maksatli-aforizmalar-iv
Maksatlı Aforizmalar (IV)

Maksatlı Aforizmalar (IV)

27 Mayıs 2014
Okuyucu

Yalanım yok! Bu aforizmaları aklımın içinde belirgin resimli ögeler düşünerek yazıyorum. Saf camın aklıyla, iç-dışbükeysiz. Böyle yansıyor kağıda sözcükler; belki maksatlı, belki saklı… Düşünceme göre bu aforizmalar insan yaşamı için bir kan damarı! Nedendir bilmem, böyle demek geçti içimden. Bir tıkanıklık durdurur akışı!.. Daha canlı ironiler var elbette. Ama “an” için bunlar gerekli! Bu an için elzem, yalnız kanla ilgili olandır; kanla, damarla, kalple…

Durduruyor bizi aklımızın önündeki! Bildiklerimizden zarara gördüğümüz bir dünyada yaşıyoruz. Sürekli tekrarlamak mı zararlı?

Tefakkuh

Fakih nedir, gayet iyi biliyoruz: Dikkatlice ve ince ince anlayışlı, ayrıntılı bir şekilde bilen alim demektir. Alim dedim ya, önüne gelen değil! Dikkatlisi ve ince işçilik sahibi olanı…

Genel kabulle kullanımından anlaşılan, din bilgini, fıkıh alimi, İslam hukukçusu demektir.

Benim üzerinde durduğum daha özeli; aynı kökten gelen bir terim, Tefakkuh.

Tefakkuh sözcüğü Kur’an konusunda ve elbette dinde bilgi ve şuur sahibi olmak anlamında kullanılmıştır.[1] Müslüman düşünürler fakih konusunu sadece dini bilmeyle ilgili kılarak geliştirmişlerdir. Dinde bilgi ve şuur sahibi olmak! Bunlar sahiplenilmesi gerek tanımlamalar.

Tefakkuh kavramını biraz daha açalım. Bu din, kainatın inancı olan İslam’dır ve son olarak insanlığa (anlaşılsın diye) Kur’an ile tebliğ edilmiş ve toplumun diliyle (Arapça)[2] açıklanmıştır. Yani İslam sadece insanın dini değildir. Sadece insanın dinidir diyenler bilgiden eksiktir.

Kur’an iki doğunun ve iki batının kitabıdır.[3] Neden iki düşünebiliyor musunuz? “Ağır yük taşıyan çift!”[4] Çiftten kasıt ne, düşünebiliyor musunuz? Cevap veriliyor: “Görünür ve görünmez varlık çiftidir.”[5] Hatta vaat edilen cennet bile çift…[6]

Her şey verili ruhla ve üstün irade ile açıklanmış. İnsan o üstün iradesinin farkında değilse, kim ne yapabilir ki? Fakihler böyle bakmıyorsa, daha ileri gidilebilir mi? Yoksa insanın bilgi kapasitesi sınırlı olduğundan mı kavrayamıyor?[7] Öyleyse, Rabbim ilmimi artır![8]

İnsana gelen açıklayıcı kitap, vahiy, Kur’an, hem kelamı (Kur’an’ı) hem de kainatı (Kur’an referansıyla okunacak bilimselliği) bilmekle ilgili koca bir kapsamı içine alır.

Kur’an kelimesinin kökenine göre Mustafa İslamoğlu’nun tarifi şöyledir: “Eşyayı birbirine yaklaştırarak aralarındaki bağı keşfetmektir. Bilgiyi elde etme, üretme ve iletme süreçlerinin tümünü ifade eder. Zaten “okumak” demek de budur… Kur’an okumanın tüm olumlu anlamlarıyla dolu olan bir hitap.”[9]

Ne hoşuma gitti biliyor musunuz? İslamoğlu tefakkuh konusunda yaşayan bir örnek. Bu tanımı cesaretle yapmış. Demek ki fakih olanın cesur olması da gerekmekteymiş. Çünkü bilgiyi elde etmek ve geliştirmek kadar ifade edebilmek de önemlidir. Hem de taassuba rağmen!

