Çok önceleri bir makale okumuştum, dönemin yetkilileri Avrupa’dan Ada’ya gelebilecek salgın hastalıklar için tehlikeleri gözden geçiriyorlardı. “Fareler ve insanlar” yoluyla gelebilecek hastalıklar nedeniyle inşası planlanan Manş Tüneli için Britanyalılar tedirginlerdi. O dönem, “Demek ki Adalılar Avrupa’dan gelebilecekler için çok hassaslar,” diye bir sonuç çıkarmıştım. Benzer anlayış hakim oldu: AB’den Ayrılma (Britannia Exit – Brexit) oylaması sonuçları açıklandı, Birleşik Krallık “kendini koruma” yönlü bir karar verdi, ayrılıyor.
Oylama 23 Haziran 2016’da gerçekleştirildi, resmi açıklama ertesi sabah erken saatlerde geldi. Oylamaya katılım yüzde 72,2 oldu. Referandumda İskoçya % 62 kal, % 38 ayrıl; Kuzey İrlanda % 56 kal, % 44 ayrıl; Galler % 47,5 kal, %52,5 ayrıl şeklinde oy verdi. Londra hariç İngiltere’nin büyük kesiminde ayrılma yönlü oy çıktı. Toplam olarak ise AB’de kalalım diyenler % 48.1 olurken, ayrılma oyu % 51,9 oldu.
Bundan sonraki adımda Birleşik Krallık ayrılma kararını Lizbon Anlaşması hükmünce AB merkezine bildirecek ve daha sonraki süreçte Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği ile ne şekilde bir ilişki içinde olacağını belirleyeceği bildiriliyor. Buna göre İzlanda ve Norveç’in veya İsviçre’nin benzeri, bunun dışında özgün bir model ile yeni bir AB-Britanya ilişkisi düzenlenmiş olacak.
Hatırlanacağı üzere bu referandumu Başbakan David Cameron gündeme getirmişti. Bu yola girmesinin sebebi ise bazı konularda önüne konan engellerdi, durumun netleşmesini istemişti. Referandum sürecinde Cameron AB’de kalma mücadelesi vermişti. Alınan bu sonuçla kendisi de yenik düşmüş oldu. Temel demokrasi anlayışı bağlamında Cameron, şahsı için de bu sonucun bir karar ifadesi taşıdığı gerekçesiyle, başbakanlık görevinden istifa etti. Yeni dönemin yeni bir başbakan ile sürdürülmesi gerektiği nedenle bu kararı verdiğini açıkladı.
AB ülkeleri henüz şoku atlatabilmiş değildir. Konu hakkında panik içinde olmadıklarını gösteren türden açıklamalar gelecekse de AB’nin geleceği pek sağlam görülmüyor. Haliyle AB yetkilileri, “Biz yolumuza devam etmek zorundayız,” diyecektir. Ama bu açıklamalar tartışılan AB’nin daha da tartışılır olmasına engel teşkil etmeyecektir. Hatta Jeo-politik ve jeo-stratejik çıkarları ile AB politikaları içinden bir çıkış aramak isteyen Almanya dışındaki güçlü AB üyesi ülkeleri bu gibi tartışmaları bundan sonra da bir koz olarak ileri sürebilecektir. Aslında AB içinde Almanya daha da yalnızlaşacak demek de yanlış olmayacaktır.
Unutmayalım, Yunanistan Krizi esnasında Yunanlılar’ın yaklaşımları AB için bir sinyal niteliğindeydi. Çalışanlar ve yatanlar arasındaki tartışmalar gün yüzüne çıkmıştı.
Bardağı taşıran son damla ne idi? Birleşik Krallık’ın gücü bellidir. Sektörleri içinde en önemlisi finanstır. Almanya AB müktesebatı cephesinden yaklaşarak, Birleşik Krallık’a finanstan elde ettiğin kazancın vergisini vereceksin, dedi. David Cameron bunu tartışmaya açtı ve “Britanya bunu yapamaz,” dedi. Ancak bu durum onu bir ikilemle bağladı ve bu ikilem üzerine konuyu referanduma sevk etmek durumunda kaldı.
Amerika ve Asya ülkeleri de bu durumu tekrar gözden geçirecektir. Avro’nun piyasalardaki etkisi bakımından değersizleşmesi ve daha önemlisi bir “umut çapası” olma konusunda güven telkin etmemesi önemli bir tartışma konusu olacaktır.
Ya Türkiye bu durumdan ne sonuçlar çıkaracak? Bir kere AB’nin derin bir yara aldığı görüşünü kullanarak, “Bizi AB’ye almakta ayak dirediniz, şimdi siz düşünün,” deme noktasına gelmiş oldu. Belki de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifade ettiği gibi yakın zamanda Türkiye de “AB’yi istiyor muyuz?” referandumu yapabilir. Eğer Türkiye bu tarz bir oylamaya giderse anlamı ne olur? Elbette AB yolunda yürüyen bir ülke olarak Türkiye “ben yokum” der ise “AB’ye güven endeksi” reel bakışla olumsuz yönde pekiştirilmiş görünecektir. Kim kazanır, kim kaybeder, bu başka bir olgudur.
Birleşik Krallık’ın bu referandum sonuçları ile küresel politikalar içinde yeni bir vizyon olarak felsefi anlatımlarla dolu bu AB sürecinin ne yola gideceği tekrar masaya yatırılacak, merak konusu olmayı sürdürecektir. Sonuç: AB öldü mü? Ulus egemenliği anlayışı perçinleşti mi? Önümüzdeki günlerde bunları daha da belirginleştireceğiz. Ne diyelim, insanlık deniyor ve eleyerek ilerliyor!..