Avrupa Güvenliği, Nükleer Tehdit ve Ukrayna

21 Şubat 2022
Okuyucu

Ukrayna krizi ile Avrupa’nın Güvenliği konuları iç içedir. Burada en önemli konu başlığı ise nükleer tehditle ilgilidir. Bu stratejik değerdeki önemli hususların birbiriyle ilintisini anlamadan ne ABD ve Rusya’nın ne de diğer tarafların pozisyonlarını doğru açıklamamız mümkündür.

Avrupa güvenlik mimarisi ile ilgili Helsinki 1975 Anlaşması ile başlayan süreç 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla birlikte hız kazandı. Avrupa güvenliği AGİT ile perçinlendi.[1]

Helsinki Nihai Senedi (1975)

1970’li yıllarda Avrupa’yı etkisi altına alan “Yumuşama” döneminde Batı’nın “karşılıklı ve dengeli kuvvet indirimleri” müzakerelerine başlanması yönündeki önerisinin Doğu Bloku tarafından kabul edilmesi ve buna paralel olarak 1973 yılında Helsinki’de başlayan görüşmelerin sonucunda Helsinki Nihai Senedi’nin 33 Avrupa ülkesi ile ABD ve Kanada tarafından 1975 yılında imzalanmasıyla Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı süreci başlamıştır. 

Helsinki Nihai Senedi’nde güvenliğin birbiriyle irtibatlı üç farklı boyutu (siyasi-askeri, insani ve ekonomi-çevre) olduğu kabul edilmiştir. Bununla birlikte, Örgüt’ün Soğuk Savaş’ın sona ermesine kadar geçen dönemdeki faaliyetleri ağırlıklı olarak siyasi-askeri boyutta odaklanmıştır.

Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Anlaşması (1975-1994)

AGİT, Soğuk Savaş döneminde bloklar arasında düzenli diyalog tesis etmek suretiyle gerginliği ve anlaşmazlık noktalarını azaltmak ve bu sayede Avrupa’da güvenliğin artırılmasını sağlamak amacıyla, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK) adı altında bir müzakere forumu ve konferanslar diplomasisi olarak ortaya çıkmıştır.

1990’ların başında Sovyetler Birliği’nin dağılması ve ideolojik kamplaşmanın son bulmasıyla kuruluş amacı bir ölçüde geçerliliğini yitiren AGİK, yeni dönemin risk ve tehditlerini karşılayacak bir uyum süreci içine girmiştir. Bu süreçte AGİK, demokratikleşme ve insan haklarının izlenmesi gibi işlevlerine ilaveten, erken uyarı, çatışmaların önlenmesi, kriz yönetimi ve çatışma sonrası rehabilitasyon alanlarında diğer uluslararası ve bölgesel kuruluşlara nazaran mukayeseli üstünlük kazanmıştır.

Soğuk Savaş sonrası dönemin siyasi başlangıcını oluşturan ve Helsinki sürecinde önemli bir dönüm noktasını simgeleyen 1990 Paris Şartı’yla, AGİK’in siyasi danışma mekanizmaları ve bir dizi daimî organ aracılığıyla kurumsallaşması ihtiyacının ortaya çıktığına karar verilmiş, 1992 Helsinki Zirvesi’nde, bugün halen işlevsel olan kurum ve kuruluşlarının temeli atılmıştır. 1994 Budapeşte Zirvesi’nde ise AGİK bir uluslararası teşkilata dönüşerek, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT-OSCE) adını almıştır.

AGİT, diğer uluslararası örgütlerden farklı olarak antlaşma veya sözleşme gibi hukuki bağlayıcılığı bulunan bir belgeye dayanmamaktadır. Kabul ettiği ilke ve normlar kadar, kendi idari ve örgütsel yapısı da siyasi düzeyde bakanlar veya devlet ve hükümet başkanları tarafından alınan kararlara göre şekillenmektedir. Kararlar oy birliğiyle alınmaktadır.

