Modern Rekabet

5 Nisan 2024
Okuyucu

Burada modern rekabetin küreselleşmesi öyküsünü kendi içindeki kavramlarını tartışarak, Rusya ve Çin örnekleri üzerinden otoriter yönetimlerin eleştirisini yaparak açıklayacağım. Kavramsal olarak “modern rekabet” anlayışını bu şekilde açıklama imkanı bulacağım. Sonlara doğru kapitalizmin yozlaşmasını açıklayacağım. Bu kısımda da Anglo-Sakson yapıyı ve Kıta Avrupa’sını işaret edeceğim. Burada anlaşılması gereken şu olacak: Demokrasi ve insanlığın gelişimi kimsenin insafına kalmamalı, rekabetin yapılma amacı değer üretmek esaslı olmalı.

İNSANİLİK

Temel bilgi, insanlar rekabet ederler ve rekabeti doğru yapamayanlar kaba kuvvete başvururlar. Rekabet etmeyi öncelemeyen ve bunun yerine kaba kuvvete başvurmayı çıkış yolu gören akıl medeniyet çizgisinde hep bir adım geridedir.

Hayat mücadele demektir. Mücadele edemeyen zayıf canlılar, ki insan için de durum böyle; geride kalırlar, elemine olurlar. Üstelik bu çok doğaldır. İnsanın diğer canlılardan farkı, bu durumu “insanileştirme” yetisine sahip olmasıdır. İnsanileştirmek yok ise olabilecekler vahşettir. Vahşilik insanı insandan alır, daha alt canlı sınıfına düşürür. Bu tarz insanlar yok değildir, ama yine de insanlar gelişmenin ve güçlenmenin arayışı içindedir. 

İnsanlar toplu yaşarlar. Bugünün toplulukları, organizasyonlarını ülke ve bunun içerisinde bir ulus olma biçimiyle sistemleşir. Bu durumdayken soru şudur, uluslar nasıl daha fazla insani boyutlarda geliştirilebilirler? Belki bu soru değil değildir, bir ideali veya arayışı temsil ediyordur.

İnsanlık kültürü ile demokrasi kültürü paralel gelişme göstermelidir. Bunlardan birisi geride kalırsa kurulan sistem işlevsizleşir ve kendini emniyete alabilmek için derhal otoriterliğe kayar. İnsanlığı ve demokrasiyi birlikte ve paralel geliştirmek esastır. Bu yoksa ülke yine bir ülkedir ama otoriterdir; ulus yine bir ulustur ama bazı hukuksal açılardan geri kalmıştır. 

Yapılması gereken insanlığı ilerilere taşımak için mücadele vermek iken, kendi değerlerini muhafaza etmeye çabalayan sistemler, beraberinde çelişkilerini de arttırırlar. Çelişkiler insanların uyumlu olma kabiliyetlerini zorlasa da yaşam devam eder. Toplum uyum sağladı diye, her şeyin yolunda olduğunu düşünmek yanlışlıktır, bu kolaycılıktır. Bu tür oldubittiler mutlaka birilerinin işine yarayan rejimleri temsil ederler; ki burada kendini geliştiren sistemden değil, ancak belli isimlerin liderliği üzerinden yürütülen bir yapıdan söz edilebilir. 

OTORİTERLİK

Aslında bu tür otoriter devlet sistemleri, sadece kendini korumaya odaklanırlar, toplumda bireysel gelişimin kendi kendini idare eder bir sistem hale gelmesini ve buna paralel olması gereken demokratik kültürün gelişmişliğini fazlaca önemsemezler. Otoriter olan hedefini belirli alanlarda bireylerin gelişimini zorlar, bu durumun anlaşılmasını güçleştirmemelidir. Hatta belli değerli isimleri kendi rızası ile değil, zorbaca bir işe koşmak dahi söz konusu olabilir. Amaç hedefi ele geçirmek ve devlet sistemini muhafaza etmektir, hepsi bu kadar. Buradan elde edilen verim yoluyla uluslararası alanda rekabette öne çıkmak istenir.

