ENTELEKTÜEL SORUNSALI

8 Ağustos 2023
Okuyucu

Temelde insanın doğası, zamanın getirdikleri ve sürekli gelişen küresel zorluklar var. Bunun üzerine her alanda tereddüt uyandıran değişik adımlar ve gerçek bir hedef. Sözü edilen şu, kalkınmak! Eğer artık kalkınmışlar sınıfında olmak istiyorsanız!.. Gerçekten istiyor musunuz? İşe bu emelin ne denli büyük bir mücadeleyi gerektirdiğinin farkında olmakla başlanmalı. İşte tam da bu noktada, düşünsel içerikli bir açıklamam olacak. 

ENTELEKTÜEL KAPASİTE

Entelektüel kapasite, bir ülkenin hem gücünü gösterir hem de ileriye bakarken ne denli kendini emin hissedip hissetmeyeceğine dönük bir ölçüdür. Bu kapasite doğrultusunda bakın, dünyaya, güç gösterisinde bulunabiliyor muyuz, diye. Diğer yandan, kendimizi güvende hissedebiliyor muyuz? Halbuki bunca okuryazarımız, siyasetçimiz, gazetecimiz, hukukçumuz, öğretmenimiz, sanatçımız, meslek erbabımız var; akademisyenler, edebiyatçılar, uzmanlar var; eh, az da olsun filozof!.. 

Mevcuttan bahsediyorum, olacak tabii, köklü bir kültürümüz var ve bunun için altyapı ile üstyapı mevcut. Tekrar sorayım, bakın durumumuza, güvende miyiz? 

KALKINMAK

Dünyada rakamlar sürekli büyüyor, ölçülmesi gereken o bilinen büyüklük kıstaslarının bir sınırı da yok! Sürekli büyüme hedefi!.. Böylesi bir ortamda sözü edildiği gibi, “kalkınmakta olan” bir ülkeyiz. Ben bildim bileli böyleyiz. Peki ne zaman kalkınacağız, bilen var mı? Ama sanki böyle rahatız…

Kalkınmaya bir izin belgesi mi gerekli? İnanacaksınız, çalışacaksınız, akılla hareket edeceksiniz, izne ihtiyaç yok, mazeret de yok. 

Dünyada tahmin ettiklerimiz yanında bilemediğimiz türlü etkileşimler mi var? Bilmemek, yapamamak, eksiği olan konu başlıkları… Esasında çok mu belirgin? Bunlara strateji, politika, gibi başlıklar mı? Stratejisiz kalkınmak mümkün mü? Eğer ortada kıyasıya rekabet, savaş, birbirini yok etme düşüncesi varsa, nasıl olacak bu iş?

ZAMANIN RUHU

Bu artık klişe, zamanın ruhu, deyişiyle. Yaşamda her zaman-aralığı kendi karakteriyle anılır, benzeşen taraflar olsa da aslen biri diğerinden farklı özellikler taşır. Zamanın ruhuna vakıf olamayanlar başka dünyalardan gelmiş gibidirler ya ilerilerden ya gerilerden… 

Zamanı fark etmek adına bugünün temel sorunlarını sıralayalım: Küresel ekonomik kriz, küresel iklim krizi, Dördüncü Sanayi Devrimi, devam eden ve potansiyel savaşlar ve ortamı hem sağlık hem de güvenlik yönüyle oldukça geren zamanımızın büyük olayları. Eğer şimdiki zamanın ruhuna vakıf olmak isteyenler, sıraladıklarımın aynı anda dünyada hemen her noktaya ve konuya etki ettiğini hesaba katmak zorundalar, gerçekçi olmak bunu gerektirir.

Strateji mi belirleyeceksiniz? Geçmişle bugünü mü kıyaslayacaksınız? Politik kararlar mı alacaksınız? Geçtim bunları, sırf kendi çıkarına siyaset yapan biri olarak, çıkıp halka içinde aldatmaca dolu bir nutuk mu atacaksınız? İş-insanı hüviyetiyle yüklü bir yatırım planınız mı olacak? Hepsinden öte, televizyondan haberleri izliyorsunuz, sadece dünyada olup biteni doğru anlamak mı niyetiniz? İşte göz ardı edilemeyecek değerdeki temel meseleler bunlar. 