Örgüt, özellikle Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından kapsamlı bir insan hakları müktesebatı geliştirmiş, insani boyuttaki yükümlülüklerin hayata geçirilmesinde katılımcı devletlere destek sunmak üzere AGİT Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Ofisi, Milli Azınlıklar Yüksek Komiseri ve Medya Özgürlüğü Temsilcisi kurumlarını oluşturmuştur.

Diğer yandan, AGİT ülkeleri arasındaki siyasi diyaloğu parlamenterler düzeyine taşımayı amaçlayan AGİT Parlamenter Asamblesi 1991 yılında kurulmuştur. 

AGİT’i diğer uluslararası örgütlerden ayıran özelliği alan misyonlarına sahip olmasıdır. Halen Güneydoğu Avrupa’da Arnavutluk, Bosna-Hersek, Sırbistan, Karadağ, Kosova ve Kuzey Makedonya’da; Doğu Avrupa’da Moldova ve Ukrayna’da; Kafkaslarda Azerbaycan ve Ermenistan’da; Orta Asya’da Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan’da faaliyet gösteren AGİT ofis ve misyonları, çatışmaların önlenmesi ve çözümü için siyasi süreçlerin kolaylaştırılması, sivil toplumun ve hukukun üstünlüğünün güçlendirilmesi, demokrasinin geliştirilmesi, insan ve azınlık haklarının korunması işlevlerini yerine getirmektedirler.

XXI. yüzyılda karşılaşılan tehditlerin çok boyutlu ve karmaşık nitelik arz etmesi, AGİT’in bu tehditlerle mücadele imkân ve yeteneklerinin geliştirilmesine yönelik çabalarının 2000’li yıllarda da sürdürülmesini gerektirmiştir. Bu itibarla, 2003 Maastricht Bakanlar Konseyi’nde “XXI. Yüzyılda Güvenlik ve İstikrara Yönelik Tehditlere Yönelik AGİT Stratejisi” kabul edilmiş, 2010 Astana Zirvesi’nde kabul edilen “Güvenlik Topluluğuna Doğru” başlıklı deklarasyonla ise, AGİT coğrafyasında güvenlik topluluğu inşa edilmesi hedefi dile getirilerek, kapsamlı ve işbirliğine dayalı güvenlik ile güvenliğin bölünmezliği ilkelerine dayalı bir vizyon öngörülmüştür. 

Güvenlik topluluğunun inşasına yönelik “yapı taşlarının” oluşturulması için Helsinki Nihai Senedi’nin imzalanmasının 40. yıldönümüne rastlayan 2015 yılı hedef olarak saptanmış ve “Helsinki+40” süreciyle, katılımcı devletler arasında ileriye dönük, yapıcı, sonuç odaklı ve gayri resmi diyalog başlatılmıştır. 2014 yılında başlayan Ukrayna krizinin de etkisiyle, 2015 yılında “yapı taşı” bir belgenin kabulü mümkün olmamakla birlikte, “Helsinki+40” süreci, Örgüt’ün geleceğine dair yapılandırılmış tartışmalara imkân tanıması bakımından yararlı olmuştur.

Stratejik Silahların Azaltılması Antlaşması (1991)

Yaklaşık 10 yıllık zorlu müzakerelerin ardından Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği, 31 Temmuz 1991’de Stratejik Silahların Azaltılması Antlaşması’nı (START) imzaladı. Beş ay sonra Sovyetler Birliği dağıldı ve topraklarında stratejik nükleer silahlara sahip dört bağımsız devlet devreye girdi (Belarus, Kazakistan, Rusya ve Ukrayna). 

