Politik Vizyona Göre Konumlanma Stratejisi

10 Mayıs 2024
Okuyucu

Ülkeler için sihirli kelimeler refah ve güvenlik, öyle değil mi? Peki 2030’lardan sonrasına bakın, dünyadaki gelişmeler ve Türkiye özelinde cevap arayın, vizyonumuz ve stratejimiz ne, refah ve güvenlik için neler düşünülmeli? Bu stratejik-vizyona esas olacak şekilde, politik anlayışımız, sosyo-politik ve sosyo-ekonomik etkileşimlerimiz ne durumda, neredeyiz, ne tarafa doğru gidiyoruz, riskler neler?

GİRİŞ

Konuyu, Küresel Etkili Kaotik-Atmosfer, Küresel Ekonomik Büyüme, Küresel Kapitalizmin Vizyonu, Politika Yapmak, Türkiye ve Sonuç başlıklarında inceleyeceğim.

Konuyu geliştirirken stratejik başlama esas olacak biçimde seçtiğim ve kullandığım sözcükler şunlar: Küresel, Atmosfer, Etkileşim, Sürtünme, Sermaye, Kapsayıcılık.

KÜRESEL ETKİLİ KAOTİK-ATMOSFER

Türkiye her türlü gelgit hareketinin etkisini gösterebileceği bir coğrafyada yer almaktadır. Bizler bu durumun çağlar boyu böyle olduğunu öğrendik, görmekteyiz de. Tarih bunun etkisiyle tecelli etti.

Gelgit hareketleri dediğim konu basit bir betimlemedir ve etkileşimi tarif eder. Bunu başka şekillerde de tarif etmek mümkündür. Zaman içinde küresel büyüklükler her açıdan artınca, bu etkileşim biçimi de değişim içine girdi. Örneğin, kültürlerin ve tehditlerin zaman alarak hareket ettiği dönemlerde, bir coğrafyada yaşayan toplulukların diğer birine etkisini görebilmek için, stratejik bakışın parametreleri az sayıdayken, bugün bugün ancak teknolojik destekli vasıtalarla muhakeme etmek mümkün olabiliyor, durum çok değişti. Yine de her durumda şartların iyi değerlendirilmesi gerekir. Politika yapıcılar için etkili faktörleri eksiksiz düşünmek, zamanından önce girişimde bulunmak ve yaşanacak atmosferi yaratmak zaruridir. Politika ve liderlik sahnesinde bu tür başarı ve başarısızlık sonuçlarını görmek mümkündür.

Bugünün değişimi içerisindeki Küresel Etkili Kaotik-Atmosferi anlayarak hareket etmek şarttır. 

Ülkeleri ve ellerindeki güç unsurlarını yönetenler başarılı olmak adına iyi eğitim almalıdırlar. Vaktiyle gelgitler şeklinde açıkladığımız etkileşim bugün çok daha karmaşık ve dışarıdan bakınca silik haldedir. Bunun çok kapsamlı hareket içeriklerini anlamak için pek çok şeye aynı anda bakmak gerektiği bilinmelidir. Eğer siz çeşitli nedenlerle yeterince durum hakkında bilgilenemiyorsanız, bu tür hususlara bakanlar var; akıllıca bir sistem çerçevesinde kendi bilgisel beslenmenizi sağlayabilmelisiniz. Neticede kararlarınız isabetli ve ileriye dönük olmalıdır. Mesela, danışmanlarınız kimler, neyi temsil ediyorlar? Yanlış yöndeki bilgisel beslenmeniz sizi yanlış kararlara götürür. 

Bugün de dünya, insanlar, kültürler, ülkeler, çeşitli güçler büyük bir etkileşim halindedir. Tarih bu sebep-sonuç ilişkilerine bakılarak yazılıyor. Önemli olan bu zaman, mekân ve şartlar çerçevesinde olup biteni kavramak ve bunun yönlenmesindeki parametrelere katkı verebilmek, gerekliyse müdahale edebilmek, kazanan veya kaybeden olma noktasında bir sonuç elde edebilmektir. 

1950’lerden sonra dünyadaki mevzuları biliyoruz. Kabaca şöyleydi; iki kutuplu dünya, komünizm-liberalizm mücadelesi, jeopolitik manada daha ziyade enerjiye, üretim mallarına, pazar yerlerine ve ticaret yollarına hükmetmeye odaklanan başat güçler vardı, bunlar kendilerine nüfuz alanları oluşturmakla ilgilenmekteydi. İki kutuplu dünyanın başat aktörleri arasındaki ara hatlarda sürtünme noktaları nereler ise oralarda diğer yerlere göre daha fazla etkileşim ve diğer tabirle sorun vardı. Bu etkileşimi her türden sonuçla görmekteydik: Darbeler, ideolojik çatışmalar, Soğuk Savaş yöntemleriyle yapılan faaliyetler… Örneğin Orta Doğu’ya baktığımızda ilk gözümüze çarpan şekliyle, bu coğrafyada SSCB-ABD rekabeti ile beraber tarif edilmesi gereken hareketler ve sosyo-politik ve sosyo-ekonomik alana müdahaleler vardı. Neleri söyleyebiliriz? İsrail’in oluşumu ve gelişimi, Süveyş’in ve dolayısıyla Mısır’ın kontrolü, İran ve Basra bölgesinin gelişimi ve idaresi, gibi. Jeopolitik açıdan Avrupa alanında mütalaa edilen Türkiye’nin ve Boğazlar’ın kontrolü ve idaresi de Orta Doğu’ya yakınlığı ile bunlardan etkilenmekteydi, etkileşim çok boyutlu halde İstanbul ve Ankara merkezli faaliyetlerle (politika, istihbarat, ticaret, vs.) sürdürülür idi. 

