fitnenin-arkeolojisi
Fitnenin Arkeolojisi

Fitnenin Arkeolojisi

23 Mayıs 2014
Okuyucu

Arap Ülkelerinde, Türkiye’nin çevresindeki coğrafyalarda, Balkanlar’da, Kafkaslar’da ve elbette Ülkemizde bazı somut ve çok ciddi, tarihe mal edilen olaylar yaşandı, yaşanmakta da. Bunların çağımızda, eskinin kanlı canlı savaşlarının yerine geçtiğini biliyoruz. J. Nye’nin “Yumuşak Güç” uygulamalarındaki yumuşaklık, kelimenin dokunuşundan ve insanların çıkarcılığından ileri gelir.

Bir bilgi savaşından, bir küresel siber sahneden bahsediyorum. İşte bu ortamda toplumumuzdaki sorunlara göz atarak fitnenin arkeoloji kazısını yapıyoruz.

Fitne konusunu ele alış biçimim, haliyle kullanıldığı yer itibarı ile Müslüman toplum çerçevesinde değerlendirilecektir. Yazımın öznesi de buna göredir.

Neleri Bilmeliyim?

Çok beylik bir ifade; insan ne olduğunu bilmelidir. Fitneye gelinceye kadarki durumu gözden geçirdiğimizde, temelde insanı sorguluyoruz. Peki, insan bilinmiyor mu? Tarihe ve yaşanan kargaşaya bakılırsa belirsizlikler çok. Bu durumda insanın eksiklikleri ve fazlalıkları üzerine kurulu bir düzenden bahsediyoruz, değil mi?

Üstün irade sahibi insanın bilmesi gerekenler var. Neler bunlar? Örneğin ben (başkasını ileri sürmeden yazmak istedim);

  • Önce, bilgiye, bilime ve bilince dayalı bir inanç sistemine dahil olduğumu, zannın peşinden gitmemem gerektiğini, düşüncelerimin berrak olması gerektiğini,
  • Henüz vakit varken, olumlu düşünerek, bireysel anlamda kendimi donatmamı, merkezde durup etrafımı daha iyi gözlemleyebilmenin avantajını yakalamam gerektiğini,
  • En azından başkalarının günahından uzak durma fırsatlarını kullanabilmeyi, vebal almaktan kaçınabilmeyi, yaşamın karmaşasının bilincinde olmayı,
  • Güzel fiiller üretmek için kalbimin saf ve temiz inancına sarılmayı, gölgelenmesine özen göstermeyi, hakkım olan ve temiz işlere doğru yönlenmeyi,
  • Aksi durumda karşıma başka kavramların yükünün bineceğini; iddia, gelecek hesabı ve ideolojik yaklaşımlar ve bunlarla iç içe geçen politika, politikanın yaptırımlarını,
  • Kendi irademe güvenmediğim, çıkarları ortak hale getirmediğim, paylaşmayı sistemleştiremediğim, bilime bir şey katamadığım sürece başka alemlerde olacağımı, yani başkalarının ideolojileriyle ve teknolojileriyle kurulmuş istemlerde yaşamak durumunda kalacağımı, bu sistemlerin bilinç atmosferinde soluk alacağımı, oralardan zehirlenip hiç olmadık insanların önüne, hatta kardeşlerinin önüne düşebileceğimi,
  • Kör ve sağır olmamak ve doğru seçilmiş hedeflere ulaşabilmek için eldeki bilgileri kullanarak geleceğimi iyi hesaplamam gerektiğini,
  • Elbette Allah’ın (CC) her şeyi bildiğinden ve haberdar olduğundan emin olduğumu,
  • Nihayetinde bu yaşamın bir sınav olduğunu ve kendi başına bir yol tutamayacağımı, kendi irademin muhasebesiyle Allah’ın (CC) huzuruna çıkacağımı, huzurda sorulacak soruların cevapları için kopya almamın mümkün olmadığını,
  • Allah’ın (CC), benim Asr’ımdaki[1] erdemliliğimi ve sorumluluğumu nasıl inşa ettiğime ve nasıl yaşadığıma, hakkı gözetip gözetmediğime, sabır gösterip göstermediğime, bir sonraki yaşamda ödüle layık olup olmadığıma, yeterince olgunlaşıp olgunlaşmadığıma, Muttakilik yolunda olup olmadığıma baktığını bilmeliyim.