DAHA ZOR DÜNYA

Dünyada zorluklar katlanarak artıyor. Grafiklerde bütün oklar tam yukarıyı gösteriyor. Birtakım çözümler için kararları tek başınıza almanız mümkün değil, küresel meseleler var. Bu yetmiyormuş gibi, neredeyse çoklu etkileşimlerin bunalım alanlarını ve istikrarsızlık üreten manipülasyonları düşünün, bunlara dair toplumların verebilecekleri tepkileri ölçerek, dünyayı kendi amacına uygun yöneten veya bunu isteyen büyük güç odaklarının sebep olduğu o azgın akıntılara kapılmak mümkün.

İşte böylesi azgınlaşan bir ortamda bazılarımız hayatta kalmakla uğraşırken, bazılarımız küresel güçlerle ilgili entegrasyonlarını tamamlayıp kendilerini, bir süreliğine de olsa, emniyete almış vaziyetteler. Dahası, entegre olmuşlar bu hislerini ve gösterişli pozisyonlarının gelişimini her mecrada savunabiliyorlar. Baskı! Bu durumdayken sıradan insanlar, “dünya gailesi” diyerek gününü geçiriyor olmalılar. Hepsine birlikte bakarsak, her geçen gün ajandaya bir “yeni normal” daha işaretleme zorunluluğu getiriyor, eğer yeterince becerikli kimseler varsa bunu da fark edebiliyor. 

Bakın bu tepkiler doğal, insan hayatta kalmaya odaklıdır, tıpkı diğer canlılar gibi. İnsan adaptasyon kabiliyeti yüksek olan bir canlıdır. Afrika’da da yaşamaya uyumludur, Antarktika’ya da. Uzay Merkezi’nde aylarca yaşayabilmektedir. Sonrasını planlayabilir… Bu durumda insan zeki bir varlıktır. İyi kullanılması gereken bir zekâsı vardır, bundan söz ediyorum. 

Örneğin bazı ülkelerde o büyük zekânın “yapay” olanını üretenler de vardır! Şimdi vurguluyorum, “yapay olan insan mahsulüdür” diye. Bu durum sıradan bir söz değildir; “yapan var, yapamayan da” şeklinde bir acımasız ve devasa mukayese gerektirir, tıpkı “hükmeden var, hükmedilen de” der gibi bir ifadede bulundum! Siz bir düşünürken onlar aşırı kapasiteyle, neredeyse kuantumla düşünüyorlar; bu sözümle sırf bir benzetme olsun istedim. Üniversite puanınız yüksek olabilir, meslek sahibisinizdir, ama neyi ne kadar biliyorsunuz? Eğer ilginiz bu tür alanlardaysa sorun yok, değilse…

Bu vahşi ortamda ülke, devlet, entelektüel olmak ve “güçlü olma” iddiasında bulunmak, kalkınmak, daha da kalkınmak, hatta mümkünse kalkınmış olanlar sınıfına geçmiş olmak, gibi bir mesele var karşımızda. Kaçınılmaz!

Ben bu noktada soruyorum, her şey yolunda mı, diye. Ülke yönetimi ve devlet gibi konular, siyaset, bürokrasi kendi bildiği nizamdadır, söyleyeceğim yok. Ben sadece entelektüel alana bakarak soruyorum, kapasite ne, hangi ölçü birimi itibariyle alınan sonuç ne?

