Site icon Politik Merkez

Binyılcı Düşünce

binyilci-dusuncenin-turkiyeye-etkileri

Binyılcı Düşünce

Okuyucu

Öteden beri bir cevabı arıyorum: Benim insanımın bu denli kafasını karıştıran nedir ki, gerçekte çok farklı tavırlar sergilemeye itiliyor? Geçmişteki organize olma, uyum sağlama, adalet tesis etme, hükmetme, bilimsel ve felsefi yönlerde ileri gitme örneklerine bakarsak; köklü tarihinde altın sayfaların olduğu bu toplum neden bugün farklı? Ne yapıldı veya oldu da bu hale gelindi?

Acaba toplum; çeşitli baskılarla mı bu halde tutuluyor; uzun süre egemenlikten yoksun kalınca bilinçaltında bir karşı kompleks mi geliştiriyor; geçmişi unutturularak bu yapay kargaşanın doğması mı sağlanıyor; kimlikleri değiştiriliyor, olgun kişilikli kimlik alınıyor ve yerine bir çocuk kimliği mi veriliyor? Bilemiyorum!.. Eğer bana siz yardım ederseniz size minnet duyarım. Bunu en başta söylemeliyim.

Arayışım sürüyor. Siyaset felsefecisi John Gray’in Apokaliptik Din ve Ütopyanın Ölümü, “Kara Ayin”[1] kitabını okuyorum. Daha Gray’in anlatımı başlar başlamaz bir ayrımını görüyorum: “Binyılcı (millennialism) inanışlar bir şey, binyılcı hareketler başka bir şey, binyılcı rejimler daha başka bir şeydir.” Bu konu üzerinde durmam gerektiğini düşünüyorum. Bu farklılıkları Batı kültürü nasıl algılayıp anlatmış, buradan hareketle ben kendi toplumuma bir çıkarımda bulunabilir miyim?

Gray bize Hıristiyanlığın kurucusu Paulus’u, Augustinus’a ilham veren Maniciliği, Sistersiyen Tarikatı kurucusu Joachim’in büyük katkılarıyla vücut bulan Hıristiyanlıktaki “Baba, Oğul ve Kutsal Ruh” Üçlemesini hatırlatıyor; Hegel’in insanın özgürlüğünün diyalektik adımlarındaki üç adımı; Marks’ın “ilkel toplum, sınıf toplumu ve enternasyonalizm” üçlemesini; Auguste Comte’nin “dinsel, metafizik ve bilimsel” evrimleşme açıklamalarını benzer şekilde vurguluyor; hatta kolaylıkla isimlendirdiğimiz “Antik-Orta-Modern Çağ” üçlemesine ve sekülerleşmeye de dikkat çekiyor.

Mani, MS 216’da Babil’de doğmuş biridir. İnananları Mani’nin peygamber olduğunu iddia ederler. Akımın etkisi Çin’e kadar ulaşmış ve Budizm’in doğuş felsefesinde de bunun olduğu bildirilir. Kısaca aydınlık-karanlık, iyi-kötü gibi içerikle “ikicilik” düşüncesi olarak ifade edilir. Hatta Hıristiyanlığın bir türevi, dünyadaki maddi değerlerden kurtulabilenlerin sonsuz saadete ulaşabileceğine inanan Gnostisizm’in kaynağının dahi buralara dayandığı iddia edilir. Batı, Martin Heiddeger’in savunusunda bu fikirleri aramaktadır.

Bütün bunların yanısıra acaba Batı, bir Karanlık Dönemden sonra Aydınlanma dönemiyle aslında neyi vurguluyor?

Hemen Nietzsche’nin iyilik ve kötülüğünü, Nazilerin “Üçüncü  Reich” tanımlamasını, George Bush’a atfedilen din kökenli bazı tasavvurları aklıma getiriyorum, birer eskatologya temsilcisiymişçesine Marks ve Fukuyama’nın “tarihin sonu” tezlerini hatırlıyorum. Dünyadaki sistemlerin tarihsel anlamda kısa denebilecek bir sürede nasıl değişiklikler geçirdiğini, yaşanan gerginlikleri, savaşları ve politik baskıları gözden geçiriyorum. Bunların çoğu Batı kökenli olaylar ve oluşumlar…

“Bütün bunlardan bize ne?” denebilir. “Hıristiyan, Yahudi, Yeni Dünya ve Siyasal Din mensupları bir yana, Müslümanlık bir yana…” denebilir. Ama öyle mi?

Batı’nın gözlemiyle; bir tür Zerdüştlük (karanlık-aydınlık) inanışına, maniciliğe (iyilik-kötülük) ve eskatolojiye (kıyamet alametleri) benzediği ifade edilen; “Darül Harp ve Darül İslam” türü anlayışlar toplumumuz açısından ne anlam ifade ediyor? Sürekli bir savaş halini mi? İslam’ın savunduğu; insanın asıl düşmanının diğer bir insan değil, vesveseci İblis olduğu ve “insanın masum olduğu” fikrine ne oldu?

Batı tabiriyle kısaca, iyilerle kötülerin kozmik bir savaş verdiği inancını savunan “binyılcı” düşünce; İsa’nın tekrar yeryüzüne inip bin yıllık bir krallık kurmasıyla ilgili yazılı vahye dayandırılan inancı temsil eden bir Hıristiyan akımıdır. Gray’e göre “binyılcı hareket” belirli bir tarihsel koşulda ortaya çıkmaktadır. “Binyılcı inanışlar” algıyla gerçeklik arasındaki normal bağın koptuğu bir tür bilişsel uyuşmazlık belirtisidir. Eğer Batı kültürü açısından bu apokaliptik dünya örneklemelerini derinlemesine irdelemek isterseniz, Gray’in kitabına bakabilirsiniz.

Rejim, iktidar, politika türü tartışmalar… Sonuç ne? “Binyılcı” çözüm başka bir “algı-gerçeklik” ayrımı meydana getirmişe benzemiyor mu? Etki-tepki merkezli gelişmelerle ortaya çıkanlar neler? Asırlar önce yaratılan “algı-gerçeklik” paradoksu bizi buralara mı getirdi? Peki, daha nerelere götürecek?

Ben sanki sorumun cevabını bulma yolunda önemli bir adım attım! Ya siz? Daha fazla ayrıntıyla açıklamamı istiyorsunuz değil mi? Ne de olsa bu bir okuma; tadında bırakayım, bu daha doğru… Ama bir özet yapalım. Toplumumuz üzerinde sorun yaratan baskın etkileri özetle şu şekilde sıralayabilirim:

Bütün bu düşünceler baskın ve derin özellikleri ile adalet algısı ve hukuk düzeniyle kökten etkileşim içine girer. İktidar mücadelelerine varana dek konu bir hassasiyet oluşturur. Ayrıca bu konu seküler açıklamalarla da baskılanamaz derinlikte ve genişliktedir. Dolayısıyla ciddidir, sokakta çözülecek bir konu değil, bilinçaltına ve vicdanlara inilmelidir.


[1] John Gray, Apokaliptik Din ve Ütopyanın Ölümü, Kara Ayin, Çev. Bahar Tırnakcı, YKY, İstanbul, 2013.

Exit mobile version