Ya “Kur’an” konusu? Tam da bilmek istediğimi karşılayan bir terim! İnsana deniyor ki; kainatta olanı öğren, parçaları incele, ölç, biç ve birleştir, onları keşfet, keşfet ve diğerlerini de buna göre bilebilesin; elindeki kitap sana rehber, neyi nasıl yapacağını işaret edecek, içinde çok parça var, hatta tekrarlar ve değişik konular içinde anlatımlar var, parçalar halindeler ve sen akıllıysan birleştirebilirsin.

O ilahi kitap zorlaştırmak değil, kolaylaştırmak içindir.[10] Zorlaştıran insanın kendisidir. Nasıl yapar? Bireysel iradesini ortaya koymazsa insan için her şey zordur, karmaşıktır… Herkes kendi tasavvur ve aklının verdiği istikamet üzerine eylemde bulunur.[11]

Bizler çok basit konuları tartışmaktan esası kaçırıyor gibiyiz, hem zevkli hem de yarayışlı olan tarafı; bilimle ilgili olanı!

Örneğin, yeryüzü bir bilinç kaynağıdır.[12] Buna rağmen doğa bilimlerine bile kılıç çekenler gelenler var.

Örneğin, gece ve gündüzün iki ayet olduğunu bildiren Kur’an aynı zamanda karanlıktan aydınlığa geçişi de öğütlemektedir.[13] Anlam çıkarmak isteyene her bir doğal olay, yasa, kural ve (küçük-büyük) varlık bir ayettir. İnsan bütün mevcudata ve oluşa böyle bakarsa, hem kendi işini kolaylaştırabilir, hem de fesatçılığa engel olmakla ilerleyebileceği istikameti açabilir.

Ey kısır düşünenler, hiç düşündünüz mü kainatın ortak bilincinin anlaşılabilmesi için gerekli olan ve kullanılan dil ne diye? Sizin seviyenizde indirgenmiş bir lisandan ve anlatım şeklinden bahsediliyor, siz ne anlıyorsunuz? Kendinizi neye eşitlemeye çaba gösteriyorsunuz?

Ancak bunu anlayacak üstün iradeli insanın bir sıkıntı içinde olduğunu görmekteyiz. Eğer, “sorun nedir?” diye sorulursa; “insanın kendi eliyle yapıp ettikleridir!” bağlamında bir açıklama getirebiliriz. Herkes kendi idrakiyle imanına ve inancına sahip çıksın.

Müfessir

Nedir bu zulüm? Fakihlerin işini daraltan baskının sebebi nedir?

Müfessir kısaca, açıklayan ve yorumlayan demektir. Kültürümüzde genel kabulle, Kur’an tefsir işiyle uğraşandır.

Kur’an tefsir işiyle (meal işi de dahil edilebilir) ilgilenenlerin daha çok kapsamlarına aldıkları, kendi külliyatıyla belirlenmiş bir alanı ifade eder. Bu yapı bir bakıma, “ilim” olarak kabul gören çalışmaların “bilim” olarak telakki edilmemesinin bir eleştirisidir. Biliyoruz ki, bu alanda çalışanların ellerinde çok büyük bir külliyat vardır. Binlerce yıldır (tüm peygamberlik görevlerine muhatap olan toplumların kastı ile) söylenmiş, aktarılmış, yazılmış ve çizilmiştir.

Bu alanda belirli akımlar-ekoller vardır ve kendi yönelimleri içinde de tartışmalar vardır. Örneğin Taberi’nin açıklamaları içinde çok doğru vardır ama varoluşla ilgili olan kısım saptırılmış Kutsal Kitap’ın içeriğiyle aynıdır.[14] Bu demektir ki, her söylenen doğru olacak! Araştırmak insanın işidir.

Kur’an’ın kendisi başlı başına bir mucizedir, onu tartışmalardan ayrı tutuyorum.

Diğer yandan, diğer dini anlatımlardan, gelenekle aktarılmışlardan, mitolojik öykülerden, sahih, sahih olmayan hadislerden tutunuz, bu işle ilgilenenlerin tümüne ait eserler, emek verilerek hazırlanan çalışmalarda önemli bir yer tutmaktadır. Neyi, ne kadar ayıklayabilirsiniz? Bu beşeri bir külliyattır, değil mi?

