kuresellesme
Küreselleşme

Küreselleşme

1 Ekim 2013
Okuyucu

İnsanlık uluslar sistemi ve uluslararası düzen derken küreselleşmeye (globalization) geldi dayandı. İnsanlık adına bu alanda neler yapılabileceğini bulmak herkesin görevidir.  Ama önce ne olduğunu tespit etmek gerekir.

Küreselleşme ile varılan noktada insana ait değerlerin tümünde bir farklı yaklaşım yumağı aranmalıdır. Birbirine bağlı, içiçe, yakın, ilgili ve ilişkili, etkilenir kılan bir yaşam anlayışı ile değerlerin yeknesaklığı oluşmuştur.

Bugün hâkim sistemi ana hatları ile ifade edecek olur isek; küresel, kapitalist, demokratik, liberal, serbest piyasa ekonomisine göre işleyen bir sistemdir. Modern dünya tanımı ile bu tarif üst üste çakışır. Sistemin uzanımı ise küreseldir. Büyük ve güçlü düzenleyiciler modernizmi daha büyük ölçekli işlerde kendi rejimlerinin sürdürülmesi adına “bir süre daha” diyerek kullanırlar. Bu kullanma durumu bir sistematikle genişler ve küresel şirketlerin, devlerin ve belirleyicilerin anlayışıyla şekillenir. Örneğin, “Liberal, serbest piyasa ekonomisi ile işlemeyen yer kalmasın,” fikrinden hareketle, bazı yerlerde rejimler etki altına alınır. Ne adına? Çizilmemiş yoldaki park etmiş araçları toplayan trafik polisinden farksız uygulamalarla modern (!) anlayış muhafaza edilmeye çalışılır. “İnsani veya değil” tartışması bu anlamda önemlidir.

Bir de değişiklik yaratmanın ve sadece modernizmle değil aynı zamanda farklılıkların da yönetilmesiyle ekonomik ve siyasi çıkar elde edecek küresel kapıların aralanmasına ihtiyaç duyulur. Bu anlamda da bazı bölgelere uygulamaların pompalanması ile postmodern anlayışların doğal olmayan yollarla girmesi sağlanır. Her şey kontrol altında yürütülür. Postmodernizmin çatısında asıl ve ezeli düşman daha iyi yuvalanır. Bu kimlerle işbirliği yapar tespit etmek güçtür. Ama yine küresel bir çember çizilidir ve içinde hareket edilir.

İşin özünde iradenin piyasadaki oyunculara terk edilmesi vardır. Serbest rekabete açılacak ise serbestlik her alanda olmalıdır. Müdahaleler birer engeldir. Her alanda faaliyetin olması, çeşitlenmesi, desteklenmesi ve gerektiğinde denetlenmesi gerekmektedir. Buradaki engeller, kişilerden, şirketlerden, devletten, diğer devletlerden, uluslararası kuruluşlardan ve diğer oyunculardan kaynaklanır. Tarif edilemez bir çeşitlilikle karşı karşıya kalan oyuncular kendilerine uygun denizleri ve limanları belirleyecek, riski alacak ve servet elde edecektir. Vergisini verecek, vermez ise vergi dolaylı yollarla toplanacak ve kamusal işler yürütülecektir. Herkesin işini bilmesi ve işine bakması ön planda tutulacaktır. Temel olarak dışa açılma, özelleştirme ve denetimi azaltma gibi faktörlerle ilgili yasal hazırlıklar gerçekleştirilecektir.

Aktörler çoğalınca, sınırlar aşılınca, üretim imkânları artınca, sistemi destekleyen örgütlenmelerin dayanakları çeşitlenince ortaya kendiliğinden bir aynılaşma veya homojenleşme diyebileceğimiz bir olgu çıktı. Aslında homojenleşme bir kere kendini gösterince bu kez piyasa araştırmalarının neticelerine göre çalışılacak yerde gerekli zemin hazırlık ve düzenlemeleri de yapılabilir oldu. Bunun anlamı, aynı kültüre sahip olmayana da o malı sevdirebilmek ve hatta elde etmesini sağlayabilmek için gereken her şeyin yapılması oldu. Ama hiç değilse benzer özelliklere sahip kültürler için çalışma alanları yaratıldı ve isteğe bağlı türdeşlikler yaratıldı. Hâkim fikir nereden çıktı ise “onun gibi olma” hadisesi meydana geldi. Bundan nasibini alanlar oldu ve bazıları buna olumlu yaklaşırken, bazıları da tepkili yaklaştı. Hatta tepki yerine göre karşıtlıklar yarattı.