Memleketim özelinde başka konular da var. Kardeşlerim;

  • Örneğin bir çok yönleriyle “binyılcı” düşüncelerin dünyanın çeşitli kültürlerinde tarih sahnesinde yaşatıldığını, bundan dolayı bazı sıkıntıların doğduğunu,
  • Eğitim sistemimizin çok uzun zamandan bu yana bir ezber sistemi[2] halinde olmasından dolayı, ilerlemekte güçlük çektiğimizi, çoğu zaman kendi kültürümüzü sorgular olduğumuzu, değerlerimizi elimizden yitirdiğimizi ve bunların bizde stres yarattığını,
  • Bilmemekten memnuniyetle, ortamda bir amatörlük çıkmazının geliştiğini, bunun övünülmesi gereken bir durum olmadığını bilmeliyiz.

Bunları hem kendimi kullandırtmamak hem de başkalarına isteyerek veya istemeyerek bir yanlış yapmamak için bilmeliyim. Fitne yapan da, yapılan da ben olabilirim. Hakikati bilmeliyim…

Ya siz?

Batı, Müslümanlara bakın ne gözle bakıyor: “21. YY’da yaşamaktansa, 11. YY’a geri dönmeyi tercih edenler…” Öyle mi?

Eğer diğerine göre cahil kalırsak, bir gün bu durumumuz hiç beklemediğimiz bir şekilde yüzümüze vurulur, bir şeyler sebep gösterilip bizi kapılarda bekletirler ve hatta kapı önüne koyarlar, acımasızca davranırlar. Diyelim bu dünyada göreceğimizin bir önemi yok. Ama bizim kendimize bir yardımımız da olmayacak mı? Onun için bilmek ve çalışmak zorundayız, gözümüzü açmalıyız. Yoksa, evvela kendi içimizdeki fitneden kurtuluşumuz olmaz. Hiç dışarılara bakmayın, o içimizdeki fitneci bizi kemirir…

Fitne

Fitne kültürümüzde kulağımıza “sevimsiz” gelen bir kelimedir. Kullanıldığı yerde ek bir düşünce meydana gelir; ortalık iyi değil!

Tek bir düşünce meydana gelir ama, aslında fitne eş-anlamlı bir kelimedir. Kur’an’da değişik şekillerde; deneme, sınav, mazeret, musibet, skandal, cinnet, anarşi ve kargaşa, kışkırtma, ayartma, terör, işkence ve baskı, iç savaş, savaş, öldürme, günah, saptırma, nifak, küfür, şirk gibi anlamlarda, 60 yerde kullanılır.

Mustafa İslamoğlu bu anlamları tasnif etmiş ve fitnenin; bireysel-toplumsal, maddi-manevi, ahlaki-akidevi açılardan kullanıldığına işaret etmiştir. En sonunda da fitneye makul bir karşılık olarak, “günah” sözcüğünü kullanmıştır.[3] Yani bizler fitne sözünü duyunca, “ortada bir günah var,” deriz. Ama sebeplerini, kaynağını, nelerin etkilediği yeterince bilmeden peşin bir hükme dahi kapılabiliriz. Zira fitnenin bir kısmı basit, bir kısmı da iyi planlanmış bir işin sonucudur.

Ben, sizi bilmem, iyi planlanan işlerden çekinirim, şöyle bir geriye yaslanır, uzun uzun düşünürüm.

Kullanılan yaygın şekliyle fitne, nifakla ilişkilendirilerek, ara bozma veya karışıklık yaratma anlamı taşır. Neyin arası bozulur veya karışıklığı sağlanır? Birden fazla olan (en az iki) şeyin arası bozulur veya karıştırılır.

Arapça’da fitnenin anlamı farklı farklıdır. Birine göre fitne kavramında, sapıtmak ve aklıyla zoru olmak, anlamı vardır. Buradan yola çıkarak, etrafa yanlışlıklar saçma fiili mevzubahis olur. Kullanılan yaygın şeklin kökeni bu tarife aittir

Buradan hareketle fitne, gerçeğin açığa çıkmasını önlemek ve devamında hesap sorulduğunda bu ayrı ayrı olan şeyleri birmiş gibi gösterip, yanıltmayı düşünmekle de ilgilidir. Bir tür bir kurnazlık yapma şeklidir.