Orta Doğu’da ve Türkiye bölgelerinde, genel olarak yazıyorum, Vahabilik, Şiilik, Nakşibendilik, Milliyetçilik, vs. her türlü akım beslenirdi veya beslenme imkânı bulabilirdi. Orta Doğu’da Vahabilik için Suudi Arabistan ve Yemen, gibi var olan potansiyele dayalı faaliyetler göze çarpardı. İran’da ise Şiilik üzerinden faaliyetler derinleştirilirdi. Diğer yandan Türkiye-İran-Irak eksenine Kürtçülük tohumları ekilirdi.  Hatta Moskova’nın inisiyatifi daha baskın olan Mahabat isimli bir devletçik kurulmaya bile çalışılmıştı. Bu manada Suriye belirgin olarak daha sonra beslenen bir alan oldu. Daha sonra Vahabilik Afganistan’a kadar taşındı. Sonrasını biliyoruz, El Kaide’ye uzanan konu. O döndü dolaştı Irak-Suriye hattına tekrar döndü, isimler, yöntemler ve fraksiyonlar değişti. Bölgede Şii ve Sünni bazı mezhepler desteklendi. Bunları da biliyoruz, yörede kaynağı olan, az bir müdahale ile parlatılabilir, sosyolojik tabana sahip konular… Mesela Mısır’da Sait Kutub, Siyasal İslam alanında yazdı çizdi ve kitapları elden ele yayıldı ise etkisi coğrafyada mutlaka gelişecektir… Tam karşısına bakın, Komünizm ve Sosyalizm ile ilgili yayılma söz konusu edilecektir. Sol partiler, dernekler, talepler, medya organları, propaganda gereçleriyle hareket edilmesi… Türkiye’de “FETÖ de nerden çıktı?” demeyin. Bazı partiler, fikir akımları, dernekler, kurum ve kuruluşlar, hatta eğitim müfredatları bile bu şekilde etki altında idi.

Devletlerin güvenlik birimleri bu tür hareketleri kontrol etmek ister, işi de budur. Eğer rejim, politika, iktidar beklentisi hangi yönde ağırlık kazanacak ise ona göre çaba sarf edilmeliydi. Partiler kurulur, darbeler olur, liderlere suikastlar yapılır… Bakın bu dönemlerde coğrafyaya, çeşitli örneklerini görebilirsiniz.

Hani saha-masa deriz ya, buna kapitalist dünya boyutunda şöyle bakın: Karar vericiler ve nüfusun olduğu coğrafyalar. ABD veya İngiltere’de sermaye masanın etrafına oturur ve kim nereye yatırım yapacak, parayı kontrol edecek olan kişi veya parti hangi biri olacak, kararlar verilir. Bu zor da değildir, teşvik, cesaretlendirme, hatta biraz daha geriye gidin bakın, eğitimler, vakıflar, burslar, stajlar, gibi süreçlerle ileriye dönük insan gücü yatırımları yapılır. Soğuk Savaş döneminde ABD ve İngiltere karşısında Sovyetler Birliği’nde de benzeri faaliyetler söz konusuydu ve burada daha çok ideolojiyi taşıma kapasitesi önde tutulurdu.

Asıl olan başat güçlerin kendi merkezlerindeki eğilimlerdir ve kendi aralarındaki rekabettir. Örneğin ABD ve Rusya bu dönemlerde nelere daha fazla önem veriyor, yönelimleri hangi noktalarda gelişiyor, bunlara bakmak gerekir. Nükleer alan dahil sürekli silahlanma, sanayileşme, sanayi casusluğu başta her türlü istihbarat faaliyetinde derinleşme ve yayılma, işgaller, bilimsel ve teknolojik alanlarda çok özel konulara yönelme, vs. 

Aynı şekilde düşünelim, politikaya ve çeşitli coğrafyalardaki sonuçlarına bakılır. Ama mesela, dünyadaki paranın nerelerde büyütüldüğü, nerelere seyrettiği, sermaye hareketleri, hisseler, yatırımlar, üretim biçimleri, vs. bunlar sanki diğer faaliyetlerden ayrı, günlük işler, ekonominin konusu olarak ele alınır. Şurası açıktır: Ülkeler veya liderler ne yaparlarsa yapsınlar, sonuçta önü sürekli açılan sermaye ve ekonomik büyüklük konusudur, büyüklükler bir şekilde yaratılmalıdır. 

Bunu “sihirli el” diye düşünmeyin, gelişme doğal olur. Gelişme dinamikleri önemli ölçüde sermaye ile irtibatlıdır, bu gerçeği de kaçırmayın! Mesela sermaye Uzak Doğu’ya kaydı; ucuz iş gücü, büyük pazar, kritik hammaddeye ulaşım, teknolojik ilerleme potansiyeli, vs. derken Dördüncü Sanayi Devrimi! Sanayi devrimini bile doğru okumak gerekir. Çünkü bu bir gerçek devrim ve her şeyi değiştirir; değerleri, alışkanlıkları, politikaları… Sermaye nereye gider? Geri dönüşü garanti olan yerlere. Bunun için hukuk gerekir. Eğer Anglosakson sermayesi Uzak Doğu’ya gidebildi ise çoğunlukla olan şey, Anglosakson Ticaret Hukuku sisteminin varlığı veya işlerliğidir.

Ben bu hatırlatmaları, bugüne bakarken, hangi kapsamda olmamız gerektiğini belirginleştirmek için yapmaktayım. Olan yönü kabul etmek de mümkün, alternatif yol geliştirmek de… Politika bu demek! Ama alınan politik risk yerel ve bölgesel değildir. Bu kez küresel eğilimlerin merkez hareketleriyle ilgilidir. Hatta oluşumlar kolay tarif edilememekte, müdahalede zaman faktörü en önemli noktaya yerleşmektedir. Artık geç kalmak demek, saliselerle alakalı bir husustur. Olaylar çözülene kadar kaotiklik özelliği taşır. Bu nedenle bugünün şartlarını ve etkileşimini tarif edebilmek ve algılayabilmek adına bütün bunlar önemlidir.