Ürünler çok ileri teknoloji, sanatsallık ve içerikle dolu olunca alıcı kitlesi bir tür bağımlı olmaya başladı. Zira en üstün model, en son çıkan hep aranan oldu. Alışkanlıklar meydana geldi. Özellikle bilişim teknolojileri ve yazılımlar bunu gerekli kıldı.

Alışkanlıklara, moda takip etmeye veya ürünün satışına engel olmak da güçleşti. “Hadi sen de yap da senin malını alayım…” türünden dile getirilen yaklaşım, örtülü bir meydan okuma veya başkaldırma amacını ortaya koyuyordu. Üç kişiyle ofis yöneten biri, bir süre sonra el kadar cihazla o üç kişinin yaptığını yapar olunca, ister istemez yönelimler değişmiş oluyor.

Bağımlılık sadece bireyin ürüne olan şekliyle değil, şirketlerin ve devletlerin bile bağımlılığı haline geliyor. Aynı alanda ürün çıkaran uluslararası şirketlerin pazara sürdükleri mal belirli bir hızda ve yenilikte oluyor. Buna yetişmek bir hayli güçtür. Ama neticede insanlar sel suyuna kapılmış gibi olmuşlardır. Hatta şirketler, ürün, ara ürün üretenler, banka, sigorta, lojistik işiyle uğraşanlar, hep birlikte bir koşuşturma içine girmiştir. Ne aceleleri varsa!

Acele şu idi: Bir kere sistem “insancılık” formatına ait yapıya dönüştürülmüştü. Tersi düşünülemez ve kaçınılamaz bir hal almıştı. Oyun oynamak isteyenin kuralları belli idi. “Ya olacaksın ya da dışlanacaksın,” şeklindeki bir yapı hâkim olmuştu. Kaybetmemek için istenmese de ıslanmayı göze alan insanlar, bir süre sonra sistemin gerektirdiği şartları sağlayan unvanını alıyordu. Çocuklar okuyor, alet edevat talepleri karşılanıyor, yenip içiliyor, eğleniliyor, giyinip kuşanılıyor ve bütün bunlar birilerinin inanılmaz sistemleşmiş çalışmaları ile düzenleniyor ve takip ediliyor.

Sistemin bu geri dönülmez yapısı içinde kaybolana üzülen bile olmuyor. En azından değişim çok çabuk olduğundan unutuluyor bile… Vahşi bir hal alan bu yapı ne yapacağını bilmez bir kültür yaratmıştır. Silikon Vadisi’nde yöneticilik yapan Andy Grove’un “Sadece paranoyaklar ayakta kalır!” sistemi tanımlayan doğru bir saptamaydı. Buna modernist ve postmodernist tanımlamalar getirmek mümkün. Ama ne denirse densin, memnun olmayan, kendi seçtiğine duyarlı olan başka tür bir nesil oluşumu kendini göstermektedir.

Sistemin küresel bütünleşmeye dayalı yapıları vardır. Bilinen anlamdaki hava ve deniz yolu ağlarının da ötesinde uzayla, uyduyla, fiber hatlarla, internet ve telekomünikasyon altyapı ve üstyapılarıyla ilişkisi vardır. Bu kadar büyük yatırımın getirisini yönetecek fikirler ise basit olmakla birlikte ileri ve kapsamlıdır. Örneğin internetten dünyanın diğer tarafındaki iş arkadaşıyla bedava konuşmak, veri alış verişi yapmak; neye karşılık? Bunun sistematiğinde ileri gitmek, kullanıcılar tarafında belirli bağımlılıkları da beraberinde getirmiş oluyor.

