Küresel Kapitalizmin Vizyonu İçinde

30 Kasım 2023
Okuyucu

Keşifler, sanayi devrimleri, Aydınlanma, Rönesans ve Reform Hareketleri, Fransız İhtilali, ulus devletler ve derken hızla bugünlere gelen insanın serüvenine çok farklı yaklaşımlarda bulunanlar var. Bugünden Sömürgeciliği, Emperyalizmi ve Orta Çağı yeniden hatırlatan yazarlar var. Her şey bir yana, her yaşanan gün, hatta saniye, 8 milyarlık dünya için çok değerli!

İNSAN DOĞASI

İnsandan ve onun oluşturduğu topluluklardan bahsettiğimizde esasen çok karmaşık yapılardan bahsetmiş oluyoruz. İnsan en başından beri kendiyle ve doğayla ilgili süreçleri geliştirmektedir. Bu süreçlerin açıklanmasından insan çoğunlukla dine ve felsefeye başvurmayı seçmektedir. Gerçek veya gerçek dışı, doğru veya yanlış, iyi veya kötü gibi ifadelerin içinde hep bir orantılı değerlendirme söz konusudur. Farkları iddiayla karşı tarafa dikte ettirmek isteyenlerin en büyük hatası ise insanın temel özelliğini hiçe sayar türden hüküm vermeleridir. İnsan, sadece gelişmeye motive edilen o doğal şartlarında kendini bulabilmektedir. İnsanı gereksizce baskılamak ise ona yapılan zulümden öte bir şey değildir. Unutulmasın, insanın doğası da acımasızdır. Ancak bunların her biri sonuçta karşımıza “politika” olarak çıkmaktadır.

Göreceli biçimde ifade ettiğimiz insanın ve insana ait yaşamın gelişimini, belirgin biçimde ekonomik, bilimsel ve teknolojik gelişmeyle birleştirdiğimizde, karşımıza çıkan ve bir tercih konusu olarak ifade ettiğimiz kavram, politikadır. Belli bir topluluğun kendi arasındaki anlaşma biçimi, gelişme ve güçlü olma motivasyonu, gelişmiş organizasyon kapasitesi ve etkinliği, sinerjisi incelemeye değerdir. Bunlar birleşince karşımıza toplumlardaki felsefi, politik ve ekonomik farklar çıkar. İnsana özgü olan felsefe, politika ve ekonomi üçlüsü, birbiriyle doğrudan ve kesintisiz biçimde bağlıdır. 

Bazen rastlarsınız, “ekonominin anlaşılması, temelleri, vs.” şeklinde ifade edilir. Bu gibi açıklamaların ve çözümlemelerin merkezinde olan ana fikir, esasında insanın doğasına göre yapılan tarifleri kapsamasıdır. Burada “göreceli” dediğimiz husus ise; insan doğasına ne denli yapaylık ve hayal mahsulü konu ekleniyor, ancak bununla izah edilebilir. Örneğin bir malı tükettirmek için nasıl kampanyalar yapılıyor ise bir politik fikrin veya kimliğin iktidara gelmesiyle ilgili kampanyaları da aynı şekilde düşünmemiz gerekmektledir.

Gelişmek için etkileşimin nasıl olması gerektiğinin formülünü bulmak gerekiyor. Tartışmalı tarafları fazla olan kapitalizmin sonuçta çıkara, tatmine, arzuların karşılanmasına, refah toplumu olmaya güdülenmesi bakımından bütünlüklü bir yöntem önermesi gerçeği yadsınamaz. Nasıl tüketim için arzu ve istek motivasyonuna yönelik çalışmalar yapılıyor veya yapılması gerekiyor ise aynı şekilde yaratmak ve üretmek için de bir çabanın olması gerekir. Burada eleştiriye açık olan husus devletlerin veya rejimlerin kendi toplumuna bakış açısıdır. İnsanlar doğal olarak yaratmak ve üretmek için imkanları zorlamak isterler. Ancak bazı devlet veya hükümetlerin politikasında sürekli kontrolü elinde tutmak istemekle ilgili bir engel oluşur. Bu durum bazen toplumlara kasıtlı biçimde uygulanır, bazen beceriksizlik şeklinde gerçekleşir. Beceriksizliği organizasyon eksikliği olarak da tarif etmek mümkündür.

Bazen toplumlar için her şartta veya zorunluluk halindeyken üretmek gerekliliği ortaya çıkabilir. Bakılırsa, etkileşimin en fazla olduğu noktalarda gelişmenin kendini daha fazla gösterdiği görülebilir. Sorunlar ve çözümleri birleşiyor ve gelişimin önünü açıyor, ancak elbette ortaya ağır bir bedel çıkıyor. On Beşinci Yüzyıl’dan itibaren artan tempoda etkileşimin görüldüğü ve sonuçta Yirminci Yüzyıl’da Dünya Savaşları ile yoğunlaştığı coğrafyalar olan Avrupa ve Amerika, başka ifadeyle Batı dünyası veya medeniyeti, bu noktada önemli bir etkileşim sahası olmuştur ve “modern” dönemde görece gelişimin bir tarifi haline gelmiştir.

Her ne kadar Yirmi Birinci Yüzyıl’da kapitalizmin büyük gelişimi sonucunda “küreselleşme” gerçeği ortaya çıktıysa, buna paralel bütün yapılar ve fikirler de değişti. En azından yarım asırdan bu yana ülkeler kadar küresel güçlerin de vücut bulduğu yeni bir dönem söz konusu oldu. Hangi tarz politik yaklaşım olursa olsun, ülkelerin kapitalizm ile ilgisi nispetinde gelişmeleri gerçekleşmektedir. Bu noktada ideolojilerin, demokrasi veya otokratik yönetimlerin bir farkı olmamaktadır, hemen herkesin ve sistemin bir bütün içinde bir yeri vardır. Örneğin, ülkeler için idari metot “devlet kapitalizmi” veya “liberal demokrasi” olup olmaması bir yana, sonuçta kazanan hep kapitalizm olmaktadır. Ama diyeceksiniz ki, çok sayıda sürtüşmeler ve savaşlar oluyor ise bunun nedeni nedir? Cevaben, öz olarak, bu bir doğal durum desem, yeridir. Çünkü büyük de olsa küçük de, etkileşim bu gelişim sürecinin doğasında olan bir konudur. Kapitalizm en çok demokrasiyi ve liberalizmi sever, ama diğerlerini yok saymaz, sonuçta hepsini kullanır.

Eğer bir kuruluş, devlet veya devlet dışı aktör, belli bir kazanç için hesap yaparak sermayesinin gücünü büyütebiliyor ve bunu yaparken diğer aktörleri de kontrol edebiliyorsa, bu kapitalisttir. Kapitalizm ile ticaret, üretim ve tüketim zinciri arasında tam bir bağ vardır. Sosyo-ekonomik gelişme sermayeyi büyütür, sermaye ise sosyo-ekonomiyi. Politika bu akışkanlık için en uygun şartları düzenler. Ülkelerde ve dolayısıyla dünyada, ekonomik büyüklük arttıkça beraberinde sürekli değişim de gerçekleşir. Değişim aynı şekilde büyümeyi temin eder. Kapitalizm esnektir, devlet de olsa devlet dışı aktörler de olsa, sonuçta hedefi büyümektir. Ancak bunu hem kendisi hem de işbirliği yapanların istikrarı açısından ortak kontrolün sağlanması gerekir, büyüme böylelikle sağlık biçimde gelişir.

Genel olarak rekabet, anlaşma ve anlaşmazlık aktörler arasındadır. Kapitalizm mali büyümeyi ister. Rekabet ve dönüşüm büyüme için gerekliyse, ki amaç bu; öyleyse sermaye kendi gücünü kullanarak, aynı zamanda aktörler arasındaki süreçlere de dışarıdan yön verir. Aktörler kimler? Örneğin devletler olarak ABD, Çin, Rusya, vs. veya devlet dışı aktör olarak küresel çaplı şirketler, sivil toplum kuruluşları, bilimsel araştırma merkezleri, Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlar, vs. Ancak bazı hallerde kapitalist sistem ile aktörler arasında da fikir ayrılığı olabilir. Bunun nedeni örneğin ideolojik olabilir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında bugüne gelindiğinde hem dünyada mevcut devletler ve devlet dışı aktörler çok artış gösterdi hem de mali büyüklük kabına sığmayacak ölçüde katlanarak büyüdü. 2023’teyiz ve kapitalist sistem büyümekle ilgileniyor.

O halde, beğenseniz de beğenmeseniz de, kapitalizmin sihirli tarafı bellidir: Kapitalizm insanları veya toplumları kıyasıya bir rekabet ortamında tutmaktadır. İnsana yüklenen motivasyon; kazanmak, öne geçmek veya daha fazla tatmin olmaktır. Sanırım bu hususlar insan doğası ile ilgilidir ve bu nokta üzerine hemen herkes hemfikirdir. Aslında en kolayı, insan doğasına müdahale etmek üzerine yürütülen politik çabalar olmaktadır. İnsan her adımda karşılaştığı durumu doğal veya zorunlu hal olarak görür, kabullenir, bir sonraki duruma göre pozisyon almak ister. Bununla beraber sorular şöyle sorulabilir: Ne yaparsanız daha fazla gelişebilirsiniz, diğerinden daha fazla güç ve değer elde edebilirsiniz? Diğerlerinden daha fazla ve öne geçen türden değerler üretmek için, neleri bir araya getirmeniz gerekmektedir? İşte bu noktada anlaşılan husus, daha açık şekilde, insanın doğasına bağlı yüklenen anlamlarla ilgilidir. İnsan doğası en kolay neleri kabul edebilir veya tam tersine, nelere karşı direnebilir? Bu tür soruların cevabı bizi psikolojiye, sosyolojiye ve sonuçta ekonomiye götürmektedir. Bu bakış açılarının belli bir çizgide kabul edilen haritaları ve hedefleri, politikalarla açıklanabilen konular olmaktadır.

