Site icon Politik Merkez

Ciddiyetin Ölçüsü

ciddiyetin-olcusu

Ciddiyetin Ölçüsü

Okuyucu

Uzun soluklu düşünelim, ortamda bir ciddiyetsizlik mi var? Kim ciddiyetsiz, diye sormayın, ortamdan söz ediyorum. Elbette ortam müsait ise içinden çok ciddiyetsiz türeyecektir. Ben durumun başlangıcından ortamı buna dönüştürenlerden söz ediyorum. Belirli süreçler işler ve o süreçler içinde yeni yeni etkenler türetilir ve ortama zerk edilir. Hepsi birleşir ve bir bütün olur. Ortamda iklim zaman içinde oluşur, tıpkı çürüyen ette kurtçukların meydana gelmesi gibi bir süreçtir bu. Peki, istenmeyen oluşumlara zemin hazırlayanlar hangi bileşenlerden ve süreçlerden ileri gelir? Aranan cevap da buradadır.

Eğer bütün bu yaşadığımız karışıklıklar bireylerden kaynaklanıyorsa başka, ortamın ruhundan kaynaklanıyorsa başkadır. Haberlere, politik gelişmelere, ekonomide söylenenlere, yatırım alanlarında olup bitenlere, bilimsel ve teknolojik denebilecek işlere, hukuki gelgitlere, konu her ne ise uğraştıklarımıza ve başarabildiklerimize bakıyorum; olan bitene ya inanasım gelmiyor ya da önemsenecek değerde bir şeyler göremiyorum. İşler bu kadar da ciddiyetsiz mi olmalı, seviye bu mu, diye hayıflanmadan edemiyorum.

İstismar ortamının cümle kapısından eksikliler veya bir yanılgı içinde olanlar ve haliyle konumuz olan o ilk ciddiyetsizler girerler, süreç içinde ortam böylelikle gelişir. Böylesi süreçler tarihe malolur. Kitaplar dolusu gelişme savaşlar ve ateşkeslerle özetlenir.

Ortada duran bir düzey sorunudur. Ciddiyetsizlik ortamda yer edinen aktörlerin düzeyinden kaynaklanır. Çünkü onlar sadece kendi odaklandıklarını önemsetmek isterler, ellerindeki imkanlarını ortama aktarırlar. Bunlar salt liderler veya politikacılar değildir; kamu görevlisinden veya apartman yöneticisine, çaycıdan marketçiye, medyadan akademisyenlere, iş adamlarından, bahçesinden imar geçmesini bekleyen mülk sahibine veya sanat yaptığını zanneden bir tür çöp üreticilerine, herkesi kapsar. Aslında eksikliği duyulan toplumdaki bilinç eksikliği ve şuur kaybıdır, ama ciddiyetsiz bir ortamda bu kimin umurunda olur ki?

Madem ki bir düzeyden söz ediyoruz, öyleyse önce insana, bizlere ilişkin bir şey söyleyelim: Erdemli olmanın ilk şartı insanda adalet şuurunun gelişmiş olmasıdır. İnsan karşısındakine hakkını vermez mi? Karşısındakine hakkı olan payı vermek bir erdem değil mi? İnsanı insan yapan değerler bir ciddiyetin ürünü değil mi?

İnsan az da olsa bir şeyleri biliyor veya genellikle bir zan içinde oluyor, başlıyor konuşmaya veya eşelenmeye, sürekli kendi önceliklerini öne koyuyor, “ben” diyor ve kibirli bir havaya giriyor, adımlar böyle atılıyor, böylece tatminkar düzey değerlerinin vücut bulduğu yanılgısına düşüveriyor. Ayrıca etraflarından gelen şakşaklar da buna zemin hazırlayabilir. Hakiki ciddiler ise bir kenara çekiliyorlar, kendilerini ortamın dalgalarından ve gürültüsünden uzak tutuyorlar.

Ben söylenenleri önemsemekten çok yapılanlara, ama neyin nasıl yapıldığına, verilen önceliklere, gösterilen titizliğe, kaliteye ve sonuçlara bakarım. Sabreder, uzun süre içinde değerlendiririm, acelem yoktur.

Kültür melezlemesi, diye bir düşüncem var. Eğer insan diğer canlılara oranla üstünse ve devamlı gelişme içinde olacaksa daha bugünden neler yapılmalıdır? İyilik, güzellik bahçesindeki meyveleri kötülüklerle, çirkinliklerle veya eksikli olanların bahçesinden kesilen çubuklarla mı aşılamak gerekir; yoksa tersi mi olmalıdır? Sanırım önce kültürel melezleme ile ortamı bozuyorlar ki, ortada olan düzey kabul görsün, bu bir kabullenme çizgisi olsun.

Gündemde küresel kapitalizme henüz katılmamış bölgelerin sancılarını görüyoruz, buralarda her türlü oyun oynanır. Ama ne oyun!.. Amaç bankaların, finans ve sigorta sistemlerinin işlemde olması, yolların, kanalların, ulaştırma ve iletişim sistemlerinin inşa edilmesi ve işlemesidir. Eğer akan kan damarında bir tıkanıklık varsa o damara bir kolaylaştırıcı takılır, değilse damar değiştirilir, ameliyat edilir. Bütün bu süreçlerde ilgililer had bilecek ve ciddiyetini takınacaktır. Haydi diyelim işin başındakiler hata yaptı, örneğin ortada Saddam gibileri var, zararı sadece Saddam ve avenesi görmez, bakın Irak denilen o coğrafyaya, hem masum halk hem de bizler neler gördük, değil mi? Her şey tarihi süreçte oldu, şimdi çocuklar ciltlerce kitap okuyorlar.

