Site icon Politik Merkez

Kırılma Cilt II

Okuyucu

Kırılma Cilt I’de bu bir kitap olacak diye başlamış idik. Cilt II’ye geçmeden gördük ki bu oldu bile. Bölgemizde çok şey yaşanıyor… Yaşanan olayları alt alta yazınca şunu da görmüş olduk, gerçekten kırılma diye bir konudan bahsetmek doğru sonuçlar verdi. Türkiye’nin bulunduğu coğrafyada en büyük kırılma Rusya ve ABD arasında yaşanıyor. Neredeyse Soğuk Savaş döneminin sertliğindeki olaylara tanık olmaktayız. Bu başat güçler aralarında sorun yaşayınca bugünün şartlarında bunun etkisi çok değişik şekillerde gerçekleşiyor. Adeta bu büyük kırılma başka alanları da kırıyor, çatlatıyor…

Öyle düşünüyorum ki çevremizde jeopolitik okumayı bilmeyenler, bunun yeni olanını değerlendiremeyenler var. O halde bir kez daha hatırlatalım, 2021 itibariyle, yani ABD’de Joe Biden Yönetimi işbaşına geldikten sonra, küresel bakışla, yeni coğrafi durum ana hatlarıyla nasıldır?

Biden Doktrini” diyoruz ama Amerika Birleşik Devletleri müesses nizamının politik anlatımının özü nedir? “Amerikan halkı ve dünyadaki insanlar için ortak değerlerimizi savunmak, ortak çıkarlarımızı geliştirmek ve yeni ve hızlanan küresel zorluklar karşısında bile demokrasinin gerçekleştirebileceğini göstermek için ortaklar ve müttefiklerle birlikte çalışan güçlü bir Amerika!” Dönemsel Başkan Biden bunu ifade etti ve son olarak Ulusal Güvenlik Danışmanı Sullivan da tekrarladı. Burada iki tema var: Birincisi demokrasi, ikincisi ise ortaklar ve müttefikler.

Biden ile birlikte belirgin üç kavram seti üzerinden doktrin ve buna bağlı strateji ortaya kondu. Ne bunlar? 1) Hasmı belirleyen kavram, “demokrasi”, 2) Kurulacak ve onarılacak “İttifak ve Ortaklıklar” ile beraber güç birliği oluşturmak, 3) Bu gücü hasma yönelik “Akıllı Güç” şeklinde kullanmak.

Kurulacak ve onarılacak ittifak ve ortaklıklar neler? Angloshpere, bunun bağlamında yeni AUKUS, NATO, bunun bağlamında yeni Derin Ortaklık Ülkeleri, Avrupa Birliği, Dörtlü Güvenlik Diyaloğu (QUAD), İsrail ve halen çalışılmakta olan Trans-Pasifik Ortaklığı (TPP). 

Bu birliktelik içinde küresel çapta yaklaşık 50 ülke var ve bunların önemli bölümü çok güçlü ülkeler. Sizler bu cümleden hareketle bu bloğun ekonomik, politik, teknolojik, stratejik ve savunma kapasitelerinin ve yıllara sâri gelişimlerinin ve etkileşimlerinin hesabını yapın. Burada koronavirüs salgını sonrası ve iklim krizi çerçevesinde geliştirilen yeni işletilen ekonomiyi ve teknolojileri çok iyi hesaplamanız gerekir. En azından duruma beşer yıllık dilimlerle bakın, 2050’lere kadar. ABD’nin, bugün, şu alanda Çin bizi geçti, geçecek, gibisinden ifadelerine pek bakmayın. Askeri, savunma ve güvenlik bahislerinde kitle imha silahları (nükleer, biyolojik, kimyasal), atma vasıtaları (güdümlü, balistik, hipersonik, kıtalararası) ve Elektromanyetik Savaş gereçleri (EMD), siber savaş gibi çok çeşitli ve yeni teknolojik alanlar var. Hatta silah sistemleri bile ağ (network) içinde hareket etmekte, yarı ve tam otonom, robotik sistemler devrededir. Bugün kullanılıyor, beş sene sonra bir üst network sistemler devrede olacak, yani önde gidiyorlar. Henüz prototiplerle yürüyen diğer başat güçlerin kapasite mukayesesinde bu durumları göz ününe alın. Gelişmelere tek noktadan bakmamak gerekir. 

Diğer açıdan, sibernetik konusu öne çıkmıştır, nöro-bilim üzerinden çok hesap yapılmaktadır. Siber-uzay ve beşer ilişkisinde sürdürülen çalışmalar sonuç verdi bile, bu işi yönetenlerin düşündükleri noktalar neler biliyor musunuz; insanlık (sosyo-kültürel evren) henüz tam uyarlamaya hazır değil, şimdi bunu hazırlamakla meşguller. Bir büyük değişim üzerindeyiz, küçük akıllarla asla büyük okumalar yapılamaz! Burada atılan adımların her biri belli bir stratejiye karşılık gelmektedir.

ABD bloğu tarafından, böyle diyelim artık, bu kapsamda hedef alınan alanlar çok boyutlu ve kapsamlıdır. Hasım ülkelere, siber-uzaya, uzaya, Arktik bölgeye, gri bölgelere, Hint-Pasifik’e göre çoklu stratejik planlar vardır.

Bu noktada özür dileyerek ifade etmem gerekiyor, bu tür çalışmalar için bir ülkede sadece kurumsal çerçevede çalışan uzman sayısı on binlerle ifade ediliyor, buna küresel şirketlerinkini de siz ekleyin. Ne var bunda, demeyin! Bizde iki, bilemedin beş doktora öğrencisi ve bir hoca dünyayı hesaplarmışçasına çıkıp stratejide sonuç ifade ediyor. Olmaz! Bu işler çok ciddi hesaplarla sürdürülür ve dinamiktir, yani sürekli değişir. Küresel stratejik plan yapmakla cümlenin içinde strateji kelimesini kullanmak hiç aynı olur mu? Hayatında stratejik plan çalışmasına dahil olmamış, sahada verilen emirleri uygumanın ötesinde olmamış, birkaç kitap okuyup üstüne gündemi takip edip sonra bülbülleşen birileri çıkıp bugün televizyonlarda ahkam kesebiliyor. Eğer bu bile bile yapılıyor ise çok kötü! Bir adım daha ileriye gideyim, buradan yola çıkarak bu türden eksik çalışma yapan kesimlerin ciddi kurumlara akıl hocalığı yapmasını, medyada insanları meşgul etmesini nasıl değerlendirirsiniz? 

Soru şu: (En az) Elli yıllık dökümlü stratejik planınız nerede? Zaten planları varsa şimdiki gibi çıkıp konuşulmaz. Dahası önemli şahsiyetler görüşme yaparlarken burada konuşulanlar şimdiki gibi olmaz. (Örneğin şu silah, şu miktar para…) Masaya bir harita açılır, şurada sen varsın, burada ben, vs. şeklinde konuşulur. Bakın Cenevre’de 4 kusur saat süren ve sonuçta önemli jeopolitik ve stratejik konular üzerinde anlaşma yoluna varılamayan Putin-Biden zirvesine! Bu tip paylaşım müzakerelerinde zaten anlaşma hemen olursa bunun anlamı, biri diğerinden zayıf, kuyruğunu kaptırmış, demektir.