EKONOMİ POLİTİĞİ

Kapitalist güç çeşitli ikna edici usulleri devreye koyabilir. Burada asıl cevaplayacakları soru şudur: Kim neden büyümek istemedi, bu kapitalist sistem için ileride bir tehdit oluşturacak potansiyele sahip mi? Değilse önemsemez, kapitalist asla kaybetmez, o kendine daha uygun bir yatırım, ticaret, vs. imkânı bulabilir, yaratabilir. Neden kaybetmez konusunu biraz sonra tabaka ilişkileri ile açıklayacağım.

Büyümeye engel ne olabilir? Ulus devlette veya devlet dışı aktörlerde bir sorun mu görüldü? Uluslararası ilişkiler rekabetten geçerek büyük bir şiddet doğurabilir mi? Rekabet şartlarını ve aktörlerin rollerini düzenlemek gerekir mi? Yatırıma ayrılacak sermaye gereksiz yerlerde mi kullanılıyor? Üretim ve tüketim zinciri halkalarında kopukluğa sebep olan ne? Bir sorun varsa, hangi dürümde bu sorunu kim ile çözmek uygun olur?

Bu sıraladığım soruları geniş biçimde düşünürseniz, esasında, uluslar ve çeşitli toplumlar arasında, birbiriyle veya sistemsel bakımdan hâkim sermaye ile değişik oranlarda gelişen her bir konu ekonomi politiği konusudur. Uluslar ile kapitalist arasında bir anlaşmazlık olmaz, olursa da halk bunu göremez. Görünür olan aktörler arasındaki ilişkilerdir. Modern dünyanın ve uluslararası sistemin ekonomik alanına müdahil olan aktörlerin yetkileri ve yetkili oldukları alanlar nettir, genelde politikacılar buna uygun kimselerdir. Dünya sisteminin büyük sermaye yetki alanı, esasen ulaşılamayacak katmandadır, buna dünya ekonomisi katmanı denmektedir.

Bu noktada belirtmek isterim ki, uluslararası sistem içinde bir ulus devlet olarak, eğer ekonomik açıdan ülkeniz nerede, bunu iyi tespit etmek istiyorsanız, önce kapitalizm katmanları arasında hangi noktadasınız, diğerleri veya rakipleriniz nerede duruyorlar, buna göre bir mukayese ile hedefinizi belirlemeniz gerekmektedir. Bu çok temel noktanın bir aktör tarafından dışlanması hali bugünkü şartlarda pek mümkün değildir. Eğer ekonomik büyüme için çaba sarf ediyorsanız, bununla ilgili yeni ve çok sağlam bir modele ihtiyacınız olacaktır ve bu küresel açıdan kabul görecek potansiyelde olmalıdır.

Ekonomi temelli olan bakış açısında uluslararası sistem esastır ve ulusal sınırlar geçirgen kabul edilir. Eğer ekonomik açıdan (buna ilave diplomasi, politika, vs. de ilave olur) geçirgenlik yoksa buna “kapalı” devlet veya ülke denir. Kapitalizmde ülkede ve onun hemen dışında konumlanan sermayeye, ticari ortağa, vs. birlikte bakmanız gerekir. Sermaye için temel özellikler; sınırlardan rahat geçebilmesi, sürekli gelişmeyi araması ve her türlü ortama uyum sağlayabilmesidir. Ülkede devletin iktidarı vardır. Ancak ekonomide iktidar sermayededir. Modern gelişmiş ulus devlet sistemlerinde bu konu politika ile öyle bir bağlanır ki, herhangi bir dengesizlik görülmez, taşlar yerli yerindedir. En azından bugünkü sistemik şartlarda böyledir. Başka ifadeyle, Güç Dengesi Teorisi burada da geçerlidir. Bu nedenle “maliye ve ekonomi bakanları” çift şapkalıdır ve görevleri kapitalist sistemde gerekli olan dengeyi muhafaza etmektir. Bir daha ifade edeyim, bir ülke için “ulus devlet sistemi” esastır, ancak kapitalist sisteme göre muhataplık ve işbirliği açısından devlet dışı aktörlerin serbestisi ve seçimleri nedeniyle, ekonomi konusu ortak çıkar konusudur, idari teşkilatlar bu bilinçle hareket ederler.

Yukarıda günümüz itibariyle “kapitalizmin katmanları” konusunu açıklayan bir grafik görmektesiniz. Bu grafikte en ortada Kapitalizm görülmektedir. Bunun katmanları ise, 1) Küresel Ekonomi Katmanı, 2) Piyasa Ekonomisi Katmanı ve 3) Ekonomi Dışı Katman şeklindedir. 

Kapitalizmin mali büyümesi engellenemez. Eğer zamanı geldiyse dünyada her ne tür gelişme var ise hepsinden güç alır ve genişlemesini sağlar. Bugünkü konjonktürde bazı devletlerin ve devlet dışı aktörlerin (sayısı ve kapasiteleri dünyada büyük artış yarattı, örneğin Çin, Hindistan, küresel teknoloji şirketleri…) ve olayların (küresel mali kriz, covid-19, sanayi devrimi, iklim değişikliği, savaş, Arktik bölge ve siber-uzayın kullanımı, vs.), bunlarla birlikte ortaya çıkan çok yüklü hacimdeki sermaye, büyüyen sermayeye uygun bir kapitalist sistem düzenlemesine ihtiyaç duymaktadır.

Uluslararası sistemde ülkeler ve devletler, 1) Gelişmiş, 2) Gelişmekte Olan ve 3) Az Gelişmişler olarak tasnif edilirler. Örnekler verdim. Gelişmiş Ülkelerden; ABD, İngiltere ve Almanya. Gelişmekte Olan Ülkelerden; Çin, Hindistan, Rusya, Türkiye, İran, Güney ve Kuzey Kore. Kuzey Kore’nin durumu biraz farklı, bilerek bu iki kardeş ülkeyi (bölünmüş ülkeyi) örnek olarak aldım. Az gelişmişlerden aldığım örnek ise Sudan olacaktır. Bunun dışında da bazı ülkelerden bahsetmek gerekecektir. Ancak bunları grafiğe yansıtmadım. Grafik içinde bu örnek ülkelerin ne tür (dairevi) bir şekille ve büyüklükle yer aldığını, konumunu dikkatle incelemenizi isterim.

ABD, İngiltere ve Almanya, dünya ekonomisi ve piyasa ekonomisi katmanları içinde, kapitalizm için emin bir konumda, birbirleriyle entegre, işbirliği halindedir. Bu yapı, dünya ölçeğindeki sermaye için bir çıpadır. Eğer büyüme zamanı geldiyse ve sermayede doğal bir zorlama hissediliyorsa, bu yapıyla birlikte düşünülmesi gerekecek hususlar olacaktır.  Kuralların belirlenmesi, güç parametrelerin ve payların dağıtılması, gibi. Esasen bu ülkeler (ki örnek ülkeleri daha fazla artıracak olursak buna G7 ülkeleri de demek mümkündür), tarihsel kapitalizmde Avrupa’dan ABD’ye ve küreselleşmeye kadar olan gelişimi tarif eder. Kapitalizmin “referans” verdiği sistem budur.

Gelişmekte olan Çin, Hindistan ve Rusya, ana gövde piyasa ekonomisi katmanında, dağınık da olsa önemli bir kısmıyla dünya ekonomisi katmanı içindedir. Fakat örneklenen bu grup ulusların, bir yönüyle kapitalist sistemin, diğer yönüyle de gelişmekte olan devletlerin dışına taşan bölümleri vardır. Ana gövdenin piyasa ekonomisi içinde olması hem uluslararası hem de kapitalizm için önemlidir. Bunlar ekonomi politiği açısından üzerinde fazlasıyla çalışılması gereken uluslardır. Çünkü ana gövdeleri ekonominin hayat alanındadır. Etkileşimleri ve istikrar durumları kontrol edilmelidir. Bu örneklenen grupta sistem kapitalizm için doğru işlerse, piyasa, arz-talep, fiyat, gibi ekonomi konularında sermaye büyüklükleri elde edilebilecektir. Çin, bazı uluslar için ayrıcalıklı olan, bazıları için bir ticaret savaşına muhataptır. Rusya ise malum, savaştadır ve yaptırımlara tabidir. Hindistan için ekonomi politiği yoğun çaba sarf etmektedir. 

Bu gruptakiler kendi sermaye birikimleri ile Batı merkezli sermayeye alternatif büyüklüklere hükmetmenin yollarını arıyorlar, özellikle Çin ve Rus buna çabalayan güçlerdendir. Örneğin bu güçlü gelişmekte olan güçlerin, BRICS gibi bir oluşumla alternatif arayışları söz konusudur. O halde dünya ekonomisi açısından bakıldığında, sorun alternatif bir BRICS oluşumu değildir, kontrol edilebilirliğidir, piyasa ekonomi katmanı içerisinde toparlanacak biçimde düzenlemeleri yapmaları, kapitalistlerce beklenmektedir. Burada ortaya çıkan büyük rekabetin ve silahlı çatışmanın düzenlenmesi için ise ciddi çaba gerekmektedir. 