KÜRESEL EKONOMİK BÜYÜME

Konumuz küresel ekonomik büyüme. Rakamlara ve gelişmeye bakalım.

Grafikte küresel Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH veya beynelmilel şekilde GDP) toplamları gösterilmektedir. 1986’da toplam GDP 41,6 trilyon ABD dolarını bulmuştur. Bu mertebelere katlanarak gelmiştir. Örneğin Soğuk Savaş başladığında (1947) toplam GDP 9 trilyon dolardır. Aynı şekilde ekonomik büyüklüğün Küresel Ekonomik Kriz olarak işaret ettiğimiz 2008’de toplam GDP’nin 87 trilyon dolara erişmesi şaşırtıcı değildir. Sermayenin büyümesini anlayabiliyoruz, değil mi? Yön ne tarafa? Aşırı büyüme tarafında! 

Günlük hareketlere bakmayın, örneğin bazı dönemlerde küresel çapta piyasadaki para boldur veya daralma eğilimindedir. Örneğin bugünlerde cari alanda herkes el frenini çekmiş görünüyor. Bunlar küresel para politikaları konusudur. Neticede zenginlik uçup gitmiyor, üstelik konumunu koruyarak bile büyüyebiliyor. Bakın zenginliğe ve zenginlere, azalan yönde ne görüyorsunuz? Uzaya gidilecek, öyle mi? Sayısız roket masrafını karşılayabiliyorsunuz. Çin’de aynı zamanda bin adet tren hatta devreye girecek diyelim, çok kolay, yatırım eksiksiz yapılabiliyor. Hatta Afrika’ya boydan boya asfalt döşenecek; kolay!

2000’lere geldik… Elbette kopuk bir şekilde gelmedik bu tarihe; etkileşimlerle ve en çok da büyüyen kapitalizmle birlikte geldik. Tek kutuplu dünyanın sancıları, Uzak Doğu’nun sermaye ile beslenmesi, üretim, ticaret, teknolojinin, finansın buralarda gelişme için çok elverişli bir alan bulması…1950’lerden 2000’lere dünyanın pek çok yerinde pek çok olay meydana geldi. Ama yadsınamaz bir gerçek ortaya çıktı, Uzak Doğu artık ekonomik büyümenin merkeziydi. 

Bu Uzak Doğu merkezi ile etkileşimin bir tarifidir, ancak sermayenin büyüdüğü yerleri tarif etmek için şöyle düşünün; (hani öyle denir ya) “bir koyup on alan” kesimler kimlerdi? Kim kimlerle ortaklık geliştirdi? Ortaklık ise her boyutta, hissedar olmanın şekli o denli çeşitlendi ki… Özellikle politika ve jeopolitik tüm çabalar yönüyle, siyaset daha sonra bu ana-kanalın yarattığı koşullarda mı şekillenecekti?

2024 yılına bakın, neler var diye. Yine hatırlatmak açısından şöyle sıralayalım: Ukrayna-Rusya Savaşı, küresel silahlanma dönemi, Orta Doğu’da aşırı kaotik ortam, Hint-Pasifik’te ve Okyanusya’da hem gelişmenin hem de gerilimin artması, Afrika’da şekillenme, yeni ticaret yolları, göçler, siber-uzay ortamının her türden etkisiyle oyunun içinde yer alması, enerji ve iklim değişimleri… Ama yine gözden kaçan nokta, aşırı büyüyen sermayenin hareketinin çok daha köklü etkileşim ile olması!

Çünkü Üçüncü Sanayi Devrimi (1969-2017) tamamlanmış ve Dördüncü Sanayi Devrimi şartlarına erişilmişti. Dördüncü Sanayi Devrimi başlamadan önce (2015) toplam küresel GDP’nin 100 trilyon doları geçmesi ve bu ivmenin bu hızla seyretmesi bize şu soruları sorduruyordu: (Örneğin) 2030’larda toplam GDP 150-200 trilyon dolarlar mertebesinde olduğunda küresel sosyo-ekonomik ve sosyo-politik değişim bizlere hangi yeni-normalleri dikte ettirecek? Yaşam biçimleri nasıl şekillenecek? Halen 2024 yılına yaklaşırken şunu görüyoruz, çok miktarda sermaye gücü var ama sosyo-ekonomik ve sosyo-politik sorunlar bir hayli fazla, o halde bu sermaye nerelerde ve ne amaçlara doğru yöneliyor?

Bir de bakıldı ki, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi Monarşiler küreselleşmeyi ve kaotik-atmosferi en iyi özümseyenlerden oluverdi! Körfez ülkelerindeki hidrokarbon esaslı sermayeye dayalı avantajları bir kenara bırakın, biraz daha dikkatlice inceleyin. Bugünden ticaret, teknoloji, turizm, finans, gibi gelişmeler kesinlikle projelendirilmiş ve takibi yapılan konular. Teknoloji diye basit bir kelime kullanılıyor ama Dördüncü Sanayi Devrimi ve İnovatif yatırımlar içerisinde düşünün ve bundan sonra gelişen sosyo-ekonomik duruma bakın. İfade edeyim, turizm, finans, ticaret vs. noktalardan daha da önemlisi, bu gibi ülkeler kültürel devrim yapmakla ilgileniyorlar, ki bu büyük bir iddiadır. ABD ve İngiltere ile ilişkiler mi? Sorun yok! BRICS mi? Sorun yok! İran ve İsrail ile normalleşme mi? Sorun yok! Ne oluyor da bu şekilde bir politik anlayış ve stratejik vizyon oluşturuluyor? Nerde kaldı 1950’lerin Vahabilik cereyanları? Yok! Nerde kaldı şeriat arayışları? Şaşırtıcı bir değişim ve somut gerçekleşmeler!