Konunun, arkaik ve vahyin indiği zamanın Arapçalarının dil bilimcileri ile irdelenmesi doğru hal tarzıdır ve bilimseldir. Dil bilimi kullanılan anlamları ve meşrulaştırılmış veya meşrulaştırılmaya aday anlayışları, kabulleri kullanabilmektedir, yaşamsal, tarihsel, bulguya dayalı örnekleri kullanmaktadır.

Ancak bu yöntemin tüm dil guruplarındaki bilimsel çalışmalarla benzer olduğunu da kabul etmek gerekir. Bizim alimler zannediyorlar ki, yapılan iş sadece kendi yaptıklarıyla sınırlı.

İşte bu noktada bir husus karşımız çıkmaktadır. Zamanın (özellikle İslam’ın Altın Çağı’nda) dil bilimcileri kendilerini yetkin görmüşler, dönemlerinin bilgi birikimine ve düşünce yapılarına bağlı bazı gaybi hususlara (doğru, yanlış, eksik ama cesaretle) açıklama getirmişlerdir. Belli seviyelerde tartışılabilecek değerde bilgileri kitaplarına yazmışlardır. Bu günün tefsircileri ve yorumcuları ise müracaat etmek durumunda kaldıklarında, bu bahse konu müfessirlerin (bunların içinden bazıları büyük imamlar da olabilir) eserlerini mehaz göstermektedirler.

Bu durumda, “ilim” işinde; “külliyatın alanında açıklama yapmak söz konusu oluyor,” demek yanlış olmamaktadır.

Farklı alanlara bakılmalı. Yerde ve gökte olan her şey ayet, hepsi Kur’an da, onu anlamak istemeyen, daraltmak isteyen insan!

En büyük müfessir Hz. Muhammed olarak işaret edilir.[15] Tavrına bakın!

Çift Yönlü Taassup

Bu güne kadar kendime şu soruyu sordum: Hz. Muhammed (SAS) bir İsra[16] olayıyla şereflendirildiği, Cebrail (AS) ile hasbihâl ettiği halde, Me’aric[17] olayında Sidret-ül Münteha’yı gördüğü halde, gaibe ait çok önemli ipuçlarını neden insanlara vermedi?

Bunu cevabını net bir şekilde veremeyiz, yorum yaparız. Ancak insanlığın sınavına dair bir konuya müdahaleden bahsettiğimiz açık. Örneğin Hz. Peygamberimiz (SAS) bizlere evrenler, kendi evrenimiz, zaman-mekan algısı, çok boyutluluk gibi şimdi bilimin peşinde koştuğu bilgileri açıklayabilirdi. Ama öyle yapmadı!

Kendisine gelen bir Ayet ile bu tip bir sorunun cevabını almış da olmaktayız. “Sana ruh hakkında soruyorlar, De ki: Ruh rabbimin (akıl sır ermez) işlerindendir ve size bu konuda çok sınırlı bir bilgi verilmiştir.”[18]

Görülüyor ki gaip olandan kasıt; “yasak” değil, “algılaması zor” bilgidir. Bu ise algılamaya açık olunduğunu, zorlamanın mümkün olduğunu, bir küfür olmadığı sürece yetkin ağızlar tarafından tartışılabileceğini göstermektedir.

Tartışmanın belirli bir seviyede kalması düşünülebilir, çünkü gerekli bilgiye çok uzak olanların bazı önemli ve ileri bilgileri eksik duyması halinde kafalarında olmaması gereken uç düşünceler gelişebilir. Belki yanlış alanda tartışanların yarattığı eksikliklerden hasıl olan kitlesel mantığın farklılığı da bu sebeptendir!

Bu tehlikeyi göz önünde bulundurmak kaydıyla, özellikle bilimsel düzeyde çaba göstermek yanlış değildir.

Ancak burada da yine bir “sınav” vesilesi olan konu ile karşılaşmaktayız. Teşbihle (müteşabih) anlatılan konuların çevirisinde veya tartışılmasında “ana referans” (te’vil) doğru yöntemler kullanılmak kaydıyla ve gölgelenmeden, mutlaka Kur’an olacaktır.