Anlaşmanın imzalanmasından sonraki birkaç ay içinde yürürlüğe girmesi beklentisiyle, stratejik balistik füzelerin teknik karakteristik tarifleri ve ağır bombardıman uçaklarının ayırt edilebilirlik tarifleri çalışmaları Eylül 1991’de başladı ve Mart 1992’de tamamlandı. Her iki taraf da kıtalararası balistik füzelerini (ICBM’ler) imha etmeye başladı. Ayrıca fırlatıcılar, denizaltından fırlatılan balistik füzeler (SLBM’ler) ve START’ın öngörülen kuvvet giriş tarihinden çok önce ağır bombardıman uçakları buna dahil edildi. 

23 Mayıs 1992’de imzalanan START-I Antlaşması’nın Lizbon Protokolü ile Belarus, Kazakistan, Rusya ve Ukrayna, Sovyetler Birliği’nin yasal halefleri olarak START-I Antlaşması’na taraf oldular. 

05 Aralık 1994’te taraflar Budapeşte zirvesinde onay belgelerini değiş tokuş ettiler. START, 15 yıllık bir süre olacaktı ve taraflar arasında mutabakata varılarak art arda beş yıllık süreler için uzatılabilecekti. Tüm nükleer savaş başlıkları Belarus, Kazakistan ve Ukrayna’dan kaldırıldı. 5 Aralık 2001’de Amerika Birleşik Devletleri ve Rusya Federasyonu, konuşlandırılmış 6.000 savaş başlığının START-I seviyelerine başarıyla ulaştı. Kazakistan, Belarus ve Ukrayna, Sovyetler Birliği’nden kalan nükleer cephanelikleri tamamen ortadan kaldırdı veya topraklarından çıkardı.

Anlaşmanın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yedi yıl içinde üç aşamada gerçekleştirilen stratejik saldırı silahlarında eşit toplam seviyelere indirilmesi sürdü. Her aşamanın sonunda mutabık kalınan stratejik saldırı silahları kategorileri için özel, eşit ara seviyeler belirlendi. Merkezi limitler şunları içerir: 

  • 1.600 Stratejik Nükleer Teslimat Aracı (SNDV’ler); 
  • 6.000 sorumlu savaş başlığı; 
  • 4.900 balistik füze savaş başlığı; 
  • Sovyet tarafı için 154 ağır kıtalararası balistik füze (ICBM) üzerinde 1.540 savaş başlığı. 

Belarus, Kazakistan ve Ukrayna, Lizbon Protokolü ve ilgili belgelerinde, nükleer silah sahibi olmayan devletler olarak, Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması’na (NPT) mümkün olan en kısa sürede katılmayı ve tüm nükleer silahları ve tüm stratejik saldırı silahlarını ortadan kaldırmayı taahhüt ettiler. START, füzelerin, fırlatıcılarının ve bombardıman uçaklarının ortadan kaldırılmasına ek olarak, konumlar, eğitim, test ve modernizasyon konusunda yasaklar getiriyor. 2001’de indirimler tamamlandığında, Belarus, Kazakistan ve Ukrayna’nın stratejik nükleer güçleri olmayacaktı ve ABD ile eski Sovyetler Birliği’nin stratejik cephanelikleri yüzde 30-40 oranında azaltılmış olacaktı. Buna uyuldu.

Lizbon Protokolü (1994)

Soğuk Savaş döneminin sona ermesi Avrupa’nın ekonomik olarak bölünmüşlüğünü ortadan kaldırmak için yeni fırsatlar yaratmıştır. Enerji, Doğu ile Batı arasında yakınlaşma aşamasında en dikkate değer sektörlerden birini oluşturmuştur. Her iki tarafın karşılıklı çıkarları bu alanda işbirliğini kolaylaştırmıştır. Enerji açısından dışarıya bağımlı olan Batı Avrupa ülkeleri, üretici Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) ülkelerinden güvenli petrol ve gaz arzının sağlanmasında ve böylece Orta Doğu hidrokarbon kaynaklarına olan bağımlılıklarının azalmasında çıkarlarını görürken, Rusya ve SSCB ardılı ülkeler, Batılı büyük şirketlerin sağlayabileceği enerji üretme potansiyellerini artıracak yatırımlara ihtiyaç duymaktaydı. Bu çıkar birliği, 1991 yılında Avrupa Enerji Şartı Deklarasyonu’nun yolunu açmıştır. Söz konusu deklarasyon, enerji alanında işbirliğinin serbest piyasa kurallarına, şeffaf ve rekabetçi temellere dayanması gerektiğini belirlemiştir.