İşte tarihsel kapitalizmin bu noktada yapacağı mali büyümeyi sağlayacak, dünya ekonomi sistemini sağlama bağlayarak gelişimini sürdürecek kapsayıcılığı yaratmak. Grafikte kapitalizmin mali gelişmeyi içine alarak genişlemek isteyeceği görülmektedir. Buradaki soru, nasıl? Bu sorunun cevabı bir güç mücadelesini içerir. Kapitalizm bu geçişi yine kendisi kazanacak şekilde sürdürür. Zira savaşlarda bile kapitalizmin büyümesi katlanarak sürmüştür. 

Bu gelişmekte olan ülkelere İran örneğini ilave edebiliriz, çünkü benzer yönleri var. Çin, Rusya ve Hindistan örneklerinden tek fark, İran’ın büyük ölçüde piyasa ekonomisi katmanında yer almasıdır.

Diğer gelişmekte olan ülke örneği Türkiye’dir. Türkiye kapitalizmin sınırları içindedir. Ancak piyasa ekonomisi katmanında genişleyebilecek bir yapıda olması gerekirken, Güney Kore gibi dünya ekonomisi katmanında, ABD, İngiltere, Almanya gibi merkez ülkelere yakın biçimde yer bulması beklenebilir, seviye olarak biraz aşağıdadır ve BRICS ülkelerine benzer biçimde, dışa doğru konumlanmış haldedir. Eğer bugün Türkiye’nin Hazine ve Maliye Bakanı “rasyonal ekonomi” terimiyle bir sürecin içindeyse bu rastgele değerlendirilmemelidir. Mayıs 2023 seçimlerinden sonraki dönemde Hükümetin ekonomiyle ilgili tercihlerine ve uygulamalarının tümüne bakın, bunlar kapitalizm içinde düzeltmeler şeklinde açıklanabilir. 

Bu arada bazı değişiklikleri hatırlatmak isterim. Körfez Ülkeleri, özellikle Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan, Çin ile ekonomik ve stratejik ilişkileri geliştiriyor. Bunlar BRICS ülkesi oldular. Bazı ülkeler için Dubai ve Suudilerin yeni inşa etmekte olduğu finans kentleri, küresel ekonomi için bir transfer ve gelişimi destekleme merkezleri olacak. Bakıldığında “bu Körfez Ülkeleri, ABD ve İngiltere’nin politikalarından kopup Çin’e yanaşılıyor,” gibi düşünülebilir. Hayır, böyle bakılmasın, “kapitalizmin kapsayıcılığı ile yeni bir mali büyüme yönü doğrultusunda gerekenler yapılmaktadır,” diye düşünülsün.

O halde dünyada yeşil enerji dönüşümü oluyor, siber-uzayda hareket çok fazla, savaş var, ama diğer taraftan birtakım ülkeler, mali disiplinle ve yeni projelerle dünyaya yeni bir sistem örgüsü oluşturmakla meşguller. Sonuç belli mi? Hayır. Güç mücadelesi sürer mi? Evet. Bazı devletler ve devlet dışı aktörler oyun dışı kalabilir mi? Evet. Yeni aktörlere yer açılır mı? Evet. Mali büyüme kendini garanti eder mi? Evet. Hızla gelişen yenilikler ve yeni normaller bazı güçleri ve grupları gerilerde bırakır mı? Evet.

Şimdi Güney ve Kuzey Kore’nin grafikteki yerlerine bakalım. İkinci Dünya Savaşı sonrasında geri planda büyük sermayenin ve önde ABD’nin olduğu sistemin gayretiyle rayına konan Güne Kore bugün olması gereken yerindedir. Kuzey Kore nerede? Politik açıdan açıklamak bile güç, ama o noktada bu ülkeyi, mevcut yapısıyla tutmaya devam eden bir akıl var ise bu boşuna değildir.

Ekonomi dışı katmanda yer alan Sudan gibi az gelişmiş ülkeler çok daha farklıdır. Bu tip ülkeler, sermayenin dışarıda durduğu, şartlar oluşunca buraların ekonomiye katılabileceği hedef alanları hüviyetindedir.

Hong Kong, Singapur, Dubai, böyle kentler bana İtalyan Rönesansı’nın önce gelen kentlerini hatırlatıyor. Kapitalizmin en iyi bildiği yol, kentlerden yola çıkmakla başlar ve daha sonra dünyada kendi çalışma dinamiklerine uygun ulusları görürsünüz.

On Beşinci Yüzyılda bölgesel genişleme toprak kazanmakla daha fazla ilintiliydi, ondan dolayı hızla ulus devletler gelişti. Ama bugün için toprak değil, insan kazanmak öne çıktı. Neyle? Teknoloji, dijitalleşme, siber-uzay… Bugün insanların kararları ve arzuları devletlerin idari yapılarını zorlar niteliktedir. Bunu bırakın, bahsettiği kentler veya kent devletler zaten başlangıçta her türlü düzeneği kapitalist stratejiye uygun kurmaktadır. Bugün hızla gelişeceklerin başında kent düzenekleri olduğunu bilmemiz gerekiyor.

Diplomasi yapmanın yöntemi değişti mi? Savaş yapma, geniş toplum kesimlerini etkileme, medya marifetiyle yönlendirmeler, insanlık olarak bütün alışkanlıkları ve yeni normalleri kontrol etme yöntemi ne durumda? Neden? Zamanımızda böyle, diyor. Ama böyle dendiğinde durum yeterince açıklanmış oluyor mu?

Yönetilecekler, insana gerekli olanlardır. Herkes ister yönetmeyi. Ama daha çok kazanç, bağlayıcılık, muhtaçlık varsa küresel sistem yönetir. Neyi? Gıdayı, suyu, enerjiyi, temel ve nadir elementleri, yeni olanı, ama mutlaka parayı.

META KAPİTALİZMİ VE POLİTİKA İLİŞKİSİ

Burada sizlere başat güçlerin, sistematik olarak, diğerlerini hangi alanlarda ve nasıl meşgul edebildiklerini açıklayacağım. 

Küresel rekabet, jeopolitiğin gri alanlarında, alabildiğine acımasızca kendini gösterir. Romantik beklentilerle sadece kendinizi kandırırsınız. Siz kendinize gerekli savunma fikirlerini geliştirebilirsiniz, ancak başat güçlerin adımlarında bir fark meydana gelmez. Başat güçlerin stratejik gelişimi ve küresel rekabeti nasıl gerçekleşir? Burada “meta kapitalizmi” esasına dayalı bir anlatım yapmak isterim. 

Başat güçler olaylara üstten bakarlar, vizyonu belirlerler, işlev olarak finans kapitalizmini ve teknolojiyi ellerinde tutarlar, kontrolü ellerinde tutarlar ve süreçleri yönetirler. Bir de uyumlu olanlar ile alternatif güçler hakkında politika üretenlere zemin hazırlarlar. Başat güçlerin temel politikası büyük oranda küresel ortaklılarla veya anlaşmalarla ilgilidir.

Sonuçta ileri sürülen, alınıp satılan, rekabeti somutlaştıran “meta” ortaya çıkar. Bu noktada toplumu teknik hale getirmek (teknikleştirmek) gerekir. Örneğin herkesin elinde bir akıllı telefon veya dizinde bilgisayar varsa, toplum artık teknikleşmiş demektir. Elektrikli araçlar, uzaya gönderilen roketler, vs. hep ilerici projelerdir. Strateji ile vizyon tamamen birlikte geliştirilir. Süreçleri kolaylaştırmak için gerekirse herkese tüketici kredisi verilir ve süreç işletilir. Kreditörlerin bir piramidi olduğunu da unutmayalım. Elinizdeki kartın asıl sahibi size mektup gönderen değildir ve muhatap bankanızın bir komisyoncu olduğunu asla unutmayın.

Aslında kapsam içine alınan veya erişimi gerçekleşen toplumlarda bir bağımlılık söz konusu olmaktadır. Sonuçta bu bir dekolonizasyon olarak da yorumlanabilir. Devlet belli ölçülerde devreden çıkmış, küresel veya başat güç tahakkümü söz konusu olmuştur. Ülke ve devlet politikalarında küresel şebekeye bağlanmaktan başka çare yoktur. Zira meta ve bununla gerçekleşen küresel rekabette kazanç ve kayıp hanesine yazmaya başlamıştır bile. Politikacılar, medya, akademiler, satıcılar, hepsi bize bir uzmanlar iktidarını tarif eder. Uzmanlar çalıştığı iktidarı derli toplu sürdürüyorsa meta kapitalizmi ile barışık ve istikrarlı büyüme imkânı bulunur. Meta kapitalizmi kendi içinde dengelidir ve kendi kültürünü geliştirir. Bu denge ve kültüre uyumlu olanların politikaları kolay gelişir.