ABD’nin hasımları Çin, Rusya, Kuzey Kore, İran. Yeni, İran ile nükleer konuları görüşmeye oturuyorlar. Kuzey Kore Başkanı sanki bir maskot gibi, ama başat güçlerin bölgedeki var olma veya meşruiyet sebeplerinde bu ülkenin durumunu kullandıklarını da bilelim. Çin’i 2040’lara göre hedefine aldı ve ABD, Akıllı Güç ile hasmını kendi istediği duruma getirecek aksiyona başladı. (Burada derin ekonomik ilişkiler var, bunlar ancak çok uzun anlatılarak açıklanabilir.) Rusya’ya oldukça sert bir yaklaşım var, neredeyse Soğuk Savaş günlerini çağrıştıran diplomatik, askeri ve istihbari faaliyetler oluyor. Rusya etki alanını bir hayli geliştirdi ve bu ABD’yi endişelendiriyor. Rusya değişik sahalarda asker ve silah kullandığı için ABD de sert gücünü öne aldı. Rusya ile işbirliği içinde olanlara karşı ABD gayet hassas planlar yapmış durumdadır. Komünist Çin her ne kadar yer küreye ekonomik kondisyonla yayılmasını sürdürüyorsa ve teknolojik olarak önemli yatırımları ateşlediyse de sonuçta ABD’nin kurduğu blok ile çok yönlü işbirliği yapmak zorunda kalabilir. ABD, Çin’i bölgesinde tutmak istiyor. Avrupa boyutundaki Kapsamlı Yatırım Anlaşması (CAI) görüşmeleri şimdiden beklemeye alındı. Avrupa Çin’e şartlar koştu, koşulan şartlar ABD’nin tezlerine çok yakın. Diğer yandan ABD uzunca süre Afrika’yı ihmal etmişti, Obama döneminde planlamalar yapıldı, yine de hız kazanılamadı ama Biden ile birlikte (elbette bahse konu ortaklar ve müttefikler var) bir ivme yakalandı, bölgede çok eksenli çalışılıyor. Çin şimdiden Afrika’da gerilemeye başladı bile. Afrika gibi Orta Asya ve Hint-Pasifik’te projeler yapıldı. Afrika’da Rusya askeri yönden varlık gösteriyor, tıpkı korsanlar gibi. Ha, ABD de gerektiğinde karşılığını korsanlıkla verme yolunu seçti.

O halde rekabette gri alanlar öne çıkıyor. Halen Türkiye bölgesinde bir gri alan içindedir. Bunu ilgililerin ve yetkililerin tersten okumayla, pozitif yönde çıkarımda bulunması dolayısıyla bir hatırlatma olarak işaret ediyorum: Türkiye’yi stratejik gri alan yıpratır, bu bir stratejik avantaj durumu yaratmaz.

Diğer bir konu, Türkiye’nin faaliyetlerini anlatanlara karşı sadece şu gelişmeleri hatırlatayım: ABD; 1) Afganistan’dan askeri varlığını çekti, Hindistan ile çok taraflı anlaşmalara vardı; 2) Orta Asya ve Pakistan’ı terörle istediğinde manipüle edebiliyor, terörü Hint-Pasifik düzleminde Müslüman ülkelerin olduğu ülkelere yaydı bile; 3) Doğu Akdeniz’de İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs ile hareket ediyor; 4) Balkanlar’da İsrail’den Romanya-Macaristan’a çok yönlü işbirliği hattı oluşturuyor; 5) Ukrayna NATO’ya alındığında, ki yakındır, Karadeniz’de ABD ve İngiltere üs kuracaklar; 6) Buradan Gürcistan (ve daha sonra Ermenistan) ile beraber Güney Kafkasya’ya açılacak; 7) Güney Kafkasya demek Hazar ve tarihi İpek Yolu’nun bir aksı demek; 8) Afrika’da (sıcak Libya bunun içinde) İsrail, Fransa, İtalya, Almanya ve İngiltere ile beraber hareket ediyor; 9) İbrahim Anlaşmaları (Abraham Accords) ve Normalleşme süreci ile Körfez Bölgesi’nden Afrika’ya (daha çok MENA’da kalarak) yeni bir anlayış geliştiriliyor… Bakın bu anlatımda Türkiye by-pass edilmiş ve bazı noktalarda grilikte görülüyor haldedir.

ABD Bloğu hasımlarını sınırlandırmak için çaba sarf ediyor. Aynı anda ise gri alanlarda ellerini zayıflatma ilgileniyor. Planları bu şekildedir. Akıllı Güç ile bu stratejinin günümüze yansımasının örneklerini siz düşünün.

Sonuçta şunu ifade etmem gerekiyor, çok kritik bir zaman diliminde olduğumuzu bilelim ve hep birlikte ciddiyetle çalışmamız gerektiğini hatırlatırım.

Demokrasi bağlamında ABD’nin rakip/hasım gördüğü; Rusya, Çin, Kuzey Kore ve İran. Bunlarla işbirliği halinde olan ve Batı tipi demokrasi kültüründen taviz verenleri ABD karşısına aldı. Her ne kadar ABD müesses nizamı odaklı olunsa da Batı tipi kültüre dayalı liberal demokrasi fikriyle hareket eden ülkelerin küresel bir kapsama oturduğu Atlantik, Pasifik ve Hint-Asya’yı kapsadığı görülmektedir.

Bu bağlamda Türkiye nerede, hangi yolu seçti, iyi tespit etmek gerekir. Üç strateji var: 1) “ABD ve birlikte hareket eden çoğunluğu gelişmiş 50 civarı ülkeden beklentim az, ben yeni bir vizyonla ve hedefle hareket edeceğim…” denebilir. 2) “Dünya yeniden kuruluyor, ben de aralardan çıkarak genişler ve güçlenirim, riske girerim ama en sonunda kazanan olurum, ben bu vizyonla ve hedefle hareket edeceğim,” denebilir. 3) “Bu Batı tipi kültüre dayalı liberal demokrasi fikriyle hareket eden 50 kadar ülkenin yanında olmaya devam edeyim,” şeklindedir. Bunlar birer politik seçimdir. Ancak neden bahsediyorum farkındayızdır, dünyada belirgin tarihi bir büyük kutuplaşma başladı, tam da bu noktada seçim yapılması gerekiyor.

Gündeme gelelim. Olay şu, Joe Biden henüz Türkiye’de “iktidarı değiştirme” ve “Rusya ile ilişkilerinin önüne geçme” fikrinden vazgeçmiş değildir. Bilindiği gibi bu iki nokta bizatihi Biden’ın, Beyaz Saray’ın ve Kongre üyelerinin beyanlarıdır. Bir kaçtır her iki Başkan, Sn. Erdoğan ve Sn. Biden karşılıklı görüşüyorlar ve sonuçta bir şey yokmuş gibi davranıyorlarsa da durum görünüyor; ABD, Türkiye’yi bahse konu iki noktadan dolayı yoğun eleştirmektedir ve bu yönde bizatihi kendisi sorunu çözmek için çaba içerisindedir.

Bu arada, Biden, Putin için rahatlıkla “katil“ diyor, ama esasen “otokrasi“ eleştirisi yapıyor.

Obama dönemi malum, Trump döneminde her ne kadar Başkan’ın kendisi olmasa da müesses nizamın bakış da belliydi, ama açıkça Biden Başkan olduktan sonra görünür oldu: Batı tipi liberal demokrasi esas politikadır ve küresel bir ortaklık modeli ile akıllı güç uygulayarak hareket edilecektir.

Bu bağlamda Biden, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Putin ile ilk yüz yüze temaslarını Haziran ayında gerçekleştirdi. Bu iki görüşme Biden için önemliydi, ama asıl önemlisi onun Başkanlık döneminde tutunacağı tavrın netlik kazanmasıydı. Biden muhatabı her iki lidere de ne yapmak ve ne görmek istediğini Haziran’da ifade etti. 

Bugün Batı liberal demokrasi ideasının temsilcisi Biden Yönetimi hangi politikayı güdüyor? Bütünüyle; Çin’e karşı net tavır içinde bu konuyu başka bir zaman ele alalım, bu noktada konumuzla alakalı olarak, NATO’yu da arkasına alarak planlı bir biçimde Rusya’ya karşı stratejik baskı uygulamakta, jeopolitik durumu neredeyse Soğuk Savaş dönemine yakın bir hale getirmektedir. Bu ifadeleri özellikle kullanıyorum, anlaşılacağı üzere hem rakipler hem de ilgili diğer ülkeler açısından bu denli önemsenmesi gereken küresel kapsamlı her yönüyle savaşı çağrıştıran rekabet ortamının faturası ağır olur!