Bu işbirliği ortamında yürütülen müzakereler sonucunda, 17 Aralık 1994’te Lizbon’da 50 ülke ve AB, Enerji Şartı’nı (Energy Charter Treaty – ECT) imzalamışlardır. Bu anlaşma, imzacı ülkeler için, enerji ticareti, şirketlerinin enerji yatırımları, transit konuları, anlaşmazlıkların çözümü ve enerji yeterliliği konusunda işbirliği alanlarında uluslararası kodifikasyonu gerçekleştirmiştir.

ECT, SSCB’nin dağılmasından sonra kurulan ülkeleri, daha önce planlı ekonomiyle yönetilmekte olan Merkezi ve Doğu Avrupa ülkeleri ile OECD ülkelerini (ABD, Kanada, Meksika ve Yeni Zelanda hariç) bir araya getiren ilk anlaşmadır.

Budapeşte Muhtırası (1994)

Budapeşte Güvenlik Güvenceleri Muhtırası, 5 Aralık 1994’te Macaristan, Budapeşte’deki AGİT konferansında imzalayan taraflarca Belarus, Kazakistan ve Ukrayna’nın Yayılmayı Önleme Antlaşması’na katılımıyla ilgili “güvenlik güvenceleri” sağlamak üzere imzalanan siyasi anlaşmaya atıfta bulunmaktadır. (Buna Budapeşte Memorandumu da denir.) Nükleer Silahların Mutabakatı ilk olarak üç nükleer güç tarafından imzalandı: Rusya, İngiltere ve ABD. Çin ve Fransa, ayrı belgelerde biraz daha zayıf bireysel güvenceler verdiler.

Muhtıra, Ukrayna, Belarus ve Kazakistan’ın toprak bütünlüğüne veya siyasi bağımsızlığına yönelik tehditlere veya güç kullanımına karşı güvenlik güvencelerini içeriyordu.

1994-96 yılları arasında Belarus, Kazakistan ve Ukrayna nükleer silah kapasitesi bulundurmaktan vazgeçti. O zamana kadar, Ukrayna dünyanın en büyük üçüncü nükleer silah kapasitesine sahipti. Soğuk Savaş’ta dahi Ukrayna’nın fiziksel gücü olsa da silahları kullanmada operasyonel kontrolü yoktu. Nükleer silahları çalıştırmak için gereken kodları ve iletişim hatlarını tek başına Rusya kontrol etti.

2009’da Rusya ve ABD, START Antlaşması’nın sona ermesinden sonra muhtıranın güvenlik garantilerine saygı duyulacağına dair ortak bir bildiri yayımladılar. 

Muhtıraya göre, Rusya, ABD ve İngiltere, Belarus, Kazakistan ve Ukrayna’nın Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması’na taraf olduklarını ve nükleer cephaneliklerini Rusya’ya fiilen terk ettiklerini kabul ettiklerini ve şu hususları taahhüt ettiler:

  • Mevcut sınırlarda Belarus’un, Kazakistan’ın ve Ukrayna’nın bağımsızlığına ve egemenliğine saygı gösterin.
  • Belarus’a, Kazakistan’a ve Ukrayna’ya karşı tehdit veya güç kullanımından kaçının.
  • Politikalarını etkilemek için Belarus, Kazakistan ve Ukrayna üzerinde ekonomik baskı kullanmaktan kaçının.
  • Belarus’a, Kazakistan’a ve Ukrayna’ya “nükleer silahların kullanıldığı bir saldırı eyleminin kurbanı veya saldırı tehdidinin nesnesi olmaları halinde” yardım sağlamak için Güvenlik Konseyi’nin derhal harekete geçmesini isteyin.
  • Belarus’a, Kazakistan’a ve Ukrayna’ya karşı nükleer silah kullanmaktan kaçının.
  • Bu taahhütlerle ilgili sorun olursa birbirinizle danışma imkanlarını kullanın.