Küresel düzen veya dekolonizasyon ortaklarına bir uyum armağanı ve sistem sunar. Buna “paylaşılan egemenlik” denir. Ancak düzenin dışında olanları kendiliğinden ötekileştirir ve ayrıştırır. Bunun için çaba dahi sarf etmezler. Ayrışmak isteyenler zaten kendi rızalarıyla hareket ederler. Ayrışmayı açıklayalım: Küresel düzende diğer uzmanların başını çektiği alternatif iktidarlar oluşur. Buna örnek olarak Rusya, Çin, İran veya Kuzey Kore’yi düşünebilirsiniz. Denge ve kültüre uyumlu örnekler bakımından Avrupa Birliği projesini düşünebilirsiniz. Bu duruma, küresel sistem ve kültür, uzamanlar iktidarı ve egemenlik, gibi kavramları yan yana koyarak bakın. Bu durumda küresel düzen ortaklıklar ve ittifaklarla ilgilenir. Güç ilişkilerini yönetir, ekonomik rekabetin şartlarını belirler, yenilikçi senaryolara bakar. Bu düzen böyle kendi mekaniği içinde evrimleşmektedir. Zamane ve zemine bağlı ortaya çıkan politik atakları bu bağlamda değerlendirebilirsiniz. Eğer “kat’i alternatif” düşüncesi savunuluyorsa bu da bir politikadır. Ancak elimizde küresel finans şartları, meta kapitalizm teknolojileri ve her defasında yenilenen ürünler varken ne tür bir uzmanlığın savunucusuyuz, bunu iyi bilmemiz gerekir.

Meta kapitalizmi insanlığa yapay zekâ, otomat, iletişim ve şebekeler sunmaktadır. Örneğin birkaç yıl sonra ABD ve Çin küresel internet ağlarını uzay ve yer sistemlerine yerleştirmiş, tam işletiyor olacak. Reel ve sanal, medde ve mana iç içe geçmiş durumda, yeni bir yaşam biçimi gelişmektedir. Bunun asıl patronları finansı ve teknolojiyi aynı anda planlı olarak küresel çapta yönetenlerdir. 

Uyumlu veya alternatif olsun, politikanın görevi nedir? Üç madde: Kontrol et, yeni mekanlar yarat ve yönetişim kur.

Küresel güçlerin kontrol, mekân ve yönetişim bakımlarından oluşturdukları stratejiler ve vizyonlar ile bölgesel güçlerinki kategorik olarak farklı seyreder. Örneğin üç küresel zenginin aynı anda uzay mekânına yatırım yapmaları bir üst-güç sonucu gelişir. Bu tür üst-güç baskısı ile üst-modernite gelişim gösterir. Başka örnekte bir küresel şirket, Starlink projesi ile size internet sunmayı planladı, buna karşılık sizden neler alacak veya neyin bağımlısı olacaksınız, tahakkümü altına gireceksiniz, bunu biliyor musunuz? Belki siz kat’i alternatif savunucusuyken, onun piyasasının canlanmasını temin edeceksiniz; ama siz bunu bilmiyorken, o bütün piyasayı kontrol edebilecek. Politika yapmaktan önce gücün nerede ve ne ölçüde olduğunu bilmek gerekir.

ÜRÜN VE HİZMETLERİN ORTAK GÜCÜ

Gelişmiş ülkelerden, gelişmekte olanlara veya az gelişmişlere, mal ve hizmetler yönüyle piyasada olanların, kapısına gidilenlerin hepsine, Amerika’dan Avrupa’ya, buradan örneğin Türkiye’ye birlikte bakın, ne görüyorsunuz? Markaların, çok uluslu ve küresel şirketlere ait ürünlerin ve hizmet standartlarının büyük ölçüde aynı olduğunu görürsünüz. Ben buna ortak güç oluşturmak olarak bakıyorum. Çünkü bütün bunlar kapitalizmin, hatta küresel kapitalizmin anlaşılmasında somut gerçekliklerdir. En hızlı ulaşılabilen, en kolay bulunabilen, belli standartlarla tanımlanan, güven veren, sigortalanan, tatmin eden, hatta gelişimi bir esasa bağlı olan ürün ve hizmetler cazip olanlardır. Bunların bu şekilde kabul görmeleri için üzerinde çok çalışmalar yapılır ve bütün bu çabalar boşuna değildir.

Günlük yaşamınıza etki eden geliştirilmiş ve geliştirilmekte olan tohumlar, ev gereçleri, enerji sistemleri ve birimleri, kimyasallar, temizlik ve hijyen malzemeleri, kolaylıklar, araç ve gereçler, inşaat donanımları, oteller, hava ve deniz yolları, aklınıza ne geliyorsa bir bakın, bunları örneğin ABD’de de görebilirsiniz Türkiye’de de. Ortaklıklar ve işbirliği çerçevesinde alınan paylar bir yana, temelde güçlü olan ve mal ve hizmetlerde asıl önderlik edenler kapitalizmin temsilcileridir, hatta bugün bu küresel kapitalizmin temel çalışma ve kapasite üretme alanlarındandır.

Örneğin, Amerikan veya Alman markasına alternatif Japon veya Çin markası piyasaya girdiğinde; küresel ekonomik büyüklük ortaya çıkar, ama asıl bütün bunlara sermaye aktaran, hisselerini alan veya satan, değer üreten, birinden vaz geçip veya ömrüne karar verip yeni olanı devreye koymak adına Ar-Ge’ye pay ayıran, çoğu kere büyük kayıpları göze alabilen ana sermayeyi görmeden geçemezsiniz.

Örnek olması bakımından, yarı iletkenlerin keşfine bir bakalım. Bu amaçla, gerekli olan elementler, araştırmalar, yazılımlar, üretim için gerekli olan tezgâh ve sistemlerin üretilmesi, bugünkü şekle getirilen mikro işlemcilere gelene kadar harcanan parayı düşünün, sonuçta bugün bunlar olmadan çalışan araç gereç neredeyse kalmadı, öyle değil mi? Bu tip yenilik içeren üretimleri kimler finanse etti, riski kimler aldı? Bu sorunun cevabı açık: Daha önce değer üretmeyi bilenler, üretilen değerleri yönetebilenler, çok çok kazanıp yeni alanlar açmaya karar verenler.

Birileri dizayn ve tasarımları yaratıyor, başkaları ürünlerin piyasasını oluşturuyor… Geriye kalanlar ise aldıkları kalıplarla, standartlarla, yöntemlerle üretim zincirinin bir halkası oluyor. Ama en başta bütün bu sistemi finanse eden gücü hesaba katmak gerekiyor.

Mal ve hizmette egemen veya hâkim olmak yönüyle şöyle bir hatalı algı gelişmiş durumdadır, ki ben bunu eleştirenlerdenim. Deniyor ki; parasını ödedim ve malı satın aldım, daha ne olsun? Kapitalizm, finans, kredi, piyasa şartları, fiyat belirleyici hiç mi önemli değil? Asıl belirleyici kim? Önce bu soruyu cevaplamak gerekmiyor mu? Egemenlik sınırlarının belirlenmesinde hâkim tarafın payını eksiksiz hesaba katmak gerekir, sistem bütünlüğü açısından bu bağlayıcı bir unsurdur. Neyi bağlar? Egemenliğin ne kadarına sahip olunduğunu ve bunun iddiasını. Değer üretiminde payın ne olduğu konusundaki bir bakış açısı, o alanda hakimiyet sağlanan payı da belirler; tıpkı pastadan alınan pay gibi düşünmelisiniz, bu daha iyi anlaşılır bir durum.

KAPİTALİZMİN DOĞASI

Aşağıdaki grafikte dünyada ekonomik sistemlerin ve kapitalizmin doğuşundan. Bugüne kadarki bütün süreçleri görmektesiniz.

Klasik dönemde sermaye feodallerde ve dağınık şekilde çeşitli güçlü kimselerin elindeydi. On Beşinci Yüzyıla yaklaşırken İtalyan kent devletleri ve keşifler marifetiyle kapitalizmin belirginleştiği görmekteyiz. Artık dünyada bir Kolonyal Sistemin varlığından söz edilmektedir. Bununla birlikte kapitalizmin siyasallaşması, ketlerin modernleşmesi, sermayenin akışkan hale gelmesi ve devletlerin güçlendiğine tanık olundu. On Sekizinci Yüzyıla kadarki zamanda bu tarz bir kapitalist yapının gelişimi görüldü. Ama halen dünyada tiranlıklar, despotizm ve otokrasiler hakimdi. Avrupa’da din savaşı başladı, ütopik ve mesihçi yaklaşımlar savunuldu. Orta Çağ’dan Yeni Çağ’a bu dönemde geçildi. Siyasi coğrafyalar, monarşiler ve imparatorluklar şeklinde serpildi. Bazı büyük liderlerin aklında dünya egemenliği ideali vardı. Avrupa’da bu etkileşimin güçlendiği zamanda, 1450-1670 yıllarında, Rönesans ve Reform hareketleri görüldü. Artık bir Aydınlanma sürecinin başladığından söz edilmekteydi. Peşi sıra şunlar görüldü: Hollanda’da bankerler ve işadamları yaygınlaştı, Vestfalya Anlaşması yapıldı (1648), İngiltere Devrimi oldu (1688), Montesquieu tarafından Kanunların Ruhu yazıldı (1748), Amerika Devleti kuruldu (1776), Birinci Sanayi Devrimi gerçekleşti (1784) ve Fransız Devrimi gerçekleşti (1789). Bundan itibaren Ulus Devletler ortaya çıktı, ulusal çıkarlardan söz edilir oldu, egemenlik kavramı netleştirildi, Güç Dengesi Teorisi oluşturuldu, ülkeler güç politikasını esas almaya başladı, artık Avrupa Güç Dengesi Sistemi’nden söz edilir oldu, Viyana Kongresi yapıldı (1815). Avrupa İdeali, Uluslararası İdeal, Uluslararası politika konuları olarak realizm, idealizm ve konstrüktivizm ortaya kondu. Bütün bunlar Uluslararası Sistem ve Modern Sistem tanımlarını gerektiren gelişmeler oldu. On Dokuzuncu Yüzyılda Uluslararası kurumlar ihdas edildi, Uluslararası Hukuk konusu ortaya çıktı ve beraberinde İkinci Sanayi Devrimi gerçekleşti. Cumhuriyet ve Modern Demokrasi böylelikle ifade buldu.

