Site icon Politik Merkez

Fitnenin Arkeolojisi

fitnenin-arkeolojisi

Fitnenin Arkeolojisi

Okuyucu

Arap Ülkelerinde, Türkiye’nin çevresindeki coğrafyalarda, Balkanlar’da, Kafkaslar’da ve elbette Ülkemizde bazı somut ve çok ciddi, tarihe mal edilen olaylar yaşandı, yaşanmakta da. Bunların çağımızda, eskinin kanlı canlı savaşlarının yerine geçtiğini biliyoruz. J. Nye’nin “Yumuşak Güç” uygulamalarındaki yumuşaklık, kelimenin dokunuşundan ve insanların çıkarcılığından ileri gelir.

Bir bilgi savaşından, bir küresel siber sahneden bahsediyorum. İşte bu ortamda toplumumuzdaki sorunlara göz atarak fitnenin arkeoloji kazısını yapıyoruz.

Fitne konusunu ele alış biçimim, haliyle kullanıldığı yer itibarı ile Müslüman toplum çerçevesinde değerlendirilecektir. Yazımın öznesi de buna göredir.

Neleri Bilmeliyim?

Çok beylik bir ifade; insan ne olduğunu bilmelidir. Fitneye gelinceye kadarki durumu gözden geçirdiğimizde, temelde insanı sorguluyoruz. Peki, insan bilinmiyor mu? Tarihe ve yaşanan kargaşaya bakılırsa belirsizlikler çok. Bu durumda insanın eksiklikleri ve fazlalıkları üzerine kurulu bir düzenden bahsediyoruz, değil mi?

Üstün irade sahibi insanın bilmesi gerekenler var. Neler bunlar? Örneğin ben (başkasını ileri sürmeden yazmak istedim);

Memleketim özelinde başka konular da var. Kardeşlerim;

Bunları hem kendimi kullandırtmamak hem de başkalarına isteyerek veya istemeyerek bir yanlış yapmamak için bilmeliyim. Fitne yapan da, yapılan da ben olabilirim. Hakikati bilmeliyim…

Ya siz?

Batı, Müslümanlara bakın ne gözle bakıyor: “21. YY’da yaşamaktansa, 11. YY’a geri dönmeyi tercih edenler…” Öyle mi?

Eğer diğerine göre cahil kalırsak, bir gün bu durumumuz hiç beklemediğimiz bir şekilde yüzümüze vurulur, bir şeyler sebep gösterilip bizi kapılarda bekletirler ve hatta kapı önüne koyarlar, acımasızca davranırlar. Diyelim bu dünyada göreceğimizin bir önemi yok. Ama bizim kendimize bir yardımımız da olmayacak mı? Onun için bilmek ve çalışmak zorundayız, gözümüzü açmalıyız. Yoksa, evvela kendi içimizdeki fitneden kurtuluşumuz olmaz. Hiç dışarılara bakmayın, o içimizdeki fitneci bizi kemirir…

Fitne

Fitne kültürümüzde kulağımıza “sevimsiz” gelen bir kelimedir. Kullanıldığı yerde ek bir düşünce meydana gelir; ortalık iyi değil!

Tek bir düşünce meydana gelir ama, aslında fitne eş-anlamlı bir kelimedir. Kur’an’da değişik şekillerde; deneme, sınav, mazeret, musibet, skandal, cinnet, anarşi ve kargaşa, kışkırtma, ayartma, terör, işkence ve baskı, iç savaş, savaş, öldürme, günah, saptırma, nifak, küfür, şirk gibi anlamlarda, 60 yerde kullanılır.

Mustafa İslamoğlu bu anlamları tasnif etmiş ve fitnenin; bireysel-toplumsal, maddi-manevi, ahlaki-akidevi açılardan kullanıldığına işaret etmiştir. En sonunda da fitneye makul bir karşılık olarak, “günah” sözcüğünü kullanmıştır.[3] Yani bizler fitne sözünü duyunca, “ortada bir günah var,” deriz. Ama sebeplerini, kaynağını, nelerin etkilediği yeterince bilmeden peşin bir hükme dahi kapılabiliriz. Zira fitnenin bir kısmı basit, bir kısmı da iyi planlanmış bir işin sonucudur.

Ben, sizi bilmem, iyi planlanan işlerden çekinirim, şöyle bir geriye yaslanır, uzun uzun düşünürüm.

