bilimsel-mantik
Bilimsel Mantık

Bilimsel Mantık

30 Mayıs 2014
Okuyucu

Bu yazıda bilgi, bilim, arif, alîm, yakîn ve batıl gibi kavramlar incelenmektedir. Temel amaç İslami bakışın evrensel mantığını ortaya koyabilmek ve bu alandaki yanlışlara değinebilmektir.

İnsanlık, keşfetmeye çaba sarf ettiği kendi yaşadığı evrene ilişkin yasaları hazmetmekle ilgili olan süreci yaşar. Pratik evrensel bakış, bilgiyi, toplanan, çıkarılan veya eşitlenen bir düşünceyle matematik mantığı ile açıklamak ihtiyacı duyar. Bu bir “insani” bakış açısıdır.

Peki, tüm evrenlerin oluşunun görülebildiği bir seviyeden bakmanın pratiği nasıldır? Bu tür üst-bakış açıları ancak dini bir tartışmasının konusu halinde ele alınabilir. Bir vahyin anlatım üslubu ve içeriği insanlara daha çok kainata ilişkin yasaların açıklamaları ve bazı bilinmezlikleri işaret etmekle ortaya koyar.

Yasaların tamamı ne öğrenilenler kadardır ne de insanlığın ifade edebildiği ile sınırlıdır. Örneğin daha bir asır önce kuantum fiziği (adı ve kapsamı ne olursa olsun) yokken, bu yasa işlemekteydi. Şimdilerde daha çok sözünden bahsedilir olmaya başlaması, bilimsel araştırma yöntemlerinde bir ileri daha atılabilmesindendir.

Yeni bulgular hiç bir surette mutlak gerçeği ortadan kaldırmaz, hatta yaklaştırır. Anlayışın sadece bilinenlerle sınırlı olarak anlatımı elbette kabul edilmesi gereken bir yoldu. İlahi kitaplarda yazılı bilinmezlikleri bir farklı yorum gibi ele almak yerine bir hedef, ipucu gibi düşünmek daha mantıklıdır. Örneğin insanlığın uzayı keşfetmesinin önünde bir engel olmadığının ifadesi (Rahman 33) bir hedeftir. Ama ne elde edileceği bilinmezliktir. Çünkü ilahi bağlamda asıl hedef ileriye ulaşmak değil, ileriyi idrak edebilmekle ölçülmektedir.

İnsanlığın gayreti ile ve adını koyduğu anlayışlar çerçevesinde bazı bilinmezliklerin açıklamasını yapmaya yönelmek, ancak bu evrenin görünür yüzündeki işleyişe ait sonuçlar verecektir. Bu evrendeki hayatın (veya devinimin) açıklamasını maddenin atom-altı seviyesinde devinen ve akıl almaz kısalıktaki sürelerde birbiriyle etkileşen yapılarla açıklama gayreti, şüphesiz birçok bilinmezliğe açıklık getirecektir. Yine bir yapı içinde çok kısa periyotlarda katrilyonlarca parçacığın etkileşiminin sonucunu kestirmek, bilimin uğraşısı içinde somutlaştırılabilecek tarafları olan bir konudur. Hatta süreçlere etki ederek bazı yapıların devinmelerine ve verecekleri sonuçlara müdahale etme girişimleri dahi olabilecektir.

Bunlar zaten bir yasa ise Yaratan’ın insana verdiği bilinç atmosferinin dışındaki bir olgu değildir. Bence öyle veya böyle açıklamaktan öte, o anlatımlardan kendimize ahlaken çıkarmamız gereken ders daha önemlidir. Çünkü ahlak bir taraftan da bilimi hazmetmeyi sağlamaktadır.

Bilimsel zorunluluğu, örneğin bilim insanları daha iyi anlayabilecektir. Çünkü onlar da kendilerini sınırlı bilgi güçleriyle bazı yasaları ortaya koymaya adamışlardır. Her yeni bilgi yeni yasa gelişimi demektir. Yasaları geliştirmek insanlık için kaçınılmazdır. Üstün irade buna hükmeder.

Yaratan’ın bilgisi nedir? Evrenleri yaratan ve daha sonra başka evrenlerin canlanmasına vücut veren bir “O” özneden söz edilmektedir. O’nu neye göre mukayese edeceğiz? Zenginliğini, derecesini, özelliklerini, kapsamını, kapasitesini veya keyfiyetini bilebilmek mümkün değildir.

İnsan ömrü içinde gelişme göstererek ve tecrübe edinerek sürekli öğrenmektedir. Belki öğrenmenin ve bilgi edinmenin dünya şartlarındaki artış kapasitesini bir şekilde oranlar ve görselleştirebiliriz. İnsan doğduğunda ne kadar biliyor? Zamanla öğrenecek. Henüz bilmiyorken hem çabalayacak hem de ortam ona bir şeyler kazandıracak ve akıl inşa olmakla kalmayacak, insanın kişiliği ve dünya bilincine etkisi de gelişecek. İşte bu süreçte belirli şeyleri yapabiliyor olma seviyesine çıkmaya “arif” denir.