Ben bu süreçleri neden bu şekilde açıklama gereği duyuyorum? Sanayi Devrimleri’nin, Kapitalizm’in, Ulus Sistemi’nin, Cumhuriyet’in, Demokrasiler’in gelişimi rasgele olmadı, hepsi birbiriyle ilintili, birbirini besleyen veya tetikleyen sistemler şeklinde gerçekleşti. Bütün bunları çok iyi anlamak ve hazmetmek gerekmektedir. Bunlar, biri diğerinden ayrılmaz biçimdeki gelişmelerdir. Hatta Küreselleşme de bunun içinden çıkarak gelişmiştir. Bu gelişmeyi de doğru bir yere koyarak anlamak gerekir. Yirminci Yüzyılın hemen başında dünya ekonomisinde büyük patlama nasıl oldu, Kapitalizmin ve diğer hususlarla etkileşiminin burada bir fonksiyonu olmadı mı? Ulus Devletler ve Uluslararası Sistem mevcutken Devlet Dışı Ekonomik Aktörler nerede ve nasıl gelişti? Bir dönem Avrupa Güç Dengesi konuşuluyorken, sonrasında Dünya Güç Dengesi teorileri nasıl ortaya çıktı dersiniz? Birinci Dünya Savaşı, arada Versay Anlaşması (1919) ve İkinci Dünya Savaşı… Dünya 30 Yıl Savaşı’nı yaşadı (1914-45). Bu şartlardayken Üçüncü Sanayi Devrimi ve Soğuk Savaş (1947-91) oldu. Marxizm, Faşizm, Enternasyonalizm fikirleri tartışıldı. Bütün bunlar içinde ekonomi fikri ayrılmaz bir konu olarak hep vardı. Yirmi Birinci Yüzyıla gelmeden dünyada Bilişim veya Dijital Çağ başladı. Küreselleşme fikri tam olarak anlaşıldı (1986). Bundan böyle dünyada Ulusal Güçler ile birlikte Küresel Güçler vardı. Kapitalizm nerede olacak? Hepsinin merkezinde! Küreselleşmeyi genç kuşaklarımız da yaşıyor, bu akışta detayları açıklamayayım. Hem genç kuşaklar Dijital Çağ’ı ve Dördüncü Sanayi Devrimi’ni bizlere göre daha iyi özümsemekteler. Artık insanlık Küresel Kapitalizm içindedir, bunu ister kabul edin isterseniz reddedin!..

Ulus devletin biçimi ve işleyişi, bir politik kurumun veya ülkenin kapitalizmin neresinde konumlandığı ve değişik güç ve organlarla nasıl işbirliğine girdiği hususları bir paket halinde düşünülmelidir. Bazen şunu görebiliyorsunuz, Antik Çağ’dan veya Orta Çağ’dan kalma düşüncelerle, bugün politikacıların savundukları veya kurtuluşa giden yol olarak tarif ettikleri konular, kurulu ve birbiriyle eksiksiz entegre olan sistemle çatışma haline sokulmaktadır. Bu bir ikilemden öte değildir. Burada anahtar ifade şudur: Kendi doğasında gelişen sistemi eleştirmek veya yok saymak olmamalı, toplumlar bu sistematiğin içinde kalarak rüştüne bağlı hareket etmeyi seçmelidir. 

KÜRESELLEŞMENİN DOĞASI

Bugün şunu iyi anlamamız gerekiyor, küreselleşmenin, ulus devlet sisteminin, uluslararası sistemin, uluslararası ilişkilerin ve hukukun, küresel ekonominin, sosyo-ekonomik açıdan gelişmenin, hatta kapitalizmin ve emperyalizmin bütün yönleri için geçerli bir kültür, medeniyet anlayışı, vizyon ve politika mevcuttur. Eğer bu türden bütünlük ifade eden kavramları birbirinden ayırarak bir okuma yapılırsa, seçilen politikada sapma ve ekonomide farklı yönelimler söz konusu olur. Daha önemlisi, güçler-arasındaki yarışa ve mücadeleye yeniliklerin getirilmesi gerekmektedir. Aklımızda tuttuğumuz hususlarsa, insan doğası ve bu evrene özgü büyük rekabet ortamıdır. Değişik merkezlerde ve hükümetlerde, her bir politik oluşumun ideolojisi içinde bu tür farklılıklarla ilgili bir tanımlamayı görmek mümkündür. İşte bu politikalar insanları, toplulukları veya ülkeleri savaşlara sürüklemekte, savaş olmasa bile çeşitli sınamalara tabi tutmakta, hiç değilse, ileri sürülen yeni teknolojiler, yaşam biçimleri ve usullerle birlikte sürekli yeni değer üreten tarafın yoluna bakmaya zorlamaktadır.

Kabaca insanların küreselleşmeye kadar olan zamandaki bakış açısında, üreterek ve ticaret yaparak kazanç elde etmeyi ve bu kazancı biriktirmeye dayanan bir kapitalist yaklaşımdan söz edebilir. Bu sermaye nesilden nesle aktarılır ve büyütülür. Sonrasında küreselleşme belirginleşen biçimde farkını göstermeye başladı. Küresel yatırım için özel ve belli bir çaba olmalıydı. Bu düşünce, kapitalizmi akıl almaz şekilde büyütebildi. Çünkü, kaynaklar, bilgi ve erişim bütün sınırları hızla aşar olduktan sonra, sermaye de katlanarak kendi büyüklüğünü güçlendirdi. Bu durum, her tür büyüklük ve gelişim için yeni bir katma değer demek oldu. İşte biz buna “küresel kapitalizm” demeye başladık. Artık karşımızda olan kapitalizm değildi, küresel kapitalizmdi.

Gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomilerin içerisinde bazı politikacılar, bu “küresel kapsamlı” okumayı belli bir hedefe yerleştirerek, kendilerine göre olduğu kadar, “küresel sistem bütünlüğü” açısından da bir başarı çizgisini yakalayabilmektedirler. Küresel kapitalizmin doğası, mümkün olan bütün değerleri kullanmak, geliştirmek ve toplamak üzerinedir.

Dünyadaki kapitalin kendini geliştirmesi yüzde 80’ler mertebesindeyken, geriye kalan yüzde 20’lik kısım için milyarlarca çalışan ve iş kolu sürekli rekabet etmekte, yaşamını daha iyi hale getirmek için adeta savaş vermektedir. Bu ölçeklerde, sürekli kazanan kim olur? Politikacılar neyin veya kimin savunucusu veya tercümanı olur?

Küreselleşme 1986 yılı itibariyle sistemli olarak gelişen bir konu haline geldi. Küresel şirketler her geçen gün sayıca artmakta ve güçlenmektedir. Bunlar kendilerine göre daha yarayışlı, hatta çoğu yenilikçi olan yatırımları öne çıkarmaktadır, kendilerine uygun yeni kurallarla veya mevcutlara göre kuraldışı hareket alanları yaratmakla ilgilenmektedir. Küresel güçler, mevcut her yapıyı zorlayacak potansiyeldedir.

Aşağıda bir grafikle tarihi süreçleri, ekonomideki büyümeyi ve Küreselleşmeye kadarki dönemi ayrı renkle gösterdim. Gri süreçte (1986 sonrasında), küresel güçler, her türlü kurala yeni bir tarif getirilmesini, çoğunlukla da alışılagelen kuralların dışında kalınmasını, bu konuda her aktörün özgün modelliyle, serbestçe hareket edebileceğini, buna uygun esnek gelişme ortamlarının yaratılmasını, sermayenin, ulusların kural baskısından kurtulması gerektiğini istemektedir. Küresel güçlerin asıl talebi, uluslar sistemi tarafından, kendilerine çok hızlı genişleyebilme imkânının yaratılmasıdır. Buna karşılık uluslar, paranın merkez bankaları tarafından basıldığı noktada, küresel aktörlerin sürekli yeni değer birimlerini işaret ederek ortamın istikrarsızlaşmasına sebep olmalarından şikayetçiler. Ancak her türlü yeni teknolojinin yarattığı sosyo-ekonomik sinerjiden de yararlanmanın yollarını arayan ulusların, halen küresel aktörleri kontrol etmeyi istemeleri sürmektedir. İşte bu duruma, zorlu bir geçiş süreci, denebilir.

Grafikte küresel Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH veya GDP) toplamları gösterilmektedir. 1986’da toplam GDP 41.6 trilyon ABD dolarını bulmuştur. Bu mertebelere katlanarak gelmiştir. Örneğin Soğuk Savaş başladığında (1947) toplam GDP 9 trilyon dolardır. Aynı şekilde ekonomik büyüklüğün Küresel Ekonomik Kriz olarak işaret ettiğimiz 2008’de toplam GDP’nin 87 trilyon dolara erişmesi şaşırtıcı değildir. Çünkü Üçüncü Sanayi Devrimi (1969-2017) tamamlanmış ve Dördüncü Sanayi Devrimi şartlarına erişilmiştir. Dördüncü Sanayi Devrimi başlamadan önce (2015) toplam küresel GDP’nin 100 trilyon doları geçmesi ve bu ivmenin bu hızla seyretmesi bize şu soruları sorduruyor: Örneğin 2030’larda toplam GDP 150-200 trilyon dolarlar mertebesinde olduğunda küresel sosyo-ekonomik ve sosyo-politik değişim bizlere hangi yeni normalleri dikte ettirecek? Yaşam biçimleri nasıl şekillenecek? Halen 2024 yılına yaklaşırken şunu görüyoruz, çok miktarda sermaye var ama ekonomik sorunlar bir hayli fazla, o halde bu sermaye nerelerde ve ne amaçlara yöneliyor? 