Bu anlattıklarımı 1945 sonrası dünyada oluşan Çift Kutuplu atmosferde görmek mümkün idi. Ama bugüne bakıldığında, Rusya ve Çin gibi bazı başat güçler otoriterlikle gelişme şekline odaklanmaktalar. Bu rekabet ise rekabet, ancak insaniliğin ölçüsünde aranan bir rekabet türü olmuyor. Bu mücadele etme biçimi ise mücadele, ancak insaniliğin ölçüsünde aranan mücadele biçimi bu değil! Çünkü gelişme biçiminin asıl merkezi kurgusu yanlıştır. Bu rejimler eğer rekabet ederken bir adım geride kalsınlar, derhal ellerine silahı alırlar. Böyle otoriter sistemlerde çok yetenekli olan biri, belirlediği hızda ilerleyebilecek atmosferi bulamaz, kısıtlamalar ve engellemeler vardır, merkezin işaret ettiği kesimlerin bu gelişmeden pay almalarıyla beraber bir ilerleme yolu tarif edilir. Sonuçta belli zümreler gelişir, zenginleşir, diğerleri ise sömürülür, köleleştirilir. Tabii burada modern kölelik sisteminden ve kendi halkını köleleştirmekten bahsediyorum. Bu tür sistemlerde sisteme uymayanlar cezalandırılır, dışlanır. Tabii burada modern ve hatta post-modern cezalandırma yöntemlerinden bahsediyorum. Mesela görmezden gelinmek, yok sayılmak, en küçük bir sözle bile hakim karşısına çıkarılmak… Buralarda duvarları aşmak veya ejderha yumurtasının kabuğunu kırmak yasaktır. Bu içeridekileri sömüren bir sistemdir, kolaycılıktır, ama esasen tam bir aldatmacadır.

Kendi halkını sömüren bir sitem bazı iç politik yöntemlerle düzenlenir. Mesela ülkede hukuk tam geliştirilmez, oynak durumlar ise her defasında birilerinin çıkarına gelişir. Eğitim-öğretim tam sistemleştirilmez ve aynı zamanda yanına çarpık fikirleri işleyen programlar dahi konabilir. Bilim, bir bilim olmaktan uzaktır, sistem için “kontrollü bilim” yeterli görülür.

Bireyin hukuku, gelişmiş hukuki tarifleri, karşılıklı güvene ilişkin hak ve özgürlük teminatları, gelişmeyi destekleyen içtihat mekanizmaları ve devlet ile bireyin hak ve salahiyetlerini karşılıklı düzenleyen yasaları sayesinde tatbik edilir. Otoriter rejimler belki devlet çatısını doğru ve hızlı işletirler, ancak bunun üzerine olması gereken insani zenginliklerden mahrum bırakılabilirler. Otoriter sistemlerde bireyin hukuku daha ziyade devleti koruyan ve önceleyen yasalara bağlıdır, karşılıklı güvenin sağlanması ise çoğu zaman pamuk ipliğine bağlıdır. Bu tür rejimlerde mahrumiyetler çoğu kere popülizmle örtbas edilmek istenir. Bu gibi özelliklerinden dolayı genel olarak bunlara, eksiklikleri olan politik sistemler diyebiliriz.

Eksikleri olan politik sistemlerde insanların bilincinde bir korkulacak yapı vardır. Korkmak üretmeye engel değildir, ama olup bitenin insani tarafları hep tartışmalıdır. Rusya, Çin gibi devlet sistemleri bu türdendir. Otoriter yönetimleri vardır. Konumları ve potansiyelleri itibariyle güçlü de olabilirler. Peki insani taraflarından kimler bahsedecek? Bu tür politik sistemlerde hep bir düşmanlık olgusu vardır. Düşmanları alt etmek için daha fazla çalışmak ve üretmek gerektiği söylenir. Bu politik sistemler savaşa daha yakın dururlar, işgallere, kaba kuvvete. Aksine, mücadele etmeye, rekabete, hukukla mücadele etmeye yönelmezler. Sürekli mazeretleri vardır, “emperyalistler…” derler, onlar için her şeye engel düşmanı böyle gösterirler. Emperyalistler “sömürecek” diye bu politik sistem kendi halkına baskı uygular, bireylerin insani gelişimlerini istismar eder; bu da bir sömürüdür aslında. İnsanlar birer makine değildir. İnsanlara, “makine gibi üret, verildiği kadar tüket, çok soru sorma, başkaları gibi şımarma…” diyen bir sistem nasıl olur da insani olabilir?