Kullanılan yaygın şekliyle fitne, nifakla ilişkilendirilerek, ara bozma veya karışıklık yaratma anlamı taşır. Neyin arası bozulur veya karışıklığı sağlanır? Birden fazla olan (en az iki) şeyin arası bozulur veya karıştırılır.

Arapça’da fitnenin anlamı farklı farklıdır. Birine göre fitne kavramında, sapıtmak ve aklıyla zoru olmak, anlamı vardır. Buradan yola çıkarak, etrafa yanlışlıklar saçma fiili mevzubahis olur. Kullanılan yaygın şeklin kökeni bu tarife aittir

Buradan hareketle fitne, gerçeğin açığa çıkmasını önlemek ve devamında hesap sorulduğunda bu ayrı ayrı olan şeyleri birmiş gibi gösterip, yanıltmayı düşünmekle de ilgilidir. Bir tür bir kurnazlık yapma şeklidir.

Diğer bir tarife göre fitne, tamamen zıt bir anlamda kullanılır. Bu zıt anlamda sözcüğün aslı (kökü) nedir? Altının sahte olup olmadığını anlamak için ateşte test etmeye verilen isimdir.[4] Yani fitnenin kendisi sahte ve gerçeği ayırmak için yapılan bir sınama şeklidir. Yani, iki şeyi birbirlerinde ayırt etmek, bozulanları düzeltmek veya karıştırılanı ayrıştırmaktır.

Buradaki farklı algı neden ileri gelir? Karışıklığı akıl edip ayırt edemeyen fitnecidir. Bir şeyin anlaşılmasını ve ayırt edilmesini önleyecek tedbirler almak da fitneciliktir.

Anlıyorum ki, akıl karışıklığı yaratıp bundan yararlanmak ve çıkarmak asıl fitnedir.

Fitnenin iki kullanımı vardır; ilki, fiilden etkilenen isimdir, “ben onların fitnesine maruz kaldım,” anlamı çıkar; ikinci olarak, yapan özneden etkilenen isimdir, “ben onların fitnesi oldum,” anlamına gelir.

Şimdi de Kur’an’da fitnenin kullanım örneklerini inceleyelim.

Allah (CC) insanı sınarken, altının saflığını anlayabilmek gibi, bu sözcük öne çıkar. Çünkü insanlardan bazıları fitne ile uğraşırlar ve sınama/sınanma vesilesi olurlar.[5] İnancı tam olan insan fitneyi, altın ile sahtesini ayırabilecek şekilde ustalıkla hareket etmelidir. İşte hüner buradadır.

Bundan başka fitne, sihrin zıttı olan anlamda da kullanılabilir. Sihir yanlış ve doğaüstücülüğü yani gerçek-dışılığı kandırma amaçlı yapmakla ilgilidir. Sihrin dinen de yanlışlığı defalarca ifade edilmiştir. Fitne sihrin karşıtıdır. Sihrin yanlışından arınmanın bir açıklaması halinde, altınının saflığını anlamak gibi, hassas bir bakışa sahip olarak bilginin doğruluğunu savunmayı içerir.

Kur’an’da geçen mesani sözcüğü tekrar edilen çift kutupluluğun, ikiliklerin, tez-antitezlerin, dualitenin, paradoksun, eşlerin anlatımıyla ilgilidir.[6] Bu çok önemlidir. Bilgisi eksik biri, buradaki ayrımları hayatına tatbik ederken yanlışa düşmemelidir. Fitnenin gereği burada ortaya çıkar. Çünkü bir noktada birey doğruyu bilip buna göre irade göstermelidir. Yani fitneyi tanımlamada vebal de vardır.

Zorluk bireyseldir. Kolaycılık yoktur. Başkalarının yanlışlarının ardına sığınmak yoktur.

Kur’an’ın tefsirlerinde “sık tekrar edilen yedili” (seb’i mesani) bahsinin bir görüşe göre Fatiha suresi olduğu yorumlanır. Fatiha’ya (tefsire göre) bu gözle bakalım.