Bu sistematik bağımlılık diğer taraftan bir belirsizlik de içermektedir. Yarınını tahayyül edemeyenler o kadar çoktur ki! Yarın borsalar ne olacak? Yarın dolar ne olacak? Yarın yeni hangi ürün çıkacak? Yarın bana hangi teklif yapılacak? Yarın demir fiyatlarında oynama olacak mı? Yarın siyasiler yeni bir kriz yaratacak mı? Yarın şehir meydanında bir canlı bomba olacak mı? Yarın hava nasıl olacak? Yarın bir bilinmezliktir. Sigortacılar da bunu fırsat bilir. “Sizi ve her şeyinizi sigortalayalım” derler. Bu dünya bir gecede zengin veya tam tersi fakir olanların öyküleri ile dolup taşmıştır. “Londra’da hava bulutlu” sözü bile şirketleri batırmaya yetmektedir. Sanki açık olduğu görülmüş gibi!

İşler o kadar iç içe girdi ki, yönetenler bile bazen çaresizliğe düşerler. Anbean değişen durumlar, bir yerden yapılacak hamlenin diğer taraftan ters tepebileceği gerçeği, belirsizlikler gibi konular işlerin tam bir bilinçle idaresine engel teşkil etmektedir. Örneğin Cezayir’in ayağına basan birinin, Fransa’dan beklerken Çin’den tepki alması durumunda sadece şaşıracaktır. Kim hangi firmayla, hangi bankayla, hangi devletle, hangi liderle, hangi müdürle çalışıyor ve birinin işi diğerine nasıl yansıyor? Büyük denklemlerle ortaya konan tablolar sürekli bir risk anlamına da geliyor.

Küreselleşme bilgili, kendine güvenen, her türlü yerde ve şartta yaşayabilen, tecrübe sahibi, sürprizleri kaldırabilecek güçte, karmaşıklıkları basite ve doğal düzleme kaydırabilen bireyler istemektedir. Sadece yönetici de değil! Fertlerin bile bu formatta olması gerekir. Yoksa her an hangi taşın altından ne çıkacak diye bekleyen bir kitle ile karşılaşmak söz konusu olur. İşte zorluk da buradadır. Bu donanımdaki bireyleri yetiştirmek maalesef mümkün olamamaktadır. Dolayısıyla buhranlar, kargaşa, panik, kaos veya çatışma ortamı ortaya çıkmaktadır. Sistem kendine dönen oklarla karşı karşıya kalır. Bu kültür ayrım yapmaksızın ilgiliyi ilgisizi hedef alma potansiyeline sahip bir sistemdir.

Küreselleşme ucuz iş avcısıdır. Bu konuda sınır tanımaz. Kanunları nerede gevşek buldu ise orada kendine uygun bir imkân yaratır. Neresi ucuz ise oraya yuvalanır. İş kolları çeşitlendiği gibi, birkaç kişinin yaptığı işi bir kişinin yapması durumunda ise istihdam ve ücret elastikiyeti sağlar. İşine geldiğinde üretimi daraltır veya durdurur. Çalışanları işsiz bırakabilir. Bütün bunlar bir adaletsizlik, eşitsizlik konusudur. Demokrasi, özgürlük, insan hakları gibi erdemleri savunan günümüz sistemi, ucuz ve daha çok olması halinde bu erdemleri görmezden bile görebilir. Bu sistemin paradoksudur.

Küreselleşme bir yarıştır. Ülkeler gelirlerini artırmak için her türlü tedbiri alır. Burada ülkenin insan yapısının elverdiği toleranslar kullanılır. Eğer elindeki imkânların kaybedilmesini kabul etmeyen saldırgan tutumlu insan yapısına sahip ülkeden söz ediyorsak, orada ekonomik büyümeden bile feragat edilir ama bireylerin hakları en düşük seviyede gasp edilir. Buna karşılık başka bir ülkede insanların tahammül güçleri yüksek ise her türlü krize karşı bireylerin haklarını daraltan en katı tedbirler bile kolayca alınabilir. Ekonomiyi büyütmek amaçlı planları uygulamak için bireylere sormadan mevcut vergilere ilave olarak dolaylı vergiler alabilir. Şartlar ülkeden ülkeye farklılık gösterir.