DİNAMİZM

İşte o “gelişmiş ülkeler” diyebildiklerimizde her nokradaki “beşerî güç” unsuru ve birey için bir “dersine çok çalışarak zorlu duruma ve rekabete hazır olma” bilinci ve yeteneği geliştirilmiş. Ders sadece mesleki alanda değildir, dünya gailesine dair konularda ciddi ciddi düşünebilmektir. Bu bazen bireysel, bazen kurumsal şekilde belirginleşmiş durumdadır. Aile, okul, kent, kültür bireyin kapasitesine doyurucu ve isabetli katkılar vermeli, yol göstermelidir, biliyoruz. Bunlar o ülkede de var, bu ülkede de. Sonuçta ortada bir fark var ama…

“A” ülkesindeki atmosfer ile “B” ülkesindeki atmosfer farklıdır; ki farklı yerlerde yaşayanlardan birinin belirgin kolaylıkları ve sınırlamaları varken, diğerinde belirgin olmayan noktaların görülmesi söz konusudur. Daha genel ifade edecek olursak, ülkelerin kendi dinamiklerine göre somutlaştırdıkları bir ekosistemde, içinde yaşayanlara, en azından sosyo-politik, sosyo-ekonomik, bilimsel ve teknolojik açılardan somut imkanlar sunulmaktadır. Sistemlerin sistemi, o büyük ekosistemi her yönüyle besler, her ne yetişecekse orada serpilir, gelişir. Gelişenler başlar kendi arasında dinamik hareketlere, daha dinamik, daha da dinamik… Dinamizm yoksa kaybedenlerdensiniz!

ENTELEKTÜEL YOZLAŞMA

Örneğin, dünya çapında her alanda ve her seviyede kıyasıya bir rekabet söz konusuyken, siz ülkeniz içindeki bireyler, kurumlar ve şirketler arasında, kurallarıyla birlikte var olması gereken o doğal rekabeti ortadan kaldıramazsınız! Eğer vatandaş kendine, kurallı ve herkese açık şekilde, dinamik ve verimli bir rekabet ortamı bulamaz ise o ülkede bazı basit konular da açıklanamaz olur. Açıklansa da öylesine! Ayrıca bakılmalıdır; kasıt ne dozda, kandırmaca nerelerden?..

Önce şöyle ifade edeyim, eğer asıl olanı yoksa, orada bir yerde, her neresiyse, herkes entelektüel olduğunu söyleyebilir, söylemese de öyle görünür, kimse de bir şey demez. Yine asıl olanı yoksa, orada herkes stratejiyi bildiğini de iddia edebilir, bilmese de. Bu sihirli sözcüğü dilinden düşürmez, kimse o “sorunlu”, aslında “yetersiz” ve “yozlaşmış” kimseyi sorgulamaz. Dolayısıyla, yozlaşmanın salgına döndüğü atmosferde, herkes kendini “asılsız” bir noktaya konumlandırır. Bunu kendisi yapar, biraz da yardım gelir, zaman öyle denk gelir ki, o asılsızın açtığı alandan beslenen başka kesimler birlikte ortaklığa girerler, oradaki ortamda (ekosistemde) olumsuz bir “beslenme zinciri” meydana getirirler… Buna “entelektüel yozlaşma” diyelim, aklımızın köşesinde kalsın. 

Tabii herkes entelektüel olamaz, öyle olmak zorunda da değildir, bunu söyleyebilirim. Hem bu zor bir tanımlamadır, “kim ve ne ölçüde?” gibi… “A” ülkesinde entelektüel kesim 5 birim güçte, “B” ülkesinde 500 birim güçte ise böyle bir şeyi kim ölçecek? Sonra bu ne işe yarayacak? Keşke ölçülse ve belli kıstaslara göre düzenlemeler olsa, diyenler de çıkabilir, ben şimdilik bu tartışmada değilim.

YAPAYLIK FAKTÖRÜ

Bana göre dünya olabildiğince “somut” olmalı, ama başkasına göre öyle olmak zorunda değil tabii. Hem dünyayı sadece madde ile açıklamak da mümkün değil, bu da kabul. Hem her şey insan tarafından bir öykü ile değerli hale getiriliyor. Para dediğiniz “değer ölçütü” bile böyle. İnsanlık bu işi iyi bilir; çünkü insan demek öykü ile dil gelişimini aynı anda geliştirmiş modern insan (homo sapiens) olarak da tarif edilmektedir. Merak edenler Ernst Cassirer’in “Dil ve Mit” isimli kitabını okusunlar. 