KÜRESEL MEGA-KENTLER

Singapur kurucu Başkanı Lee Kuan Yew, mevcut Florida Valisi Ron DeSantis, Birleşik Arap Emirlikleri Emiri Muhammed bin Zayid, gibi liderler, bu gibi isimleri ister beğenin ister beğenmeyin, nereye doğru ve nasıl yöneleceklerini iyi bilen örneklerdendir. Burada esas olan konu, bu tür liderlerin yarattıkları başarılı “küresel mega-kent” sistemleri olmanın ötesinde, bu noktada düşünülmesi gereken husus, başlarda tarif ettiğim o bütünsel bakış açısının tutarlı olması ve somut tezahürüdür. O halde bu liderlere sadece gelip geçici politik bir figür gibi değil, üzerinde tartışılabilecek ve hatta belli yönleriyle örnek alınabilecek kimseler olarak bakmak gerekmektedir.

Küresel mega-kentlerin sosyo-ekonomisinde temel faktörler nelerdir? Birincisi, küresel kapitalin yönetilmesiyle ilgili bir merkez haline gelinmesidir. Bunun için küresel sermaye veya yatırımcılar için geçerli olan bir ortaklık oluşturulur. Küresel kapital için en önemli kriter, finansın daha da büyütülebilmesi ve akışkan halde kullanılabilmesidir.

İkinci husus daha geniş açıklanmaya değerdir. Öncelikle bu husus küresel değer üretenin avcılığını yapmakla ilgilidir. Küresel değerleri üretenler nihayetinde bireylerdir, sonradan, kendilerini ispat ettiklerinde, bizler onları birer zenginler listesinde görebilmekteyiz. Bireylerin yeniliği üretecek atmosfer içinde bulunması için ortamın hazır olması beklenir. Ortamında yetişen yenilikçi değer üretenlerin önü açılır, çalışma formatı belirlenir, bir anlaşmayla durum kontrol edilir, onlara planlı şekilde sermaye sağlanır. Anlaşma diyorum, ama bu kadar değil, bahsettiğim uluslar-ötesi bir konudur; güçlü küresel aktörden küresel düşünceye sahip olan yeni değer üreten kişiye, organizasyona veya bir diğer aktöre yapılan karşılıklı anlaşmadan bahsediyorum; artık işte bunun, kendine göre, bir küresel içtihadı oluştu, bu güçlü bir iş alanı yarattı, gerekli garantilerin bağlayıcı husus oldu. Örneğin bugün elinde mevduatı olanın yüksek kazanç için yapacağı yatırım şekli bellidir, öyle değil mi? peki başka ne yapılabilir? Artık küresel düşüncesi ve değeri olan bir şirket için yeni ve kapsamlı yöntemler belirlendi. Henüz ortada bir şey yokken böyle bir fikre veya şirkete yatırım yapmak, kazancı parlak olacak şirketleri alıp satmak, bugün en büyük getiri kaynağı haline geldi. Düşünsenize, örneğin, bir mikroişlemci üretilecek, bir uygulama veya yazılım yapılacak, bütün dünya, en azından birkaç milyar insan bunun tüketicisi olacak… Kazancın büyük olanı yenilikçi buluşlara yatırım yapmakla ilgili oldu çıktı. Bu noktada kontrol ve söz sahipliği yatırımcıdadır ve haliyle kazancın büyük kısmı da onun elindedir. İyi bir yatırımın geri dönüşü ortalama yedi yıldır. Değerli bir şirketin kendisi de tüketim unsuru haline getirilir ve alınıp satılır mal gibi işlem görür. Hisseleri ayrıca arz edilir. Sürekli gelir üreten, değerlendikçe değer artıran ve ekonomik büyüklük yaratan bir yapıyla ilgili yönetimler hakkında kararlar verilir. Dolayısıyla yeni üretilen ve bütün dünyaya hitap eden bir değer, aynı zamanda katma değeri yüksek bir gelir kapısı halindedir. O halde önce sermayedar yeni değeri bulmalı, onu beslemeli ve kontrol etmek için gerekeni yapmakla ilgilenmelidir.

Eğer küresel yatırımları kontrol eden çok büyük gelirlerin aktığı mega-kent merkezlerindeyseniz öncelikle şunları görürsünüz: Buralarda daha çok hizmet sektörü yaygındır. Bu merkezlerde altyapı ve üstyapı sorunu çözülmüş haldedir. Turizm ve lüks tüketim esas alınmaktadır. Mega-kentte büyük bir dinamizm vardır, yaşamsal koşuşturmaca kendi içinde bir disiplin yaratmaktadır. Çünkü adaptasyon veya uyum sağlayamayan dışarıda kalır. Kural bu kadar basittir. Kendi mega kentinden küresel cazibeyi yaratmak için liderin vizyon sahibi olması gerektiği açıkça görülmektedir. Bu mega-kent sistemlerini yöneten liderler küresel sermayeye kendilerini kabul ettirmişlerdir, ama en önemli özellikleri küresel kapitalizmi sindirmiş ve vizyon sahibi olmalarıdır. Bütün mesele küresel gücü geliştirebilmek, kontrol edebilmek ve yönetebilmek ile ilgilidir.

Singapur’a, Dubai’ye veya Miami’ye ziyaret ettiğinizde kendinize sormadan geçemiyorsunuz, “burada olan ve diğerlerinde olmayan nedir?” diye. İşte buralarda nüfusun “yüzde birlik” kesimi de olsa gücü elinde tutanların kurdukları bir sistem ve anlayış var. Buralarda yüksek binalar, lüks tüketim, temiz kaldırımlar ve iyi işleyen trafik var. İlk bakışta göremediğiniz ne? Küreselleşmenin akıl almaz büyüklükteki getirisinin buralardan yönetildiğiyle ilgili sermayenin gücünü ilk bakışta göremiyorsunuz.

Geriye ne kalıyor? Birileri üretici olacak, üreticilerin kendisi dahil hemen herkes tüketici olacak. Tarım, sanayi, ticaret, maden, enerji, hizmet ve emlak sektörleri ülkelerin büyük nüfusunun istihdam edildiği iş alanlarıdır. Bu saydıklarım esasen küreselleşme öncesi dönemin sermaye üretme alanlarıdır ve bizler bunları şimdi bir kenara koymuyoruz. Tam tersine, bunları zaruri alanlar olarak görüyor, ancak ana sermayeyi yatırımla geliştiriyoruz. Yine basit bir sonuç, işini büyütmek isteyenin her biri için yine sermaye ihtiyacının olmasıdır. O halde küresel sermaye akışını ve getirisini yönetmek en belirgin iş alanıdır. 

ÜLKELER VE GÜÇLER

Ülkeleri düşünün, orada en fazla ne öne çıkıyor? Diyelim tarımda ve sanayide çalışan nüfus var, burada iyi bir politik yapı mevcut ve ekonomik dengeler de yerindeyse, istikrarın getirisi yanı sıra küresel kapitalizme bağlı büyüklük yaratmak da mümkün olabilmektedir. Böyle istikrarlı ülkelerin eğitim sistemi yeni değerler üreten bireyleri yetiştirebiliyorsa, küresel sermayeyle entegrasyon da sağlanmış demektir. Sermayenin döndüğü böylesi ülkelerde nüfus en iyi tüketicidir, küresel zenginliğin de artmasına katkı sağlayan potansiyeldir. Bunun tam tersine olan örneğe bakalım, örneğin kötü yönetilen, organize olamamış, ama topraklarında belli madenler var ve onları çıkaracak kapasiteden yoksun bir ülke. Şimdi böyle bir ülkeden söz edelim. Bu gibi örnekler size aşina gelmiyor mu? Buralarda insanlar birbirleriyle ve başkalarıyla çatışsa, istikrarsız halde olsa, kendilerine her ne arz ediliyorsa, onu tüketse, tüketimde dahi çarpıklıklar yaşasa, maliyesini yönetemese, bilgiye ve teknolojiye dayalı değer üretmekten çok çok ötelerde olsa, ama topraklarındaki madeni çıkaran bir güç bulunsa, küresel kapitalist sistem bundan nasıl etkilenir? Burada ifade etmeye çalıştığım nokta şudur, küresel sistem kendisi için gerekenleri kullanarak ve değer vererek gelişirken, geriye kalanların anatomileri ve öyküleri üç aşağı beş yukarı birkaç asır öncekilerden farksızdır ve bu durum da doğaldır.

Öyle görülüyor ki Amerika Birleşik Devletleri, Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya Federasyonu, Avrupa Birliği gibi güçler başta, birçok ülke ve birlik için demokrasi ve otokrasi tartışması bir süre daha devam edebilir. Demokrasi insanın doğasına uygun özgür bir idari sistemi, otokrasi ise devlet temelli bir idari sistemi temsil etmektedir. Demokrasi, küreselleşme, ulus devlet sistemi, uluslararası sistem, uluslararası hukuk, küresel ekonomi, sosyo-ekonomik gelişmişlik, kapitalist ve emperyalist tanımlarını bünyesinde taşıyabiliyor, dinamik bir yapıyla küresel büyümenin sırrını vakıf olarak kendi özgürlük ve hukuk sistemi içinde gelişimini sağlayabiliyor. 