Rusya, ABD ve İngiltere, Ukrayna’ya yönelik bir söz vermiş oldu. Anlaşma, Rusya ve taraf ülkelerin Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne veya siyasi bağımsızlığına yönelik tehditlere veya güç kullanımına karşı güvenlik güvenceleri de içermekteydi. 

Hatta o anlaşmada, “İmzacı ülkelerin Ukrayna’ya yönelik bir tehdide ya da kuvvet kullanımına başvurmayacakları ve Ukrayna’nın bir tehditle ya da saldırganlıkla karşılaşması durumunda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni (BMGK) harekete geçirecekleri vurgulanmaktadır.” 

Yeni START (2011)[2]

Anlaşma yapısı nedir? Amerika Birleşik Devletleri ve Rusya Federasyonu arasındaki “Stratejik Saldırı Silahlarının Daha Fazla Azaltılması ve Sınırlandırılmasına Yönelik Önlemler Hakkında Anlaşma”, aynı zamanda “Yeni START Anlaşması” olarak da bilinir, Rusya’nın konuşlanmış tüm kıtalararası menzilli nükleer silahlarını kapsar. ABD ve Rusya, anlaşmayı 4 Şubat 2026’ya kadar uzatma konusunda anlaştılar.

Stratejik saldırı sınırları nedir? Yeni START Anlaşması 5 Şubat 2011’de yürürlüğe girdi. Buna göre, ABD ve Rusya, anlaşmanın stratejik saldırı silahlarına ilişkin merkezi sınırlarını (5 Şubat 2018’e kadar) karşılamak için yedi yıl süreye sahiptir ve daha sonra antlaşma yürürlükte kaldığı sürece bu sınırları korumakla yükümlüdür.

Hem ABD hem de Rusya, 5 Şubat 2018’e kadar Yeni START Antlaşması’nın merkezi sınırlarını karşıladı ve o zamandan beri bu sınırda veya altında kaldı. Bu limitler şunlardır:

  • 700 konuşlandırılmış kıtalararası balistik füze (ICBM’ler), konuşlandırılmış denizaltından fırlatılan balistik füzeler (SLBM’ler) ve nükleer silahlar için donatılmış ağır bombardıman uçakları konuşlandırıldı;
  • Konuşlandırılmış ICBM’lerde, SLBM’lerde ve nükleer silahlarla donatılmış ağır bombardıman uçaklarında 1.550 nükleer savaş başlığı (bu tür her bir ağır bombardıman uçağı, bu sınıra doğru bir savaş başlığı olarak sayılır);
  • 800 konuşlandırılmış ve konuşlandırılmamış ICBM fırlatıcıları, SLBM fırlatıcıları ve nükleer silahlar için donatılmış ağır bombardıman uçakları.