DEMOKRASİYLE GELİŞMEK

İşte onun için gerekli olan demokrasidir, ama bireylerin geliştiği bir kültür olmak durumundadır. Gelişmek, birilerinin elinde ve kararında olması gerekenler değildir, kimse kimsenin insafına sığınarak hareket edemez, etmemelidir. Vicdanlar birilerinin insafının ipoteği altında olmamalıdır! Bu doğru bir yöntem değildir. İnsanlar gelişmenin yolunu istediklerinde bulabilmeliler; otoriterlerin işaret ettiği, “size en uygunu bu” diyen sistem doğru bir sistem olamaz. 

İşte bu düşüncelerle işaret ediyorum, bir taraf diğer tarafa “düşman” der ve güvenlik aygıtlarını bir silah olarak kullanır. İdeal olan bu değildir. Güvenlik yapılarının, bireyi sömürmeye dönük baskıcı tarafları ve hukukun esaslarını çok iyi bilerek hareket etmesi gerekir. Güvenlik sistemleri hem ülkeyi hem de içindeki değerleri korur. O halde bilinmesi gereken nettir: En büyük değer insandır, bu unutulmamalıdır. Amaç tümüyle gelişmek ve insanlığı geliştirmektedir. 

Buradaki püf noktası çok açık ve sorulacak birtakım basit sorular var. Hukuk nasıl? Rekabet hukuki mi? Rekabeti kaba kuvvete dönüştürmek doğru mu? Bunlar bir tarafa bırakılacak şeyler değildir. Haklılığın ifadesini bütün bunları örterek kurmak mümkün değildir. 

Mesele düşman tarifi ile ilgilidir. Düşman kim? İnsanı baskılayan, insanlığın gelişimine engel olan mı, yoksa ulus devletlerin kendi içindeki sert güce yaslanıp, sadece belli zümrelerin gelişimini gözeten, diğerlerine insaf ederek bazı haklar veren sistemler mi? Yoksa her ikisi de içinde mi? Esasında bir düşmanın tarif edilmesi konusu hep zordur, meşru müdafaa hali başka tabii. Zira insan olarak düşünüldüğünde düşman bellidir. İnsan ve onun yarattığı sistemler için görünen bir düşmanı imal etmek her zaman için mümkündür. Mesela bazı terör örgütleri için bir fabrikasyon mu, değil mi, halen tartışılır. Bunların işlevine bakılırsa, bunlar tıpkı birer maşadır. Bunları isteyen istediği gibi kullanır. Peki mücadeleyi böyle kullanımı kolay vekillerle mi sürdürmek insanidir? Hatta insani gelişimi ararken, otoriterlerin haklı olabileceği gerekçeleri üretmemek gerekir. Politik sistemlerin birbirine girmelerinden ve kaotik durumları oluşturmaktan fayda görülmemelidir. 

Demokrasiler ne işe yararlar? Napolyon zamanını düşünerek bu soruya cevap arayalım. Napolyon zamanında Avrupa’da ülkeler çıkarları için sürekli olarak bir o taraftan bir bu taraftan oldular, birbirleriyle savaştılar. Buradaki bir alt soru şuydu? Neden bir gün müttefik olan ertesi gün düşman olabiliyor? Çünkü Avrupa bugünkü demokratik sistem seviyesine gelememişti, henüz İmparatorluklar dönemindeydi. Bugünün uluslararası sisteminde demokrasi, en belirgin olarak, barışı temin etmeye yaramaktadır. Aradığımız cevap budur. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Sovyetler Birliği’nin diktatörü Stalin’in Avrupa’da başlattığı işgallere karşı kurulan, Soğuk Savaş’ı caydırıcılıkla kazanan, demokrasiye inanan ülkelerden oluşan ve bugün gezegenin tek güvenlik paktı olan Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü (NATO) bu noktayı esas alır. NATO müttefikleri birbirleriyle savaşmazlar, çünkü bugünün demokratik sistemine inanırlar. İfade ettiğim gibi, demokrasi kültürü, toplumların kültürüne paralel gelişir, bu nedenle bugünü gelişmiş demokrasiye göre değerlendirmek gerekir. Ancak şurası çok tabii bir durum, demokratik ülkeler de kendi aralarında kıyasıya rekabet ederler; rekabeti her türlü şekilde, aklı ve milli güç unsurlarını kullanarak yaparlar. Dolayısıyla bugünün gelişmiş demokrasileri birbirlerine karşı kılıçları çekmezler. 

