Site icon Politik Merkez

Grilik

grilik

Grilik

Okuyucu

Irak Şam İslam Devleti (DAİŞ/ISIS/İŞİD) terör örgütü hakkında yayımlanmış çeşitli raporların, bildirgelerin ve görüşlerin bir irdelemesi yapılacaktır. Burada daha çok DAİŞ gibi örgütleri yaratan mantık üzerinde durulacaktır, rapor ve bildirgeleri hazırlayanların akıllarının arka planı üzerine yoğunlaşmaya gayret edilecektir. Amaç, aynaya bakıldığında ne görülüyor, bu gerçeği belirginleştirmektir.

İslam’ın savunmaya ihtiyacı var mı? İslam’ı savunurken asıl yapılan kendimizi savunmak mı oluyor? DAİŞ’e veya bir başkasına bakarak mı İslam’ı savunma ihtiyacı duyacağız?

İslam’ın kendiyle sorunu yok, sorunu olan belli dönemlerin içindekiler, ortamın ve şartların akışında sürüklenenler, sorunu olan bizleriz!.. Düşünüyorum ki, ortada bir bataklık var, sivrisinekler türeyebiliyor, tarihsel verilerin ışığında örneklemek mümkün, bazen o isimle veya imkanla, bazen bu… Bataklık nasıl oluştu derseniz, çok başka konulara girmemiz gerekir. Şu an itibarı ile bataklık derinleşiyor ve genişliyor. Çare düşünenler konuya bu gözle baksınlar derim. Kendi dillerinden konuştuklarında onları başka dillerde konuşanlar duyamıyorlar, empati yapmalarını öneririm.

Tarihte örnekleri var; Sıffin Savaşı esnasında Muaviye komutasındaki askerlerin mızraklarına Kur’an ayeti yazılı kağıtlar takılmış, “Hüküm ancak Allah’ındır!” ayeti mızrakların uçlarındaydı ve saldırdıkları ise yine Müslümanlar idi. İdeolojik bakış açısı dün olduğu gibi bugün de var. Buna “Haricilik” olarak bakılıyor, bugüne yansıması ise “Tekfirci Selefilik” şeklinde tarif ediliyor. Bunu kaşımakla ilgilenenler için tarihsel sebepleri hazır bir sorun ortadadır. Küçücük bir teşvikle bile belli bir hizip eline Kur’an’ı da alarak diğerlerine karşı silah gibi kullanılabilmektedir. Bugün DAİŞ yarın başka bir hizip! Bunu yaratan mantık ortadan kalkmadıkça bir başkası hep olacaktır.

Bugün Türkiye’de dahi bilinen bir tarikatın tahrik edilmiş kesimi bu hizibe katılabilecek aklı kendilerinde bulabilmiştir. Ne malum yarın benzer başka sorunlar tahrik edilmesin? Kendi kendimize, doğrusu bu, onlar malum, işimiz zor, benim gibi düşünün mü diyeceğiz? Kimler ilgilenir dersiniz?

Ölenler de Müslüman, saldıranlar da; kendi lisanıyla, kültürüyle, kurumsal kimliğiyle ve geleneğiyle durumu kurtarmaya çabalayanlar da Müslüman. Bu nasıl iş böyle demeyin, sebepleri de sonuçları da bilinen…

Müslüman olmadığını söyleyenler bana uzak mı, kardeşim değil mi? Aynı dünyada, aynı memlekette yaşıyoruz, karşımda, “Konuştuğun konu A’dan Z’ye senin sorunun, benimse böyle bir sorunum yok ki,” diyenler var. Ben inandığıma bakarım, o inandığına; kimse kimseye düşman olmak zorunda değil ki! Kastı olanlar da var; inansa da inanmasa da, değişmiyor, çıkar insana her türden şeyi yaptırıveriyor. Sözler ortada: İslami terör, İslami problemler, radikal İslam, İslamofobi…

Bugün biz neden birilerinin adını, söylediğini, uydurduğunu, bozduğunu, anlamadığını, saptırdığını, kazandığını konuşup duruyoruz, bu tür insanlar tarih sayfalarında yer alsalar bile? “Bu ne kardeşim, bana ne bu cahilden, cüheladan, yalancıdan, dolandırıcıdan, üç günlük ömrüm var, sıktılar artık ama…” diyenler çıkabilir, üç kez nefes alıp verilmeli ve sonra yutkunmak gerekli. Adamsende denemiyor, değil mi? Ücra köşede yaşayanlar ve kibir sahipleri yutkunmazlar, benzer aidiyetleri olmayabilir, bana ne der ve geçip gider, işine bakar, büyük ihtimalle.