KÜRESEL KAPİTALİZMİN VİZYONU

Burada bir başka tarife geçmek isterim: Küresel Kapitalizmin Vizyonu. Ben bu konuyu etraflıca Küresel Kapitalizmin Vizyonu İçinde başlıklı makalemde açıkladım (30 Kasım 2023). Burada kısaca üstünden geçeyim.

Yukarıda “kapitalizmin katmanları” konusunu açıklayan bir grafik görmektesiniz. Bu grafikte en ortada Kapitalizm yer alır. Bunun katmanları ise, 1) Küresel Ekonomi Katmanı, 2) Piyasa Ekonomisi Katmanı ve 3) Ekonomi Dışı Katman şeklindedir. Ülkeleri bu katmanlar içinde incelemekteyim ama şurası açık, gelişme büyük hızla ve kaotik atmosfer yaratarak sürüyor.

Kapitalizmin mali büyümesi engellenemez. Eğer zamanı geldiyse dünyada her ne tür gelişme var ise hepsinden güç alır ve genişlemesini sağlar. Bugünkü konjonktürde bazı devletlerin ve devlet dışı aktörlerin (sayısı ve kapasiteleri dünyada büyük artış yarattı, örneğin Çin, Hindistan, küresel teknoloji şirketleri…) ve olayların (küresel mali kriz, Covid-19, sanayi devrimi, iklim değişikliği, savaş, Arktik bölge ve siber-uzayın kullanımı, vs.), bunlarla birlikte ortaya çıkan çok yüklü hacimdeki sermaye, büyüyen sermayeye uygun bir kapitalist sistem düzenlemesine ihtiyaç duymaktadır.

Biliyorum, Kapitalizm sözcüğü pek çoğumuz için antipatik, hatta Vahşi Kapitalizm bile deriz. Diğer düşünceler, akımlar, hepsi birer arayıştır. Ama değişmeyen şu var, insanoğlunun doğası. Mesela arzuları değiştirmek mümkün olmuyor. Arzular hep var ve belki de bu gelişmiş insan haline böyle arzuların olması nedeniyle gelebildik, diğer canlılar bir bir kayboldu. Hani derseniz ki Marksizm gelse de bu vahşetten kurtulsak, ben de derim ki insanlık onu da denedi! Belki romantik ve ideal açılardan aklımızın içinde pek çok konu da olabilir; hepsi insan içindir ve bir şekilde yaşamda karşılığı vardır. Her neyse, değişmeyen gerçek şu: Sermaye büyüyor, adına ne derseniz deyin. Çin de olsa, Rusya da, Amerika da olsa, Almanya da, değişmeyen ne? Para, yani değer. Sistem demek, insan icadı bu değerin kendini geliştiren bir mekanizma ile yönetmesi oluyor.

Uluslararası sistemde ülkeler ve devletler, 1) Gelişmiş, 2) Gelişmekte Olan ve 3) Az Gelişmişler olarak tasnif edilirler. 

Örnekte verildiği üzere, ABD, İngiltere ve Almanya, dünya ekonomisi ve piyasa ekonomisi katmanları içinde, kapitalizm için emin bir konumda, birbirleriyle entegre, işbirliği halindedir. Bu yapı, dünya ölçeğindeki sermaye için bir çıpadır. Eğer büyüme zamanı geldiyse ve sermayede doğal bir zorlama hissediliyorsa, bu yapıyla birlikte düşünülmesi gerekecek hususlar olacaktır. Kuralların belirlenmesi, güç parametrelerin ve payların dağıtılması, gibi. Esasen bu ülkeler (ki örnek ülkeleri daha fazla artıracak olursak buna G7 ülkeleri de demek mümkündür, örnekte yer almayan diğer G7 ülkeleri bu şekilde değerlendirilmelidir), tarihsel kapitalizmde Avrupa’dan ABD’ye ve küreselleşmeye kadar olan gelişimi tarif eder. Kapitalizmin “referans” verdiği sistem budur.

Gelişmekte olan Çin, Hindistan ve Rusya, ana gövde piyasa ekonomisi katmanında, dağınık da olsa önemli bir kısmıyla dünya ekonomisi katmanı içindedir. Fakat örneklenen bu grup ulusların, bir yönüyle Kapitalist Sistemin, diğer yönüyle de gelişmekte olan devletlerin dışına taşan bölümleri vardır. Ana gövdenin Piyasa Ekonomisi içinde olması hem uluslararası hem de Kapitalizm için önemlidir. Bunlar Ekonomi-Politiği açısından üzerinde fazlasıyla çalışılması gereken uluslardır. Çünkü ana gövdeleri ekonominin hayat alanındadır. Etkileşimleri ve istikrar durumları kontrol edilmelidir. Bu örneklenen grupta sistem Kapitalizm için doğru işlerse, piyasa, arz-talep, fiyat, gibi ekonomi konularında sermaye büyüklükleri elde edilebilecektir. Çin, bazı uluslar için ayrıcalıklı olan, bazıları için bir ticaret savaşına muhataptır. Rusya ise bu zaman içinde malum, savaştadır ve yaptırımlara tabidir. Hindistan için ekonomi politiği yoğun çaba sarf etmektedir.