Şimdi böyle denince hop oturup hop kalkanlar olmaktadır. Sorun şuradadır: Kur’an bilime asla hayır demez, hayır diyenler Kur’an’ı sebep gösterip kendi bağnazlıklarını gizlemek isteyenlerden ileri gelir, bu ilk sorun sahasını ifade eden taassuptur; ikincisi ise, bilim insanları çok önemli ipuçlarının Kur’an’da var olduğu kabul etmek istemez, çünkü Batı kültürünün kendilerinden kaynaklı din algısını ortadan kaldırarak yüzlerce yılda inşa ettikleri bir yapıdan taviz vermiş olduklarını düşünecek taassup engelleme içine girer.

Günümüzün insanı dini, İslam’ı, Kur’an’ı nasıl öğrenecek bir sorudur, ikincisi de bilimsel konularla Kur’an’ı nasıl örtüştürecektir? Eğer “çift taraflı bir taassup” söz konusu ise insanlarımız doğal olarak iki arada bir derede kalacaklardır.

Muhkem, Müteşabih ve Te’vil

Kur’an içeriğindeki kapsam kesin bilgiyi (muhkem) ifade ettiği gibi, teşbihle (alegoriyle, benzetmeyle) verdiği bilgiyi (müteşabih) de kapsar.

Burada tarafımızdan eksik yapılan konu kainatın bilimle doğru okunması hadisesidir. İslam’ın Altın Çağ’ında doğru işleyen yapı, cehaletin içselleştirilmesi ile bugün en önemli sorundur. Dolayısıyla günümüzde tefakkuh bahsinin bir bacağı kısa kalmaktadır. Aksini söyleyene de ne yazık ki fitneci gözüyle bakılmaktadır. Bu bir tür aforoz yöntemidir, hatırlayın Hıristiyanlığın içine düşen durumları.

Yaratan müteşabih konusunda referansın ne olacağına bakar. İfade edildiği gibi, bu da bir “sınav-fitne” vesilesidir. Yani altın saf mı, değil mi ayrıştırılmaktadır. Eğer “inkarın referansı” ile açıklama yapılıyor ise “yanlış”, “Kur’an başta olmak üzere” bilimsel metotla işlem yapılıyorsa “doğru”dur.

Basit anlamıyla te’vil, referans (kanıt, dayanak, müracaat makamı) demektir. Eğer insan zanlarına, iddialarına, düşüncelerine, bilgilerine, referans vermeye yönelirse bunun en başta Kur’an olması gerekmektedir. Dünyaya ait, bilime ait olan ve insanın kendi algısı, kültürü, değerleri ve süreç içindeki deneyimiyle biriktirdiklerine dayanır.

Yine O’dur İlahi Kelam’ı indiren O’nun ayetlerinden bir kısmının hükmü kesin (muhkem) ve nettir; bunlar İlahi Kelam’ın anasıdır. Gerisi de müteşabihlerden oluşmuştur. Kalplerinde yamukluk bulunan kimseler, fitne çıkarmak ve tevil etmek amacıyla, onun müteşabih olan kısmının peşine düşerler. Oysa onun gerçek tevilini kimse bilmez, yalnızca Allah (bilir); ve ilimde derinleşenler der ki: Biz ona inanırız, tümü Rabbimizin katındandır. Derin kavrayış sahiplerinden başkası bu gerçeği fark edemese de!”[19]

Teşbih, dayanak, bilgi ve fitne kavramları burada daha iyi anlam buluyor. Dayanaksız veya her türlü yapısı tam olsa da bir yerinde Kur’an’la çakışmayan, dayanağı sağlam gibi gösterilen, bir araştırma konusuymuş gibi sunulan ve bir meşrulaştırmayla karara varılan bilgi üzerinden hareketle inanç sisteminin sarsılmaya, içinin boşaltılmasına çalışılması, asla kabul edilemez. Zaten bu tür çabalar ne ilimdir, ne de bilim!

Burada dikkatli olunması gereken noktayı arayalım. Kur’an’da teşbihle anlatılan her konu için sınav vardır. Yani sadece “Kur’an’da bu var,” demek yetmiyor, onu doğru algılamak da gerekiyor. Yani yanlış yorumlarla (bilerek veya bilmeyerek) Kelam’ı sürekli tekrarlasalar da, üzerine basa basa ifade etseler de değişmez, emri saptırmak yanlıştır, sınavın bir kısmı buradan anlaşılabilir.

