tbmm-100-yasinda
TBMM 100. Yaşında

İç Cephe Neden Önemli

9 Mayıs 2019
Okuyucu

“Bunda bir kasıt var,” denebilecek uluslararası politik gelişmelerden bazılarını alt alta koyduğumuzda Türkiye’nin seçeneklerini daha iyi görüyoruz. Türkiye’nin ne şekilde davranması gerektiğini ortaya koymadan önce mevcut durumu iyi görmek gerekmektedir. Buradan hareketle “iç cephe” bahsinin çerçevesinin çizilmesi mümkün olabilir. Nasıl mı?

NATO ve Avrupa Birliği (AB) süreçlerine bakınca dış politikadaki girdabın, güvensizliğin ve samimiyetsizliğin ne derecede ileri olduğunu anlıyoruz. Aslında uluslararası ilişkilerin gerçek yüzünü görme imkanımız oluyor.

NATO ne yaptı? Soğuk Savaş’tan sonra Türkiye’nin aktif olduğu iki sahadan söz edeceğim. Birincisi, Akdeniz Diyaloğu ve devamındaki İstanbul İşbirliği Girişimi (İİG) ile ilgilidir. Türkiye’nin de aktif olduğu bu samimi çabalar sonucunda esasen İsrail ile NATO’nun ilişkisinin gelişmesine imkan sağlandı. Sözü edilen coğrafyada İsrail her türlü avantajını kullanabilir kılındı. Ancak asıl hedeflenen faaliyetlerde kapsam içinde olunan diğer ülkeler için durum tamı tamına çatışma, rejim değişikliği, savaş gibi hallerde tezahür etti. Türkiye bu ülkelerde barışa ve insani faaliyetlere destek vermek için NATO’nun da desteği ile girişimlerde bulundu, ancak yeterince sonuç alamadı. Örneğin NATO, IŞİD ile mücadele adı altında bölgeye müdahil oldu. Ancak bu müdahalede, girişimde bulunan ülkelerin ulusal çıkarları halinde, yani NATO dışında sonuçlar elde edildi. Şimdi soruyoruz, NATO nerede diye…

İkincisi, SSCB’nin kontrolü dışına çıkan coğrafyalarda, Doğu Avrupa ve Balkanlar’da, Kafkaslar’da ve Orta Asya’da Barış İçin Ortaklık (BİO) adı altında faaliyetler yürütüldü. Ancak Batı ile anlaşabilen ülkeler ortaya çıkarmanın ve bu ülkeler ile NATO’nun başat ülkelerinin ikili ilişkilerini güçlendirilmenin ötesinde pek bir şey elde edilemedi. Türkiye Afganistan’dan Adriyatik’e kadar her alanda NATO görevlerine destek verdi. Türkiye bu coğrafyalarda barışa ve insani faaliyetlere destek vermek için NATO şemsiyesinde özveriyle girişimde bulundu. Ancak kazanç peşinde koşanlar başkaları oldu. Örneğin NATO Asya’ya El Kaide ve Taliban ile mücadele adı altında müdahil oldu. Ancak bu müdahalede girişimde bulunan ülkeler, ulusal çıkarları gereği ve NATO dışı beklentilerle birtakım sonuçlar elde ettiler. Üstelik bazı alanlarda barışın gelmesi bile mümkün olmaktan uzaklaştı, “Sorun devam etsin ki başka çıkarlar da elde edilebilsin,” dercesine yaklaşımlar gözlendi.

Gelelim Avrupa Birliği’ne. Türkiye, AB’ye girmek için en haklı konumda olan bir ülkedir. Kömür Birliği, Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) derken geldik Gümrük Birliği ve Avrupa Birliği safhasına. Bunu da geçtim, “Gel Eurozone’a katıl,” deseler, Türkiye bunu bile görüşecek samimiyetteyken, özellikle Fransızların geleneksel politikaları ve Almanya’da Hıristiyan Demokratlar’ın olumsuz bakışı ve ikili oynamasıyla, süreç bir türlü ilerlemeyecektir. Hatta Türkiye AB’ye ne vakit yaklaşsa Türkiye’de terör ve ayrılıkçı hareketlerde artış olmuştur.

Bu son cümleden hareketle yeri gelmişken ifade edeyim, ABD ve İsrail de AB ülkeleri gibi davranmaktadır. Terör ve ayrılıkçılık hareketlerinin dolaylı (ve bazen doğrudan) desteklenmeleri bir yere kadar, Türkiye’deki iç cephenin etkilenmesine ve kontrol edilmesine dönük propaganda faaliyetleri bile bu yaklaşımla ele alınmalıdır.