Unutmayalım, küçük gibi görülen veya gösterilen ciddiyetsizlikler toplandıkça belli hassasiyetleri içinden çıkılmaz hallere dönüştürür ve istismara uygun iklimleri meydana getirir. Bu iklimler başka yanlışlıkların da bataklığı olur. İŞİD gibi ne olduğu bilinmez tehditler uygun yerlerde yeşertilir, terör kelimesi başka anlamlara bile evrilir, dünkü katil bugünkü kurtarıcı oluverir… Örnekler sadece uygun iklimlerle ilgilidir. Daha başkalarını durun ve siz düşünün!..

Ben yine de özel işleri için bir sebep yaratanlara sormak istiyorum, siz gerçekten ciddi misiniz? Bu dünyada, bu bölgede, bu iklimde, bu ülkede, bu şehirde mi yaşıyorsunuz? Yoksa büyük bir yanılgının pençesinde kalmış, bir yardım mı bekliyorsunuz? Siz ne yapmaya çalışıyorsunuz?

Bence önemli olanlar; neyi icat ettiğimiz, neyi bulduğumuz, neyi sattığımız, neyi imar ettiğimiz, neyi kavramlaştırdığımız; ne kadar dingin ve huzurlu olduğumuz, refah içinde geleceği ne ölçüde planlayabildiğimiz; bir kapkaççı gibi davranan ve bir panik halinde olan bu insanlardan ne kadar uzaklaşabildiğimizdir. Böyle bir ortamda dinlediğimiz haberler elbette başka olacaktır.

Evet, uzaklaşmak! Yanlış yapandan veya ciddiyetsiz olandan uzak durmak en iyi çözümdür. Uzak durmak yerine bağrınıza bastıysanız bedelini ödersiniz. Kerametle ortaya çıkanlar da buna dahildir. Uzak dursunlar, onlar insanı gerçek yaşamdan alır götürürler. En büyük ciddiyetsizlik bu gerçek yaşamı hiçe saymaktır. Dünyamız için sabah güneşin doğmasıyla başlamıyor mu?

Kendini savunmayı görev bilenlerin söyleyecekleri şu: “Bana saldırılıyor, görmüyor musunuz, ne yapayım, sence bu yeterince ciddi değil mi?” Evet, sorun da bu ya; ne kendine saldırı olsun ne de ortamı buna kurban et! Neden bu hale geldik diye sormayalım mı?

Zora düşen herhangi biri elbette mağdurdur, biliyorum. Bizler zora düşen karınca bile olsa kurtarırız, öyle öğrendik, çünkü insanın üstünlüğü bundan ileri gelmektedir. Ama zora düşmenin çok çeşitli sebepleri olabilir, ki bunların en önde gelenleri ortamın saldırıya ve istismara açık hale getirilmesiyle, dengeleri yerinden oynatmakla başlar.

Doğa böyle zayıflıkları asla kabul etmez! İnsan olsun veya başka bir şey olsun, doğada boşluklar güçlülerce derhal doldurulur. Ama bu güç ne ormanların kralı aslan, ne denizlerin devi balinalar gibi olmaktır. İnsan için önemli olan kendi değerlerini geliştirebilecek şekilde bilmektir, bilinçlenmektir, üretmektir, paylaşmaktır, buna ilişkin süreçleri tamamlamaktır, eksiklerin farkında olmaktır, acele etmemek, sabırla gelişmeyi sürdürmektir; ama her şey önce had bilmekle başlar. Had bilmek ciddi olmanın esasıdır.

Direnenler tarafında olmak, mazlumdan, mağdurdan tarafa yer tutmak; maalesef bu hem aklın hem de cesaretin hüneriymiş gibi takdim edilir. Bu tarz da bir istismar! Akıl ve cesaret insanı çatışmadan, saldırıdan, mağduriyetten uzak tutabilecek hünerin gösterilmesi değil midir? Nerede kaldı ortama katılan yanlışlıklar, basitlikler, hesapsızlıklar, yanlış adımlar, boş taahhütler, aldatmacalar, ciddiyetsiz tavırlar, sözler, davranışlar?..

Bizlere sunulan öneriler neler? Daha fazla özgürlük, adalet, imtiyaz, ödenek, güvence mi? Peki, bütün bunlar şu ana kadar neden olmamış da geleceğe havale edilmişler? Başka bir soru, “daha fazla” denilen vaadin yeterlilik kıstası nedir? Bu gibi soruların cevaplarını aramak yerine, nelere ve ne pahasına muhatap olduğumuza bakalım diyorum. Aslında bu öneriler ve vaatler bile beni rencide ediyor.

Ciddiyetin ölçüsü nedir?

Ortamın ciddiyet ölçüsünü bu kriterlerle değerlendirin ve seviyeyi siz söyleyin, dinlediğiniz haberlerde neler var, düşünün, sorun, neden bu duruma geldik acaba?

Exit mobile version