Bu gruptakiler kendi sermaye birikimleri ile Batı merkezli sermayeye alternatif büyüklüklere hükmetmenin yollarını arıyorlar, özellikle Çin ve Rusya buna çabalayan güçlerdendir. Örneğin bu gelişmekte olan güçlerin, BRICS gibi bir oluşumla alternatif arayışları söz konusudur. O halde dünya ekonomisi açısından bakıldığında, sorun alternatif bir BRICS oluşumu değildir, her ne olursa olsun bunun kontrol edilebilirliğidir, piyasa ekonomi katmanı içerisinde toparlanacak biçimde düzenlemeleri yapmaları, sermayedarlarca beklenmektedir. Burada ortaya çıkan büyük rekabetin ve silahlı çatışmanın düzenlenmesi için ise ciddi çaba gerekmektedir.

İşte tarihsel kapitalizmin bu noktada yapacağı mali büyümeyi temin edecek ve dünya ekonomi sistemini sağlama bağlayarak gelişimini sürdürecek kapsayıcılığı yaratmak. Grafikte kapitalizmin, mali gelişmeyi içine alarak genişlemek isteyeceği görülmektedir. Buradaki soru, nasıl olacağıdır? Bu sorunun cevabı bir “güç mücadelesi” içerir. Kapitalizm bu geçişi yine kendisi kazanacak şekilde sürdürür. Zira savaşlarda bile kapitalizmin büyümesi katlanarak sürmüştür. Savaşmak yerine aktörü bir diğeriyle kontrollü biçimde savaştırmak ve çatıştırmak, dolayısıyla sürekli kazanç sağlayan bir sürtünme alanı yaratmak, bunu yapabilen açısından en iyi stratejidir.

Bu gelişmekte olan ülkelere İran örneğini ilave edebiliriz, çünkü benzer yönleri var. Çin, Rusya ve Hindistan örneklerinden tek fark, İran’ın büyük ölçüde piyasa ekonomisi katmanında yer almasıdır.

Diğer gelişmekte olan ülke örneği Türkiye’dir. Türkiye kapitalizmin sınırları içindedir. Ancak piyasa ekonomisi katmanında genişleyebilecek bir yapıda olması gerekir. Güney Kore gibi dünya ekonomisi katmanında, ABD, İngiltere, Almanya gibi merkez ülkelere yakın biçimde yer bulması beklenebilir. Türkiye grafikteki seviye itibariyle biraz aşağı konumdadır ve G7 ülkeleri karşısındaki ülkelere yakın biçimde, dışa doğru konumlanmış haldedir. Eğer bugün Türkiye’nin Hazine ve Maliye Bakanı “rasyonel ekonomi” terimiyle bir sürecin içindeyse bu rastgele değerlendirilmemelidir. Mayıs 2023 seçimlerinden sonraki dönemde Hükümetin ekonomiyle ilgili tercihlerine ve uygulamalarının tümüne bakın, bunlar kapitalizm içinde düzeltmeler şeklinde açıklanabilir. Hatta diğer bakanlıklardaki ve önemli kurumlardaki tercihler hakkında da düşünceleriniz olabilir.

Yukarıda değindiğim gibi bazı farklı adımların atıldığını görmekteyiz. Körfez Ülkeleri, özellikle Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan, Çin ile ekonomik ve stratejik ilişkileri geliştiriyor. Bunlar BRICS ülkesi oldular. Bazı ülkeler için Dubai ve Suudilerin yeni inşa etmekte olduğu finans kentleri, küresel ekonomi için bir transfer ve gelişimi destekleme merkezleri olacak. Bakıldığında “bu Körfez Ülkeleri, ABD ve İngiltere’nin politikalarından kopup Çin’e yanaşılıyor,” gibi düşünülebilir. Hayır, böyle bakılmasın, “sermayenin kapsayıcılığı ile yeni bir mali büyüme yönü doğrultusunda gerekenler yapılmaktadır,” diye düşünülsün. Esasında konumuz da budur!

O halde dünyada yeşil enerji dönüşümü oluyor, siber-uzayda hareket çok fazla, savaş var, ama diğer taraftan birtakım ülkeler, mali disiplinle ve yeni projelerle dünyaya yeni bir sistem örgüsü oluşturmakla meşguller. Sonuç belli mi? Hayır. Güç mücadelesi sürer mi? Evet. Bazı devletler ve devlet dışı aktörler oyun dışı kalabilir mi? Evet. Yeni aktörlere yer açılır mı? Evet. Mali büyüme kendini garanti eder mi? Evet. Hızla gelişen yenilikler ve yeni normaller bazı güçleri ve grupları gerilerde bırakır mı? Evet.

Şimdi Güney ve Kuzey Kore’nin grafikteki yerlerine bakalım. İkinci Dünya Savaşı sonrasında geri planda büyük sermayenin ve önde ABD’nin olduğu sistemin gayretiyle rayına konan Güne Kore bugün olması gereken yerindedir. Kuzey Kore nerede? Politik açıdan açıklamak bile güç! Ancak o noktada bu ülkeyi, mevcut yapısıyla tutmaya devam eden bir akıl var ise bu boşuna değildir. 1950’lerden bu yana Güney Kore’ye yatırım yapan ABD sermayesi mevcut politik durumdan gayet memnun görünüyor. 

Ekonomi dışı katmanda yer alan Sudan gibi az gelişmiş ülkeler çok daha farklıdır. Bu tip ülkeler, sermayenin dışarıda durduğu, şartlar oluşunca buraların ekonomiye katılabileceği hedef alanları hüviyetindedir.

Hong Kong, Singapur, Dubai, böyle kentler bana İtalyan Rönesansı’nın önce gelen kentlerini hatırlatıyor. Kapitalizmin en iyi bildiği yol, kentlerden yola çıkmakla başlar ve daha sonra dünyada kendi çalışma dinamiklerine uygun ulusları görürsünüz.