AB konusunda hal böyleyken, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) her defasında şımarıkça hareketlerle Türkiye’nin önünde engel konumda bulunmuştur. Özellikle Kıbrıs’ta “iki kesimli, Birleşik Kıbrıs” formülü ile kalıcı barışa dayalı Birleşmiş Milletler’in (BM) çabasına karşılık, Avrupa gitmiş GKRY’yi birliğe üye yapmıştır. Böylelikle Akdeniz’de ve özellikle Doğu Akdeniz’de AB’nin nüfuz alanı bu oldubittiyle genişletilmiştir. Halen BM’nin çalışma alanında olan ve ilgili taraflar arasında itilaflı çok konusu bulunan bu coğrafyada, sorunu çözüp ileri adımlar atmak varken, her bir AB ülkesi ulusal çıkarlarına bağlı faaliyetlerini geliştirmişlerdir. İngiltere ve Fransa gibi ülkeler Ada’da kendilerine askeri nüfuz alanı oluşturmuşlarken, İtalya doğalgaz boru hattıyla İsrail’den AB’ye kurulan hattın başına yerleşmiştir. Almanya da dahil bu ülkeler Irak ve Suriye’de çıkar peşinde koşmaktadır; ne bir Iraklı ne de bir Suriyeli için kendilerini riske atarlar, burası açıktır.

Şimdi hem AB hem de NATO faaliyetlerini birlikte okuyalım, İsrail Doğu Akdeniz’de her ne yaparsa yapsın genişleme imkânı buluyor, GKRY her türlü hukuksuzluğa rağmen ülkelerle ve şirketlerle ilişki kuruyor, ancak Türkiye aynı sonuçları elde edemiyor. ABD bu saydığımız denklemin içinde en büyük ülke ve bir yandan “Önce Amerika!” derken, diğer yandan “İsrail ne derse o olur,” diyor. Bu nasıl bir sonuç? O zaman burada bir “kasıt” aramak gerekmiyor mu? Biz de “NATO ruhu”na güvendiğimizi işaret ediyoruz. Neyse ki son zamanlarda “AB kriterleri olmazsa Ankara kriterleri olur,” dedik.

Türkiye’nin bu kasıt unsuruyla sürdürülen uluslararası politik konularda seçenekleri ne olmalıdır? Birincisi, NATO’da olacaksın ama NATO ülkelerine güvenmeyeceksin. İkincisi, AB’ye girmek isteyeceksin ama AB ülkelerine güvenmeyeceksin. Görüleceği üzere, buradaki ortak sonuç “güven” kavramı ile açıklanabilir bir hal almıştır. İşin esası, Türkiye güveniyor ama muhatapların reel politik adımları farklıdır. “Bana güveneceksin ve benim dediğimden çıkmayacaksın!” şeklinde cereyan edince olmuyor. Bu hak ve hukukla açıklanabilir bir yol değildir.

İlişkiler, ittifaklar ve birlikler neden kurulur? Önce bir samimiyet var olur ve peşi sıra ortak çıkarlara dayalı bir yükümlülükler manzumesi kabul edilir. Anlaşma hükümlerince her bir ülke üstüne düşeni açıkça ortaya koyar. “Anlaşmak” bu demek değil midir? Ancak mevcut duruma bakılırsa ortada bir samimiyetin var olmadığı açıktır. Güven çarpıtılmış, samimiyet yok ve buradan bu şartlar içinde bir sonuç alınacak!..

O zaman mesele ne? Sürekli körüklenen ırkçılık veya İslamofobi gibi kavramlar mı, günümüzün politika anlayışı mı, yoksa bunların hepsi mi? Eğer böyle bir gerçeklik varsa uluslararası ilişkilerde ne yapılabilir? Öncelikle teknik bakışla, “Masaya somut dosyalar koymak ve gerekli derslere iyi çalışmak lazım…” denebilir. Ama buradaki tez açık; ne kadar teknik olursanız olun, ortada sonuca etki eden bir kasıt hali var. Bu kasıtlı politikaların iradesi başat güçlerdedir.