Peki, dağılan SSCB’den sonra kurulan Rusya Federasyonu bir düşman mıydı? Değildi. NATO’da ofisi bile vardı. Ancak bu durumu kendisi tercih etti, 2014’te Kırım’ın işgali ve 2022’de Ukrayna’da başlatılan ve bugün de devam eden işgal girişimi durumu değiştirdi. Bütün bu değişim başında Başkan Putin oldu. Bugün Avrupa’da yeniden sert güce başvuran Moskova kendini NATO’nun düşmanı ilan etti. Şimdi NATO hem başka işgal girişimlerinin olmaması adına tedbiren hazırlık içinde hem de caydırıcılık gereği askeri bütün tedbirlerini almakta. Putin neyi tercih etti? Otoriterliği. Eğer Moskova demokrasi kültürünü geliştirebilseydi, acaba Putin’in söylediği gibi, Emperyalizme yenik mi düşmüş olacaktı. İşte esas nokta burasıdır, Putin demokrasilerin kendi arasında yürüttüğü akıllı rekabetten kaçtı, bildiği yola saptı ve sert gücünü esas aldı. Neden? Putin liderliğindeki Rusya’nın rejiminin elitleri, ülke içerisinde kendi çıkarlarını gözettiler, yani oligarşik düzeni bozmak istemediler, gelişmek istemediler. Dünyaya da “Emperyalizme karşı savaş” propagandasını başlattılar. Bu tür Dünya Savaşı ile terk edilen dünya algısına sığınmaya başladılar, çünkü değerleri itibariyle henüz gelişememişlerdi…

Rekabeti esas alan demokrasiler sert gücü caydırıcı olarak gösteriyorlar, meşru müdafaa hali için hazır tutuyorlar. Asıl tehdit bu değildir, otoriterliktir. Otoriterler ülke içerisinde bir baskı unsurudur, sonra sert gücüyle ve popülizmiyle öne çıkmaya gayret ederler. Daha sonra bir otoriter diğer otoriterle yardımlaşmaya çalışır ki bu onlar için yine bir kolay yoldur. 

KÜRESELLEŞME

Otoriterler kolaya kaçarlar. Halbuki gelişmiş kültürlerde rekabet vardır. Hatta ülke içerisinde her bir bireyin rekabetini düzenleyen sağlam anayasal sistemleri vardır. Öyle artık emperyalist söylemine sığınan olmaz, herkes gelişmenin değer üretmenin peşindedir. Bundan sonrası da var: Küreselleşme yeni dinamikler ekledi. Devlet sistemi küresel uyumu hesaba katarken, devlet eliyle küresel güç olmak otoriterlerin asıl yöntemi oluverdi. Gelişmiş demokrasi kültürüne sahip ülkelerin küreselleşme dinamiklerinde devlet ile bireyler veya girişimciler ayrı ayrı birer aktör oldular. Devletleri ile yeni küresel aktörler işbirliği halindeler. Bunun hukuku da içtihatlarıyla gelişmektedir. Her şey gelişmektedir, kendi kültürüne oluşturmaktadır. Otoriterlik ise eskinin muhafazasından yanadır, liderlerin kullandığı retorik bunun kanıtıdır. Modern rekabet modern dünyanın gelişmiş demokrasileriyle beraber çok yüksek derecede değerler üretmektedir, bilim ve teknoloji hızla ilerlemektedir. Küresel bir değişim vardır, Dördüncü Sanayi Devrimi bunun ivmelendiricidir. Gelişimi insanlıktan ayrı düşünmek kabul edilecek bir şey değildir. İnsanlık kültürü kendi güç parametrelerini zaten hazırlamaktadır.

Ama maalesef birileri yine Dünya Savaşı öncesi güç hesaplarını yapmak ve dünyayı gerilere götürmek istemektedir. Bu asla kabul edilemez.