POLİTİKA YAPMAK

On Beşinci Yüzyılda bölgesel genişleme toprak kazanmakla daha fazla ilintiliydi, ondan dolayı hızla ulus devletler gelişti. Bugün ise ilave bir durum var; toprakla, denizle ve gökle beraber, esasen insan kazanmak öne çıktı. Neyle? Teknoloji, dijitalleşme, siber-uzay… Bugün insanların kararları ve arzuları devletlerin idari yapılarını zorlar niteliktedir. Bunu bırakın, bahsettiği kentler veya kent devletler zaten başlangıçta her türlü düzeneği kapitalist stratejiye uygun kurmaktadır. Bugün hızla gelişeceklerin başında kent düzenekleri olduğunu bilmemiz gerekiyor.

Diplomasi yapmanın yöntemi değişti mi? Savaş yapma, geniş toplum kesimlerini etkileme, medya marifetiyle yönlendirmeler, insanlık olarak bütün alışkanlıkları ve yeni-normalleri kontrol etme yöntemi ne durumda? Neden? Zamanımızda böyle, diyor. Ama böyle dendiğinde durum yeterince açıklanmış oluyor mu?

Yönetilecekler, insana gerekli olanlardır. Herkes ister yönetmeyi. Ama daha çok kazanç, bağlayıcılık, muhtaçlık varsa küresel sistem yönetir. Neyi? Gıdayı, suyu, enerjiyi, temel ve nadir elementleri, yeni olanı, ama mutlaka parayı.

Sermayenin gücünden söz ediyorum. Şöyle tarif edeyim: Dünyadaki sermaye hacminin kendi kendini geliştirmesi yüzde 80’ler mertebesindeyken, geriye kalan yüzde 20’lik kısım için milyarlarca çalışan ve iş kolu sürekli rekabet etmekte, yaşamını daha iyi hale getirmek için adeta savaş vermektedir. Bu ölçeklerde, sürekli kazanan kim olur? Politikacılar neyin veya kimin savunucusu veya tercümanı olur? Düşünün!

O halde yüzde 20’nin idaresi hem kolay hem de zordur. Zorluklar nüfustan, kültürlerden ve taleplerin hiç bitmemesinden ileri gelir. Ama sonuçta daraltılan ve bollaştırılan imkanlarla beraber toplumlar kendi pozisyonlarını almaya çalışırlar. Kolaydır, kaybedilenin yerine yenisi konabilir, maalesef böyledir. Bir dakikalık üzüntü hali, bir dakikalık mahcubiyet!.. 

İnsanoğlu yaşamak için ileriye odaklanacaktır, bir yere takılıp kalmaz! Buradan şunu da çıkarabilirsiniz: Gerekirse takıntılar dahi yönetilebilir. Bu bağlamda diğer soru: Neyin muhafazakarlığı, büyümenin ve ilerlemenin sürdürülmesinin korunması mı, geride kalmayı kabul etmenin mi? Tarih geride kalıp yok olan medeniyetlerle dolu…

Politika yapıcılar ve liderler dünyayı kapsayan, ivme yönünü iyi görerek, gerçekçi bir ilerleme ve gelişme düşüncesini hesap etmeli ve iyi gözlemle sürekli olarak ilerleme ve gelişmeyi takip etmeli, bu süreçleri sistemleştirmelidir. Vizyon, bir asır sonrasının aklıyla bugünden yatırım yapmayı gerekli görür. Yatırım deyince ne anlıyoruz? Eğitim, insan gücü, bilim-teknoloji, politika, savunma-güvenlik, ekonomi. 

Liderlik ise dünü ve bugünü değil, sürekli yarını, ki yine en az bir asrı düşünerek, toplumun önüne hedef koymayı gerektirir. Bu hedefler olması gereken türden değil, küresel gelişmenin vizyonuna oturan türden olmak zorundadır. Mesela hastane inşaatı yapmak değil, geleceğin tıp alanı için teknoloji üretmek manasında çalışmayı gerekli görür. Robotik cerrahiyi kim buldu? Bunlara para yatıranlar silinip gitti mi, yoksa bugün için robotik teşhisten tedaviye bütün sistemleri geliştirmeye mi gayret ediyorlar? Bunun gibi örneklere bakabilirsiniz.

Kim idareci olacak? Monarşilerden Suudi Krallığı Prens Selman’ın veya onun gibi yetişmiş genç nesil Arapların idaresini stratejik vizyon için gerekli gördü. Dubai Emirliği de benzerini yaptı. Köklü demokrasilerden Birleşik Krallık’ın Başbakanı bir Hint kökenli iyi yetişmiş idareci. Monarşi ve Demokrasi anlamında bu iki örneğin liderlikte farkı ve ortak yönleri ne? Birleşik Krallık’ta güç o denli büyük ki sermayenin kendi liberal dengelerinin idaresi için küresel güç kullanma inisiyatifi Başbakanlık fonksiyonunun da üzerinde. Suudi Arabistan Monarşisinin geleceğini belirlemek adına kullanılacak liderlik ise eğer ülke değişim göstermez ve yeniliklere uyumlu hale getirilemez ise asla geleceğe taşınamaz, onun için bu tarz bir yönteme baş vurulmuş oldu.

