nato-pesco-sco-ve-turkiye
NATO

NATO, PESCO, SCO ve Türkiye

4 Aralık 2018
Okuyucu

Atlantik ittifakı NATO ne olacak? Avrupa Ordusu PESCO’nun geleceği var mı? Şangay İşbirliği Teşkilatı (SCO) ne işlev görüyor? Güç dengeleri ne durumda? Türkiye hangi yolu izleyecek?

Kimse, “NATO çok iyidir,” demiyor. NATO bir dönemin çözümü idi, şimdi başka bir şey ve bu şeyle bazı çıkar ve düzenleme işleri çözülebilir. “Refah ve güvenlik” demedim, “çıkar ve düzenleme” dedim, dikkatinizden kaçmamıştır. Neden? Bugün ilkelerin, kültürün, ideolojilerin, vs. hiçbirinin toplumsal tabanda karşılığını aramayalım, zira dünya o eksi dünya değil. Bugün “yaratılmış gerçekliğin” esas alındığı dış politik yöntemlerin kullanıldığı, “kaos stratejiyle” üstünlük kurma çabalarının yoğunlaştığı bir dönemdeyiz. Böyle bir şartta temel arayışların çıkarcı ve hasmı çıkarınıza göre kodlayan, düzenleyen, yapılandıran ve sömüren olduğu bir zamandayız.

Hal böyle bile olsa NATO vardır ve “buyurun kullanın!” Kullanmayı bilmiyor musunuz? O zaman bekleyin, zamanla öğrenebileceğiniz işler olabilir. Terk etmek, çıkmak, uzaklaşmak, vs. çare midir; içinde kalınırsa mı iyidir, dışarıya çıkılırsa mı?

Burada uzun uzadıya NATO’nun işlevini anlatmayacağım. Bunlara daha önceleri değinmiştim. Hatta PESCO ile karşılaştırmasını da yapmayacağım. Belki bir iki önemli noktaya değinsek yeterli olacaktır.

PESCO başka bir şeydir, NATO başka. Her ikisi de aynı anda var olabilir. Neticede PESCO işgal altındaki Almanya ile bugüne dek NATO’nun askeri kanadına girmemiş, ittifakla kuruluşundan bu yana mesafeli olmayı tercih etmiş bir Fransa’nın, özellikle günümüzün Amerikan yönetime bakarak, “biz Avrupa Ordusu kuralım,” demesiyle gündeme gelmiş kabul edilebilir. Hatta Avrupa göç almaktan korkuyor, Afrika’da çıkarları var. Buralara kendi güvenlik paktıyla yaklaşmak da isteyebilir. Üye ülkelerin birlikte hareket ederek değil de, nasıl diğer karar organlarında parayı veren düdüğü çalar şeklinde bir anlayış varsa, burada da PESCO için Avrupa’nın lokomotifleri Almanya ve Fransa’nın daha hakim olabilecekleri bir yapıdan söz etmekteyiz.

Şuna değinmem gerekiyor, güç dengeleri Çin’e doğru kaymaya başladı. Para, asker, politika, ekonomi, teknoloji… Her bir ilerleme sonrasında toplam güç unsurları ile Rusya, Çin ve Hindistan bağlamında Avrasya başka bir çekim alanı oluşturma potansiyeline sahiptir. Amerika bunu görerek gelecekte Pasifik’te güçlenmek istiyor ve şimdiden Güney Çin Denizi ve Okyanusya’daki ülkeleri silahlandırıyor. Bu durumda NATO bir iş yapamayacak, haliyle. Bu bir gerçek! Gelecek açısından güvenliğin ve refahın aranacağı Atlantik değil, Avrasya olacaktır. Bu durumda Avrupa pozisyon almanın eşiğindedir. Avrupa Avrasya’ya bakış açısını PESCO ile geçiş yaparak hazırlanmak istiyor. Bunu görmemek olmaz. Ama yine de bu konu NATO meselesi değildir. NATO başka, PESCO başkadır.

