur’an’da var. İlginç değil mi?

Aşağıdaki temsili şekil bize evrende gördüğümüz bir maddenin aslında çok farklı şekillerde olabileceğini göstermektedir. 1) Uzayda gördüğümüz madde bize tek boyutlu bir nokta gibi gelebilir. 2) Bu biraz daha yaklaştığımızda 2 boyutlu bir maddedir. 3) Sicim Kuramı bunu daha değişik tarif eder ve 3 boyutlu bir madde olur. Bu bilebileceğimizdir. 4) Farklı zamanlar, değişik boyutlar ekleyebilir. Genel Görelilik Kuramı ile açıklayacak olursak, uzaydaki madde göremediğimiz başka bir zaman boyutunu beraberinde taşıyor olabilir. 5) Belki oluş ve değişim çok farklıdır. Daha da fazla boyut vardır. Her biri başka alemlerin tanımıdır. Her birinin farklı varlıkları vardır. Boyutların aralarında geçişler vardır ama bizler bunu ayırt edemiyor olabiliriz. Bildiğimiz kuramların ışığında bu temsili anlatımın olamayacağını iddia edecek yok, ama doğruluğunu da kanıtlayacak yoktur.

Evrende maddenin görünümü

(Devamı 2’de)

Kuram matematiksel olarak doğru olabilir ama gerçeği ispat etmek bu dünyanın işi olmayabilir. Eğer ispat mümkün olur ise işte o zaman bu evrende birden fazla temel yasa ispat edilebilir; bu alemin içinde veya paralelinde yaşamın olduğuna vakıf olunabilir. Bu düşünce tamamen farklıdır ama teorik olarak göz ardı edilecek cinsten de değildir. Örneğin aramızda yaşayan, fakat görünmez dediğimiz, başka zaman hesabına tabi olan iradeli varlıklar varsa, bunu idrak etmek ancak bu tür düşüncelerle açıklanabilir. Görmek mümkün değilse bile idrakle tasdik söz konusu olabilir. Olur mu? İşin en ilginç kısmı, Kur’an bu tür farklılıkları kapsamına almaktadır. Kerim Kitap’ın büyüklüğün bir ölçüsü de bundandır.

Mutlak bilincin sahibi açısından kuramlara ve kanunlara bakış açısı nasıldır? O var ettiklerine, her şeyin en üstünden ve tam da nüfuz etmiş haliyle en küçük zerresinden bakabilecek güçtedir. Bu ne demektir? Aslında farklı boyutluluk, haliyle eksiksizliğin ve sürekli gelişen bir gücün tarifidir. Alemleri açıklayan birçok kuram ve kanun vardır ve bunları sadece O bilir, değiştirir ve sebebine bağlı olarak geliştirir. Bu bir bakıma O’nun oluşa müdahalesi anlamına da gelir. Müdahaleyi anlamak için haliyle insanın üç boyutlu, tek aritmetik kanun yapılı ve bu dar bakış açısı yeterli gelmeyecektir.

Antropik bakış açısıyla tarihsel süreçte Batı kültürü Yaratan’ı kendi (insan) gibi indirgemekte ve “Tanrı kaldıramayacağı yükü yaratmaz!” demektedir. Benim de başlangıçta söylemek istediğim çelişki budur. Bu tür yanlış cümleleri kurmamak için insan böyle durumlarda olaylara merkezden dışa doğru gelişen şekilde bakmalıdır. Böyle bir yöntemle bakma alışkanlığına sahip olmamak demek, diğer anlayışlara da “kolay kabul edilebilir” özelliklerle yaklaşmaktır.

Halbuki Yaratan, uzayı farklı şekillerde yarattığı gibi, zamanı da farklı şekillerde yarattı. Üstelik her şeyin en başından itibaren bütün yaratmayı, ne istediğini bilerek gerçekleştirdi ve öyle de devam etmektedir. Öyleyse?

Bazı arayışlar var. Newton’un kuramını öğrendik. Einstein’ın da ne anlatmak istediğini okullarda okutuyoruz. Başka kuramlar da var. Uluslararası güçle çok büyük laboratuvarlarda çoğu bilineni değiştirebilecek çapta önemli deneyler yapılıyor. Standart Model tamamen açıklanabildi. Her şeyin Kuramı üzerine çalışmalar devam etmekte. İnsanlık Kuantum Mekaniği’ni yeni yeni anlamaya başladı. Ama bana göre bu bile sadece “bir tür” açıklamadır, işin tamamı anlamına asla gelmez.

Gelişmelere bağlı olarak, din ile fiziği kuantum üzerinden açıklamaya gayret eden akademisyenler ve gruplar ortaya çıktı. Bir türlü üzerinde anlaşmaya varılamayan türden, “Tanrı müdahalesi, Tanrı iş programı…” gibi konularda açıklamalar yapılmaktadır. Diyorum ki, antropik açıdan ne söylersek söyleyelim, dardır. Allah (CC) tasavvurların üzerindedir. Bilim ile Allah (CC) inancı bu şekildeki dar yaklaşımlarla ispat edilemez!

Ama önce inan, had bil ve sonra çabala! Kim ne der?