Çin’de durum daha karmaşıktır. Örneğin Hong Kong’un Çin’e devrine kadar buradaki görünümü Batı medeniyet dokusuyla, başka ifadeyle, demokrasi anlayışıyla temellendirilmişti. Bugün Hong Kong’un Çin’e devri gerçekleşmiş, özel bir idari yapıya sahip bir mega-kenttir. Bazen, merkezi Çin yönetiminin baskıcı kanunlarına karşı gelmek adına, halkın sokağa çıkarak reaksiyon gösterdiklerine tanık olunmaktadır. Çin’in gelişmiş mega-kenti olan Şangay’da durum farklıdır. Şangay elbette Çin Halk Cumhuriyeti’nin planlaması ile gelişmiş bir kenttir, fakat bu devlet kapitalizminin organize ettiği yapıya sermaye oluşturan arka plan öyle kolay açıklanabilir değildir. Öncelikle burada Batılı sermayenin öncülüğüyle meydana getirilmiş bir sermayeden söz etmek gerekmektedir. O halde özellikle yaklaşık son yarım asırda, Çin’in otokrasisi, başka ifadeyle Komünist Parti Genel Sekreteryası, küresel sistem için kapitalist gelişimin bir kanadı veya bir kutbu olarak kendini göstermiştir. 

BAE örneğindeki gibi, kapitalizm için bir demokrasi şartı yoktur. Kapitalizm gelecek kazanca ve kendi kontrolünün olup olmadığına odaklanır. Ülkelerin ve politikacıların, gelişen konjonktürde öne çıkan coğrafyalarda ve dönemlerde bir sorumluluk almak yönünden bir adaylığının gerçekleşmesi söz konusuysa, bu bir ortaklıktır. Bu ortaklık, karşılıklı rasyonel anlaşma ile daha fazla kazanca odaklanır.

ABD’nin liberal demokratik sisteminin yol haritasını az çok bilmekteyiz. Bu küresel şartlarda Çin ve Hindistan gibi güçler bir sürtünme, rekabet, etkileşim yaratan ortamın ta kendisidir. Örneğin Çin ne yapıyor veya yapmak istiyor? Ben Çin’e kapitalizmin ve küresel sermayenin gelirini katlamak için kullanabildiği büyük potansiyel olarak bakıyorum. Hindistan konusu da devreye girdiğine göre, aynı bakış açısını buna göre hesap etmek gerekir, kanaatindeyim. O halde toplayacaksınız, ABD, Çin, Hindistan veya diğer bütün güçlerin potansiyellerini bir araya getirerek bakacaksınız, politikayı da bunun içinde yöneteceksiniz.

Bu yaklaşımla Çin’e bakalım. Devlet Başkanı Xi Jinping, ÇHC Komünist Partisi (ÇKP) ideolojisini savunmaktadır. Küresel sermayenin klasik devlet kontrolünde gelişmesini ister. Siber-uzay ve kitle imha silahları dahil silahlanma (güç politikaları) programlarını yürütür. Bilindiği gibi Sun Tzu, “Asıl savaş psikolojik olacaktır!” der.  ÇHC bugün de bu fikre göre hareket eder. “Sonsuz Diyalog” şeklinde ifade edilen bir felsefe tatbik edilmektedir. ABD bu felsefenin kendisini küresel mücadelede geri bırakacağını öngörüyor. ÇHC, “Sonsuz Diyalog” ile beraber “Varoluşsal Rekabet” ve “Revizyonizm” programlarından söz etmektedir. Bu yöntem dünyada ülkeler içerisinde içten içe ilerleme yolu olarak görülmektedir.

Yukarıda ifade ettiğim gri dönemde, ÇHC kendi net projelerini tamamlamaya çalışacaktır. Bunları sıralayalım: Ulusal Kalkınma ve Reform Komitesi (NDRC), Kuşak Yol Girişimi (BRI). İkili Dolaşım Stratejisi. On Dördüncü Beş Yıllık Planı (2021-2025). “Made in China 2025” (MIC 2025) Projesi. Asya Altyapı Yatırım Bankası (AIIB). AB-ÇHC Kapsamlı Yatırım Anlaşması (CAI). Asya-Pasifik’te Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık (RCEP). Güney-doğu Asya’da ASEAN. Çin’in gelişme takvimini buraya not edelim, her bir konu için zaman 2049’dur. Zaten Xi, bunun için 2050 yılını işaret etmektedir. Devlet Başkanı Xi Jinping, 2012’de Küresel Politikalar konusunu işledi ve şöyle söyledi: “2050’ye kadar Ülke dünya ulusları arasında gurur duyacağı bir yer edinecek.”

Hemen her tür konuya, olaya, düşünceye karşı olmak, bunun için her türden fırsatı kullanmak, her zaman için mümkündür. Önemli olan, bir şeylere karşı duruyorken ne elde ettiğinizdir.

Düşmanlıkları, karşıtlıkları tarif edebiliyoruz, bunlar bilinen kalıplarla açıklanabilir gerçekler. Hatta uzunca zamandır yüzde 99’luk kesimin yüzde 1’lik kesime olan örgütlenme girişimlerinden de söz edebiliyoruz. Din, dil, etnisite, coğrafya, yaşam biçimi, fark etmiyor, dünyadaki gidişattan hoşnut olmayanların derece derece protestolarına ve aynı zamanda siyasi örgütlenmelerine tanık olunmaktadır. 

Eski zamanlarda vardı, ama günümüzde daha fazla söz eder olduk: Maşa, aparat, vekil… Direniş eksenli tartışmalarda kimler kimlerin veya nelerin kullanabildiği bir unsur halinde? İç içe geçen ve toplumları kaotik ortamlara sürükleyen şartları göz önüne aldığınızda bazı soruların cevabını bulmak pek mümkün olamıyor gibi duruyor. Ama şurası açık, strateji yaratma teknikleri ve simülasyonlar geliştikçe, insan için bu bilmece daha bilinmezlik yaratır cinstendir.

Benim burada görebildiğim şudur, dünyada büyük nüfusun, azınlıkta olduğu halde hemen her şeye hükmetme kapasitesini kontrol edebilen ve küresel kapitalizmin ekmeğini yiyebilen elit yaşamların karşısında durmak istedikleri açık bir konudur. Ama ne kadar etkili olabilirler? Acaba direnişçi kesimler, yine küresel gelişme kapsamında, gerekli bir fonksiyon halinde kullanıma açık mı olurlar?

İşte bu kaotik hale gelen şartlarda, zamana uygu şekilde çatışma ve savaş biçimleri de değişmektedir. Kanımca, şimdiden bu alandaki değişimi öngörmemiz yanlış olmayacaktır. Sonuçta ağ sistemleri, robotlar ve siber-uzay devrededir.

YENİ NORMALLER VE YENİ SOMUT-GERÇEKLİK

“Elon Musk şunu yaptı, bunu yaptı…” Hemen her gün bu türden haberleri görmeniz mümkündür. Mars’a yolculuk, elektrikli araçlar, yeni tür roket sistemleri ve uydular, göğe yerleştirilen iletişim ağ yapısı, robotlar ve nöral mühendislik, Ukrayna-Rusya ve İsrail-Hamas savaşları, sosyal medya… Pek çok şaşırtıcı konuda ve noktada dünya bu kişiyi konuşuyor. Sadece bu da değil, Jeff Bezos, Larry Ellison, Warren Buffet, Bill Gates, Larry Pages, Mark Zuckerberg, gibi bazı isimlerden yeni dönemde daha fazla söz ediyoruz. Artık küresel lojistik, bilgi akışı, yeniyi yaratma hızı, gibi hususların birer ağ ile insan yaşamını yönlendireceğini düşünmemiz gerekiyor.

Son yıllarda dünyada salgınlar ve savaşlar oluyor, küresel ekonomik sorunlar yaşanıyor, küresel ölçekte büyük ülkelerin ekonomilerinde gerilemeler oluyor, ama Elon Musk gibi küresel aktörlere sermaye aktaran kapitalistler olup bitenlerden tamamen ayrışıyorlar. Üstelik bunlar bütün küresel meselelerden kendilerine göre çok başka sonuçlar çıkarıyorlar, belli hamleler yapıyorlar ve yeniliklerin “normalleşme” süreçlerini hızlandırmak açısından “yeni algılar” ile ilgileniyorlar.

Giderek gelecek günlere küreselleşmenin kendi düzenini yarattığı bir perspektif ile bakılmalıdır. Ortaya çıkan durumda bahsettiğimiz bu büyük sermaye giderek her açıdan güçlenmektedir. Artık çoğu ülkenin, hükümetin, politikacının ve liderin düşüncelerinin çok ötesinde gerçekleşmeler olmaktadır. Sanki şöyle oluyor, ironi olarak, birileri Mars’a gitmekle ilgileniyorken, çoğunluk dünya nüfusu, bilinen itiş kakış içerisinde yaşamını sürdürüyor, akıllarının alamadığı ölçekteki olaylar ve gelişmeler karşısında ise “yeni normaller” için kendine bir bağışıklık sistemi geliştiriyor, üstelik üretim ve tüketimin seyrinde ve temposunda herhangi bir etkisi olmuyor.