Bunun dışında SCO bile başkadır. Henüz tam bir güç hareketi değilse de zamanla Avrasya’nın ve Pasifik’in güvenliğine etki edecek değerdedir. Rusya ve Çin gibi önemli ülkelerin yanı sıra henüz gözlemci olan Hindistan’ın buraya eklenmesi ile, ki bütün bu ülkeler nükleer kabiliyete sahiptir, nelerin olabileceğini düşünebiliyor musunuz? Hindistan önemlidir: Çin’den Avrupa’ya uzanan deniz İpek Yolu üzerinde Asya kıtasının güney kanadının güvenliğinden sorunlu, Hint Okyanusu kanadını tutan bir ülke.

Türkiye nerede? Türkiye NATO’nun eşit haklarına sahip bir üyesidir ve yerinde duracaktır. Türkiye’nin Avrasya ekonomik ve güvenlik şemsiyesi altına planlı bir yöntemle girip girmemesi bir yana, fiili olarak Avrasya’nın karakteriyle hareket etmek durumunda olduğu gerçeği söz konusudur. İşte Avrupa ve Asya arasındaki jeo-stratejik konum Türkiye’nin yerini yurdunu tarif eder mahiyettedir. Buradan hareketle eğer Avrupa, “gel sen de PESCO’da bir saf tut,” denir ise Türkiye’nin böylesi bir oluşumun dışında kalması düşünülmemelidir. Esasında günümüzün çok boyutlu politik anlayışı da böyle bir yaklaşımı dikte ettirmektedir. Hani dendi ya; çıkarcı, düzenleyici ve kaotik sebepler aranıyor… Güncel diplomatik jargonla bunun adı: Çok kutuplu politika yapmak.

Diğer taraftan fiili durumun gereği zaten yapılıyor; Rusya ve Türkiye bugün Ortak Stratejik Ortaklık Belgesi imzalamış ülkelerdir. Silahlanma, nükleer tesis inşası, stratejik boru hattı yapımı, Suriye’de düzenleme yapılırken ortak hareket edilmesi, iki ülkenin kendi paralarıyla alış veriş yapma iradesi göstermeleri, gibi fiili adımlar bu jeo-stratejinin varlığını kanıtlar nitelik taşır. Bu fiili durumu elbette ABD ve Avrupa görmekte, hatta Çin bile değerlendirirken hesaba katmaktadır.

Fiili durum demişken hatırlayalım. Rusya, geçmiş imparatorluk sınırları içindeki Ukrayna meselesinde Batı’ya, “siz karışmayın, burası benim alanım,” diyor. Bunu güçlendirmek adına Orta-menzilli Nükleer Kuvvetler (INF) anlaşması dışına çıkacağını işaret ediyor, tarihinin en büyük tatbikatlarından birini Çin ile gerçekleştiriyor, dünyaya yeni silahlarla çok büyük bir tahrip gücüne eriştiğini gösteriyor. Açıkça Batı’ya gözdağı veriyor. Avrupa, Amerika, NATO kanadından bakarsak, Ukrayna’nın NATO’ya girme istekliliğini parlamentosunun onayıyla aldığını da buna eklersek, bütün bunlar bir güç savaşı göstergesi, Soğuk Savaş pratiğinden bildiğimiz davranışlar, caydırıcılık ve fiiliyatta ise yukarıda Avrasya gücü olarak sıraladığımız verilen görüntüyle Rusya’nın kartlarını masaya koyduğunu görmekteyiz. Bu bir gerçektir ve muhataplar bu gerçeğe göre pozisyon alacaklardır; hem bu Ukrayna mücadelesinde hem de geleceğin savunma doktrinlerini planlarken.