Yeni START, ABD’ye yaklaşık 30 dakika içinde ulaşabilen kıtalararası menzilli bir balistik füzeye yüklenen her Rus nükleer savaş başlığı da dahil olmak üzere, Rusya’nın konuşlandırılmış tüm kıtalararası menzilli nükleer silahlarını sınırlandırıyor. Ayrıca, konuşlandırılmış Avangard’ı ve Rusya’nın ABD’ye ulaşabilen yeni uzun menzilli nükleer silahlarından operasyonel olarak en uygun iki tanesi olan geliştirilmekte olan Sarmat’ı da sınırlandırıyor. Yeni START’ın genişletilmesi, önümüzdeki beş yıl boyunca ABD’nin anavatanına ulaşabilecek Rus nükleer silahlarının dayanak noktası üzerinde doğrulanabilir sınırlara sahip olunmasını sağlıyor. 1 Eylül 2020’deki en son veri alışverişi itibariyle, Rusya 1.447 konuşlandırılmış stratejik savaş başlığı olduğunu ilan etti. Rusya, modernize edilmiş ICBM’lerinin ve SLBM’lerinin yanı sıra ağır bombardıman uçaklarına 1.550’den fazla savaş başlığı yerleştirme kapasitesine sahiptir, ancak bunu yapması Yeni START tarafından kısıtlanmıştır.

Ukrayna Krizindeki Durum (2014-2022)

Soğuk Savaş’ın 1991’de tamamen sona ermesinin ardından bağımsızlığını kazanan ülkeler arasında yer alan Ukrayna, dünyanın en büyük 3 nükleer gücünden biriydi. Nükleer silahların azaltılması süreciyle başlayan görüşmelerde Kiev Hükümeti, 1.900 adet stratejik ve 2.650 ila 4.200 arasındaki taktik nükleer silahı “güven koşuluyla” Moskova’ya devretti. 

Şubat 2014’te Rus kuvvetleri, Kırım genelinde çeşitli havaalanlarını ve diğer stratejik yerleri ele geçirdi veya abluka altına aldı. Birlikler, Rusya’yı Budapeşte Muhtırası’nı ihlal eden Kırım’da konuşlu Rus Karadeniz Filosuna bağlıydı. Rusya Dışişleri Bakanlığı, Kırım’da Karadeniz Filosu’na bağlı zırhlı birliklerin hareketini doğrulamış ancak iki ülke arasındaki çeşitli anlaşmalar kapsamında hareket ettiklerini ileri sürmüştü. Kırım buna katılmalı. Rusya, referandumların “yerel güçler” tarafından yapıldığını duyurdu. 16 Mart’ta Rusya, Kırım’ı ilhak etti ve Ukrayna, Budapeşte Muhtırası’nın 1. Maddesini ihlal ettiği gerekçesiyle eylemi şiddetle protesto etti.

Ukrayna Parlamentosu krize yanıt olarak, Muhtıra’yı imzalayanlardan siyasi anlaşmada yer alan ilkelere bağlılıklarını yeniden teyit etmelerini ve gerilimi azaltmak için Ukrayna ile istişarelerde bulunmalarını istedi.

Geçici İşgal Altındaki Topraklar ve Ülke İçinde Yerinden Edilmiş Kişiler Bakanlığı, 2014 yılında Rus askeri müdahalesinden etkilenen Donetsk, Luhansk ve Kırım bölgelerinin işgal altındaki bölgelerini yönetmek üzere resmi olarak 20 Nisan 2016’da kurulmuş Ukrayna’da bir bakanlıktır.

24 Mart 2014’te Kanada Başbakanı Stephen Harper, Rusya’nın Budapeşte Muhtırası’nı ihlal etmesi nedeniyle Rusya’nın üyeliğinin kısmen askıya alınması için Lahey’deki Nükleer Güvenlik Zirvesi sırasında G7 ortaklarına özel bir toplantıda liderlik etti. Ukrayna’nın nükleer silahlarından “toprak bütünlüğünün açık bir Rus garantisi temelinde” vazgeçtiğini söyledi. Bu garantiyi ihlal ederek, Başkan Putin başka yerlerde biraz daha fazlasına ihtiyaç duyanlar için bir gerekçe sağladı. Ayrılıkçıları silahlandırdı. Harper, yeni Ukrayna hükümetiyle bir serbest ticaret anlaşması için çalışacağını söyleyerek Ukrayna’ya desteğini de belirtti.