Hangisi için olursa olsun, inanç sistemlerinin zamanın güçleri veya tepkili olanlarına göre tanzim edildiği gerçeğiyle yüz yüze olduğumuzu bilmemiz gerekiyor. İnanç sistemleriyle bağlantılı karşıt gurupların içinden çıkanlar ve önderlik edenler sulh zamanlarında önemsenme hallerinde sorumsuz davranabiliyorlar ve yönlendirmelerini kendilerine göre gerçekleştirebiliyorlar. Çatışma şartlarında ise hırsa kapılabiliyorlar veya tam tersine korkak davranabiliyorlar. Bu gibi çok değişidurumlar önderlik edenlerin inanç sistemini yanlış yönlendirmesi anlamına gelebiliyor. Önderlik edenlere iyi dikkat edelim, bakalım ne diyorlar?

İnanmak ve gereklerini yerine getirmek için birilerinin arkasında yürümek her zaman tehlikelidir. Sınavın bireysel olduğu bu şartlarda toplu halde yanlışa gitmek pek de kabul edilebilecek bir konu olmasa gerekir. Hatta bu yanlışlık sistemleştirilmiş ise savunulacak tarafı kalmamış, anlamı çıkarılabilir. Bir de bunun karşıtlarının olduğunu düşünün; ortaya şu ve bu taraf çıkmıştır, bu durumda çatışma potansiyeli mümkün görülmelidir.

Kişisel olarak ben bu Muttakilik isimli sitede (ki muttakilik kabaca, takva sahibi, sakınan insan, sorumluk sahibi, üstün iradesinin bilincinde olan insan bağlamında bir kavramdır,) kavramsal ve ilkesel yaklaşımla, belli bir bilinç, seviye ve sorumlulukla; çatışma, savaş, terör, liderlik, önderlik, sahih din ve günlük yaşamın gereklilikleri, bilim, eğitim gibi konular hakkında yazılar yazıyorum. Muttaki olaylara bakışını zamanın ve zeminin ötesine taşır, duruma gerektiğinde daha geniş bir boyuttan bakar. Bu bütünüyle DAİŞ benzeri sapkınlıklarla mücadele etmenin bir yolunda olmak için bir çabadır, mevcutlar kadar potansiyel bir bataklığın kurutulması anlamına gelmektedir. Ancak gidişat normal değil, kabul etmek gerekir. Bir toplumun akıl ve yürek yollarını kapattıysanız artık her şey olabilir demektir.

Eğer daha detaylı konuları karşılıklı konuşuyor olsaydık, belli bir alana, kuruma, yönteme, politikaya veya kişiye odaklanabilir idik, ama burada söylenebilecekler bunlardır. Ya diğerleri ne yapıyor? Belli bir okulun öğrencilerini, belli bir liderin arkasından gidenleri, belli bir siyasi oluşuma bel bağlayanları tartışmak kolaydır. Diğerleri böyle yapıyor, kale duvarlarının ardına sığınıp tartışmaya müdahil oluyor. Ama kendileri ile ilgili olanlardan “emin” oldukları iddiasıyla ortaya çıkıyorlar. Ya karşısındakiler onlardan emin değilse? “Ya bendensin ya değil!” Bir sonraki adımda böyle mi demek istiyorlar; hatta diyorlar. İşte size kendinizin büyüttüğü şeytanın sizi aldatma yöntemi!

Şeytan, ki o insanın apaçık düşmanıdır! (Bakara-168) Peki, insan (ki bu insan an itibarıyla şu veya bu kisvede olabilir,) üzerinde kendisi istemez ise, şeytanın bir yaptırımı, etkisi veya gücü olabilir mi? Şeytan hem gaip, yani bilinemez bir şey, hem de yapabileceği sadece vesvese vermektir. Vesveseyi herkes her bir durumda alabilir; iyi yapıyorum derken de, kötü yapıyorum derken de. Sahih İslam’ı idrak eden, üzerine takva elbisesini giydiğinin bilincinde, sorumluluğunun idrakinde, aklını doğru kullanan, vicdan sahibi, üstün iradeli bireye şeytanın hiç bir yaptırımı olamaz. (İsra-65) Eğer, “karşımda duran bir şeytan,” diyen var ise hem şeytan artık onun için vardır ve giderek büyümektedir, hem de kendisi şeytani bir işin tarafı olmuştur.

Eğer vahyi işitseydik ya da akletseydik şimdi cehennemliklerin arasında olmazdık.” (Mülk-10) Vahyi sahih olarak idrak ile aklı tarafsız, önyargısız, yaratılışının yapısına uygun işletmek insanı olması gereken yere ulaştırıyor, aksi halde gidilecek yol bellidir. Görünüyor ki içine düştükleri cehalet bataklığından, çıkar beklentilerinin dünyalık işlerinden kurtulamayanlar, kendilerinden emin görünüyorlar. Bir tarafta partiler, örgütler, ideolojiler, kendine tüzel kişilik atfetmiş yasal veya yasal olmayan kuruluşlar, diğer tarafta işler kızışsa da ben de sebeplensem diye avucunu ovuşturanlar… Daha ne yapılabilir ki? Çıkarı yönetmek, politika yapmak ve küresel sistemde ilerlemek o kadar kolay olmasa gerek!