YOZLAŞMAK

Burada idealleri ve kavramsal açıklamaları esas alarak yaptığım açıklama aldatıcı olmasın, çünkü demokrasilerin rekabeti esas alırken, dünyadaki kaynakları yönetmek için her türlü yola başvurabildiklerine de tanık olduk. Ben insanlık yönüyle baktığımda bu sapma eğilimlerine “yozlaşmak” diyorum. Kapitalistler rekabet ederler ama aynı zamanda yozlaşmış demokrasileriyle otoriterleri kışkırtırlar. Küreselciler rekabet ederler ama aynı zamanda aşırı çıkarcı hareketleriyle otoriterleri kullanılırlar.

Amerika Birleşik Devletleri gerçekten çok büyük bir kapitalin üzerinde oturuyor. İki Dünya Savaşı ve bir Soğuk Savaşın galibi olarak aşırı duyarsızlaşan politikalarıyla ideal demokrasiden saptı. Birleşik Krallık, Birleşik Devletler ile aynı çizgide hareket etmekte. Buna kısaca Anglo-Sakson Sistem demek de mümkün. Son asırda Kıta Avrupası yozlaşmış Anglo-Sakson sistemi ile otoriter Rusya’nın arasında kaldı.

SONUÇ

İnsanlık ideallerle hareket etmeye devam edecek. Örneğin demokrasiyi ne otoriterlere ne de yozlaşanlara kurban verecek. İnsanlık! İnsanlık savaş olsun istemiyor. Daha iyi olanı bulmak için bir mücadele yapılsın istiyor. Rekabet değer üretmek üzerinden yapılmalıdır, insanlık böyle istiyor. Kaba kuvvetle sonuç alma çağı bir daha açılmamak üzere kapatılmalı. Buna karşılık insanda var olan o insafsızlık, şımarıklık, vicdansızlık da kontrol altına alınmalı. Bu ancak bireylerin kendilerini bilmeleriyle mümkün! Demokrasi kültürü bireylerin seviyelerini arttırmadan zaten mümkün olamıyor.

Birbiri içinde çemberler… Ama böyle!.. O halde sizin niyetiniz ne?

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

ÖNCEKİ YAZI

Seçimler ve Beka

DİĞER YAZI

İsrail, İran ve Gazze

Politika 'ın son yazıları

29 views

Amerika’da Gazze Protestoları

Gazze'deki yaşanan zalimce olayların gerçekliği ve Batılı politikacıların ikiyüzlü uygulamaları bugün Amerika'da tartışılıyor ve protesto ediliyor. Yarın bu protestolar Avrupa'da da yaygınlaşabilir. Öyleyse diyebiliriz: Gazze sınırlarını aştı!
37 views

Irak’ta Aydınlık Dönemin Başlangıcı

Türkiye, Bağdat'ta Irak ile tarihi bir süreci başlattı, atılan imzalar var, geliştirilen yeni stratejiyle birlikte yapılacak işler var. Bunlar ekonomiden, kültürden, güvenliğe uzanan işler. En önemlisi, inanmışlık, güven ve umut ışığı!..
49 views

Filistin-İsrail Politikası Hakkında

Ortadoğu'da, ABD'nin "kontrol bende" dediği bir ortamda, İsrail'in şımarıklıkları ve İran'ın anlamsız çabaları sürerken, Filistin konusunda nasıl ilerleme sağlanabilir? Bu dramatik konuyu aktörleri belirterek gözden geçirelim.
54 views

Stratejik Algı Yönetimi

Strateji ile algı yönetimi bahislerini, canlı örnek olduğu nedenle, Ortadoğu, ABD ve İsrail ile açıklayacağım. Buradaki amacım yaşamda ve çıkarları elde etmede dilin ve yaratılan algının kullanılmasının ne kadar etkili olduğunu göstermektir. Evet, temel olarak bu bir iletişim konusu olsa da görüldüğü üzere, ülkelerin mücadeleleri ve savaşların nedeni dahi olabilmektedir.
83 views

Yapay ve Doğal

Size analitik bir yöntemle, halen Ortadoğu'daki onca yapaylığa ve yürütülen negatif amaçlı algıya rağmen, Türkiye'nin ne denli doğallık içinde ve istikrar amaçlı politika yürüttüğünü açıklayacağım. ABD ve Rusya gibi büyük güçlerin yanısıra, bölgede İran ve İsrail arasında yaşananları kavramsal boyutta irdeleyeceğim. Analizin her bir basamağında belirginleşen kuralları açıklayacağım.
DÖNBAŞA

Okumadan Geçme