Ancak Yaratan, arif değil Alîm’dir. Fark buradadır. Evrenlerin üzerinde olan O öznenin öğrenme kapasitesini, birikimini ve nelere “muktedir” olduğunu bilebilmek mümkün olabilir mi? Neye göre mukayese etmek söz konusu olabilir, bilen var mı?

O halde öğrenen insanlığın belirli sayıdaki kuramı çözdü veya marifet sahibi oldu diye kendini evrene âlim ilan etmesi ancak bu dünya ölçeğinde değer taşır ve buna da izin vardır. Biz buna pratikte “bilim insanı” demekteyiz.

Bütün bu çerçevede, insanoğlunun “had bilmesi” olarak takınması gereken bir tavır vardır ve bunu bilenler için bir küçülme değil, aksine büyüme söz konusudur. Tevazu sahibi olmanın insanı büyütmesi, daha öğrenecek çok şeyinin olduğunu bilmesi, onu elbette yüceltir.

Bilmek “doğru” ile de ilgilidir. İnsanoğlu neyin doğru neyin yanlış olduğunu sadece akılla ifade edemeyebilir. Halk tabiriyle kalbinin işaret ettiğine de ihtiyaç duyar. İlim sahibi akılla, yakîn olan ise kalbiyle iş görendir. Bilim insanı mutlak doğruya ve ilahi uyuma yakınlığı ise onun “yakîn” olması ile ilgili bir konudur.

Şuur sahibi olmak, çok hassas ölçekli ve dengeli bilgiye sahip olmak demektir. Nüansları değerlendiremeyen şuursuzdur.

Örneğin Einstein veya Hawking bu dünyada bilim insanı olarak akıl ve şuur yönlerinde ileri seviyeye ulaşmış, marifeti belli insanlardır. Yakîn olup olmadıklarını ancak Yaratan ve bir de kendileri bilir. Çünkü yakîn olmak birey ile Yaratan arasındaki en mahrem ilişkidir.

Diğer bir örnek: Bir peygambere ilahi ilim verilir. Bunun içinde eksiksiz tüm değerler vardır. Marifetlidir, akıllıdır, şuurludur, vicdan sahibidir ve aynı zamanda yakîndir. Peygamberliğin bilim açısından tarifi budur.

Yine bildik bir örnekle konuyu genişletelim. Müslümanlar için Hz. Muhammed’in (SAS) en büyük mucizesi Kur’an’ı Kerim’dir. Aslında bu çok doğru bir tezdir. Çünkü mucizenin bütün niteliklerine haizdir. Kur’an; bilgi, ilim, şuur, gönül, ilahi uyum, ölçü, denge; gelecek bilgisi, geçmişin doğru tarifi gibi eksiksiz vahyi kapsayan bir kitaptır. Vahiy Hz. Muhammed’in (SAS) bütün iç dünyasına nakşedilmiştir. İşte bu bile bir mucize tarifidir.

Ama insanlar bakınca etrafındakilerin havsalasını uçuracak değişiklikler veya görsellikler arıyor. Örneğin bir işaretle dağı un ufak etmek gibi. Başka peygambere verilenler de belirli bir anlayışa dahil olabilir: Zaman, yer ve oluş bilgisi verilir, tam da o anda işaret eder ve aslında olacak olan gerçekleşir. Büyük bir görsel şölenin maharetinin tüm sahipliği o işaret edene atfedilir. İşin içinde bilgi ve maharet zaten vardır. Bütün mesele neye ve nereden bakıldığının bilinmesinde yatar.

Bir dağı un ufak ettiren de, Kerim Kitap’ı gönderen de; asıl Alîm olan O aşkın öznedir. Çünkü O, evrenlerin üzerinde olan, bilinenlerin tümüne hükmedebilen ve muktedir olandır. O’nun varlık ve ilerletme bilgisi bu noktadan bir yaratılanın aklında canlanamaz. O nedenle sahip olduğu bilginin çerçevesi hakkında da bir değerlendirme yapılamaz.

Buna mukabil insana ait bilgiye bazı değerler verebiliriz. İnsan için kazanılmış bilgi;

  • Varlığına bağlı bir kapasiteyi gerektiren,
  • Zaman, zemin ve şarta dair artabilen,
  • Duyular, akıl, mantık, zihin ve vicdan ile işlenip depolanan,
  • Bilgiyi kullanma şartları dahi kendinde olmayan nedenlerle kesintiye maruz kalabilen,
  • Kullanıldığında yaptığı etkiyi bulunduğu zaman içinde kestirmenin mümkün olamayacağı belirsizlikleri gösteren bir yapıdadır.

Bütün bu nedenlerle İslam, insanın bulunduğu noktadan ve bu şartlarla anlayamayacağı bazı bilgi kümelerine “gaip” ismi vermektedir. Gaip, insan için bir bilinmezlik konusudur ama bilmeyeni küçük görme konusu değildir. Aksine bir sınır ifadesidir. Bu ifade ile insan kendi ev ödevlerini yaparken sınırını bilerek hareket edecek ve başka şeylerden medet ummayacaktır. Haliyle gaibin sahibi de kapsam bakımından evrenlerin üzerindeki Yaratan ve aşkın olan “O” öznedir. O, bütün yasaları uygulamaya koyan ve eksiksiz takip edendir. Düzenin yasalarla yürümesi için gerektiği zaman müdahale edendir. Müdahaleye tanıklık edenler yine eksik bilgileri ile olup bitene “mucize” diye bakmış olabilirler. Ancak olup biten her hâlükârda “doğaldır”.