2014 yılında Kırım’ın Rusya tarafından ilhak edilmesinden sonra G7 ülkeleri (Kanada, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, İngiltere ve ABD), Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik Budapeşte Muhtırası’nın imzası altındaki sabit olan Birleşmiş Milletler’e iletilmiş olan yükümlülükleri ihlal ettiğini belirttiler. Buna göre Rusya, Ukrayna’nın egemenliğini ve toprak bütünlüğünü ihlal ediyorlardı.

4 Mart 2014’te Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Budapeşte Muhtırası’nın ihlaliyle ilgili bir soruyu yanıtladı ve Ukrayna’nın mevcut durumunu bir devrim olarak nitelendirdi: “Yeni bir devlet ortaya çıkıyor, ancak bu devletle ve bu devletle ilgili olarak herhangi bir zorunlu belge imzalamadı. Rusya, hiçbir zaman ‘Ukrayna sivil nüfusunun herhangi bir bölümünü kendi iradesi dışında Ukrayna’da kalmaya zorlamak yükümlülüğü’ altında olmadı.” Rusya, ABD’nin Budapeşte Muhtırası’nı ihlal ettiğini öne sürmeye çalıştı ve dahası, kışkırtıcılıkla suçladı.

Şubat 2016’da Sergey Lavrov şöyle dedi: “Rusya, Budapeşte Muhtırası’nı asla ihlal etmedi. Tek bir yükümlülüğü içeriyordu, Ukrayna’ya nükleer silahlarla saldırmamak!” Lavrov, “toprak bütünlüğü” konusunu yok saymaktaydı.

Budapeşte Muhtırası hakkındaki bir başka açıklamada Putin, “O anlaşmayı ben imzalamadım,” dedi.           

Peki, Ukrayna tekrar bir nükleer silaha sahip olabilir mi? NATO’nun Ukrayna konusunda kararsızlığı, Kiev’de tekrar nükleer silah üretimini gündeme getirmişti. NATO misyonu eski temsilcisi General Pyotr Garaşuk, Ukrayna’nın nükleer silah üretmek için benzersiz imkanlara sahip olduğu iddiasını gündeme getirerek, Kiev’in sadece atom bombası değil, füzeler için tam teşekküllü nükleer başlıklar üretebileceğini kaydetmişti. Garaşuk’un bahsettiği tesisler, SSCB’nin nükleerdeki üretim üssü olan kıtalararası balistik füze fabrikasının Dinyeper’deki tesisti. Fakat bu durumun gerçekleşmesi pek mümkün gözükmemektedir.

Sonuç

Ukrayna krizini konuşurken aslında Avrupa güvenliğini, kıtalararası füzeleri, nükleer silahları, nükleer denizaltıları, stratejik bombardıman uçaklarını, nükleer cephanelikleri, gelişmiş ülkeleri (G7 ülkelerini), Kuzey Atlantik’i, NATO’yu, Avrupa Birliği’ni, İngiltere’yi, velhasıl küresel güvenlik bahsini, bütün bunlarla ilgili olmaya en büyük aday Çin’i konuşmaktayız. Halen Biden ve Putin bu durumun bilincinde adımlarını atmaktadır. Ukrayna meselesinin bir ucu küresel çıkarlara ve güvenliğe kadar uzanır, diğer ucu ise Donbass’taki gerilim ve çatışmalara…

Rusya, ABD’den güvenlik garantileri istemektedir. Bu garantilerin merkezindeki konu nükleer silahların azaltılması hakkında, bundan önce sürdürülen ve ileride yapılması gereken yeni anlaşmalarla ilgilidir. Halen bu kapsamda ABD ve Rusya Ukrayna krizi içerisinde de olsa bir diplomasi penceresi açmış ve görüşmeler sürmektedir. Her iki başat güç de bir yandan Ukrayna ile ilgili nüfuz mücadelesi vermekte, diğer yandan nükleer pazarlıklarda kendilerine avantajlı bir sonuç elde etmenin peşindedirler. Bu konu ABD’nin küresel çıkarları ve Çin ile ilgili ilişkilerinin daha fazla yoğunlaştığı ve Pasifik’te yeni mücadele şartlarının geliştiği bir devreye rastlamaktadır. Dolayısıyla Rusya’nın bu fırsatı değerlendirmesi söz konusudur.