Benim yaklaşık bir aydır ifade ettiğim “Kırılma” perspektifinin özünde bölgemizde bu iki başat gücün, ABD ve Rusya’nın, yeniden tırmandırmaya başladığı jeopolitik gerçeklik vardır ve bunun etkisiyle Türkiye’ye bağlı öteden beri gündeme getirilmeye çalışılan meselelerin gün yüzüne çıkarılıp tekrar yöneltildiği bir durumu değerlendirmek gerekir.

ABD ve Rusya’nın yaşanan gerginliği giderek artıyor. Suriye’de, Irak’ta, Libya’da, Ukrayna’da, Balkanlarda, Kafkaslarda, Baltık bölgesinde, Doğu Akdeniz’de, Karadeniz’de, Orta ve Doğu Avrupa’da etkileri görülüyor. Aynı zamanda bu iki başat aktörün etkisi dahilde veya başka nedenlerle bölgede başka aktörler de devreye giriyor. Böylelikle büyük bir coğrafyada kriz yaşanıyor.

Ancak bu arada fark etmemek mümkün değil, ABD ile Türkiye arasındaki kırılma dikkat çeker durumdadır. Türkiye yükü ağır bir coğrafyada hem bölgedeki meselelerle hem de kendi meseleleriyle uğraşmak durumunda kalıyor. Aslında bütün mesele Türkiye’nin üstüne düşen yükü azaltacak politik hüneri gösterirken hem refah hem de güvenlik boyutunda sağlam bir gelişme eğrisi gösterebilmektedir.

Türkiye’yi merkeze koyarak bölgesel gelişmeleri incelersek baş döndürücü hızda süren bir çok detay görürüz. Bir noktada kesit alıp bunları birbiriyle ilişkilendirmek ihtiyacı duyarız. Böyle yaparsak neredeyiz, nereye evriliyoruz, görmek mümkün olur, en azında bütünsel ve şematik olarak. Bakalım güncel şemamızda neler var?

İfade ettiğim gibi Türkiye’yi merkeze koyduk. Klasik jeostratejik ve jeopolitik tarif yapmadan cari yönde ilerleyelim. Zira başat güçlerin hareket alanında doğu-batı ve kuzey-güney eksenlerinde Türkiye’nin konumu ister istemez bir merkeziyet yükü getiriyor. 

Son bir aylık gelişmeleri Kırılma isimli yazımda günbegün bulabilirsiniz. Bunların etkileşimlerinde esas olarak; ABD, İsrail, Avrupa Birliği içinde Fransa, Yunanistan, Güney Kıbrıs, kurumsal olarak NATO ve AB, diğer taraftan Rusya, İran ve Mısır aktif durumda oldu. Bunların hepsi için kriz bölgelerinde, bir diğer deyişle gri alanlarda, önemli gelişmeler olmaktadır. Bu kriz/gri alanlar Ukrayna, Libya, Suriye, Irak, Lübnan ve Filistin’dir.

Bahsettiği bu temel başlıkların içinde bir çok kendine özgü tehditkar ve manipülasyon (tahrik edici) unsur var. Politika (bunun içinde diplomasi), savunma, ekonomi, medya başlıklarını genel olarak işaret edebiliriz. Kriz bölgelerinde PKK/YPG, Esad, IŞİD, Şii unurular, Hizbullah gibi güç odakları var. Libya’da bir Hafter sorunu vardır. Filistin’de yasadışı yerleşim yerlerinin açılması devam etmektedir, Gazze bölgesindeki çatışmalar devam etmektedir. İbrahim Anlaşmalarıkonusu halen masadadır. Ukrayna topraklarının Rus işgalinde olan kısımları vardır.

Gördüğünüz gibi Kafkasya etkileşimini buraya koymadım. Özellikle Azerbaycan ve Ermenistan üzerinden bakılırsa, Rusya, ABD, İran, Fransa, Türkiye, hatta İsrail için önemli, ama en önemlisi İngiltere de devreye giriyor. Bir katman da Çin hesaba katılırsa ortaya çıkar ki bu bize etkileşim şemasının ne denli karmaşık olduğunu gösterir. Siz aklınızdan bu bağı oluşturun lütfen.

ABD kendi içindeki kabiliyetlerle son bir aydır hem doğrudan Türkiye’ye yönelik hem de dolaylı yolla, Yunanistan ve Güney Kıbrıs ile kriz alanları üzerinde etkide bulundu. Şemada görüldüğü üzere Avrupa Birliği kümesi olarak bakılırsa aynı çerçevede etkileşim oldu. Rusya’nın Türkiye ile doğrudan etkileşimi var. Ayrıca kriz alanları içinde farklı konular gelişmektedir. İran ha keza öyle… 

Bölgesel istikrar için Türkiye’nin bu merkezi rolünün ne denli güçlük içerdiği açıkça görülmektedir. Başat güçlerin kendi aralarındaki rekabetin de etkisi olumsuz şekilde hissedilmektedir. Bütün bunlar, bölgesel sorunlar çözülene dek Türkiye’yi etkileyecektir. Sorunların çözümü için yakın vadede yeşil ışık görülmemektedir, çabalar orta vadeye yönelmiş durumdadır. Diğer yandan Türkiye bölgesindeki istikrar meselelerine bakarken bütünüyle dışarıdakilerin faaliyetlerine odaklanmakla yetinmemekte, kendisi de bizatihi faaliyetlerde bulunmak zorunda kalmaktadır. Ayrıca kısa vadeli çözümlenmesi gereken konular da vardır, şemada görülmemesine karşın cari olarak bunlara sınır güvenliği, göç baskısı, terörizmle mücadele denebilir. Bu da doğaldır ki ayrıca bir direnç oluşumu içeren konuları doğurmaktadır. 

Türkiye için bütün bunların faturası askeri, iç ve dış politik gerginlikler, ekonomik gerileme şeklinde dönmektedir. Bu fatura meselesi tersten okunursa, bölgesel meselelere karışmazsan ekonomik veya politik sorun olmaz, denirse bu bir çözüm değildir. Bilakis bazı riskler haliyle vardır, ayrıca orta vadeli planlı riskler alınacaktır, haliyle bütün bunlar iyi yönetilirse başarı sağlanacaktır. Eğer Türkiye’ye bir baskı görülürse, ki var, kendi ihtiyaçları için bile olsa sahada ve masada yaptığı faaliyetlerde başarı şansını azaltmak ve risklere yenilerini eklemek yönünde olacaktır. Mücadelenin ruhunda bu vardır. Bu risklerin geliştiği atmosferde en önemli konu iç politik istikrar ve güç birliğidir.

Aşağıda bir tablo görülecektir. Yine hatırlatayım, detaylarını Kırılma içinde verdim. Burada görülen meselelere kısaca bakalım. Tablodaki konular Ekim 2021 itibarıyladır, ancak bir konunun temelleri 2022’de ele alınmak üzere atılmıştır. Bu konular ABD iç politik düzenlemelerinde, yani Kongre’de tartışması yapılan, karar varılan ve görüşülenlerdir. Nedir bunlar, (Suriye için) Ulusal Acil Durum Uzatma Talebi, Türkiye’ye yönelik Titus Yasa Teklifi, Yunanistan ile yapılan Savunma Anlaşması, Türkiye’yi dışarıya çıkaran F-35 Programı.

Bütün bu ve benzeri olacak konular Türkiye’yi ABD politikalarından dışlayan, buna karşılık Yunanistan ve Güney Kıbrıs ile İsrail’i güçlendiren tarzda gelişmeler şeklindedir. Ancak bu hususların Türkiye içindeki politik etkilerinin düşündüğümüzde dikkat çekici bir tablo çıkmaktadır, 1) Rusya ile işbirliğini arttıran mevcut iktidara yönelme var, 2) Türkiye’nin özellikle 2015 sonrası dönemde tutunduğu dış politikadaki faaliyetleri ABD’ninkilerle örtüşmeyen yönde görülmektedir. Bu hususların tamiri için ayrıca girişimlerde bulunulması gerekecektir. Çünkü tablo ve işlerleme eğilimi Türkiye’nin iç işlerine müdahale şeklindedir. Dolayısıyla birlik-beraberlik konusu öne çıkmaktadır.