Ancak iletişimin de küreselleşmiş olması hali insanları her şeyden haberdar etmektedir. Bu anında bilgi sahibi olma kolaylığı çok yönlü etkiyi de bünyesinde barındırır. Etkilerin biri de insanların uyarılmasına, itiraz etmesine ve direnme açısından örgütlenmesine kolaylık sağlar.

Bu sistemin çarklarına uyumlu olabilmek için sürekli bir şekilde şirketler ve ülkeler yatırım yapmak zorundadır. Savaşlar, çatışmalar, darbeler, krizler, saldırılar, skandallar, sansasyonlar, spekülasyonlar bu sistemin iticisi olmuştur. İşin kötüsü de budur! Amerika’nın bütün bu sistemi ayakta tutmak için sürekli para basması ve kontrolü elinden bırakmamak için çeşitli düzenleme operasyonları yapması elzem olmuştur. Diğer taraftan ortada dönen para sürekli üretim ve tüketimi pompalamış ve küresel pazarın gelişmesine sebep olmuştur. Para kapıları zorlamış, gümrük duvarları kalkmaya başlamış ve ticaret serbestleşmeye başlamıştır. Hepsini ötesinde yapılan genel değerlendirme şudur: Ekonomiler büyümektedir!

Hızla gelişen piyasa şartlarında para ve buna bağlı oyuncular büyüyünce şartları düzenlemek de geç kalınmaması gerekmektedir. Ama krizlerden sonra alınacak her tedbir zaten bu küresel yapılanmada taşların yerine oturması anlamındadır. Kayıp olması, batan-çıkan olması, zarar meydana gelmesi, velhasıl kriz olması ve krizde canların yanması sistemin düzene sokulması için gerekli görülmektedir. Bütün bu suni yapı insan değerlerinin bile önüne geçmiştir.

İşlerin belirleyiciliği açısından, sanayinin olmazsa olmazı enerji piyasasını elde tutmak, diğer her şeyi de elde kontrol etmek demek olmuştur. Dolayısıyla güçlüler petrolden doğal gaza, uranyumda ağır suya, boru hatlarından dolum tesislerine; her yere bir proje olarak bakmıştır. Bu gereklilik olmuş, bunu savunmak da diğer oyuncuların boynunun borcu olmuştur.

2009 yılı bilgilerine göre; küresel finans piyasası, her birinin yaklaşık 2 trilyon dolara eşdeğer hacmiyle, dünyanın en büyük yaklaşık 100 “stock exchange” birimini içine alan 16 borsadan yürütülmektedir. Amerika Birleşik Devletleri içindeki borsalarda, küresel piyasaların % 38’i işlem görür. Amerika dışında küresel ağırlıklar Avrupa (% 24) ve Uzak Doğu’dadır (% 21). Küresel büyüklük 32,5 trilyon dolar market değeri ve 29,5 trilyon dolar cirodur.

Ekonomik durgunluk (resesyon) bu değerin en büyük düşmanı olarak görülür. Kâğıtlarla iş yapan bu piyasanın temel isteği birilerinin sürekli bir taraftan üretmesi, diğer taraftan da tüketmesi ve bu çarkın dönmesini sağlayacak politik istikrarın temin edilmiş olmasıdır. Krizlere tahammül yoktur. Doğal afetlere veya bu yönde gelebilecek eksikliklere duyarlılık hat safhadadır. Belki bu kontrol edilemez ama önlem alınabilir konuları içerir. Ama işin diğer boyutu tamamen insan kontrolündedir. Koordineli bir şekilde iyi idare edilmelidir. Spekülatörlerin işi ise dalgalanma yaratmak ve dalga öncesi ve sonrası durumdan faydalanmaktır. Bunu da yönetmek isteyenler sürekli olacaktır. Zira işin özünde değerinin ötesinde de olsa üzerine değer yazılmış kâğıtların alım-satımı ile kazanç temin etme yatmaktadır. Böylesine taş atıp kolunun yorulmadığı tarzda sunilik içeren ve güçlü olan bir piyasayı yönetmeyi kim istemez?