Diğer bir tarife göre fitne, tamamen zıt bir anlamda kullanılır. Bu zıt anlamda sözcüğün aslı (kökü) nedir? Altının sahte olup olmadığını anlamak için ateşte test etmeye verilen isimdir.[4] Yani fitnenin kendisi sahte ve gerçeği ayırmak için yapılan bir sınama şeklidir. Yani, iki şeyi birbirlerinde ayırt etmek, bozulanları düzeltmek veya karıştırılanı ayrıştırmaktır.

Buradaki farklı algı neden ileri gelir? Karışıklığı akıl edip ayırt edemeyen fitnecidir. Bir şeyin anlaşılmasını ve ayırt edilmesini önleyecek tedbirler almak da fitneciliktir.

Anlıyorum ki, akıl karışıklığı yaratıp bundan yararlanmak ve çıkarmak asıl fitnedir.

Fitnenin iki kullanımı vardır; ilki, fiilden etkilenen isimdir, “ben onların fitnesine maruz kaldım,” anlamı çıkar; ikinci olarak, yapan özneden etkilenen isimdir, “ben onların fitnesi oldum,” anlamına gelir.

Şimdi de Kur’an’da fitnenin kullanım örneklerini inceleyelim.

Allah (CC) insanı sınarken, altının saflığını anlayabilmek gibi, bu sözcük öne çıkar. Çünkü insanlardan bazıları fitne ile uğraşırlar ve sınama/sınanma vesilesi olurlar.[5] İnancı tam olan insan fitneyi, altın ile sahtesini ayırabilecek şekilde ustalıkla hareket etmelidir. İşte hüner buradadır.

Bundan başka fitne, sihrin zıttı olan anlamda da kullanılabilir. Sihir yanlış ve doğaüstücülüğü yani gerçek-dışılığı kandırma amaçlı yapmakla ilgilidir. Sihrin dinen de yanlışlığı defalarca ifade edilmiştir. Fitne sihrin karşıtıdır. Sihrin yanlışından arınmanın bir açıklaması halinde, altınının saflığını anlamak gibi, hassas bir bakışa sahip olarak bilginin doğruluğunu savunmayı içerir.

Kur’an’da geçen mesani sözcüğü tekrar edilen çift kutupluluğun, ikiliklerin, tez-antitezlerin, dualitenin, paradoksun, eşlerin anlatımıyla ilgilidir.[6] Bu çok önemlidir. Bilgisi eksik biri, buradaki ayrımları hayatına tatbik ederken yanlışa düşmemelidir. Fitnenin gereği burada ortaya çıkar. Çünkü bir noktada birey doğruyu bilip buna göre irade göstermelidir. Yani fitneyi tanımlamada vebal de vardır.

Zorluk bireyseldir. Kolaycılık yoktur. Başkalarının yanlışlarının ardına sığınmak yoktur.

Kur’an’ın tefsirlerinde “sık tekrar edilen yedili” (seb’i mesani) bahsinin bir görüşe göre Fatiha suresi olduğu yorumlanır. Fatiha’ya (tefsire göre) bu gözle bakalım.

Hamd, bütün alemlerin Rabbi Allah’a mahsustur. O özünde Rahmet sahibi, işinde Rahmet sahibidir. O, hesap gününün hakimidir. (Rabbimiz,) Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım isteriz! Bizi yönelt dosdoğru yola, nimet verdiklerinin yoluna, gazaba uğrayanların ve sapıtanların yoluna değil!”[7]

Öyleyse fitne burada nerede? İfadelerde geçen isimleri ve sıfatları Allah’a (CC) yakıştırabilecek bilgiden eksik olmakta, belirtilen alemleri anlayamamakta, aldığı rahmetin farkına varamamakta, yanlışa sapmakta, bireyin zatının bir sınavda olduğunu anlayamamakta, kendisinin hesap vereceğini göz ardı etmesinde, ölümü tadacağına ve Ahiret’in var olacağına inanmamasında, Ahiret’ten bahisle evrenin (bu alemin) dürüleceğini açıklayamamakta, insanın Allah’a (CC) kulluk için var olduğunun bilincinden kopmakla, başkalarına kulluğa tevessül etmesiyle, başkalarından yardım istemesiyle bunu (masumane bile olsa) kanıtlamasıyla, yolunu kaybetmesiyle, bilerek veya bilmeyerek de olsa gazabı hakketmek istemesiyle…

Zira insan her durumda attığı adımı, söylediği sözü nefsinden dolayı sahiplenir ve asıl doğrunun kendine ait olduğunu savunur, bu savunma çoğunlukla zannetmedir.