Değer üretmek ve değer üretmenin üzerinden gelişen bir sistem kurmak, Mesele budur. Hatta değerin rekabetine dayalı bir mücadele sahnesi diğerinden daha iyidir. Meta Kapitalizmi dediğim bir konu var ve bunun değerleri, bunları üretenlerin şirketleri, şirketlerin çoğalmasının getirdiği hacim, her hacmin sermayedarlarının kazanması, hatta alınan vergiden dolayı devletin de zenginleşmesi ve güçlenmesi söz konusudur. Sistem budur! ABD, Çin, Japonya için de geçerli bu konu. Meta Kapitalistlerine bakın; geçmişte ev aleti, beyaz eşya, vs. üretenler çoğunluktaydı, şimdi teknoloji şirketleri en bariz örnekleridir. Bugün yapay zeka (AI) ile neler yapılmıyor? Bugün yarı iletken piyasası aldı yürüdü. Yarı iletkenler için kritik materyal kimde, sanki savaş bunlar için çıkacak gibi. Petrol için savaş dönemini geçiyoruz sanki… Su için savaşırız, ama bunun yanı sıra, örneğin Lityum veya Bakır için bile savaş çıkar herhalde. “Değişimi başkaları yapsın, biz malın parasını öder alırız,” demek geri kalmanın kabulü demektir. Dünyada, aranan ve kabul gören değer üretmek adına piyasada kendini göstermek ve ortaklıkları kabul etmek şarttır.

O halde politikacılar tarafından sosyo-ekonominin kusursuz yönetilmesi gerekmektedir. Sermaye buna bakıyor! Eğer bir ülke bugün, 1950’lerdeki akılla ve yöntemler ile yönetilirse bununla pek ilgilenen olmuyor. Oluyor, şöyle: Vur-kaç! Nüfuz et, muhtaç et, bir daha vur-kaç!

TÜRKİYE

Bu noktada Türkiye özelinde bazı konuları genişleterek inceleyelim. Ülkede 2024 itibariyle neler var ve bizler bunlardan ne kadarıyla ilgiliyiz? Baştan itibaren anlattığım sıraya göre gideyim: Şii, Hizbullah, Nurcu, vs. konular canlı tutuluyor. ABD, Rusya, İngiltere, Çin, Almanya, İran, İsrail, vs. etkisi görülüyor. Etkisi görünüyor diyorum, ilginçtir, partiler, dernekler, medya, her alanda faaliyetler olabilmektedir. Çok kutupluluk, NATO, BRICS, vs. tartışılıyor. Eurofighter, F-35, Su-57 gibi silah sistem tercihleri yapılıyor. Enflasyonla ve terörle mücadele ediliyor. Sermaye ve yatırım çekmek için çaba geliştiriliyor. Bölgesel konularda dinamik bir hareket var, politik, askeri, vs. yönleriyle. 

Büyük resimden bakın, kontrol edilenler ve edilmesi güç olanlar, şeklinde. Neden bunu soruyorum? 1950’lerde nasıl bir sürtünme dolayısıyla aşırı etkileşim ve bunun etkisi oldu ise bugüne bakarken de benzer bir mantık yürütmemiz gerekmektedir. Sürtünme sizde ise zararlıdır, kontrollü elinizde olacak şekilde başkasın ise faydalıdır. Risk dinamizmin olduğu yerdedir. Başat güçler nerelerde riske giriyorlar, gözleyebilirsiniz.

Şimdi bir seviye daha derine inerek bakalım. Bugün ülkede politik, bürokratik ve ekonomik yönlü çok aktif bir etkileşim var. Bu etkileşim bir yönüyle gelişmeyi sağlayabilme, diğer yönüyle engelleme şekliyle. Bu durum iç politikada da karşılığı olan bir etkileşimdir. Ama esas olan şu, sürtünme katsayısı arttıkça kontrol güçleşir. Hatırlayın, bir dönem nelerle karşı karşıya kalındı diye. O günlere dönmek büyük bir kayıp olur, vizyon bizleri ilerilere kendiliğinden taşımalıdır. Önemli olan genel devinim içerisinde konumlanabilmektir. O zaman planlı-programlı, süreci yönetmek ve ülkeyi ilerilere taşımak adına bir anlayışa ihtiyaç var. Kritik edilen nokta burası olmalıdır.

Benim düşüncemde şu var, küresel etkileri çok yüksek ve kaotik-politik değişimin tam da eşiğinde bir süreçteyiz. Ne yapılacak, hangi isabetli adımlar atılacak, diye sorulması gerekiyor. Ancak çok basit bir tarif getirmek isterim, hem yukarıda açıkladığım Küresel Kapitalizmin Vizyonu ile.

Bu grafikte Türkiye’nin konumlandığı yerin merkezi nerede? O halde merkezi nereye kaydırmak gerekiyor, açık. Odaklanılacak nokta, konumlanacak alan ve kapsanacak çerçeve belli. Dağılmamak, net bir görünüm halinde olmak çok önemli. Alanı genişlettikçe, yani toplanamadıkça, merkez nokta aşağılara ve genişleme arayışlarının olduğu alanlara kaydıkça ve ana sistem içinde bir top gibi oradan oraya hareket ettikçe sürekli kayıp verilir, idare güçleşir.

Bakın örnek olarak Güney Kore’ye. Örnek alınacak bir yapı var ise buna göre süreçler gözden geçirilebilir, ancak temel konu stratejik vizyonun nasıl tarif edildiği noktasıdır.

Günümüz itibariyle bir de politik alanda konumlanma tarifi yapalım. Aşağıdaki grafik siyasi alanda tarif etmekte standart başlıkları olan ve şekillendirdiğim yönüyle sadece temsili bir görseldir. Yaklaşık olarak, eğer Türkiye’de siyasi yelpazenin konumlanması sarı renkli şekilde ise bu uçlardaki sorunları ortaya çıkarır. Sizler partileri bu sarı alana dağıtabilirsiniz. Aslında araştırın bu tür birçok akademik araştırma bulabilirsiniz. Burada aranan nedir, ben buna bakıyorum. Siyasi alanın biraz daha merkezi ortalayacak şekilde gerçekleşmesi, değişik alanları kapsaması. İstenmeyen nedir? Sarı renkli temsili şeklin daha da sivrilmesi ve otoriter-sağ yönüne ilerlemesi. O halde mevcut, gelişen/değişen veya yeni kurulan partilerin neleri ifade ederek siyaset yaptıklarına iyi bakılması gerekir. Bunlar birer göstergedir. 