Gelelim güncel başka bir tartışma konusuna. Hawking’in de öncülüğünü yaptığı evrenin varoluş senaryosu Büyük Patlama (Bing Bang) üzerine fazla şey söylemeye gerek yoktur. Antropik bakış açısı ve mevcut fiziksel yasalarla kuram doğruluğu yüksek düzeydedir, denebilir. Hatta bir ileri gidecek olursak, dini anlatımda karşılığı olan bir çok somut açıklaması dahi vardır. En azından yaratma süreci ve evrenin genişlemesi bilgileri birbirine çakışır mahiyettedir. Şüphenin gerekçesi ise şudur: Bir noktaya kadar evrenin açıklamaları doğru olsa bile, sonsuza yakın kurama bağlı bir sistem varken, insanın elde edebileceği türden olan içlerinden birine bakılması her halükarda yeterli olmayacaktır. Özellikle Yaratan’ın muktedir olduğu bir kuramlar dizisinin bir kuramla sağlamasını yapmak mümkün olamayacaktır. Bu bile tek başına yeterli bir gerekçedir.

Hal böyle olunca, yaklaşık iki asır önce Laplace’ın yapamadığı açıklamayı yaptığını ileri süren Hawking’in bakış açısı insana doğru gibi gelebilir ama açıklamalar mevcut bilgi, kanun ve aritmetik boyutu içindedir. Bu onu, yapıyorum deyip ortaya çıkmış olmasından dolayı, zor duruma sokabilir. En azından Laplace, varoluşun başlangıç kısmı Tanrı’ya ait, demişti. Örneğin Büyük Patlama’nın ilk enerji çıkışının, Planck enerjisinin katbekat üzerinde olması hali henüz insanlığın hayal edebileceği bir şey değildir. Çünkü insan bütün hesabını ölçebildiği Planck enerjisini bilerek yapar. Diğer yandan Hawking bu enerjinin iradesini hiçbir şey (nothing) noktasından iradesiz şekilde geldiğini savunur. Eğer evrenler birden fazla ise, hatta bir evren sönünce yerine yenisi başlatılıyorsa, bunun sırasının belli bir kanuna dayandırılmadan açıklanması durumu, bir fizikçinin kolayca kabul edebileceği türden bir yaklaşım olmamalı, değil mi? Onun için, her defasında varoluş, başlangıcından itibaren belli amaç, hedef, niyet, süreç ve boyutları ile bir tek Yaratan’ın bilebileceği gerçeğini ortaya çıkartır. Ben de diyorum ki, nothing değil; no, thing! O, bir hiç değil; hayır, bir şey!

Bugün büyük çoğunluk aynı düşüncede ki, insanın yaşadığı evrenin genişlediği ortadadır. Öyleyse zaman bakımından farklı bir boyutluluk ve hal değişikliğinin açıklanması gerekecektir. Kuantum yasasının belirsizlik ilkesi bir tür açıklama getirir. Şimdilik üzerinde çalışılacak bir konunun olması insanlık için önemlidir. Daha fazlası için bunlar birer adımdır. Ama hiç bir kuram zenginliği mutlak ve nihai kuramın açıklamasını karşımıza koyamayacaktır. Bu, üzerinde çalışılmamalı anlamına gelmez, had bilerek doğru metotlarla çalışılmalıdır demeye gelir.

Parçacıkların konumlarını ve hızlarını değişik şartlarda tanımlayabilmek için sürdürülen çabalar bizleri bir dizi kuantum kuralına yönlendirmektedir. Bu amaçla dalgaların dinamiğini anlamakla ilgili çalışmalar devam etmektedir. Ortada tanımlanması gereken bir takım uyuşmazlıklar, belirsizlikler ve kestirilemezlikler vardır. En azından işin zorluğunu algılamak bile bir idrak konusudur.

Bilim insanları yine de bildiklerinden hareketle sorular sorup, cevaplar aramaya devam etmektedirler. Din adamları ise her şey kitapta yazdığı gibi, demekte; bilimin getirdiği teknolojik gereçlerin ve refahın keyfini çıkartmaktadırlar.

Bilim insanları evrenin çökeceğini söylemekle kalmayıp araştırmalarına devam etmektedirler. Din adamları nasıl ve ne zaman olacağını Yaratan bilir, karışılmaz, demektedirler.

Bilim insanları bu evren çöktüğünde ve benzer şekilde yeni evren oluşumunun başlayacağını söylemekte ve bu yeni evrenin yeni yasalarının yıkılan eski yasalara göre daha ileri nitelikli olabileceğini düşünmektedir. Din adamları ise vahye bakarak, bundan sonraki yaşamda ahiretin olacağını ve cennette çok iyi şartlarda, cehennemde ise çok kötü şartlarda bir yaşamın gerçekleşeceğine inandıklarını söylemektedirler.

Bu düşüncelerle önerim şu olmaktadır: Farklı alemler varlığı on beş asır önce söylenmiştir, bilim-ilim dememek gerekir, insanlık olarak; idrakle, had bilerek ve inançlı bir şekilde kainatın bilinç atmosferinin genişletilmesine katkı yapmak gerekir. Aksi halde işler bir kör döğüşü şeklinde yürür ve bu insanlığa zarar verilmiş olur.

Exit mobile version