Ben bu alanda bir felsefi tartışmaya girecek değilim, söyleyeceğim gayet açık: Mademki Dijital Çağ’dayız, bunun yarattığı bir gelişme atmosferi var ve bu bahsettiğim ekosistem içinde artık çok güçlü şekilde bir “yapaylık faktörü” de söz konusudur. O halde karşınızdaki her kim olursa olsun, rafine fikre ulaşmak adına, onun söylediklerinin sağlam bir analizi gerekmektedir.

Bu yapay alana ne kadar maruz kalıyorsunuz? Bunu ne kadar idare edebiliyorsunuz? Ne ölçüde istismara uğruyor ve hedef oluyorsunuz? İşte bunu bilmek zorundayız, hem hayatta kalmanın bir zorunluluğu olarak! Eğer konuyu yeterince anlamadan giderseniz sapkınlardan olma ihtimaliniz de var.

Diğer neden olarak, bu büyük küresel rekabette kimse kimsenin gözünün yaşlına bakmaz! Ciddiye alınmaz ise bireyi köle gibi üretici ve aynı anda savurgan bir tüketici yapar. Birey ve bundan oluşan toplum bir nevi “yönetilen” olur. Hatırlayın “hükmetmek” dediğim noktayı. Böyle bir atmosferde zaman çok hızlı akmaya başlar, her bir gerçekleşme bir “mecburiyet” halindedir artık. Dağ yüksekse, o dağdan akan selin debisi gibi düşünün… 

Yeni normaller! Artık toplumca dünyanın tam olarak “böyle” olduğunu zannediliyordur. “Zannetmeler” kanıksanır olmuştur! Yapaylığın ürünü olarak bir “zannedenler toplumu” yaratılmıştır…

İnsanlar işine gücüne bakarlar. Basit açıklamalar bunlar. Ekonomi tabiriyle üreticidir ve aynı anda tüketicidir. İşte zamanımızda sorun da buradadır: Sosyal medya ve diğer medya araçları birçok şekilde “algı üretimi” için veri tabanı kaynağıdır. Buna dayalı çalışmalar sayesinde, hedef toplumların iradesi baskılanabilir, yönlendirilebilir. Hatta bir üst düzeyli yaklaşımla söylemeliyim, birçok stratejik çözümlemede bu veriler ile buna kaynaklık eden örneklenmiş nüfus paketleri kullanılmaktadır. 

Bilim ve teknolojideki ilerleme, bugün imkânı geniş olanlara (gelişmiş olanlara desek yanlış olmaz herhalde) böylesi bir kapasiteyi yönetebilme kabiliyeti sağladı. Burada atmosfer, ekosistem gibi sözler ediyoruz, dinamizmden ve disiplinden bahsediyoruz, işin önemini anlamak adına bu hatırlatmaları yapıyorum. Bana inanmayanlar Birleşik Devletler ve Birleşik Krallık açık açık yazıp neşrediyor, ulusal strateji ve istihbarat dokümanlarına baksınlar. Çin de yazmaya başladı, parti kararları şeklinde. Sakın incelemeden karar vermeyin! Gerçi ben kimseyi ikna etmekle mükellef değilim, madem yaşama dahiller, herkes kendini ikna etmek zorunda. Bunu da hatırlatayım!

GENEL DAVRANIŞSAL YOZLAŞMA

Toplumda sorunlu kesimlere ait ki türlü tarif yapmam gerekiyor; birincisi entelektüel yozlaşma, bunu açıkladım, diğeri ise genel davranışsal yozlaşma. O halde şimdi “genel davranışsal yozlaşma” ile neyi kastettiğime bakalım. 