Buradaki soru şu: Kelimelerinin başına-sonuna bazı önemli sözleri ve referansları ekleyince, bireyin zannı fitne oluyor mu, olmuyor mu; politik tavrında birilerinin çıkarıyla bazı yanlışlıkların etkisinde kalıyorsa, bir aldatmacanın devamı olduğunun bilincine varabiliyor mu, varamıyor mu?

Düşünün, gnostisizmde olduğu gibi, kendini doğaüstü yeteneklerle donanmış zanneden veya bilerek (kasten) böyle gösteren biri, bakmış etrafında teveccüh görüyor, süslü sözlerle ortaya çıkıyor ve bunu şahsi nüfuzu ve çıkarı için kullanıyor. Kullanılanlar ise ulvi zannettikleri ama aslında üzeri örtülmüş veya kamufle edilmiş bir çıkarcılığın pençesine bütünüyle düşmüş haldedirler. Bu insanlar bir de cahil ise; doğru bir fitne bakışıyla çelişkiyi ayırt etmeleri mümkün müdür?

Gnostisizmde böyle bir bakış açısı vardır. Antik Yunan, Mısır geleneğinde, Yahudilik ve Hıristiyanlığın bazı tarikatlarında böyle düşünülür ve yaşam şekli olarak kabul görür. Arı-duru İslam’ın içine sızanların buralardan etkilendikleri açıktır.

Fitne sözcüğü, bir mazeret ileri sürerek yanıltmaya tevessülle de karşımıza çıkabilmektedir. Hesap sorulduğunda Mekkeli müşrikler (mealen), “Biz Hz. İbrahim’in inancındanız… Atalarımızın istikametinde gittik, hem bazı aracılar bize yardım edeceklerini vaat etmişlerdi, biz oyuna getirilmişiz,” diyecekler, ne Allah’a ne de Hz. Muhammed’e (SAS) inandıklarını ileri sürerek, bir mazeretmiş gibi bir fitneye yöneleceklerdir.[8]

Buradaki fitneden alınması gereken ders nedir? Bir kere, her ne olursa olsun mazeret ifade etmek yoktur. Başkalarının yardımı veya şefaatinden beklentiyi ileri sürmek yoktur. Dahası, kendini inanan bilen ama yaptığı yanlışlar için başka adresleri gösterenler, Mekkeli’nin benzeri durumlara bürünmüş bugünün bazı sapkınlarında da görülebilir. Dolayısıyla bu tür bir fitneyle Allah’ın (CC) huzuruna çıkmak, asıl olandan şaşmak kabul edilemez.

Düşünün ki, dünün Mekke müşrikleri, bugünün bir memleketinin müşrikleri olmuş! Bu ironiyle betimlemek yanlış olmaz. Fitne, böyle hassas çizgileri sınav vesilesi kabul eder.

Çünkü işin başında inanca yönelik her tür baskı ve zulüm vardır. Burada adı geçen baskı ve zulüm yapma fitne ile açıklanmaktadır. Örneğin, “İnanca yönelik fitne (yani baskı ve zulüm) ölümden beterdir!” olarak işaret edilmektedir. M. İslamoğlu bu konudaki fikrini Zemahşeri’nin; “Zira baskı ve işkence altında kalan ölümü temenni ediyorsa, ölümden beterdir,” açıklamasına dayandırır.[9]

Eğer sizinle birlikte sefere çıkmış olsalardı sorun çıkarmaktan başka size bir katkıları olmayacaktı. Zira içinizden kendilerini can kulağıyla dinleyecek olanları görüp aranıza daha fazla fitne sokmak amacıyla saflarınıza daha bir sokulacaklardı; ama Allah o zalimleri çok iyi bilmektedir. Zaten onlar daha önce de fitne çıkarmaya çalışmışlar ve sana karşı epey işler çevirmişlerdi; ta ki hak tecelli edinceye ve Allah’ın yasası onların hoşuna gitmeyecek bir biçimde gerçekleşinceye kadar. Onlardan kimileri de ‘izin ver bana, beni günaha sokma (fitneye düşürme)!’ der. Şu işe bakın ki, baştan aşağı günaha gömüldüler (fitneye düştüler): Üstelik nankörlükte ısrar edenler bir de cehennem tarafından kuşatılacaklar.”[10]