Hamd, bütün alemlerin Rabbi Allah’a mahsustur. O özünde Rahmet sahibi, işinde Rahmet sahibidir. O, hesap gününün hakimidir. (Rabbimiz,) Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım isteriz! Bizi yönelt dosdoğru yola, nimet verdiklerinin yoluna, gazaba uğrayanların ve sapıtanların yoluna değil!”[7]

Öyleyse fitne burada nerede? İfadelerde geçen isimleri ve sıfatları Allah’a (CC) yakıştırabilecek bilgiden eksik olmakta, belirtilen alemleri anlayamamakta, aldığı rahmetin farkına varamamakta, yanlışa sapmakta, bireyin zatının bir sınavda olduğunu anlayamamakta, kendisinin hesap vereceğini göz ardı etmesinde, ölümü tadacağına ve Ahiret’in var olacağına inanmamasında, Ahiret’ten bahisle evrenin (bu alemin) dürüleceğini açıklayamamakta, insanın Allah’a (CC) kulluk için var olduğunun bilincinden kopmakla, başkalarına kulluğa tevessül etmesiyle, başkalarından yardım istemesiyle bunu (masumane bile olsa) kanıtlamasıyla, yolunu kaybetmesiyle, bilerek veya bilmeyerek de olsa gazabı hakketmek istemesiyle…

Zira insan her durumda attığı adımı, söylediği sözü nefsinden dolayı sahiplenir ve asıl doğrunun kendine ait olduğunu savunur, bu savunma çoğunlukla zannetmedir.

Buradaki soru şu: Kelimelerinin başına-sonuna bazı önemli sözleri ve referansları ekleyince, bireyin zannı fitne oluyor mu, olmuyor mu; politik tavrında birilerinin çıkarıyla bazı yanlışlıkların etkisinde kalıyorsa, bir aldatmacanın devamı olduğunun bilincine varabiliyor mu, varamıyor mu?

Düşünün, gnostisizmde olduğu gibi, kendini doğaüstü yeteneklerle donanmış zanneden veya bilerek (kasten) böyle gösteren biri, bakmış etrafında teveccüh görüyor, süslü sözlerle ortaya çıkıyor ve bunu şahsi nüfuzu ve çıkarı için kullanıyor. Kullanılanlar ise ulvi zannettikleri ama aslında üzeri örtülmüş veya kamufle edilmiş bir çıkarcılığın pençesine bütünüyle düşmüş haldedirler. Bu insanlar bir de cahil ise; doğru bir fitne bakışıyla çelişkiyi ayırt etmeleri mümkün müdür?

Gnostisizmde böyle bir bakış açısı vardır. Antik Yunan, Mısır geleneğinde, Yahudilik ve Hıristiyanlığın bazı tarikatlarında böyle düşünülür ve yaşam şekli olarak kabul görür. Arı-duru İslam’ın içine sızanların buralardan etkilendikleri açıktır.

Fitne sözcüğü, bir mazeret ileri sürerek yanıltmaya tevessülle de karşımıza çıkabilmektedir. Hesap sorulduğunda Mekkeli müşrikler (mealen), “Biz Hz. İbrahim’in inancındanız… Atalarımızın istikametinde gittik, hem bazı aracılar bize yardım edeceklerini vaat etmişlerdi, biz oyuna getirilmişiz,” diyecekler, ne Allah’a ne de Hz. Muhammed’e (SAS) inandıklarını ileri sürerek, bir mazeretmiş gibi bir fitneye yöneleceklerdir.[8]

Buradaki fitneden alınması gereken ders nedir? Bir kere, her ne olursa olsun mazeret ifade etmek yoktur. Başkalarının yardımı veya şefaatinden beklentiyi ileri sürmek yoktur. Dahası, kendini inanan bilen ama yaptığı yanlışlar için başka adresleri gösterenler, Mekkeli’nin benzeri durumlara bürünmüş bugünün bazı sapkınlarında da görülebilir. Dolayısıyla bu tür bir fitneyle Allah’ın (CC) huzuruna çıkmak, asıl olandan şaşmak kabul edilemez.

Düşünün ki, dünün Mekke müşrikleri, bugünün bir memleketinin müşrikleri olmuş! Bu ironiyle betimlemek yanlış olmaz. Fitne, böyle hassas çizgileri sınav vesilesi kabul eder.