Etrafınıza bakın, “işi bilen” (!) olma konusu var. Yani istismarı geliştiren ekosistem içinde bir hastalık gibi, birbirini yozlaşmayla yükleyen bir salgından bahsediyorum. Örnek vereyim, bu tam da şimdi aklıma geldi: Etrafımda o kadar çok “düzenbaz samimiyeti” ile bana yaklaşan kimseye rastlıyorum ki, mutlaka siz de öyle düşüneceksiniz. Evet etrafımda böyle insanlar var, diyeceksiniz. Örneğin bir hizmet alacaksınız, bir şekilde birilerine gidiyorsunuz, al şu işi sen yap, diyorsunuz. O iş-insanından samimi bir yaklaşım görmektesiniz. Ama anlıyorsunuz ki arka planda bir düzenbazlık var. Toplumda bir samimi davranış türü gelişmiş, yaygınlaşmış, kanıksıyorsunuz. İşte bu gayet salgın hastalıklı bir durumdur. 

Hatta bu düzenbazlık samimiyeti, profesyonel pazarlamacıların tam da istismar edebileceği bir alana dönüşürse, korkmalısınız! Size başkasının evini satarlar, komisyon alırlar, evi satılanın haberi olmadan! Güle oynaya paranızı verirsiniz. Size modası geçmiş ve aslında tamamen geçersiz ideolojilerin politikasını yaparlar, oyunuzu alırlar, yaşamınıza kastederler, buna da demokrasi, özgürlük, derler… Ha bir de bu tür büyük oyunların sözüm ona yoz-entelektüel savunucuları çıkar ortaya, beslenme zincirine dahil olan, size kadar o salgın mikrobunu taşıyan.

REKABET

Örneğin, “ilerlerim, başarırım, kalkınırım, hatta akşam yastığa başımı koyduğumda rahat bir uyku çekerim,” demek istiyorsanız, yapmanız gereken şey bellidir, dinamizmin şartlarını doğru yolda geliştirmeyi başaracaksınız. Nedir bu şartlar? Aklıma iki tanesi geldi. İlki rekabet ortamı içinde entelektüel güçten istifade etmeyi sağlayacaksınız, ikinci olarak disiplinleri, disiplinler-arası etkileşimi, insanın zekâsının gelişimini, bundan azami istifade etmeyi, velhasıl o gerekli olan ekosistemin sistemleşmesini tesis edeceksiniz. 

Gelişmiş ülkelerde, ABD, Avrupa, Japonya, hatta Çin, Güney Kore gibi ülkelerde, Singapur gibi kent devletlerinde, inceleyin, bu tür işler belirgindir, sistemlidir. 

STRATEJİK KÜLTÜR

Bu durumda var kabul edelim; ülkede entelektüel güç, sistemli ekosistem ve disiplin var, diyelim. Peki bundan sonrası kolay mı?

Bugün gelişmiş ülkelerde stratejistler nasıl çalışıyorlar? Yeni fikirlerden ve teknolojilerden nasıl yararlanıyorlar? Sistemlerin sistemini kurmayı ve etkin işletmeyi nasıl başarıyorlar? Bütün bunları biliyoruz, değil mi? En azında elimizde gelişmiş eğitim kurumlarının ders notları var, bakıp haberdar olabiliyoruz. En azından, gelişme, rakamları büyütme, rekabeti sürdürme, kazanma, dinamizme yeni örnekler ekleme yönünde, bütün olup bitenlere ve sonuçlara bakarak, görünür bir değerlendirme yapabiliyoruz. 

Gören göz için sorun yok! Peki buradaki konu ne? Stratejik kültür

Entelektüel kapasite bir ülkede veya ekosistemde ihtiyaç duyulan her noktada ileri sürülecek ve tespit edilecek stratejileri destekleyebilmelidir, geliştirebilmelidir, sonuç alabilmelidir. Bir ülkede veya kurumsal yapıda entelektüel birikim veya kapasite ne yapar ise oradaki stratejik kültür ürün verir ve gerekli ortamı verimli hale getirir? Fark etmişsinizdir, burada strateji ile entelektüel kapasite arasında bir bağlantının olması gerektiğini işaret ediyorum. Böyle bir sorunun kolay cevaplanması için elbette beşerî güç ve vizyoner bakış açısı devrededir. Nüfusu istismar edenler varsa ve vizyonerlik sadece sözden ibretse ne yapacaksınız?