Çeşitli çevrelerce, küreselleşmenin genişlemesinin ve yerleşmesinin iki yönlü bir dalga ile olduğu ifade edilmektedir. Bu dalgaların birincisi Batı’nın kapitalist politikalarının baskın etkisi ile oluşmuş; diğeri ise dünyanın her yerindeki orta halliden fakire bireylerin iştiraki ile oluşmuş gösterildiği fikirdir. İlkinde tartışılacak bir konu yoktur. Ancak ikincisindeki gerekçeleri iyi incelemek gerekir kanaatindeyim. Ayağında giyecek ayakkabısı olsun olmasın, herkes alın terinin karşılığını almak, çocuğuna iyi bir gelecek vermek, kredi kartı kullanmak, telefon ile irtibat kurmak, internette hesap açmak, tasarrufu varsa döviz, altın biriktirmek veya başka bir yatırıma ortak olmak istiyor… Aslında ona sunulan imkânları gönülden tercih etse de etmese de mecbur kalıyor. Yoksa iyiden iyiye mahrumiyet yaşayacak. Zaten kapitalist sistemin ana işlevlerinden biri de insanların taleplerini oluşturmak değil mi?

İnsanlar dünyanın neresinde olursa olsun garantili, sorun çıkarmayan, zamanını boşa harcamayan, kendine değer verdiği izlenimi sunan ve alternatif sunan sistemleri tercih eder. Örneğin ülkesindeki bankanın gidişatı iyi değilse, bunun yerine orada uluslararası bir banka varsa; elindeki üç beş kuruşun çok kıymet taşıdığı biri için zaten seçim belli ki! Milli veya uluslararası diye bakmaz ki! “Devletim bunu uygun görmüş, ben de kullanayım,” der. Buna bakıp, “Küreselleşmeyi sermaye sahiplerinin istediği gibi, dar gelirliler de istiyor,” demek sürpriz değil ki!

Bütün mesele insanın içyapısındaki zaafları incelemek ve buna göre bir alış-veriş ortamı hazırlamaktır. Başka bir dünya, başka bir ülke, başka bir model tasavvuru ile olanı değiştirme gücünden yoksun kitlelere bakarak, “Küreselleşmeyi herkes istiyor,” demek çok da sağlam bir argüman değildir.

Günümüz şartları kendine özgü bir “kitle veya türdeş insan yönetimi” oluşturmaktadır. Uluslarla, devletlerle, hükümetlerle uğraşmak yerine; aynı türden özelliklere sahip insanlarla doğrudan iletişim kurulur ve iş yapılır; işte size yeni bir yönetim şekli meydana gelmiş olur. Buna ister “küreselleşme” deyin, isterseniz “çözülme”…

Günümüzde bireyleri yan yana getirdiğimizde bir topluluktan veya kitleden bahsetmeye başlıyoruz. Basitçe topluluk, nitelikleri bakımından bir bütün oluşturan öznelerin hepsi, toplum, camia, cemiyettir. Aynı yerde bulunan insan kalabalığıdır. Aynı türden canlıların bir araya gelmesiyle oluşan kümedir. Birbirleriyle çok sıkı işbirliği kurarak ortak bir yaşam savaşı sürdüren, belli bir yerde ve bir arada oturan ailelerden oluşan birliktir. Sınırları belli bir toprak parçası üzerinde yaşayan ve bir ilişkiyi paylaşan bireylerin oluşturduğu kitledir. Üyeleri birbirlerine duygusal bağlarla bağlı, toplumsal ilişkilerin yüz yüze olduğu, yüksek ölçüde bütünlenmiş herhangi bir toplumsal kümedir.