NOT: Fikri mülkiyet hakları gereği bu bilgileri referans vererek kullanabilirsiniz.

Gürsel Tokmakoğlu


[1] Buradaki açıklamalar için Dışişleri Bakanlığı resmî sitesinden yararlandım.

[2] Bu bölüm için ABD Dışişleri Bakanlığı resmî sitesinden yararlandım.

Güvenlik 'ın son yazıları

51 views

İsrail’in İran Saldırısı ve Polemolojik Analizi

19 Nisan gecesi İsrail, İran-İsfahan'daki bir askeri hedefi vurdu. Önce alınan bilgiler ve geliş yöntemleri doğru mu yanlış mı tartışıldı. Ancak, olağanüstü denebilecek türden yeni bir süreçle ilgilendiğimiz gayet açıktı. Ben sizlere bir askeri analiz yaparak, eldeki bilgileri de kullanmak suretiyle, bazı poüemolojik sonuçlar çıkarıp sunmak istiyorum.
85 views

İran Yine İsrail’e mi Çalıştı?

1 Nisan'da İsrail, İran'ın Şam elçiliğine saldırdı. 13 Nisan'da İran, İsrail'e günü-saati belli bir misilleme operasyonu yaptı, adı: Operation True Promise! 15 Nisan itibariyle durumu gözden geçirelim.
141 views

Birisi

Moskova’daki Crocus City Hall terör saldırısı konusunu analiz edelim. Ama önce bugünlere nasıl geldik, bir bakalım. Sonuçta aradığımız birisi var! Kim bu birisi? Hani öndekileri görüyoruz, yakalandılar da. Ama bu tür küresel etkisi olan ciddi konularda, Rusya gibi bir ülkeye terör saldırısı yapılarak, asıl ne amaç güdülüyor olabilir, bunu anlamaya çalışalım.
189 views

Küresel Silahlanma Tartışmaları

Her ülke silahlanıyor? Bu silahlanmanın caydırıcılık amacıyla yapılıyor olması bize neyi açıklar? Asıl konu egemenlik mi, küresel mücadele içinde daha fazla güçlü olabilmek mi? Bilinmedik şeylerden mi bahsediliyor? Bu soruları cevaplandıracağız. Ayrıca Macron ve Putin neler söyledi, değerlendireceğiz. Bu şekilde, asıl ilgilendiğimiz olgular ve temel düşünceler olacaktır.
214 views

Milli Güvenlik Siyaseti

Türkiye daima kazanan ve gelişen olmak zorundadır, başka türlü düşünülemez! Milli Güvenlik Siyaset Belgesi (Kırmızı Kitap) gibi dokümanların kendi gücü için geri planda çok çalışılmalı, fikri altyapısı ve anlayışı özgün ve tutarlı olmalıdır. Ama önemlisi; bunun uygulanmasında herkesin, her kurumun, her şirketin, inanarak, gösterilen hedefleri elde etmek amacıyla, bütünlük halinde ve bu bağlamda tek yolda yürümesi gerekmektedir. Bu, "devlet disiplini" konu ve kapsamını aşan bir yaklaşımdır, ülkece disiplinli olmayı gerektirmektedir. Eğer ülkece disiplinliysek hak edilen gelişmenin yolunda oluruz! Siyasetin kendisi, entelektüel yaklaşımlar veya iş dünyası bizi yolumuzdan alıkoymamalıdır. Bu çok hassas bir konudur.
DÖNBAŞA

Okumadan Geçme