Bilim çevrelerinin kendi arasında tartıştığı “tanrısal etkinlik” benzeri açıklamalara da bu gözle bakmak gerekmektedir. Tanrı başlangıca mı müdahale eder? Sadece yasa koyucu mudur, yoksa yasalarını da korur mu? Tanrı oluşumları gerçekleştiren midir?

Bunlar be benzerleri çerçevesindekilere verilen cevap şudur: O’nun görev tanımı içine iradelilerin akıl edemeyeceği her türlü konu ve içerik dâhildir!

Bu bakış açısının mesajı şudur: Âdemoğlunun kapasite sınırları genişledikçe doğaldır ki daha fazla bilgi edinecektir. Bu Âdemoğluna verilmiş bir yetenektir, özelliktir ve hatta gerekliliktir. Bilinç düzeyi arttıkça gelişme olacak ve bu zaten aşkın O öznenin daha da aşkın olduğu tasavvur için koyduğu yasanın da ta kendisidir. Yeter ki had bilinsin, yakîn olmak hedeflensin.

Peki, bu konu Müslüman’ı nasıl bağlar? İnanmak veya inanmamak ayrı bir konudur. “Batıl” olan yaklaşımları dinin içeriğinden çıkarmak, bu gibi açıklamaların karşısına doğa yasalarına sadık kalmayı geliştiren bilimi koymak gerekmektedir.

Eğer Müslüman bu noktada kendini ikna edici bir açıklama getiremiyorsa ortaya vebal konusu çıkacaktır. Öğrenmemek adına ısrar ve diğer taraftan doğruyu öğreneceklere de engel olmanın vebali yüksektir.

Müslüman yakîn olmayı hedefler, sürekli “doğru” iş üretmek için titizlik gösterir, yanlışı fark edip ondan uzak durmayı prensip edinir, her süreci kendi tecrübesini geliştirmek için kullanır, bilim için çabalar ve bilemediklerine ulaşabilmek için uygun taleplerde bulunur, haddini bilir, bir maharet sahibi olmaya çabalar ve giderek maharetini artırır, bu şekilde dünya yaşamına pozitif katma değer sağlar.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

maksatli-aforizmalar-iv
ÖNCEKİ YAZI

Maksatlı Aforizmalar (IV)

imzanin-sorumlulugu
DİĞER YAZI

İmzanın Sorumluluğu

Kültür 'ın son yazıları

368 views

Eleştiriler

Sizlere günümüzün iyi algılanması gerektiği bağlamında, özellikle bizi ilgilendiren yönleriyle, sosyal bilimler ve dış politikaya dair bazı eleştirilerimi aktaracağım. Dünya hızla değişiyor, güç dengeleri bildiğimiz biçimden oldukça farklılaştı, eğer bunlara ait kavramlara ve anlayışlara vakıf olamıyorsak, konuşuruz ama aslında başka bir şey anlatırız.
365 views

Devrim

Bize devrimin ne tarafı kaldı? Diyeceksiniz ki hangi devrimin? Açıklayacağım. En başta şöyle sloganik işaret edeyim: Devrimden değil, sapkınlardan ve geç kalmışlıktan kork!
554 views

Generalist

Ülkeler ve dünyamız için iyi bilinmesi gereken bir konuyu işleyeceğim, generalist olmak. Buna karşılık gelen bir sözcük aradım bulamadım, yine de ben genele yetkin diyeceğim. Genele yetkin kimseler kimler, örnekleri neler? Uluslararası İlişkiler, Ekonomi ve Askerlik sahalarında örnekler vereceğim, neden gerekli, bunu açıklayacağım.
509 views

ENTELEKTÜEL SORUNSALI

Temelde insanın doğası, zamanın getirdikleri ve sürekli gelişen küresel zorluklar var. Bunun üzerine her alanda tereddüt uyandıran değişik adımlar ve gerçek bir hedef. Sözü edilen şu, kalkınmak! Eğer artık kalkınmışlar sınıfında olmak istiyorsanız!.. Gerçekten istiyor musunuz? İşe bu emelin ne denli büyük bir mücadeleyi gerektirdiğinin farkında olmakla başlanmalı. İşte tam da bu noktada, düşünsel içerikli bir açıklamam olacak. 
2K views

Sıradan ve Mükemmel

Bu makalede sizlere insan zihni içerisindeki tarif veya algı ile gerçeğe ilişkin olanın farkını açıklayacağım. Ele alacağım temalar sıradancılık, mükemmelcilik ve gerçeklik ötesi hakkındadır. Başta soralım, karşılaştığınız şey gerçek mi, yoksa gerçek ötesi mi?
DÖNBAŞA

Okumadan Geçme