Türdeş, aynı türü ve birbirinden üremeyi ifade eden, akraba bir grubu tarif eder. Canlı türlerini ifade ederken sıkça karşımıza çıkan bir terimdir. Cins kavramını da içine alır. Ancak bazı yazarlar türdeşliği modernizmin ve postmodernizmin karmaşık veya sistematik açıklamalarında da kullanmaya başlamışlardır. Örneğin David Chaney “türdeş”ten kastını şöyle açıklamaktadır. “Birbirinden tamamen farklı bir grup, şey ya da sürecin, paylaştıkları bir ortak nokta aracılığıyla bir araya gelerek, ortak bir kimlik duygusu oluşturmalarıdır.” Aynı marka giysiyi giyen, aynı saç modelini kullanan veya aynı berbere giden insanlara türdeş denmesi bir hayli yenilikçi bir kavram. Ekonomik ve kültürel olduğu kadar, politik bakış açılarındaki derinlemesine anlamlı bağların olmadığı topluluklardaki tanımlamayı yaparken bile bu terimin çok hazır cevap nitelikte olması, doğrusu günümüz kullanımı için bir hayli hoşa gitmektedir. Ciddi bir ayrılık gösterecek ortak noktası olmayan insanların çıkıp “biz farklıyız” demesi; buna karşılık bir sosyal bilimcinin de “evet, siz farklı bir türsünüz” demesi hiç de itici gelmemelidir. Böyle olduğunda toplumu yöneticilerin kimlik kazandırması ve yönetmesi de kolay olmaktadır.

Zaten kitlelere ulaşabilmek için şirketler gerekli şekilde imkân yaratıyorlar. Devletlerle çeşitli anlaşmalar yapıyorlar ve zemini buna göre hazırlıyorlar. Örneğin Türkiye’nin yetmiş civarında uluslararası seviyede işbirliği vardır. Hemen hemen her ülkenin buna yakındır. Bir de hükümetlerin ve parlamentoların daha alt düzeyinde imza konan işbirliği anlaşmaları sayarsanız ortaya kocaman bir tablo çıkacaktır. Madem serbestlik var, bankalar, şirketler özelleştiriliyor, alınıp satılıyor, işbirliği yapıyor; bir de onların bu hesaba dâhil edilmesini dikkate alırsak sayı daha da artacaktır. Bir vatandaşın çıkıp, “Bana mı sordunuz,” deme hakkının karşılığı olarak, seçimden seçime verilen bir oya denk düşüren bir uluslararası siyasi düzenden söz etmiş oluruz.

Dolayısıyla, Batı’nın kapitalist politikalarının baskın etkisi ile küreselleşme dalgası tek yönlüdür. O halde küreselleşme karşıtlığının amacı nedir? Kimler istemektedir? Bu sorulara bakalım.

Küreselleşmeye karşı olanları gruplandırmak pek bir şey kazandırmayacaktır. Ama bir fikir vermesi bakımından şöyle açıklayabiliriz: Sol düşüncede olanlar, çevreciler, ezilenler, istismar edilenler, köktenciler, Amerikan karşıtları, Batı karşıtları, maceracılar…

Hepsinin amacı farklıdır. Çıkarcılar kendi devleriyle savaşırlar. Bilgisayarla her şeyi yapabileceğini düşünen gençler küresel sitelere karşı örgütlenir ve bayrak açar. Kaybolan kuş türlerinin derdiyle ilgilenen çevreciler kirlenmeyi protesto etmeye çaba sarf eder. İklimlerin değişmesini ciddi ciddi inceleyenler, yarına bırakacak bir dünya olmadığını vurgularlar. İşinden atılan bir genç, iş buluncaya kadar bir küreselleşme karşıtı olabilmektedir.

Ciddi çıkışlar da görülmektedir. Zaman zaman yapılan küresel toplantılara karşı gösteri yapmak amacıyla işini gücünü bırakıp başka ülkelere giderek eylem yapanları da dikkate almak gerekir.

Diğer taraftan küreselleşmeyi bilerek veya bilmeyerek destekleyen, işbirliği yapan kesimler var. Zaten piyasadan alınan her ürün ile kredi kartı harcaması yapmakla, internette sosyal ağa girmekle, dolar, hisse senedi almakla, dünya borsalarını takip etmekle, vs etkinliklerle işbirliği sağlanmıştır. Buna işbirliği de demeyelim de, küreselleşme sistemi içinde olmanın yararını görmek diyelim.