Joe Biden kendisi ifade etti, Türkiye’nin iç işlerine bir biçimde karışacağını, ulusal güvenliği ve bölgede yapacakları için tehdit gördüğünü. Bunların önemsiz olduğunu söylemek söz konusu değil ama neden diye sorulması gerekir. Sadece amaç demokrasi mi? Demokrasi gibi pek çok konuyu politika aracı haline getiren ABD, dışlamak istedikleriyle ortaklıklarını derinleştirmek istediklerini ayrı tasnif ediyor. Örneğin ABD’li politikacılar, Rus malı S-400’ler ve Hindistan’ın tedariki için farklı politika izlemek gerektiğini söylüyor. Günümüzde açık, çifte standardın esası politikadır, ancak bu gibi konular için politikacılar bile hedef alınabilmektedir.

Avrupa Birliği’nin başından bu yana politik bakış açısıyla Türkiye ve Yunanistan (Kıbrıs Rumları dahil) arasında bir çifte standart izlediğini biliyoruz. Eğer 1981 yılında Türkiye tıpkı Yunanistan gibi Birlik içinde olsaydı bugünkü sorunlar yaşanır mıydı? Benzer biçimde, karşı karşıya kalınan tabloda, zamana ve etkileşimlere dikkatle bakılırsa, ABD Türkiye’ye Yunanistan arasında (Kıbrıs Rumlarıyla beraber) çifte standart uygulanmaktadır. Bu demektir ki Türkiye’yi dışlama politikasının bir plan dahilinde sürdürüldüğüdür, temelde İsrail merkezli genişlemenin buna etki ettiği söylenebilir. İsrail, Doğu Akdeniz’den (Levant) Balkanlara kadar güvenlik için çıpa ülke benim diyor, Türkiye’yi bölgesel rakip görüyor. Bütün bunlarla birlikte, ABD, İsrail, Yunanistan (Kıbrıs Rumlarıyla beraber) bölgede bir işbirlikteliği halindedir. Fransa ve Rusya bu rekabetten yararlanan taraf olmak istemektedir, İngiltere’nin bu oyunda olup olmadığı hususu görünür değildir.

Roma zirvesinde Türkiye’yi ilgilendiren en önemli gündem Erdoğan-Biden dar kapsamlı görüşmesi üzerine odaklanmıştı. Bunun yanısıra ikili görüşemeler de yapıldı. En öne çıkanlardan birisi Fransa Cumhurbaşkanı Macron ile olandı. Şimdi savunma, kriz bölgesi, silah sistemi bağlamında neler ortaya çıktı başlıklarla bakalım.

ABD ile ilişkilerde değerlendirme yaparken en temel bakış açısı, açılan alanda ne kadar ilerlendiğini bulmak olmalıdır. Örneğin Biden, rakibi Rusya ile Türkiye’nin ilişkilerini geliştirmek istemesi konusu için alanını açmasına ne denli müsaade etti, şeklinde sorarsak, bu noktada Biden’ın geri adım atmadığını görmekle beraber, Türkiye’nin egemen bir ülke olarak Biden’a nasıl yaklaştığını da ifade etmemiz gerekir. Benzer biçimde ABD, Türkiye’yi F-35 projesinden çıkardı, Suriye’de PKK/YPG üzerinden bir özerk yönetim kurma projesine devam ediyor ve bu tip konularda geri adım atmış değildir. Türkiye ise F-16 satın almak ve modernizasyon yapmak için ilerleme kaydetmeyi istemekte, Suriye’de ise kendisi için hayati olan terör ve sığınmacı konusundan dolayı sahaya inmek istemektedir. Ticaret başka bir konudur, burada ilerlemek herkesin işine gelir. Ancak Türkiye bu konuda küresel çapta ticaret ürünü geliştirme kapasitesinde halen gayret göstermektedir, bu bakışla yüksek hacimlere ulaşmak için henüz işin başlarındadır.

Aşağıda özetle ifade edilen hususlar Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın verdiği bilgilere istinaden derlendi. Ancak her ülkenin veya gücün kendi içinde çalışma mekanizmaları, sistemleri ve kültürleri olduğuna göre şu an doğrudan sonuç alındı denemez. Türkiye özellikle Suriye ve F-16 üzerine odaklanmış görünüyor, diğer alanlardaki düşüncelerini “olumlu ortak” bağlamında açıklamış şeklinde değerlendirebiliriz.

Savunma, kriz bölgesi, silah sistemi:

F-35: Türkiye projeden çıkarıldı. (F-35 sadece bir uçak değildir, ABD’nin küresel networku ile ilgili savunma konulu projesidir. AUKUS, QUAD, Derin Ortaklıkgibi yeni oluşumları konuşurken F-35 ve daha sonra gelecek silah sistemlerinin ne olduğunu bu çerçevede değerlendirmek icap eder.)

F-16: Türkiye’nin bu talebine Biden olumlu bakıyor. İç politik alanda Biden’ın Türkiye lehine çaba sarf edilmesinin beklendiği bir aşamaya gelindi. Demek ki Senato, Temsilciler Meclisi, vs. direnç noktaları var, olacaksa da süreç gecikmeli gelişebilir. Ayrıca bana göre bu kurumların adının öne sürülmesi gerekli miydi, düşünülmelidir.

S-400: İfade edilmedi ancak sistem aktif kullanılmayabilir. Bu konu ABD-Rusya ve NATO kapsamında önemseniyor. Sayın Erdoğan’ın uçakta verdiği Hindistan bilgileri doğru, çifte standart hususu var, ancak ABD’de geniş bir kesimde (Kongre, temsilciler Meclisi, Lobiler…) Türkiye konusunda bakış açılarını değiştirmediler.

SAM-T: Fransa ve İtalya odaklı proje görüşmeleri ilerleyecek. Burada Savunma Sanayii çerçevesinde ortak üretim projesi geliştirilebilir.

Atak Helikopter: Rolls-Royce motor konusu bir engeldir.

Suriye: ABD’den Türkiye’nin terör örgütlerine yapacağı harekat için müdahil olmamasının beklendiği ifade edildi. Süreç bu yönde gelişebilir. Macron’a Suriye’de teröre destek verme mesajı iletildi.

Göç: Türkiye özellikle Afganistan’dan göçü ünleyecek şekilde kapıları kapalı tutacak.

Afganistan: Türkiye Taliban’ın tutumunu ve uluslararası konjonktürü bekleyecek. Biden’a ve Macron’a Türkiye’nin tutumu ifade edildi.

Libya: Fransa’nın Paris Konferansı girişimi yarar sağlamayacak görünüyor. Fransa, Paris Konferansı düşüncesine, Yunanistan, Güney Kıbrıs ve İsrail’i ilave etmek istiyor. (Bu konuyu çokça işaret ettim, karşımıza yine çıktı.)

Güney Kafkasya: Altılı girişimin önemi anlatıldı. Burada beklenti Ermenistan’ın ve Gürcistan’ın tutumlarıyla alakalı. Biden’a altılı girişimin yararı özellikle anlatıldı.

Doğu Akdeniz: Konu edilmedi. Bu kapsamda İsrail dahi önemsenmesi gereken bir güç. Nitekim Macron ile görüşmede bir nebze yer almış. Her ne kadar Doğu Akdeniz bahsi Macron ile Libya üzerinden görüşüldüyse de esasen Biden’ın görüşü de aynı şekildedir; yani İsrail, Yunanistan, Güney Kıbrıs politikası geniş şekilde ele alınmalıdır. Buna ABD ve Fransa (ama aslen AB) aynı açıdan bakıyorlar, bunu not etmek gerekir. 

Yunanistan: Silahlanıyor, Lozan Andlaşması hilafına faaliyetleri var, ancak konusu edilmedi. Macron’un Rafale konusundaki sözleri samimiyetten uzak.

