Çin bir yandan küresel yatırımları ülkesine çekiyor ve kalkınmasını bununla garanti ediyor, diğer yandan milli politikalarını geliştiriyor. Çin, kendi topraklarında ve sağladığı ticari imkanlarla küresel çapta, isteyen her yatırımcının şartlar nispetinde ortaklığını kabul ediyor. Ama bir tek istediği var, “Devletin uzun vadeli kalkınma programında kimse işime karışmasın, benden açık olmamı da beklemesin,” diyor. Bunun adı devlet kapitalizmidir ve küresel kapitalizmle ve serbest piyasa ekonomisinin kurallarıyla çelişir.
Bu durumda Batı ekonomileri kendi kalkınma modellerine uygun bir “ekonomik açıklık politikası” yürütülmediğinden dolayı Çin’i eleştiriyorlar. Çin ve ABD arasındaki Ticaret Savaşı Başkan Donald Trump ile birlikte başladı bile. Güncel olarak bakıldığında bu savaşın gereği olarak sahada ABD’nin yaptırımlarıyla birlikte pek çok riskli alanlar oluşmaktadır. Uzmanlar makroekonomideki küresel gelişmelerin Çin’i zorlamaya başlayabileceğini söyleseler de Pekin’in yola gireceğine dair bir emare görülmüyor.
Çin’in ekonomik ve dış politik uygulamalarının bilinen makroekonomi ve jeopolitik yaklaşımlara ters geliştiği hususu belli ki bazı çevreler için endişe uyandırır mahiyettedir. Şu ana kadar uygulanan ekonomik politikalar eşsiz bir kalkınma imkânı yarattıysa da önümüzdeki zamanda önemli sorunların görülebileceği bir evreye girildiği işret ediliyor. Buna sebep olarak; Çin’in iç borcunun kontrol edilemez boyutlara geldiği ve iç yatırımların verimsizleşmeye başladığı; ihracatı teşvik politikalarının dengeleri bozduğu, buna bağlı olarak iç huzursuzluklara neden olabileceği; dış teknolojilerin kamulaştırmaya gidilmesi stratejisinin mevcut yükü artıracağı, konuları gösteriliyor.
Yine jeopolitik bir proje olarak işaret edilen Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in “Bir Kuşak Bir Yol Girişimi” tam bir “emperyalist bakış açısı” olarak yorumlanıyor. Bu projenin kaçınılmaz olarak ekonomide bir “emperyal aşınma” sürecini de başlatacağına dikkat çekiliyor. Bu yeni İpek Yolu Projesi ile Çin ülkelere kredi vermek isteyecektir, öte yandan katılımcı ülkelerin borçlanma kapasitelerinin aşılması gibi başka bir sorun da söz konusu olacak görülüyor. Harvard Üniversitesi’nden Ricardo Hausmann gözlemiyle, “Kredi koşullarının gerçek kullanışlılığı giderek daha da zahmetli olacak.”
Küresel ekonomik etkiler ve ticaretteki bu rekabetin olumsuz etkileriyle olsa gerek, Çin ekonomisi 2018’in dördüncü çeyreğinde yüzde 6,4’lük bir büyümeyi gördü ve eğilim yavaşlamayı işaret ediyor. 1980’lerden yakın zamana kadar elde edilen çift haneli ortalama büyüme eğrisi hiç bu kadar yavaşlamamıştı. Bunun üzerine Çin hükümeti özel ve kamu borçlanmasındaki kısıtlamaları gevşetme kararı aldı. Bu önlem sadece ülkenin borçlarını ve aşırı yatırım sorunlarını artıracak mahiyette değerlendirilmektedir.
Douglass North, Daron Acemoğlu ve James A. Robinson gibi Türkiye’nin de yakından takip ettiği ekonomistlerin dikkat çektiği bir nokta var. Bu makroekonomi uzmanlarına göre durum şöyle açıklanıyor: “Uzun vadeli ekonomik kalkınma demek, güçlü devlet kurumlarınızın olması ve açık siyasi sistemlerin yerleştirilmesi demektir. Çünkü bunlar rekabeti, yatırımcının güvenini, dinamizmini ve yeniliği geliştirmek için gereklidir.”
İşte yine başa dönüyoruz ve diyoruz ki, devlet kapitalizminin uygulandığı Çin modelinde “işime karışmayın” konusu hâkim. Çünkü Çin, küresel liderliğe soyunmuş, ABD’yi yenmek istiyor ve bu yöndeki her bakımdan riske girmeyi göze almış bir devlet görünümü sergiliyor. Xi Jinping neden ikili oynuyor? Bir yandan küreselciliği savunuyor, “Kapımız açık!” diyor, diğer yandan liberalizme ters kapalı politikalar mı yürütüyor?
Ekonomistler kadar politikacılar da soruyorlar: Eğer küresel yatırımcılar bu denli ilgi göstermeseydi bu kapalı politik sistem böyle kalkınabilir miydi? Çin’i kalkındıranlar yakın zaman sonra bu kapalı politikaların sonuçlarından memnun kalacaklar mı?
Ancak sorun burada! Özellikle ABD, Kanada, İngiltere yatırımcısı 1990’lardan sonra bir kumar oynadığının farkında değildi belki. Çin kalkındıkça politikada açıklık olur, diye düşündüler. Neye bakarak bunu söylediler? Ekonomi teorilerine. Kimin? Liberal ekonominin savunucularına. Sonuç ne? Çin içine kapalı bu ekonomik ve jeopolitik yapı ile şimdi Batı sistemine alternatif oluşturmanın hesabını yapıyor. Ama yine teorisyenler şöyle diyorlar: “Eğer açıklık yoksa sistem başa, normal seviyesine döner.” Peterson Uluslararası Ekonomi Enstitüsü’nden Nicholas Lardy’nin dediği gibi, “Çin ekonomide özel sektör odaklı bir büyüme modelinden devlet kapitalizmine geri döndü.”
Ekonomistlerin dediklerine bakılırsa oraya şu mu çıkıyor? Çin’in yüksek hızlı büyüme zamanı doldu ve açık politikalar geçiş yapmaz ise büyümesini artırmasında zorlanacak. Çin ekonomisinin sıkıntısı kronikleşirse buradan etkilenecek çok ortağı olacak. Üstten bakılırsa, aslında Çin birçok ortağını rehin alıyor. Devlet kapitalizmiyle ekonomiyi sürdürmek 1930 öncesinde geçerliydi. Çin yanlış ekonomik politikalarında ısrarcı olursa, yeni bir küresel buhranın da fitilini ateşleyebilir. Acaba bu gidişatı görüp gerekli düzeltmeleri yapabilecek mi?
Olumsuz ve zorlayıcı başka gelişmeleri de buna ekleyerek bir öngörüde bulunursanız ne dersiniz? Ekonomik Savaş, Endüstriyel Savaş, Siber Savaş… Bu durumda kim kazanır demeyeceğim. Tam da diyeceğim şu: Böyle bir durumda kim kaybeder? Dünya dediğimiz aslında bir köy değil mi?