Grilikler siyahtan veya tam tersine beyazdan katılarak oluşturulabilir. Gri bölgelerde olanlara bir potansiyel gözü ile bakılır. Gridekiler siyaha da beyaza da yönelebilir.

Sorun ne? Din olgusunu derecesine göre bir geçim kaynağı veya güç kaynağı olarak kullanmak mı? Bir kurum veya kuruluşta, “Ben daha çok biliyorum, benim dediklerim en doğru,” diyen de geçinmek ve yürüdüğü yolda ilerlemek için konuşuyor, etrafına konu yaratıyor; başka bir memleketin gizli servisinde çalışan maaşlı biri de geçimi ve ilerlemesi için koşturuyor. Bir bakıyorum, şaşırıyorum, istemeden oluyor herhalde diyorum, çünkü sonucun fotoğrafı etkileyici; kendine alim diyenler de, yabancı servis elemanları da aynı konu üzerinde çalışıyor, konu belliyken sağa sola veya ileri geri çekiştirenler farklılaşıyor; bu işlerle ilgilenenler aç ve sefil bırakılmıyordur her halde…

Örneğin dünyanın işlerini kabaca bilenler için dahi DAİŞ terör örgütünün ne olduğu çok açık değil mi? Burada şaşırtıcı olan ne o halde? Neyi irdeliyoruz? Acaba başka bir sorun mu var? Sahih din anlayışını kabul etmiş biri için konular çok iyi anlaşılabiliyorken, bu işten ekmek yiyenler mi işi karıştırıyorlar dersiniz? Akla bu türden sorular geliyor. Bugün bu, yarın bir başkası; kaşıdıkça azan çıbanlardan mı bahsediyoruz?

Görünür imkanları ile DAİŞ/IŞİD/ISIS:

Bütün bunlar toplama insanlarla olur mu? Değişik yaşlarda, değişik eğitim seviyelerinde, değişik millet ve coğrafyalardan… Adı devlet ama terör örgütü; hedef aldığı coğrafya Irak ve Suriye’de ayağa kaldırılmasında menfaat güdülen bir coğrafya, bu bir terör örgütü ama ağır silahları var, adının içinde İslam deniyor ama bütünüyle İslam dışı işlerin döndüğü, Batı’dan sanal savaş yapmayı sevenlerin dahi turistik amaçla katılabildiği karışık bir organizasyon; hesaplı kitaplı, kontrol edilebilen bir yapı görünümünde.

Fikrimce durum gayet net; bu bir post-modern dünyanın örgütü, acayip bir tür meyve!.. Hatta bu tür örgütler gelecek dönemlerin de tehdidi olacak türden. Buna göre küresel hesaplar yapılacak, tehdit değerlendirmeleri yapılacak, vizyonlar hazırlanacak, stratejik planlar yapılacak, hedefler belirlenecek, silahlanma politikaları izlenecek, uluslararası kurum ve kuruluşların vazifeleri belirlenecek. Bunlar politik olarak görüşülecek konular, işin bir yönü. Belirgin olan konu şu; sapkın dini bir inanış biraz teşvikle bakın ne hal alabiliyor! Bugün orada, yarın başka bir yerde! Önemli olan belli bir amaç doğrultusunda kullanılabilecek bir potansiyelin var olmasıdır. Mevcutlarda yok ama kurum ve kuruluşlar başka raporlarında bu açıklığı nasıl işaret ederler, bilemiyorum.

Kur’an, İslam için kendine dair olan bir ayrımı “sahih” sözcüğüyle ifade eder. Bu vurguya neden ihtiyaç var dersiniz? Bu sapkınlar, yoz fikirliler ve yanlışa temayülü olanlar için bir ikazdır. Kur’an’a göre kafirler (küfür edenler, inkar edenler, hakikatin üstünü örtenler) ve müşrikler (şirk/eş/ortak koşanlar) kadar münafıklar (ikiyüzlüler, nifak sokanlar) da sorundur. Kafirlik ve müşriklik Yaratan’a karşı gelmek anlamında olmakla beraber yaratılanların tümünü bir çıkar için hiçe saymak anlamına gelir. Kur’an’a göre şirk en büyük zulümdür. (Lokman-13) Maalesef münafıkların hangi taşın altından çıkacağı belli olmayabilir. Grilikler daha çok bunlardan ileri gelir. Kur’an münafıkların ahiretteki yerlerinin daha kötü olacağını bildirir. (Nisa-145) O halde insanın bu tür bir olumsuz tercihe doğru kaymasının sebeplerini iyi anlamak ve varsa imkan, önlem almak gerekir. Çünkü münafığın zararı inanan veya değil, insanlığa ve çevresinedir.