AB Ordusu fikri: Olabilecek bir proje değil.

Ukrayna: Değinilmedi, ancak NATO programı uygulanıyor. Bu esasen Putin’in G20’ye katılmama nedenlerinden ilkidir. (İkinci neden Biden-Putin Cenevre’de anlaşamadı, halen “55 Rus Diplomat” krizi önemli bir konu.)

İklim: Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in zirveye kartılmamasının ana sebebidir.

Bu başlıklardan Batı dünyasının Türkiye’den beklentisi; daha fazla silah sistemi satın al, göçü önle, Rusya’ya karşı duruşumuzda yanımızda ol, şeklindedir.

Türkiye ve kendi ifadesiyle, üzerinde durduğu, “iktidara yönelik” düşüncesine bir anlam verebilmek adına Biden’ın Aralık ayında gerçekleştireceği “demokrasi konferansına” bakacağız demiştik, 5 KAsım’da netleşti. Sonuçta Biden Türkiye’yi Demokrasi Zirvesi’ne davet etmedi. Bunun yanı sıra Kıbrıs diyerek Rum kesimini davet etti. Bence en önemli konulardan birisi budur.

NOT: Fikri mülkiyet hakları gereği bu bilgileri referans vererek kullanabilirsiniz.

Gürsel Tokmakoğlu

9 Kasım 2021/

Kırılma-32

Belarus-Polonya düzensiz göçmen krizi büyüyor

Bosnalı Sırp Lider Ankara’da

Dayton Anlaşması nedir?

Belarus-Polonya hattı ABD, AB ve NATO açısından fazlasıyla önemli bir mevkidir. Buradaki gelişmeler Avrupa ve Atlantik bağlamında her türlü dengeyi bozar. Yaşanan düzensiz göçmen olayı bu bakımdan hem ABD ve AB hem de Rusya tarafından karşılıklı suçlamalarla ama temkinle ele alınır.

Biz olaya kaldığı yerden bakmaya devam edelim. Belarus, Polonya’yı, binlerce göçmenin bekleyişte olduğu sınırlarında gerilimi tırmandırmama konusunda uyardı. Belarus’un sınır güvenliği servisleri de Polonya’yı, sınıra askeri teçhizat yığmakla ve göçmenlere yardımların ulaşmasını engellemekle suçluyor. Belarus Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasında, “İçlerinde pek çok çocuk ve kadının da bulunduğu, temel sosyal haklardan yoksun, silahsız insanlara karşı yasadışı olarak güç kullanmayı haklı göstermek için Belarus’a yönelik provokasyon gerçekleştirmemesi konusunda Polonya tarafını önceden uyarmak istiyoruz” denildi. Ülkelerin sınırında, dünden beri AB üyesi Polonya’ya giriş yapmak için bekleyen binlerce göçmen bulunuyor. Polonya Sınır Muhafızları Reuters haber ajansına açıklamalarında, neredeyse 800 göçmenin sınırın Belarus tarafında, dikenli tellerin hemen ardında geceyi geçirdiklerini, 4 bin kadar göçmenin de yakındaki ormanlık alanda kaldıklarını söyledi.

Polonyalı yetkililer, Belarus hükümetinin göçmenlerin sınıra ulaşmasını ‘koordine ettiğine’ inanıyor. AB ve NATO da Belarus Devlet Başkanı Aleksandr Lukaşenko’yu, AB’nin ülkesine uyguladığı yaptırımlara karşılık olarak sınırda ‘yapay bir göçmen akını’ oluşturmakla ve göçmenleri de ‘siyasi piyonlar’ olarak suçluyor.

Belarus Savunma Bakanlığı yetkilileri bunun yanında, Polonya’nın sınıra Minsk’i bilgilendirmeden 10 bin asker konuşlandırdığını kaydetti. Varşova ile anlaşmalarına göre sınıra 6 bini aşkın askeri personel yerleştirilmesi hâlinde karşı taraftan gözlemcilerin sınıra davet edilmesi gerektiğini söyleyen Belaruslu savunma yetkilileri, “Minsk, şimdiye dek Polonya tarafından ne bir bildirim ne de gözlemcilere yönelik bir davet almıştır” dedi. Bu sırada Belarus Sınır Komitesi yetkilileri de Polonya’yı sınıra askeri teçhizat yığmakla suçladı. Yetkililer, Varşova’nın ayrıca, gazetecilerin, insan hakları savunucularının ve göçmenlere yardım etmek isteyen yardım kuruluşlarının temsilcilerinin sınıra yaklaşmasına izin vermediğini belirttiler.

Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov düzenlediği basın toplantısında Belarus-Polonya sınırında dünden beri yaşanmakta olan gelişmeler nedeniyle endişeli olduklarını belirtti. Sınırdaki durumun Rusya için bir tehdit hâline gelmeyeceğini umduklarını kaydeden Peskov, ‘Belaruslu uzmanların konuyla ilgili çok sorumlu bir biçimde çalıştıklarını gördüklerini’ ekledi. Kremlin Sözcüsü ayrıca, sınırdaki gelişmeler konusunda, komşuları Belarus ile yakın temas içinde olduklarını belirtti ve her iki tarafı da sorumluluk duygusu ile hareket etmeye çağırdı.

Lavrov, bir basın toplantısında sınırdaki duruma ilişkin şunları söyledi: “Bu sorunların uluslararası insan hakları prensiplerine uygun biçimde çözümlenmesi gerektiğine inanıyoruz ve tabii ki mevcut durumun kökenlerini de unutmamak gerekir. Sorunun kökeni; NATO ve AB ülkeleri de dahil Batılı ülkelerin, daha iyi bir yaşam ve kendi demokrasi anlayışlarını dayatmaya çalışarak Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerine ilişkin yıllarca yürüttükleri politikalardır.” Rusya Dışişleri Bakanı, “Bundandır ki göçmen krizinin çözümlenmesinde baş sorumluluğu, şu an bu krizin oluşması için gereken şartları yaratmış olanlar üstlenmelidir” vurgusunu yaptı.

Ayrıca Lavrov, göçmenlerin Avrupa’ya gitmek için çıkış ülkelerine karşı çifte standartlar uygulanmaması gerektiğini belirtti. Rusya Dışişleri Bakanı şu ifadeleri kullandı: “Bu insanların, AB’ye gitmek için çıkış yaptıkları ülkelere aynı biçimde davranılmalı. Dün birtakım siyasi tartışmalarda şunların dendiğini duyduk: Öyleyse, göçmenler Türkiye’den çıkış yapmak istediğinde AB neden onların Türkiye topraklarında kalması için finansman ayırdı? Belarus’a neden yardım etmiyorlar? Neden, Litvanya ve Polonya’nın asla topraklarına girmelerini istemediği göçmenlerin iyi koşullarda yaşabilmesi için belirli gereksinimleri olan Belarus’a da yardım edilmesin? Kaldı ki bu insanlar (göçmenler) Belarus ya da Türkiye’de kalmak istemiyorlar. Onlar, senelerdir kendi yaşam biçiminin propagandasını ve reklamını yapmış olan Avrupa’ya gitmek istiyorlar. Avrupa kendi sözlerinin ve davranışlarının sorumluluğunu üstüne almalı.”

Bosna Hersek’te de Sırplarla birtakım anlaşmazlıklar görülmeye başlandı. Bosnalı Sırp lider Milorad Dodik, uluslararası denetimin sona ermesinden ve kendi ordusundan bahsederek tehdit etti. Dodik, “Bosna Hersek’in artık yüksek bir temsilcisi yok” iddiasında bulundu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Bosna Hersek Devlet Başkanlığı Konseyi Üyesi Milorad Dodik ile Cumhurbaşkanlığı Külliyesindeki çalışma yemeğinde bir araya geldi.