Ama bir de yerel, ulusal veya uluslararası dengeleri, yönetimleri, icra kurullarını, hükümetleri değiştirmek veya yönlendirmek için çaba gösteren gruplar var. Fikir yapıları nasıl açıklanırsa açıklansın, ister resmi olsun isterse gayrı resmi; işin devamına bakılınca, sistemin yararına oluşumları tedarik etmekle ilgilenildiği aşikârdır.

Ama esas grup küreselleşmenin kanallarını açık tutmak ve geliştirmek ile ilgilenenlerdir. Bunlar giderek daha görünmez olmaktadırlar. Zira ortadaki sermaye telaffuz edilemeyecek miktara ulaşmıştır. Bunları elinde tutanlar esas belirleyicilerdir. Belki de asıl itiraz bunları giderek güçlenmesinden meydana gelen korkudan kaynaklanmaktadır. Yani Batı, küreselleşme vasıtasıyla kendi canavarlarını yaratmaktadır.

İşin siyasi ve ekonomik boyutundan çok sosyal boyutu ile ilgilendiğimizde göreceğiz ki değişim her beldeyi ve toplumu etkilemektedir. Bireyler için bilinçli olunması gereken marj küresel boyuttan iç benlerindeki fırtınalara dek olmaktadır. Hatta bilineceklerin içinde tarihsel serüvenler, biyolojik yapılar, genetik formlar ve tümünün sahipliğiyle ortaya konan ilahi düzen içinde insana ait bölüm yer almaktadır.

İşi zorlaştıran aslında bu kadar geniş bir alanda savaş veren insanın yalnızlığının ve acizliğinin istismar edilmesidir. Hâlbuki birey kendini güçlü kılabilir. Kendi içine dönük konulara ait bilinçlilik onu güçlü kılacaktır. Bireyin kendiyle sorunu olmaması gerekir. Kendini içinde bulmalıdır ve kendine güvenmelidir.

Kültür 'ın son yazıları

379 views

Eleştiriler

Sizlere günümüzün iyi algılanması gerektiği bağlamında, özellikle bizi ilgilendiren yönleriyle, sosyal bilimler ve dış politikaya dair bazı eleştirilerimi aktaracağım. Dünya hızla değişiyor, güç dengeleri bildiğimiz biçimden oldukça farklılaştı, eğer bunlara ait kavramlara ve anlayışlara vakıf olamıyorsak, konuşuruz ama aslında başka bir şey anlatırız.
376 views

Devrim

Bize devrimin ne tarafı kaldı? Diyeceksiniz ki hangi devrimin? Açıklayacağım. En başta şöyle sloganik işaret edeyim: Devrimden değil, sapkınlardan ve geç kalmışlıktan kork!
573 views

Generalist

Ülkeler ve dünyamız için iyi bilinmesi gereken bir konuyu işleyeceğim, generalist olmak. Buna karşılık gelen bir sözcük aradım bulamadım, yine de ben genele yetkin diyeceğim. Genele yetkin kimseler kimler, örnekleri neler? Uluslararası İlişkiler, Ekonomi ve Askerlik sahalarında örnekler vereceğim, neden gerekli, bunu açıklayacağım.
525 views

ENTELEKTÜEL SORUNSALI

Temelde insanın doğası, zamanın getirdikleri ve sürekli gelişen küresel zorluklar var. Bunun üzerine her alanda tereddüt uyandıran değişik adımlar ve gerçek bir hedef. Sözü edilen şu, kalkınmak! Eğer artık kalkınmışlar sınıfında olmak istiyorsanız!.. Gerçekten istiyor musunuz? İşe bu emelin ne denli büyük bir mücadeleyi gerektirdiğinin farkında olmakla başlanmalı. İşte tam da bu noktada, düşünsel içerikli bir açıklamam olacak. 
2.1K views

Sıradan ve Mükemmel

Bu makalede sizlere insan zihni içerisindeki tarif veya algı ile gerçeğe ilişkin olanın farkını açıklayacağım. Ele alacağım temalar sıradancılık, mükemmelcilik ve gerçeklik ötesi hakkındadır. Başta soralım, karşılaştığınız şey gerçek mi, yoksa gerçek ötesi mi?
DÖNBAŞA

Okumadan Geçme