Çünkü işin başında inanca yönelik her tür baskı ve zulüm vardır. Burada adı geçen baskı ve zulüm yapma fitne ile açıklanmaktadır. Örneğin, “İnanca yönelik fitne (yani baskı ve zulüm) ölümden beterdir!” olarak işaret edilmektedir. M. İslamoğlu bu konudaki fikrini Zemahşeri’nin; “Zira baskı ve işkence altında kalan ölümü temenni ediyorsa, ölümden beterdir,” açıklamasına dayandırır.[9]

Eğer sizinle birlikte sefere çıkmış olsalardı sorun çıkarmaktan başka size bir katkıları olmayacaktı. Zira içinizden kendilerini can kulağıyla dinleyecek olanları görüp aranıza daha fazla fitne sokmak amacıyla saflarınıza daha bir sokulacaklardı; ama Allah o zalimleri çok iyi bilmektedir. Zaten onlar daha önce de fitne çıkarmaya çalışmışlar ve sana karşı epey işler çevirmişlerdi; ta ki hak tecelli edinceye ve Allah’ın yasası onların hoşuna gitmeyecek bir biçimde gerçekleşinceye kadar. Onlardan kimileri de ‘izin ver bana, beni günaha sokma (fitneye düşürme)!’ der. Şu işe bakın ki, baştan aşağı günaha gömüldüler (fitneye düştüler): Üstelik nankörlükte ısrar edenler bir de cehennem tarafından kuşatılacaklar.”[10]

İşte size, gözlem sonrası tecrübelilerce planlamayla ve sinsice devreye konmuş, iyi olması hedeflenmiş bir işi baltalamak için düşmanca yapılmış bir fitne örneği. Ancak Ayet’in son kısmındaki ikilik çok önemlidir. Asıl fitneci, masumiyetini onaylatmak ve bir fitneye düşürülmemesi için kurnazca izin isteyip, ortalığı nasıl da çıkmaza sokmak niyetinde! İşte bu işi meslek edinmiş güçlü insanlar (nankörler), böyle zırhlarla yaklaşırlar ve sıradan düşünenleri yanıltmayı becerebilirler.

Rabbimiz! Yalnız Sana güvendik, yalnız Sana yöneldik. Zira tüm yollar Sana çıkar. Rabbimiz! Bizi küfre gömülenlerin elinde oyuncak etme. Ve günahlarımızı bağışla, ey Rabbimiz: Zira Sen, evet Sensin mutlak üstün ve yüce olan, Senin her hükmünde tam isabet kaydeden.” Bu Surede, “küfre gömülü olanların sapmasına bizi gerekçe kılma (fitne sebebi etme),” manasında bir açıklama vardır. Mastar halindeki fitne; özneden etkilenen olarak, “bizi onların nesnesi kılıp saptırmalarına izin verme,” kullanımında ve fiilden etkilenen olarak, “bizi onları saptıran birer örnek kılma,” anlamındadır.[11]

Güncel Fitnecilik ve Propaganda

Bütün bu açıklamalar bize fitne sözcüğünün, ortamın iyi olmadığını işaret ediyor ama, o kadar da kolay kullanılmamasını işaret ediyor. Çünkü işin içinde esası çok iyi bilmekle ilgili köklü bir alan var. İşlere vakıf olmayanlar, birilerinin yanında çalışanlar, kulaktan duyma işlere bel bağlayanlar fitneyle hem aldatılabilirler, hem de fitnenin kaynağı olabilirler.

Şimdi başka bir konuyu daha hatırlayalım: Propaganda.

İnsanlık var olduğundan beri bir bölgeyi ele geçirecek, tahakküm kuracak veya etkisiz kılacak istilacılar, savaşçılar, fetihçiler, misyonerler, profesyoneller ve yöneticiler, çoğu kere fısıltı yöntemleriyle şayialar yayarak, hedeflerindeki insanları etkileme yollarını planlı bir şekilde uygulamışlardır.

Propaganda, zamanı, amacı, hedefi, usulü, şekli belli ve planlı olan bilinçli bir iştir. Düşmana karşı olan uygulamalara bakılırsa ajanlar, casuslar ve askerler bu işte daha ziyade kullanılmışlardır.

Propaganda, ayakta tutmak ve dayanmasını güçlendirmek için kendi toplumuna (dosta) da, düşmana da, üçüncü taraf olanlara da uygulanabilir. Hedef kitle amaca varmak için özenle belirlenir.

Bütün bu bilgiler daha ziyada askeri literatürdeki bilgi harbi yöntemlerindeki psikolojik harekatla açıklanabilir. Ama günümüzde bir resmi kurum da, bir terör örgütü de, bir reklam ajansı da, bir medya kuruluşu da, bir bakanlık da, bir finans kuruluşu da, bir spekülatör de, bir sivil toplum örgütü da kendi çıkarına uygun resmi veya örtülü propaganda yapabilir. Örneğin bir yetkilinin gündem değiştirmek için ortaya bir şey atması da propagandadır.