Bosna Hersek’in 29 Şubat ve 1 Mart 1992 arasında yapılan referandum ile eski Yugoslavya’dan ayrılarak bağımsızlığını ilan etmesinin ardından başlayan ve 4 yıla yakın süren savaşın bilançosu çok ağır oldu. Ülkenin batı ve güney kesimlerinde Hırvatlar ile doğuda ve kuzeyde ise Sırplar ile mücadele eden Boşnaklar, donanımlı düşmana karşı önemli başarılar kazandı. “Büyük Sırbistan” idealini savunan ve “etnik temizlik” hedefiyle yola çıkan Sırp milliyetçileri Prijedor, Visegrad, Foça, Bijelina, Zvornik ve Srebrenitsa gibi şehirlerde büyük katliamlar yaptı. Savaşta 2 milyondan fazla kişi evini terk etti, büyük çoğunluğu sivil 300 binden fazla kişi ise hayatını kaybetti.

Bosna Hersek’te bu kanlı savaş, ABD’nin Ohio eyaletindeki Dayton şehrinde bulunan Wright-Paterson Hava Üssü’nde 21 Kasım 1995’te paraf edilen ve 14 Aralık 1995’te Fransa’nın başkenti Paris’te Bosna Hersek Cumhurbaşkanı Aliya İzetbegovic, Sırbistan Cumhurbaşkanı Slobodan Milosevic ve Hırvatistan Cumhurbaşkanı Franjo Tudjman tarafından imzalanan Dayton Barış Anlaşması ile son buldu.

Savaş zamanındaki şartlarda barışı getirdi, ancak sonraki dönemde anlaşıldı ki Bosna Hersek’i siyasi anlamda bir kördüğüm haline dönüştüren bu anlaşma, ülkenin ekonomik gelişimi, Avrupa Birliği (AB) ve NATO’ya üyelik süreçleri gibi birçok konuda engel teşkil ediyor. Bosna Hersek’in anayasasını da belirleyen Dayton Anlaşması, ülkeye karmaşık bir siyasi sistem getirmektedir. Anlaşma ile dört yıl boyunca birbirine karşı savaşan Boşnak, Hırvat ve Sırplar “ülkenin kurucu halkları” olarak kabul edildi.

Anlaşmaya göre, Bosna Hersek, nüfusunun büyük çoğunluğunu Hırvat ve Boşnakların oluşturduğu Bosna Hersek Federasyonu ile Sırp nüfusunun yoğun olduğu Sırp Cumhuriyeti entiteleri ile özel statüdeki Brcko bölgesinden oluştu. Her iki entitenin de kendi meclisleri, hükümetleri ve başkanları bulunuyor. Bosna Hersek Federasyonu kendi için 10 ayrı kantona ayrıldı. Kantonların her birinin kendi meclisi ve hükümetleri bulunuyor.Devletin en üst makamı ise Devlet Başkanlığı Konseyi. Konsey, Boşnak, Sırp ve Hırvat üç üyeden oluşuyor. Dört yılda bir yapılan seçimlerde belirlenen üyeler, 8 aylığına dönüşümlü olarak konsey başkanlığı yapıyor. Boşnak ve Hırvat üye Bosna Hersek Federasyonu’ndan, Sırp üye ise Sırp Cumhuriyeti’nden gelen oylarla belirleniyor. Devlet düzeyinde de ayrıca bakanlar konseyi (hükümet) ve iki parlamento (temsilciler meclisi ve halklar meclisi) bulunuyor. Bu karmaşık yapıda, kanton, entite ve devlet düzeyinde 5 başkan (3’ü konsey üyesi), 13 hükümet başkanı ve 130’dan fazla bakan bulunuyor.

Dayton’un getirdiği bu yapı, Bosna Hersek’te kararların alınmasını olumsuz etkiliyor. Karar alma sürecindeki en önemli sorunlardan biri Devlet Başkanlığı Konseyi’nde yaşanıyor. Dış politika gibi önemli konularda verilecek kararlar, üç üyenin de mutabık kalmasıyla alınabiliyor. Bu kararların alınması bazen çok uzun sürüyor, bazen de hiç gerçekleşmiyor. Ülkenin AB üyeliği konusunda her üç taraf da mutabıkken, NATO üyeliği noktasında Sırpların karşı çıkması nedeniyle ilerleme kaydedilemiyor.

Anlaşmanın getirdiği karmaşık siyasi yapının yanı sıra geniş yetkilerle donatılmış Bosna Hersek Yüksek Temsilciliği de tartışılan bir diğer konudur. Anlaşmanın 10’ncu bölümüne göre kurulan ve Bosna Hersek’te büyük otoritesi bulunan Bosna Hersek Yüksek Temsilciliği’nin ülkenin egemenliğini kısıtladığı savunuluyor.Yabancı yüksek temsilci, Dayton’un uygulanışını kontrol etmek, tarafların şikayetlerini değerlendirmek, sivil kuruluşların faaliyetlerini denetlemek ve koordine etmek gibi yetkilerinin yanı sıra Dayton’a aykırı davranmaları durumunda Devlet Başkanlığı Konseyi üyeleri de dahil devlet yetkililerini görevden alma hakkını da elinde bulunduruyor. Öte yandan, Dayton’un uygulanmasındaki sorunları çözmekle yetkilendirilen Bosna Hersek Yüksek Temsilciliği’nin, elindeki geniş yetkilere rağmen kendi sorumluluk alanına giren birçok ciddi sorunun çözümünde etkisiz kaldığı ifade ediliyor.

Birçok siyasetçi ve uzman, Bosna Hersek’in gelişimi ve AB ile NATO’ya entegrasyon hedeflerinde ilerleme kaydetmek için “Yeni Dayton” ya da “İkinci Dayton” fikrini destekliyor. Boşnak, Sırp ya da Hırvat olmayan milletlere Devlet Başkanlığı Konseyine seçilme şansı tanımayan ve içinde ayrımcılık barındıran Dayton anayasası, AB yolunda ülkenin önündeki en büyük engel olarak gösteriliyor. Dayton’un getirdiği anayasanın değişmesinden yana olan Boşnaklar, olası ikinci Dayton’da uluslararası garantörlerden birinin de Müslüman ülkelerden biri olmasını istiyor. Zira Dayton Anlaşması imzalanırken hiçbir Müslüman ülke bulunmuyordu.

NOT: Fikri mülkiyet hakları gereği bu bilgileri referans vererek kullanabilirsiniz.

Gürsel Tokmakoğlu

10 Kasım 2021/

Kırılma-33

İsrail’in Ermeni soykırım tasarısı çabası

BAE’nin Şam ziyareti

Lavrov’un Suriye’deki Kürtler açıklamaları

Güler, Gerasimov ile görüştü

Karadeniz’de Ukrayna merkezli gerginlik sürüyor

Mısır Dışişleri Bakanı Şükrü, Türkiye’yi eleştirdi

Suriye ve Irak’ta terörle mücadele sürüyor

İsrail’de 6 milletvekili sözde Ermeni (sözde) soykırımının tanınması için yasa tasarısını meclise sunuyor. Biden yönetiminden sonra yeni İsrail hükümetinin de tasarıyı kabul etmesi bekleniyor.

İsrail, Afrika’da Sudan, Etyopya ve Libya’da faaliyet içinde. Başta Körfez Ülkeleri, Suudi Arabistan ve Mısır ile anlaşmalar imzalıyor, Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan ile anlaşmaları var, Filistin, Lübnan ve Suriye üzerinde operasyonlar yapıyor. Ve şimdi doğrudan Ermeni tasarısı gündeme geldi. İsrail ve Türkiye arasındaki ilişkiler sıkıca gözden geçirilmelidir.

Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayid Al Nahyan, Suriye’de Mart 2011’de patlak veren iç savaşın başlamasından bu yana Şam’a gerçekleştirdiği ilk ziyaretinde, Devlet Başkanı Beşar Esad ile bir araya geldi. Ziyaret, Lübnan medyasına haber olduktan sonra Devlet Başkanlığı tarafından duyuruldu. Resmi açıklamanın neden geç yapıldığı hakkında bilgi paylaşılmadı. Al Nahyan başkanlığındaki üst düzey BAE heyetinin, Suriye’de Başkan Esad ile çeşitli alanlarda ilişkilerin geliştirilmesinin yanı sıra bölgesel ve uluslararası konuları ele aldığı ifade edildi.