Sonuca geçmeden şu hatırlatmayı yapmama izin verin, 12 Eylül’ü yapan Kenan Evren, bu tarihten tam 38 gün sonra, acaba neyi düşünerek, aceleyle, Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönüşüne imza attı. Dosya hazır mıydı? Kaldı ki Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit dönemlerinde bu imza atılmadı ise konu bir devlet politikası halinde kabul görmeli idi. Eğer Evren imzayı o an atmasaydı, bir şey aldıktan sonra, örneğin Kıbrıs meselesini çözdükten ve hatta AB’ye girdikten sonra atsaydı, tarih nasıl değişecekti? İşte gerçek: Tarih böyle yazılmıyor, atılan adımlar ve imzalar ile yazılıyor. Şunu söylemeye çalışıyorum, ülkede bazı çetrefil iç-gelişmeler yaşanmalı ki dış-gelişmeler için birbirine güvenen (!) ve samimi (!) olunan ortaklar bulunabilsin. Bunun için başat güçler Biyografik İstihbarat yaparlar, bunun için dostluklar kurarlar. Bu örneği şimdiki zamanlar için de düşünmek gerekir, daha sonraki zamanlar için de…

Bu durumda güçlü olmak ve açık vermemek gerekmektedir ve alternatifler geliştirilerek adımlar kararlılıkla atılmalıdır. Beklemek doğru değildir. Nasıl Suriye’ye girildi ve sürece fiilen etki edildi, bunun gibi Kıbrıs meselesinde fiili durumlar yaratmak gerekir. “Nasıl olsa NATO ve Müttefiklik var,” denmemelidir. “NATO, AB vs. her yerde var olmak,” bir konu, onlara rağmen “milli çıkara dayalı alternatif adımlar atmak,” başka bir konudur. Bunun örnekleri mevcuttur, tek tek sıralamayayım.

Merak ediyorum, şartlar böyleyken, Türkiye’de siyaset yapmak isteyenlerin AB ve NATO ile münasebetleri nasıl olacak? Acaba, “Oturup konuşacağım ve yeterince uyumlu olacağım,” şeklinde mi gelişecek? İşte bu tür sorular bizi başka bir meselenin içine itiyor. Bu da “iç cephenin kuvvetli olması” hususudur. İç cephe bekanın mecburiyetidir! Önce içeride sağlam olmak gerekir. Bu durum değil ülke, evde bile böyledir.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

akdeniz-diyalogsuzlugu
ÖNCEKİ YAZI

Akdeniz Diyalogsuzluğu

abdnin-teror-ve-hukuk-acmazi
DİĞER YAZI

ABD’nin Terör ve Hukuk Açmazı

Politika 'ın son yazıları

30 views

Amerika’da Gazze Protestoları

Gazze'deki yaşanan zalimce olayların gerçekliği ve Batılı politikacıların ikiyüzlü uygulamaları bugün Amerika'da tartışılıyor ve protesto ediliyor. Yarın bu protestolar Avrupa'da da yaygınlaşabilir. Öyleyse diyebiliriz: Gazze sınırlarını aştı!
39 views

Irak’ta Aydınlık Dönemin Başlangıcı

Türkiye, Bağdat'ta Irak ile tarihi bir süreci başlattı, atılan imzalar var, geliştirilen yeni stratejiyle birlikte yapılacak işler var. Bunlar ekonomiden, kültürden, güvenliğe uzanan işler. En önemlisi, inanmışlık, güven ve umut ışığı!..
52 views

Filistin-İsrail Politikası Hakkında

Ortadoğu'da, ABD'nin "kontrol bende" dediği bir ortamda, İsrail'in şımarıklıkları ve İran'ın anlamsız çabaları sürerken, Filistin konusunda nasıl ilerleme sağlanabilir? Bu dramatik konuyu aktörleri belirterek gözden geçirelim.
56 views

Stratejik Algı Yönetimi

Strateji ile algı yönetimi bahislerini, canlı örnek olduğu nedenle, Ortadoğu, ABD ve İsrail ile açıklayacağım. Buradaki amacım yaşamda ve çıkarları elde etmede dilin ve yaratılan algının kullanılmasının ne kadar etkili olduğunu göstermektir. Evet, temel olarak bu bir iletişim konusu olsa da görüldüğü üzere, ülkelerin mücadeleleri ve savaşların nedeni dahi olabilmektedir.
86 views

Yapay ve Doğal

Size analitik bir yöntemle, halen Ortadoğu'daki onca yapaylığa ve yürütülen negatif amaçlı algıya rağmen, Türkiye'nin ne denli doğallık içinde ve istikrar amaçlı politika yürüttüğünü açıklayacağım. ABD ve Rusya gibi büyük güçlerin yanısıra, bölgede İran ve İsrail arasında yaşananları kavramsal boyutta irdeleyeceğim. Analizin her bir basamağında belirginleşen kuralları açıklayacağım.
DÖNBAŞA

Okumadan Geçme