Asıl anlamı açısından, İslam kainatın dinidir, din demek İslam demektir. İslam barış demektir, sonsuza kadar selameti arzu etmektir, sadece Yaratan’a teslim olmaktır. Din demek kainatı karşılıksız yaratmak, geliştirmek ve yönetmek demektir. İlave anlamı açısından çeşitli inanışlar da dindir, İslam da bir inanıştır ve İslam dinine mensup olanın adı Müslümandır.

Bunu neden hatırlattım? Eğer sahih bilgiyi değiştirip, kendine göre yorum yapanların sayısı artarsa, bu halde farklı düşünen taraflar da bir tartışma ortamına razı olsunlar, hatta bazen kavgaya! Çünkü sahih bilgiden uzaklaştıkça alan bataklığa dönüşür, insanlar bataklığı kendisi için uygun görmeye başlar. Örneğin eğitim-öğretim rayından çıkar, insanlık için yaratılması ve üretilmesi gereken fikirler üretilemez olur, davranış ve tutum farklılıkları insanları bir başkasından giderek ötekileştirir, her şey kendiliğinden olur.

İslam için kainat ölçeğindeki asıl anlamın öne çıkartılması, inanç ölçeğindeki ilave anlamı yok saymak anlamına gelmez. Asıl olan mihenk alınır ve buna göre hareket edilirse diğer anlatımların tümü yerli yerine oturmaktadır. Ancak kainat boyutundaki bir düşünceye sahip olabilmek için önce aklın ve gönlün yeterince açık olması gerekmektedir. Dolayısıyla Müslümanların zaman içindeki yararlı veya zararlı yapageldikleri sadece birer vakıadır.

Diğer inanış ve kültürlerde olduğu gibi, insanın doğal refleksleriyle, Müslümanlar zaman içinde kendi inanışlarını başka kültürel ve bilimsel kazanımlarla yaşamlarına örgü gibi işlemişlerdir. Tüm anlayışları, külliyatı, zenginlikleri, değerleri ve bunlara ait öne çıkan şahsiyetleri görmezden gelmek elbette yanlış olur.

Asıl önemlisi, bu dünyada insanın bir sınavda olduğunu bilmesi, iyilik ve doğruluk, ahlaklı ve uyumlu bir yaşam sergilenmesi konusudur. İşte kaçırılan nokta budur! Neden yapılması gereken vazifeler doğru ve iyiye göre gerçekleştirilmiyor? Amel (insanın yapıp ettikleri, icraatı) bir zulüm ve işkenceye dönüştürülüyor? Birileri kendine neden cezalandırıcı türü bir vazife verildiği iddiasını savunuyor? Yaratan’ın hakkına tecavüz etmek kimin haddine? (Nisa-93)

Nasıl ideolojilerde “şucu” veya “bucu” var ise inanç alanında yorum yapanlar da bir diğerine göre farklıdır. Halbuki kainatın uyumunun savunusunu yapmak demek, merkezde kalabilmektir. İnsanlık tarihi göstermektedir ki, ayrılıkların sonu asla gelmez. “Bu” veya “şu” derken, “proto-ocu, post-şucu, neo-bucu…” denir. Biri diğerine ileri veya geri, sağ veya sol der. Benzer yöntemlere sarılanlar uygulamalarını kale duvarlarının ardından yönetir. Peki, bunlar duvarların ardına geçti diye haklı mı olduğunu zannederler?

DAİŞ konulu raporlar ve bildirgeler hakkında düşündürenler:

Dün olduğu gibi bugün de sorun aynı! Meselenin özünü nasıl tarif edebiliriz? Tartışmaya açık bir zemin var, eğer yok ise yaratılıyor; zemine iyi basmamış insanlar var, eğer yok ise insanlarla oynanıyor; maksat değerler çok tartışılsın ve tartıştıkça düşmanlıklar derinleşsin ve bunun için çaba ve para sarf eden odaklar var. Bir taraf bunu yapıyor, diğer taraf yapmıyor. Yapan yapmayana göre görece üstün gibi görünür. Sonrası malum…

Amaç emin olmak, her şeyden; ama önce insanın kendinden emin olası gereklidir. Griliklerin ortadan kaldırılabilmesi için yapılması gerekenler neler?

Son söz O’nun: “Doğrusu Biz, görünen görünmeyen iradeli varlıklar içinden akleden kalpleri olup da kavramayan, gözleri olup da görmeyen, kulakları olup da işitmeyen birçoklarını cehenneme atmışızdır! Hayvan sürüleri gibidir bunlar, belki daha da aşağı! Onlar kendi kendilerine yabancılaşmış olan zavallılardır.” (A’raf-179)

Exit mobile version