Fitne ve propagandanın kullanımında bazı süreçler analiz edilebilir. Orta bir örnek koyup inceleyelim: Belediye seçimlerinde çıkarına uygun işleri yaptırabileceği bir adayı destekleyen bir iş adamını düşünün. Seçim zamanı adaya önemli miktarda destekler sağlamış olsun. Seçim sonrası dere yatağındaki bahçesinin imara açılmasını sağlasın, oraya 20, bilemedin 40 daireli bir bina veya site yapsın, dairenin tanesi bilmem kaç liradan büyük bir kazanç elde etsin, kazancın bir kısmını sağa sola hediye diye dağıtsın; zengin olsun, şanı yürüsün. Derken deprem olsun, sel bassın ve ardından insanlar ölsün, göz yaşı dökülsün…

İşte bu örnekte fitne-fesat ve propaganda çeşitli merhalelerde gözlenebilir. Ortam tedricen kötü bir sonuca doğru itilmiştir, sinsilik vardır, çıkar vardır, zulüm vardır, bir de ardından riya vardır. Bunlar fitne ve fesatla ilgili genel ifadelerdir.

Örnekte propaganda sözcüğünün karşılığını arayalım: Yasal seçim propagandalarında vardır. Mülk sahibinin ve yetkililerin felaket sonrası, doğal afetlerin önüne geçilemeyeceğini, acının büyük olduğunu söylemesinde vardır. Buna karşılık, örneğin medyanın haberlerinde veya sosyal ağların iletilerinde vardır.

Fitne belli-belirsiz yapılabilir, geniş veya dar kapsamla uygulanabilir. Ancak propagandanın teknikleri veya yöntemleri vardır. Uzmanların çalışması neticesinde yapılır. Önemli paralar harcanır. Sıradan biri, olup bitenler içinde, az da olsa bilgi sahibi olduğunu, propaganda mı, yoksa karşı propaganda mı olduğunu anlayamaz bile.

İşte size fitne! Kimin ne yaptığını bilemezsiniz, hatta kullanılırsınız bile!

Bir masum ve küçük olay başka bir olayın devamı olur, yani fitne ve propaganda sinsice uyur ve zamanı gelince tekrar tetiklenebilir. Başka bir olayda daha büyüğü meydana getirilir, ortaya çıkmış olan kar topu yuvarlandırılarak çığa dönüştürülür. Ta ki sonuç alınıncaya kadar.

Kapsamlı ve büyük projelerde durum biraz daha farklıdır. Bu belki asırlarca süren çabaları bile içerebilir. Bir insan ömrü bunu seçemeyebilir de.

Şimdi gelelim daha yakın hakikate.

Uluorta, yeni yetme, kolay kandırılabilir insanlar, kendileri bir şeymiş gibi zannettirilerek; ya fitne içinde kalıyorlar, ya da fitneci oluyorlar; ya propagandist oluyorlar, ya da propagandanın hedefi oluyorlar.

Özellikle günümüzde sosyal medya içinde bu işler önemli bir şişkinlik yarattı. Konu özgürlükler ile karıştırılır, milli veya dini refleksmiş gibi kullanılır oldu; karşı gruplar ve çok boyutlu uzantılar ortaya çıktı; kimlik arayışındakilerin doğal faaliyetlerine girdi; uluslararası odaklar ve anonim gruplar çok taraflı oynar oldu…

Bu işler büyük merkezlerden sevk ve idare edilir. Böyle bulanık ortamlarda (ki genellikle gerginlik ve çatışmalarda propaganda ve fitne ortamı bulandırılmak içindir) insanlar taraf seçmekle zorlanır, kardeş kardeşe düşmanmış gibi baksın istenir. Asıl yetkililer veya kendini ilgili tayin edenler, kurum ve kuruluşlar içindeki insanlar, sonuçta iyi olacağını zannederek hareket etmeye başlarlar ama süreç içinde birilerinin aleti dahi olabilir. Çok sebepsiz ve uç konularda tartışmalar ve nefret ifadeleri öne sürülür olur; amaç saygı ve güven eşiğini aşındırmaktır.