Görebildiğim kadarıyla, Türkiye’de siyaset bazı hareketlenmeler içerisinde, bazı güç odakları veya önemli şahsiyetler kendine yeniden bir yer tutma çabası içerisindeler. Bazıları panik halinde, bazıları kabul edilmeyecek odaklarla işbirliği içerisinde olmaya çalışıyor gibiler… “Gel benim siyasetime hizmet et, al sana şu kadar güç” diyen yabancıların olduğu bir düşünce geliyor akıllara. Bu kabul edilemez. Geçmiş örnekleri var ve bunun ülkeye, millete faturası ağır oldu. Hatta düşünün şimdi, bir hafta önce MİT, casusluk konulu bir bilgilendirme videosu yayımladı. Acaba neden? Bir kısım var, eyvah ne oluyor, ben ne yapacağım, diyor. Bir kısım var, acaba bunlar bazı güçlerin etkisine girdiler mi diye düşünmüyor değilim. Etki ajanı, çantacı, propagandist, demagog, yatırımcı, medya çalışanı, maceracı, her türlü şekillerde görülebilirler. Hatta son üç-beş aya baksanız bile anlayabilirsiniz, vakıflar, dernekler, ajanslar, sivil toplum oluşumları, vs. sayısı giderek artıyor. Bunun yolu budur, sinsi ve örtülü faaliyetler elbette yasal kuruluşlarla teşkilatlanır, buna paralel olarak sosyolojik, kültürel, politik, ideolojik tabanlı faaliyetlerde artış meydana gelir, medyada çeşitli etkileşimler meydana gelir.

SONUÇ

Kültürel değerleri koruyarak gelişmek, değer üreterek gelişmek, küresel gelişmelerin asıl aktörü olunmak, sermaye hareketlerinin içinde yer almak, ortaklıkların kalıcılığını sağlamak, dünya ile ayrışan değil bütünleşen politikayı yapmak, milletçe gelişmeye ve ilerlemeye inanmak ve her türlü etkileşimi bu çerçevede yönetmek. Yabancı-zararlı akım ve faaliyetlerin etkisinden kurtulmak, gerçekçi politikalar ile çalışıp çabalamak. Kullanılmamak, kullanmak. Stratejik-vizyon çerçevesinde ayağı yere sağlam basan politik yapı ile günlük yaşamı oluşturmak. Güçlü bir biçimde, yaşamaya dönük atmosferin, huzur ve istikrar ortamının oluşumunu gerçekleştirmek. Değer üretmek ve dünyada her alanda var olmak, bununla beraber diğer her kesimden saygı görmek. Parada, pasaportta, ortaklıkta, alım-satımda değer ve saygı. Değer üretmek adına rekabet etmek… Sonuç kısmına bu tür düşünceleri eklemek mümkün. İşte böyle bir amacı gerçekleştirecek birkaç adım atmak, belki de anladım demek yeterli!

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

ÖNCEKİ YAZI

İsrail Gazze’de Ne Yapmak İstiyor? 

DİĞER YAZI

Rusya’nın Kharkiv Harekatı

Politika 'ın son yazıları

28 views

Reisi’nin Olayı

Dün öğle saatlerinde İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ve Dışişleri Bakanı Hüseyin Amirabdullahiyan'ın içinde olduğu bir helikopter, Azerbaycan sınırında İlham Aliyev ile açılışı yapılan barajların töreninden sonra dönüşte kötü hava şartlarında düştü ve sadece İran değil, herkes şokta. Enkazı Türkiye'den kalkan Akıncı İHA buldu. Ben bir havacı olarak burada kendi açımdan bazı hususlara değineceğim.
23 views

Rusya’nın Kharkiv Harekatı

Son günlerde Ukrayna-Rusya savaşında önemli bir gelişme var. Rusya için Kharkiv harekatı çok önemli bir koz olacak. Bu kez Rusya tarafı daha derli toplu harekat yapıyor, politikada daha akıllıca ifadeler seçiliyor. Zelensky ise endişeli görünüyor.
71 views

İsrail Gazze’de Ne Yapmak İstiyor? 

Hamas-İsrail çatışmasında 7 Ekim’den bu yana 212 gün geçti, Gazze konusunda ne noktadayız? Şurası net, 12 bini çocuk 35 bin Gazzeli öldürüldü, 1,5 milyon insan şu anda çok zor şartlarda yaşıyor, en son noktada Refah’a saldırı oldu olacak türü bir İsrail baskısı da sürüyor.
90 views

İkinci One Minute

Eğer dünya büyük bir krize doğru giriyorsa, Türkiye yaşadıklarının yaralarını büyük ölçüde sardı, geleceğe hazır gibi, ekonomik sorunlarla ilgilenmeyi bir yana koyuyorum, ama İsrail yeni ve kaotik dünya dönemine daha büyük bir sorunlarla gireceğe benziyor. Gazze konusu travmatik! Bu stratejik analizi, Türkiye merkezinde gerçekleşen olaylarla açıkladıktan sonra, 2024 itibariyle gelecekte bizi neler bekliyor, diye sorarak ele alıyorum.
80 views

Amerika’da Gazze Protestoları

Gazze'deki yaşanan zalimce olayların gerçekliği ve Batılı politikacıların ikiyüzlü uygulamaları bugün Amerika'da tartışılıyor ve protesto ediliyor. Yarın bu protestolar Avrupa'da da yaygınlaşabilir. Öyleyse diyebiliriz: Gazze sınırlarını aştı!
DÖNBAŞA

Okumadan Geçme