Niyet ne olursa olsun, sonuç önemlidir. “Efendim, ben iyi niyetliyim!..” Ben bu sözü hiç sevmiyorum, ispat et o zaman.

Allah’ın hükmünce hesap günü, “Ben iyi niyetliydim, inançlıydım, ama benim aklımı karıştıranlar olmuş, ben onların kurbanı oldum…” türünden çıkış yolu arayışları kabul edilmeyecektir. Böyle olacağını Kur’an emrediyor. Çünkü, “Ben sana irade verdim, akıl verdim, kendimden bir parça olan ruh verdim, rızık verdim, süre verdim, her türlü imkanı verdim, kitap ve peygamber verdim, sen ise cehaletinle yanlışın peşinden gittin, küfürle gerçeği örtmeye çabaladın, şirke düştün…” denecektir.

Yaratan’ın seslenmesi insanınkinin aynı olmak zorunda mı? İnsan Yaratan’ını, diğer bir insanla iletişim kurar gibi mi dinleyecek? Yoksa onun “yap!” “et!” dedikleri muhkem emirlerini kendince değiştirebilmek için bir algı oyununa baş vuracak, müteşabih üzerinden mi ilerleyecek?

Kur’an’da gördüğümüz gibi, diğer kitaplardaki anlatımlar da benzetmeler (müteşabih) içermekteydi. Çünkü onlar için de bir sınav söz konusuydu, aksi düşünülebilir mi?

Eğer o kitaplardakiler iyi anlaşılsa idi, saptırılmasa idi, Kur’an’a ihtiyaç neden duyulurdu ki?

Eğer aynı hata ile Kur’an’ın benzetmelerle açıkladıklarını, sapmış olan kitaplarınki gibi okuyacak olursa, bu bizim için en büyük yanlış olur!

Dolayısıyla çeviri yapan ve ilimle ilgili olduklarını ifade buyuranlar, kendi ahvallerini sürekli gözden geçirmek gibi bir ilave mesuliyetle daha görevlidirler.

Günümüz teknolojisi bile bize verilebilecek çok basit örneklerle idrak etmemizi kolaylaştırıyor. Nasıl dijital ortamdan bilgiyi yüklüyorsak, benzer şekilde bilinç atmosferinde de bilgi aktarımı, anlama, kaydetme, istendiğinde kayıtlara erişme gibi işlemler kolaylıkla yapılabilir görülmektedir. Ama bunlar örneğin bir yıl önce söylense idi mucizevi gözle açıklanabilirdi.

Bir “öğüt” ve bir de “dua”

Bir öğüt: Kur’an’ı kendiniz okuyun ve önce kendi içinizde tartışın. Eğer dil bilmiyorsanız, ki bu çok normal, çünkü bu işin alimi düzeyinde doğru çeviri yapmak dahi çok zordur, bundan dolayı fakihler vardır, ama onların içinden bazılarının bir ayakları kısa… O halde şu yöntemi izleyin: Değişik alimlerin, değişik akımların çevirilerini birlikte okuyun. Mantığınızı bu çevirilerdeki teknikle ve anlamla buluşturun. Varsa yakınınızda güvenilir kişi, onunla bilgilerinizi sınayın. Ama bir de diğer konu var, doğa bilimlerini de beraber okuyun. Aslında çoğu konunun örtüştüğünü gördükçe Kur’an’a bağlılığınız daha da artacaktır.

Unutmayalım! Okumak bilgileri birleştirmekle ilgilidir. Kendiniz birleştirirseniz okumuş olursunuz.

İşte size bir dua: “Rabbim beni cehaletin baskısından ve sahte alimin küfründen (bilgiyi örten, saklayan manasında) koru, her türlü aşınmadan ve sapmadan muhafaza eyle; Amin!”

Bir soru ve bir cevap: “Maksadın ne ki bana öğüt veriyorsun, önümden arkamdan dua ediyorsun?” “Maksat, insanlık kazansın azizim, benden sana nesne olmaz, inancıma göre öznem Muttakidir, hepsi bu!