ABD, BAE’nin Suriye’ye yaptığı bu ziyaret için; sürprize uğramadık, ABD, Esad’la ilişkileri normalleştirmeyecek; bu çabaları desteklemiyor, Esad konusunda pozisyon değişikliği yok, ABD yaptırımları hâlâ geçerli, dedi. Ancak yine de bu yaklaşımın başka yönü olabilir, diplomatik taktik gereği Esad’a, Rusya’ya, İran’a ve Türkiye’ye mesaj veriliyor olabilir, zira BAE’nin Suriye ziyaretinden en baştan beri ABD ve Israil’in haberi vardı.

Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un Suriye’deki Kürt nüfusu üzerinden ABD’ye karşı açıklamaları var: “Kürtler kendilerini Suriye toplumunun bir parçası hissetmelidir. Suriye’de anayasada onların yasal çıkarlarının dikkate alınması için elimizden gelenin en iyisini yapmaya hazırız. Kürtler, Amerika’nın tuzağına düşmemelidir. ABD, Kürt sorununu yalnızca Suriye için değil, bölgenin diğer ülkeleri için de güncel hale getirebilir. Kürt sorunu, tüm bölgede ateş alabilecek bir duruma yol açabilecek tehlikeli oyunlardır.

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar GÜLER, Rusya Genelkurmay Başkanı Orgeneral Valery GERASİMOV ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Görüşmede güncel güvenlik konuları ile ilgili değerlendirmelerde bulunululduğu açıklandı. Öyle zannediliyor ki görüşmede Suriye, İdlib bölgesi gündeme geldi.

Karadeniz’de Ukrayna merkezli gerginlik sürüyor.

Rusya Karadeniz’e geçen ABD gemilerini izlediği şeklindeki planları medyaya verdi. Örnek aşağıdadır.

Romanya Dışişleri Bakanı Bogdan Aurescu, ABD’nin Karadeniz genelindeki askeri varlığının artırılması gerektiğini belirtti.

Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelenskiy şöyle dedi: Rusya, Ukrayna sınırına yaklaşık 100 bin asker konuşlandırdı. Ordumuz düşmanı püskürtmeye hazır.

Ukrayna istihbaratı, TB2’lerin bulunduğu üssün komutanı Albay Ilya Oleinik’i gözaltına aldı. Gözaltına alınma sebebinin Ukrayna ordusuna ait gizli bilgileri Rusya ile paylaşması olarak iddia ediliyor.

Belarus-Polonya sınırındaki düzensiz göçmen krizi ile ilgili olarak Ursula von der Leyen, bu bir hibrit ataktır, dedi.

Geçtiğimiz gün Xi Jinping, Beşar Esad ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirmişti. Yapılan resmi açıklamada Xi, “Çin’in Suriye’nin ulusal egemenliğinin, toprak bütünlüğünün korunmasında kararlı olduğunu ve Suriye’nin iç işlerine müdahalesine kesin olarak karşı çıktığına” dikkat çekti.

Mısır Dışişleri Bakanı Şükri, Türk askerinin sınır ötesindeki varlığı konusunda, “Ne Libya’da, ne Suriye’de ne de Kuzey Irak’ta bu askeri varlığın olması için bir sebep göremiyoruz. Türkiye, Müslüman Kardeşler’e destek vererek Mısır’ın içişlerine müdahale etmeye devam ediyor.” dedi.

Suriye’de 6 muhalif grup Esad ve YPG/PKK’ya karşı Üçüncü Kolordu adıyla toplandı. 20 bin kişilik 6 muhalif grup birleşti.

MİT ve TSK’nın ortak operasyonuyla, PKK/KCK terör örgütünün kırmızı kategoride aranan sözde merkez komite üyesi Nazlı Taşpınar, Irak’ın Gara bölgesinde etkisiz hale getirildi. Bir önceki gün de Kamışlı’da bir araca SİHA ile taarruz edilmişti. Buradaki sonuç henüz açıklanmadı.

Yunanistan, Saros körfezi açıklarında, Türk karasularına 2 mil uzaklıkta askeri tatbikat gerçekleştirmek için NAVTEX ilan etti.

Türk askerinin Azerbaycan’daki görev süresinin 1 yıl uzatılmasına ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi, TBMM Genel Kurulunda kabul edildi.

NOT: Fikri mülkiyet hakları gereği bu bilgileri referans vererek kullanabilirsiniz.

Gürsel Tokmakoğlu

11 Kasım 2021/

Kırılma-34

ABD ve Çin iklim konusunda işbirliği yapacak bir anlaşma imzaladı

Mahmud Abbas Filistin konusunda bir uluslararası konferans zamanı geldiğini açıkladı

Belarus Devlet Başkanı ile Avrupa arasında düzensiz göçmek krizi büyüyor, Lukaşenko gazı keseriz tehdidinde bulundu

Macaristan Başbakanı Orban Türkiye’de

Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan Yunanistan Başbakanı Miçotakis’in suçlamalarına karşı sert cevap

Dünyada en çok karbon dioksit salınımı yapan ABD ve Çin iklim değişikliğiyle mücadele için daha fazla işbirliği yapma kararı aldı. Anlaşma kapsamında metan gazı salınımı ve kömür tüketimini azaltmak ve ormanları korumak da yer alıyor. Anlaşma İskoçya’nın Glasgow kentindeki BM İklim zirvesinde, ABD’nin iklim elçisi John Kerry ve Çinli mevkidaşı Xie Zhenhua tarafından duyuruldu. Ayrıca yayımlanan ortak açıklamada, ABD ve Çin’in, diğer ülkelerle çalışıp iklim değişiklikle mücadele etmeye hazır olduğu belirtildi. Anlaşma kapsamında Çin, Paris iklim anlaşmasının hedeflerine ulaşabilmek için gösterdiği eforu arttıracak. Çin ve ABD, fosil yakıtların kullanılmasını azaltacak finansal yatırımlar gerçekleştirecek.

Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, İsrail işgalinin sona erdirilmesi için uluslararası bir konferans toplanmasının vaktinin geldiğini belirterek, “İşgale rağmen gerçek bir devlet kurduk, tek eksik işgalin bitmesi” dedi.

Belarus Cumhurbaşkanı Aleksandr Lukaşenko, Batı’nın Belarus’a yaptırım uygulamadan önce, Belarus üzerinden Avrupa’ya giden (Yamal) doğalgaz sevkiyatını “düşünmesi” gerektiğini belirterek, “Avrupa’yı ısıtıyoruz, hala sınırı kapatacakları konusunda bizi tehdit ediyorlar. Peki ya doğalgazı kesersek ne olur?” dedi.

Macaristan Başbakanı Victor Orban Türkiye’de. Ortak anlaşmalar imzalandı, basın toplantısında sorulara cevap verildi. Macaristan ve Türkiye Afrika’da ve nükleer enerji konularında işbirliklerini sürdürecekler.

Cumhurbaşkanı Erdoğan mültecilerle ilgili Türkiye’yi suçlayıcı bazı haberlerin olduğunu işaret eden, Miçotakis’in bu konuda Türkiye’yi suçladığını içeren bir soru üzerine nankörlük yapıyorlar dedi. Beş milyon mülteciye ev sahipliği yapıldığı hatırlatıldı. Kapıyı açarsak başta Yunanistan, Avrupa ne yapar bilmem, dedi. Miçotakis yalan atıyor, Ege’de botları şişliyorlar, başkalarını kandırıyor olabilirler ama bizi kandıramazlar, elimizde net kanıtlar var, diye hatırlattı. Yunanistan’ın kendisi Amerika’nın bir üssü konumuna gelmiştir. Biden ile konuşmada sordum, kaçamak cevap verdi dedi. ABD, Yunanistan ve Türkiye NATO üyesidir, neden birbirimize düşüyoruz, dedi.

NOT: Fikri mülkiyet hakları gereği bu bilgileri referans vererek kullanabilirsiniz.