2008’de patlak veren küresel mali kriz, Covid-19, Ukrayna’daki ve Orta Doğu’daki savaşlar, küresel iklim değişikliği, gibi çok önemli sınavlardan geçen ekonomilerin çeşitli sorunlarıyla ilgili haberler canımınız sıkmıyor mu? Bir de bakıyoruz silahlanmaya ve teknolojik tüketim mallarına olan ilgi artıveriyor. Elektrikli araç piyasası bir çareymiş gibi ileri sürülüyor. Yeşil enerji dönüşümüne yatırımlar artıyor. Uzay turizmi için roketlerin biri kalkıyor, diğeri iniyor…

Ulus devlet sistemlerinin, 1970’lerden başlayarak daha belirginleştiği çizgide ilerleyerek, bugün daha gelişmiş olduğu açık görülen küreselleşme içerisinde bir açıklaması var; o da küresel ekonominin gelişimine adaptasyonu tam küresel mega-kent olabilmek. Peki o zaman, devlete ne oldu, diye sorulabilir. Devlet hep var ve kendi özelliklerine uygun yönetim şekline göre ülkeden ülkeye değişim gösteren özelliklere sahip. Hatta devletin yapısı ile hükümetlerin arasında da bir bağ söz konusudur. Singapur, bir kent devleti örneğini işaret etmektedir. BAE, toplam nüfusu 1 milyonuna tekabül eden yerel halkın dışındaki 9 milyonu bulan göçmenler istihdam edilmektedir. Onların bakışıyla bu çoğunluk nüfustaki çalışan göçmenler, modern zamanın köleleridir, BAE’nin amaçlarına hizmet eden işlerde çalıştırılmaktadırlar. Eğer göçmenler sorumluluklarını yerine getirmezlerse, ülkeden çıkarılmaktadır, çizgi bu kadar nettir. Amerika Birleşik Devletleri’nin bir eyaleti olan Florida’ya bakın, burada iç içe giren bir sistemin olduğunu görürsünüz. Örneğin başka eyaletlerde emlak sektörü için vergi alınırken, Florida eyaletinde buna gerek duyulmamaktadır. Çünkü, vergiden daha fazla miktardaki gelir, Florida’ya katkı sağlayan kaynaklardan alınabilmektedir. Eyalette yaratılan etkileşimin sağladığı dinamizm daha cazip kazanım elde etmeye yeterli görülmektedir. İşte bu değişik karakterdeki örneklerin hepsine birlikte bakıldığında, öne çıkan nokta, daha çok demokrasi ve otokrasi kavramından ziyade “gerçekçilik” olmaktadır.

Gerçekte olanlara veya olabileceklere ekonomik büyüklükle bakacak olursak, soruyu gayet basit soralım: Dünyada “değer üretmek” bağlamında hem para var hem de akıl ve motivasyon, bu durumda küresel güçler kendi kontrolünde olabilecek büyümeyi esas aldıklarında, katlanarak büyümelerini garanti etmek amacıyla, insanlara hangi türden şartları sunabilirler? Başka açıdan soralım: Yeni normaller, yeni teknolojiler, yeni yatırım sahaları (robotik ve nöro-bilim içerikli sistemler, uzay, yeşil enerji, vs. dahil), yeni mega-kentler ağı, insanları ne tür sınırlamalara ve faaliyetlere göre tasnif edebilir? 

Fark ettiğiniz üzere sürekli gerçekçilikten bahsediyorum, ama bu somut olana yönelen bir gerçekçilik. Gerçek ne, diyeceksiniz. Gerçeğin ne olup olmadığı tartışması bir yana, “somut-gerçekçilik” başka bir yanadır. Küresel kapitalizmde somut-gerçek üzerine kurulan bu oyunun kurallarını iyi değerlendirmek gerekir. Çünkü birey, toplum veya ülke, her ne ölçekte bakarsanız bakın, geride kalmak ile ilerlemek hususları, bu bağlamla açıklanabilirdir. İşte bu tür göreceli kavramlar sizi politik alanda bir yerlere sürükler, ama durumun farkına vardığınızda iş işten geçmiş olabilir. Önemli olan, gerçek kazanım nerede, bunun cevabını bilebilmektir. Kazanım, canlılar için hayatta kalmak gibi çok temel bir noktayla ifade edilmektedir. Unutulmaması gereken nokta, zamana ayak uyduramayan bir çok medeniyet, bugün sadece arkeologların ve tarihçilerin çalışma alanında yer almaktadır.

SONUÇ

Ulus ve uluslararası sistem kendi sorunlarıyla birlikte yaşarken, içinden gelişen ve giderek sermayenin aradığı şartlarla kendine özgü bir yapıya kavuşan küreselleşme günümüzde çok önemli bir dönüşümü gerçekleştiriyor. Şöyle soruyorum, geleceğe küresel kapitalizmin vizyonu ile bakabiliyor muyuz? Bu dönüşüm içerisinde uzayın, robotik sistemlerin ve küresel mega-kent sistemlerinin giderek bir ağ örgüsüne kavuşacağı ve yaşamın pek çok alanında yeni normaller üzerine işlevsellik kazanacağı söylenebilir. Hatta dünyadaki olgulara daha fazla ve acımasızca somut-gerçekçilik kavramıyla bakanların kendi aralarında bir ağ oluşturması da söz konusudur. Burada temel noktalardan ilki insan doğasıdır, ikincisi ise küresel güç odağı olmaktır. Mevcut devlet ve hükümet yapıları ne türden olursa olsun, insanın gelişmeye, rekabete ve hatta savaşa olan ilgisi asla durmayacak, bu gerçeği en etkili biçimde motive eden ve bu yolla katlanarak güçlenen sermaye ise süreçleri istediğinde değiştirebilecek gibi görünüyor. İşte bu giderek kaotik hale gelen şartlarda politikacıların ne tür güvencelere dayanacakları hususu dikkat çekici bir nokta olabilir. Çünkü politikacıların büyük nüfusa karşı sorumluluklarında çok fazla tereddüt içeren süreçler yaşanabilir. Bazı yazarlar, şimdiden Yeni Orta Çağ (neomedievalism) tahminleri üzerine tartışmaya başladılar bile.

Bu kapsamlı bakış açısına dayanarak, kişisel objektifim, coğrafi ve zamana bağlı yaşanan hemen hemen tüm olaylara net şekilde ayarlanabiliyor. Örneğin son dönemlerdeki gelişmeleri, gerginlikleri, çatışmaları, aktörlerin hareketlerini, kimin nerede ve ne maksatla reaksiyon gösterdiğini, politik etkinlikleri, seçimleri yorumlamam zor olmuyor. Böylesi geniş bir objektifle, yanlı tutumların, dar düşünce kalıplarının ve aceleci kararların olası zararlarından kaçınmak oldukça kolaylaşıyor. 

Ekonomi 'ın son yazıları

485 views

Kapitalizmin Kritiği

Güncel konulara ve kavramlara bakarak, kapitalizm gerçeğini, yaşananları, ülkelerin, politikacıların ve entelektüelin durumunu irdeleyelim. Gerçekleri, yanılmaları ve kritikleri gözden geçirelim.
574 views

BRICS Hakkında

Güney Afrika'da 22-24 Ağustos tarihlerinde BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) liderler zirvesi 15nci toplantısı gerçekleşiyor. Şimdi önemli soru ortak para birimi olacak mı? Bunu göreceğiz. Ancak böyle bir karar olsa nasıl mümkün olabilir, tarifini yapalım.
1.3K views

ABD’nin Jeo-politikası ve Küresel Ekonomideki Baskısı

Küresel ekonomik şartların aşırı derecede değişiklik göstermesinin mantıklı bir açıklaması olmalıdır. Rastgele gelişmelerin yaşanması şeklinde açıklamalar ve büyük ekonomilerin bunun üzerine politika üretmeleri pek kabul edilebilir değildir. 2008’de başlayan olumsuz dalga Covid-19'dan sonra, bugün Ukrayna’daki savaşın getirdiği olumsuz ekonomik şartları da geçti, gelişmeler salt politika deyip bakılamaz noktada, bugün Ukrayna'da bir savaş oluyorken, Hint-Pasifik’te hemen her an bir provokasyon ile şartlar gerginleştirilmektedir. Normal ekonomi yaklaşımlarıyla "normal, birbirini tetikliyor," şeklinde açıklanabilecek olumsuz ekonomik gelişmelerle, özellikle ABD kaynaklı jeopolitik ve jeostratejik girişimlerle, daha da derin sorunlar olmaya dönüştürülmektedir.
1K views

Global Inflation and Geopolitical Situation

Today we focused on the Ukraine issue. On the other hand, we have a big global problem, related to the economy. We do not talk about the relevance of these negative economic developments to the sanctions imposed on Russia, because the world wants this war to end. So who is making sacrifices or will make more, how will the atmosphere of Post-Ukraine develop?
1.9K views

Hiper Küreselleşmenin Etkileri

Biz ekonomiyi biliyoruz! Kapitalist misiniz, değil misiniz? Liberal misiniz, eşgüdümcü mü? Küreselci misiniz, ulusalcı mı? Kimlik siyasetini mi önemsiyorsunuz, finans politikalarını mı? Kural-egemenlikten yana mısınız, neo-liberalci mi? Kaçıncı Sanayi Devrimi gereği konuları tamamladınız? Bu içinde bulunulan devrimin şartlarına hazır mısınız? Sorular çoğaltılabilir. Ben işin bu netlikle ve bilinçlilikle olan kısmındayım.
DÖNBAŞA

Okumadan Geçme