[1] Diyanet İşleri Başkanlığı, Dini Kavramlar Sözlüğü. (https://kurul.diyanet.gov.tr/SoruSor/DiniKavramlarSozlugu.aspx#.U3TwPF7SxDI)

[2] Taha 113.

[3] Rahman 17.

[4] Rahman 31.

[5] Rahman 33.

[6] Rahman 46-56.

[7] Taha 110.

[8] Taha 114.

[9] Mustafa İslamoğlu, Hayat Kitabı Kur’an, Gerekçeli Meal, Tefsir, Düşün Yayınları, 2. Baskı, 2010, İstanbul, s. 149, dipnot 39.

[10] Taha 2.

[11] İsra 84.

[12] Kaf 8.

[13] İsra 12.

[14] Ebu Cafer Muhammed Bin Cerir’üt Taberi, Tarih-i Taberi, Tercüme M. Faruk Gürtunca, Sağlam Yayınları, İstanbul, Cilt I içindeki çoğu yerde görebileceğiniz açıklamalar Yahudi anlatımından aktarılmadır. Dünya Kaderi bahsinden Adem’in yaratılmasına ve diğerlerine kadar. Ancak Taberi bu konuların dışındaki Hz. Muhammed (SAS) dönemi açıklamalarında da istifade edilecek çok anlatımı olduğunu belirtmek isterim.

[15] Diyanet İşleri Başkanlığı, Dini Kavramlar Sözlüğü. (https://kurul.diyanet.gov.tr/SoruSor/DiniKavramlarSozlugu.aspx#.U3TwPF7SxDI

[16] İsra Suresi (Özellikle Ayet 1). Anlamı gece yürüyüşüdür.

[17] Me’aric Suresi (Özellikle Ayet 1-4). Basit anlamı yükselmektir ama değişik akış açılarıyla, gelişerek yükselme, anlamına geldiği de ifade edilmektedir.

[18] İsra 85.

[19] Al-i İmran 7.

Kültür 'ın son yazıları

382 views

Eleştiriler

Sizlere günümüzün iyi algılanması gerektiği bağlamında, özellikle bizi ilgilendiren yönleriyle, sosyal bilimler ve dış politikaya dair bazı eleştirilerimi aktaracağım. Dünya hızla değişiyor, güç dengeleri bildiğimiz biçimden oldukça farklılaştı, eğer bunlara ait kavramlara ve anlayışlara vakıf olamıyorsak, konuşuruz ama aslında başka bir şey anlatırız.
377 views

Devrim

Bize devrimin ne tarafı kaldı? Diyeceksiniz ki hangi devrimin? Açıklayacağım. En başta şöyle sloganik işaret edeyim: Devrimden değil, sapkınlardan ve geç kalmışlıktan kork!
578 views

Generalist

Ülkeler ve dünyamız için iyi bilinmesi gereken bir konuyu işleyeceğim, generalist olmak. Buna karşılık gelen bir sözcük aradım bulamadım, yine de ben genele yetkin diyeceğim. Genele yetkin kimseler kimler, örnekleri neler? Uluslararası İlişkiler, Ekonomi ve Askerlik sahalarında örnekler vereceğim, neden gerekli, bunu açıklayacağım.
531 views

ENTELEKTÜEL SORUNSALI

Temelde insanın doğası, zamanın getirdikleri ve sürekli gelişen küresel zorluklar var. Bunun üzerine her alanda tereddüt uyandıran değişik adımlar ve gerçek bir hedef. Sözü edilen şu, kalkınmak! Eğer artık kalkınmışlar sınıfında olmak istiyorsanız!.. Gerçekten istiyor musunuz? İşe bu emelin ne denli büyük bir mücadeleyi gerektirdiğinin farkında olmakla başlanmalı. İşte tam da bu noktada, düşünsel içerikli bir açıklamam olacak. 
2.1K views

Sıradan ve Mükemmel

Bu makalede sizlere insan zihni içerisindeki tarif veya algı ile gerçeğe ilişkin olanın farkını açıklayacağım. Ele alacağım temalar sıradancılık, mükemmelcilik ve gerçeklik ötesi hakkındadır. Başta soralım, karşılaştığınız şey gerçek mi, yoksa gerçek ötesi mi?
DÖNBAŞA

Okumadan Geçme