Gürsel Tokmakoğlu

12-13 Kasım 2021/

Kırılma-35

Türk Devletleri Teşkilatı kuruldu

Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ülkesinde daha da güçlendi

ABD, Katar’ı Afganistan’da “hami devlet” ilan etti

İsrail’de 3 üst düzey Mossad yetkilisi istifa etti

Fransa, Libya konulu Paris Konferansı’nı başlattı

Libya Devlet Yüksek Konsey Başkanı Mişri: Libya ve Trükiye, Fransa’nın Doğu Akdeniz’deki komplosunun farkında

Türk Konseyi’nin Devlet Başkanları 8. Zirvesi İstanbul’da yapıldı. Zirvede Türkmenistan gözlemci üye olarak Konseye katıldı. Türk Devletleri Teşkilatı kuruldu. Türk Dünyası 2040 Vizyon Belgesi kabul etti.

Çin Komünist Partisi, Xi Jinping’in siyasi tarihteki statüsünü pekiştiren “tarihi bir kararı” onayladı. Partinin 100 yıllık tarihinin bir özeti olan belge, partinin önemli başarılarını ve gelecekteki yönelimlerini ele alıyor. Partinin kuruluşundan bu yana türünün yalnızca üç defa (ilki 1945’te Mao Zedong, ikincisi ise 1981’de Deng Xiaoping tarafından) kabul edildi. Perşembe günü Çin’in en önemli siyasi toplantılarından biri olan altıncı genel kurul toplantısında kabul edildi.
Böyle bir kararı yayınlayan yalnızca üçüncü Çinli lider olduğu için, bu hamle, Bay Xi’yi parti kurucusu Mao ve halefi Deng ile eşit bir konuma getirmeyi amaçlıyor. “Tıpkı önceki iki karar gibi, [bu karar] partinin teorisini, iradesini ve eylemini birleştirmede (gelecekteki ilerlemeyi sağlamada ve ikinci yüzüncü hedef ve Çin’in büyük gençleşme rüyasını gerçekleştirmede) önemli bir rol oynayacak,” üst düzey parti yetkilisi Qu Qingshan Cuma günü düzenlediği basın toplantısında söyledi.

Parti daha önce iki yüzüncü yıl hedefi belirlemişti: Çin’in 2021 yılına kadar “orta derecede müreffeh” bir toplum olacağı ve ikincisi, 2049 yılına kadar “tamamen gelişmiş, zengin ve güçlü” bir ulus olacağı. Bazı gözlemciler kararı, Bay Xi’nin, Deng yönetiminde başlayan ve Jiang Zemin gibi diğer liderler aracılığıyla devam eden Çinli liderlerin onlarca yıllık ademi merkeziyetçiliğini geri çevirmeye yönelik son girişimi olarak görüyorlar. (Çin’in sözde bir kişilik kültüne geri dönebileceğinin bir işareti.) Dört günlük kapalı oturumda, partinin ülkenin üst düzey liderliği olan 19. Merkez Komitesinin 370’den fazla tam ve yedek üyesi bir araya geldi. Bu, Xi’nin tarihi bir üçüncü dönem başkan olarak göreve başlamasının beklendiği gelecek yılki ulusal kongre öncesinde parti liderlerinin son büyük toplantısıydı. 2018’de Çin, cumhurbaşkanlığı üzerindeki iki dönem sınırını kaldırdı ve etkin bir şekilde ömür boyu iktidarda kalmasına izin verdi.

ABD, Katar’ı Afganistan’da “hami devlet” ilan etti. Katar’ın Kabil’deki Büyükelçiliği ABD’nin Afganistan’daki diplomatik çıkarlarını temsil edecek. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, ABD’nin Taliban’la nasıl ilişki kuracanın yolunu açıkladı. Blinken Cuma günü yaptığı açıklamada, Washington ve Doha’nın, Kabil’deki Katar Büyükelçiliği için ABD’nin Afganistan’daki diplomatik çıkarlarını temsil etmesi için bir anlaşma imzaladıklarını duyurdu. Blinken, anlaşmanın Katar’a Washington ile Afganistan’daki Taliban hükümeti arasında Washington’un tanımadığı herhangi bir resmi iletişimin sağlanmasına yardımcı olmak için ABD çıkarları için “gücü koruma” rolü verdiğini söyledi.

İsrail’de 3 üst düzey Mossad yetkilisi istifa etti (Teknoloji Daire Başkanı, Operasyonlar Daire Başkanı, Kontraterör Daire Başkanı). Geçtiğimiz günlerde ABD, bir İsrail teknoloji şirketinin casus yazılımından dolayı bu şirkete yasaklama getirmişti. Başka bir konu da Türkiye’de yakalanan Mossad ajanları olmuştu. Bu istifaların bazı başarısızlıklardan kaynaklandığı ifade edilebilir.

Fransa, Libya konulu Paris Konferansı’nı başlattı. Macron Berlin yerine Paris diyerek inisiyatifi almak istemektedir. Ayrıca Fransa, Yunanistan ve Güney Kıbrıs birlikteliğiyle Doğu Akdeniz’de güçlenmek istiyor. Türkiye’ye karşı Libya’da daha başka gelişmeler söz konusu olabilir. Zira Libya’da da seçimler var. Libya’da darbeci Hafter geçtiğimiz günlerde İsrail ile anlaşmaya varmış ve desteğini aldığı haberleri ortaya çıkmıştı.

Diğer taraftan Libya Devlet Yüksek Konsey Başkanı Halid el-Mişri, Libya ve Trükiye, Fransa’nın Doğu Akdeniz’deki komplosunun farkında, açıklamasını yaptı. Mişri, Türkiye ve Libya arasında giderek güçlenen ilişkilerin ve ortaklıkların Doğu Akdeniz’de Fransa’nın komplolarını başarısızlığa uğratacağını belirterek Fransanın başarısız olacağını açıkladı. Mişri, Milletlerarası İlişkiler ve Diplomasi Merkezi (MID) tarafından düzenlenen Uluslararası İstanbul Buluşmaları programı kapsamında gazetecilerle bir araya geldi.

Türkiye ile Libya ilişkilerinin tarihi geçmişi olduğunu söyleyen Mişri, ilişkilerin ekonomik, askeri, siyasi yönden daha da güçlenerek devam ettiğini anlattı. Mişri, şunları kaydetti: “Türkiye’nin Libya’daki varlığı tamamen uluslararası hukuka uygundu. Çünkü Trablus hükümeti birçok ülkeye çağrıda bulundu ve sadece Türkiye yanıt verdi. Türk güçleri hariç tüm bu taraflar gayriresmi ve gayrimeşru yollarla geldi. Türkiye ise aleni bir şekilde geldi. Türk askerinin varlığı tamamen uluslararası anlaşmalara uygun. Türk askeri ayrıca sadece eğitim ve destek amaçlı bulundu.” Libya’da Yüksek Danıştay’ın kurallara uygun ve yasal bir seçim yapmak istediğini dile getiren Mişri, Fransa ve Mısır’ın buna müdahale etmeye çalıştığına işaret etti.

ABD ve diğer ülkelerin kendilerine dikte etmeye çalıştığı bir seçim pozisyonunu kabul etmeyeceklerini belirten Mişri, “Türkiye ve İtalya ise Libya’da hatalı bir seçim yapılmasından yana değil ve desteklemiyor. Çünkü hatalı yasalarla yapılan bir seçimin ülkenin bölünmesine neden olacağını, yeni bir savaşa sürüklenerek bölüneceğini düşünüyor ve bu konuda bize destek çıkıyor.” diye konuştu. Mişri, 24 Aralık’ta yapılması planlanan başkanlık ve parlamento seçimlerinin adil bir ortamda yapılması durumunda Libya Başbakanı Abdulhamid Dibeybe’nin çoğunluğu elde edeceğini vurguladı.

NOT: Fikri mülkiyet hakları gereği bu bilgileri referans vererek kullanabilirsiniz.

Gürsel Tokmakoğlu

Exit mobile version