İşte burada Türkiye yine sağduyulu hareket etme noktasındadır. Ukrayna’ya bile, “dikkat et, arada kalma,” deme görevini üslenmektedir. Ukrayna’daki bir kargaşanın Karadeniz’den dolayı Türkiye’ye doğrudan etki edeceği, örneğin Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile bile Türkiye’yi kritik bir eşiğe getirebileceği gerçeği ortadadır. Demek ki ülkelerin çıkarları ile birlikte NATO, PESCO veya SCO gibi örgütlenmelerin her biri içinde yürütülen jeo-stratejik davranış kalıpları iyi hesaplanmalıdır. Neyse ki Türkiye, “ben sadece NATO ülkesiyim,” deme noktasını aşmış bir akla sahip oldu! Suriye gerçeği bunun en önemli fiili sahasıdır.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

hainler-icimizdeymis
ÖNCEKİ YAZI

Hainler İçimizdeymiş!

israilin-nukleer-tehdidi-ve-kuresel-baris-cabalari
DİĞER YAZI

İsrail’in Nükleer Tehdidi ve Küresel Barış Çabaları

Güvenlik 'ın son yazıları

39 views

İsrail’in İran Saldırısı ve Polemolojik Analizi

19 Nisan gecesi İsrail, İran-İsfahan'daki bir askeri hedefi vurdu. Önce alınan bilgiler ve geliş yöntemleri doğru mu yanlış mı tartışıldı. Ancak, olağanüstü denebilecek türden yeni bir süreçle ilgilendiğimiz gayet açıktı. Ben sizlere bir askeri analiz yaparak, eldeki bilgileri de kullanmak suretiyle, bazı poüemolojik sonuçlar çıkarıp sunmak istiyorum.
81 views

İran Yine İsrail’e mi Çalıştı?

1 Nisan'da İsrail, İran'ın Şam elçiliğine saldırdı. 13 Nisan'da İran, İsrail'e günü-saati belli bir misilleme operasyonu yaptı, adı: Operation True Promise! 15 Nisan itibariyle durumu gözden geçirelim.
133 views

Birisi

Moskova’daki Crocus City Hall terör saldırısı konusunu analiz edelim. Ama önce bugünlere nasıl geldik, bir bakalım. Sonuçta aradığımız birisi var! Kim bu birisi? Hani öndekileri görüyoruz, yakalandılar da. Ama bu tür küresel etkisi olan ciddi konularda, Rusya gibi bir ülkeye terör saldırısı yapılarak, asıl ne amaç güdülüyor olabilir, bunu anlamaya çalışalım.
186 views

Küresel Silahlanma Tartışmaları

Her ülke silahlanıyor? Bu silahlanmanın caydırıcılık amacıyla yapılıyor olması bize neyi açıklar? Asıl konu egemenlik mi, küresel mücadele içinde daha fazla güçlü olabilmek mi? Bilinmedik şeylerden mi bahsediliyor? Bu soruları cevaplandıracağız. Ayrıca Macron ve Putin neler söyledi, değerlendireceğiz. Bu şekilde, asıl ilgilendiğimiz olgular ve temel düşünceler olacaktır.
205 views

Milli Güvenlik Siyaseti

Türkiye daima kazanan ve gelişen olmak zorundadır, başka türlü düşünülemez! Milli Güvenlik Siyaset Belgesi (Kırmızı Kitap) gibi dokümanların kendi gücü için geri planda çok çalışılmalı, fikri altyapısı ve anlayışı özgün ve tutarlı olmalıdır. Ama önemlisi; bunun uygulanmasında herkesin, her kurumun, her şirketin, inanarak, gösterilen hedefleri elde etmek amacıyla, bütünlük halinde ve bu bağlamda tek yolda yürümesi gerekmektedir. Bu, "devlet disiplini" konu ve kapsamını aşan bir yaklaşımdır, ülkece disiplinli olmayı gerektirmektedir. Eğer ülkece disiplinliysek hak edilen gelişmenin yolunda oluruz! Siyasetin kendisi, entelektüel yaklaşımlar veya iş dünyası bizi yolumuzdan alıkoymamalıdır. Bu çok hassas bir konudur.
DÖNBAŞA

Okumadan Geçme