İşte size, gözlem sonrası tecrübelilerce planlamayla ve sinsice devreye konmuş, iyi olması hedeflenmiş bir işi baltalamak için düşmanca yapılmış bir fitne örneği. Ancak Ayet’in son kısmındaki ikilik çok önemlidir. Asıl fitneci, masumiyetini onaylatmak ve bir fitneye düşürülmemesi için kurnazca izin isteyip, ortalığı nasıl da çıkmaza sokmak niyetinde! İşte bu işi meslek edinmiş güçlü insanlar (nankörler), böyle zırhlarla yaklaşırlar ve sıradan düşünenleri yanıltmayı becerebilirler.

Rabbimiz! Yalnız Sana güvendik, yalnız Sana yöneldik. Zira tüm yollar Sana çıkar. Rabbimiz! Bizi küfre gömülenlerin elinde oyuncak etme. Ve günahlarımızı bağışla, ey Rabbimiz: Zira Sen, evet Sensin mutlak üstün ve yüce olan, Senin her hükmünde tam isabet kaydeden.” Bu Surede, “küfre gömülü olanların sapmasına bizi gerekçe kılma (fitne sebebi etme),” manasında bir açıklama vardır. Mastar halindeki fitne; özneden etkilenen olarak, “bizi onların nesnesi kılıp saptırmalarına izin verme,” kullanımında ve fiilden etkilenen olarak, “bizi onları saptıran birer örnek kılma,” anlamındadır.[11]

Kültür 'ın son yazıları

378 views

Eleştiriler

Sizlere günümüzün iyi algılanması gerektiği bağlamında, özellikle bizi ilgilendiren yönleriyle, sosyal bilimler ve dış politikaya dair bazı eleştirilerimi aktaracağım. Dünya hızla değişiyor, güç dengeleri bildiğimiz biçimden oldukça farklılaştı, eğer bunlara ait kavramlara ve anlayışlara vakıf olamıyorsak, konuşuruz ama aslında başka bir şey anlatırız.
376 views

Devrim

Bize devrimin ne tarafı kaldı? Diyeceksiniz ki hangi devrimin? Açıklayacağım. En başta şöyle sloganik işaret edeyim: Devrimden değil, sapkınlardan ve geç kalmışlıktan kork!
573 views

Generalist

Ülkeler ve dünyamız için iyi bilinmesi gereken bir konuyu işleyeceğim, generalist olmak. Buna karşılık gelen bir sözcük aradım bulamadım, yine de ben genele yetkin diyeceğim. Genele yetkin kimseler kimler, örnekleri neler? Uluslararası İlişkiler, Ekonomi ve Askerlik sahalarında örnekler vereceğim, neden gerekli, bunu açıklayacağım.
525 views

ENTELEKTÜEL SORUNSALI

Temelde insanın doğası, zamanın getirdikleri ve sürekli gelişen küresel zorluklar var. Bunun üzerine her alanda tereddüt uyandıran değişik adımlar ve gerçek bir hedef. Sözü edilen şu, kalkınmak! Eğer artık kalkınmışlar sınıfında olmak istiyorsanız!.. Gerçekten istiyor musunuz? İşe bu emelin ne denli büyük bir mücadeleyi gerektirdiğinin farkında olmakla başlanmalı. İşte tam da bu noktada, düşünsel içerikli bir açıklamam olacak. 
2.1K views

Sıradan ve Mükemmel

Bu makalede sizlere insan zihni içerisindeki tarif veya algı ile gerçeğe ilişkin olanın farkını açıklayacağım. Ele alacağım temalar sıradancılık, mükemmelcilik ve gerçeklik ötesi hakkındadır. Başta soralım, karşılaştığınız şey gerçek mi, yoksa gerçek ötesi mi?
DÖNBAŞA

Okumadan Geçme