Ülke veya kurum için yaşamsal bir konuyu işaret ederek sorayım, stratejik öngörü ile ilgili, tıpkı bir silah gibi, ne tür bir oluşum, birikim, kapasite, uzman kadrosu, yönetim yapısı olmalı, söyler misiniz?

Bu daha da zor dünyada, yapaylığa hükmedenlerin arasında, istismarın her türüne şahitseniz, gören göze sahipseniz, dinamizmi esas alarak kalkınmayı hedeflediyseniz, entelektüel ve genel davranışsal yozlaşma çevrimlerinden kurtulmak için çabanız varsa, her türlü olumsuz beslenme zincirinin halkalarını koparmak adına bir savaş vermeye razıysanız, rekabeti olması gereken şekilde, çalışarak ve fikir üreterek yapmak istiyorsanız, stratejik kültüre dayalı bir azminiz ve inancınız varsa, buyurun gelin! Lütfen bana sapkın ideolojilerden, fikirlerden, beyhude çabalardan ve zaman aşımı mevzulardan bahsetmeyin.

“MEMLEKET İSTERİM…”

Cahit Sıtkı Tarancı şöyle diyor: “Memleket isterim ne başta dert ne gönülde hasret…

İsterim elbette, güzel söze ne denir? Ama gerçek hayat, kıyasıya bir rekabet ve mücadele arenasıyken, tariflerimizde, ortalığın güllük gülistanlık olabilecekleri var ama öyle olması çok zor olanları da. Örneğin bu Küçük Asya’da her an tetikte olmak zorundasınız, sağlam bir stratejiniz olmalı, dengeleri gözetmelisiniz, rasyonel bakışa ihtiyaç var; ama çok çalışkan, çok disiplinli, çok güçlü olmak zorunluluğu da mutlaka…

Strateji mi? Vizyon mu? Kültür mü? Hedef mi? Politika mı? Ben de memleket isterim, artık kalkınmış olan!

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

ÖNCEKİ YAZI

Sıradan ve Mükemmel

DİĞER YAZI

Generalist

Kültür 'ın son yazıları

387 views

Eleştiriler

Sizlere günümüzün iyi algılanması gerektiği bağlamında, özellikle bizi ilgilendiren yönleriyle, sosyal bilimler ve dış politikaya dair bazı eleştirilerimi aktaracağım. Dünya hızla değişiyor, güç dengeleri bildiğimiz biçimden oldukça farklılaştı, eğer bunlara ait kavramlara ve anlayışlara vakıf olamıyorsak, konuşuruz ama aslında başka bir şey anlatırız.
382 views

Devrim

Bize devrimin ne tarafı kaldı? Diyeceksiniz ki hangi devrimin? Açıklayacağım. En başta şöyle sloganik işaret edeyim: Devrimden değil, sapkınlardan ve geç kalmışlıktan kork!
584 views

Generalist

Ülkeler ve dünyamız için iyi bilinmesi gereken bir konuyu işleyeceğim, generalist olmak. Buna karşılık gelen bir sözcük aradım bulamadım, yine de ben genele yetkin diyeceğim. Genele yetkin kimseler kimler, örnekleri neler? Uluslararası İlişkiler, Ekonomi ve Askerlik sahalarında örnekler vereceğim, neden gerekli, bunu açıklayacağım.
2.1K views

Sıradan ve Mükemmel

Bu makalede sizlere insan zihni içerisindeki tarif veya algı ile gerçeğe ilişkin olanın farkını açıklayacağım. Ele alacağım temalar sıradancılık, mükemmelcilik ve gerçeklik ötesi hakkındadır. Başta soralım, karşılaştığınız şey gerçek mi, yoksa gerçek ötesi mi?
976 views

Anakronizm ve Propaganda

Anakronizm ile politik propaganda arasında ciddi bir ilişki vardır. Kitle psikolojisiyle ilgilenenlerin çalışma alanında bu tür konular yer alır. Askeri alanda ise Psikolojik Harp buna göre inşa edilir.
DÖNBAŞA

Okumadan Geçme