Eğer bir kere ipin ucu kaçmaya başladıysa, aman dikkat! Hatta bu süreçte herkese gerekli olan hukuk ve adalet dahi yaralanır, çok uzun süredir büyük bütçelerle ve özveriyle bir gün lazım olacağı düşüncesiyle hazır tuttuğunuz güvenlik ve asayiş güçleri etkisizleştirilir, güven bunalımının adı çağdaş ve süslü sözcüklerle daha da sonuca doğru yönlendirilir, taraftar bulur, sıklet merkezinden uzaklaşılır, bir daha aynı yere geri dönmek güçleşir, biraz geriden anlaşma noktaları önerilerek alternatif çözümler öğütlenir, alternatiflerin seçilmesi için dolaylı baskılar yapılır/yaptırılır.

Bütün bunlar kime yarar dersiniz?

Sonuç

Başta da belirttiğim gibi, bir bilgi harbinde siber sahnedeyiz. Kolay değil! Yakın zaman içinde gördük ki, Arap Ülkeleri’nde, Balkanlar’da, Kafkaslar’da ve bir kısmıyla Ülkemizde tarihi bir süreçten geçiliyor. Buna göre tavır almalıyız. Bireyi çok önemsiyorum, çok güçlü, sorumlu, erdemli, sabırlı, akıllı ve tabi eğitimli olmalıdır.

Yazının başlangıcında neden, fitneye gelinceye kadar şunlar yapılmalı, bilinmeli, kazanılmalı, bunlar idrak edilmeli, diye uzun uzun yazdığımı hatırlayın. Şimdi hak verdiniz mi? Hatta bu açıklamalarımı, Huntington’nun “Medeniyetler Çatışması” söylemiyle birlikte, 11 Eylül’den sonra küresel çapta “Radikal İslami Terörle Mücadele” için ilan edilen “Uzun Savaş” sürecinin başında hedef alınan, üzerinde oynanan “din” konusunu masaya yatırarak yaptım. Bu benim suçum değil; bu işi planlayanlar din üzerinden yükleniyorlar. Din konusu içindeki özne ise ben ve sen’den oluşuyor, bilelim, ötelere gitmeyelim.

Aymazlık içindekilerin öğrenecekleri çok şey var, derim. Dinine, milletine, vatanına, yurduna yakışır şekilde, bu toprağın insanları sabırla işlerini yapsınlar, çok çalışsınlar, önce bilgi sahibi olsunlar, bilgi sahibi olmadan adım bile atmasınlar ve sellere kapılmasınlar isterim.[12]

Asla hak olanı savunmasız bırakmayalım. Tehdit nereden gelirse gelsin! Sizinle bir yerde buluşabiliriz kardeşlerim. Unutmayın, zayıf olanın içine asıl fitneci girer ve onu kimse göremez. İçinde fitne taşıyan, kullandığı kimliği ne olursa olsun, zayıf veya sıkıntısı olan bir insandır. Sonuçta işin ucunda tetiği çeken, yargıya varan veya klavyede tuşa basan bir insandır.

Yanlışta mıyım, yoksa doğruda mı, sorusunun cevabını bulabilmek için uygulanacak tek bir yöntem vardır; bireyin yalnız başına, cesaretle, hakikatle ve yeteri kadar süre bir aynaya bakması, kendiyle dertleşmesi, hatalarıyla ve eksikleriyle yüzleşmesidir!

[1] Asr 1-3.

[2] Kültürümüze girmiş bir deyiş: “Benim oğlum bina okur, döner döner bir daha okur!”

[3] Mustafa İslamoğlu, Nüzul Sırasına Göre, Hayat Kitabı Kur’an, Gerekçeli Meal Tefsir, Düşün Yayıncılık, İstanbul, 2. Baskı, 2010, s. 978-979.

[4] A.g.e., Müddesir 31, s. 19.

[5] Furkan 20.

[6] Hicr 87.

[7] Fatiha (M. İslamoğlu meali).

[8] Bu bahsin ayrıntılarını En’am 20-24 arasından öğrenebiliriz.

[9] A.g.e., Bakara 191, s. 749.

[10] Tevbe 47-49, (M. İslamoğlu meali).

[11] A.g.e., Mumtehane 4-5, s. 942.

[12] Bu tip konuları insanın iç cephesini gözeterek ve alınması gereken önlemleri işaret ederek bir kitabımda geniş şekilde yazmıştım. Bkz., Gürsel Tokmakoğlu, Cephe, İz yayınları, İstanbul, 2013.

Exit mobile version