İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ve beraberindekiler için dün, bugün cenaze töreni yapılıyor ve yarın toprağa verilecekler. Peki bu durumda bizler İran’ı nasıl konuşmalıyız?
Cumhurbaşkanı Reisi’nin ölümü öyle bir zamanda meydana geldi ki ne dense doğru kabul edilebilir. Teorik-hipotetik türden açıklamaların hepsine prim vermek mümkün. Hatta bunlardan bazılarına ilişkin komplo teorileri yazanlar da olabilir.
İran’ın üzerinden konu edilen hususlara bakın: Jeopolitik tüm meseleleri, bir İslam Cumhuriyeti olması, siyasal İslam düşüncesi, anayasal yapısı, mezhep temelli yayılmacılığı, Devrim Muhafızları’nın bölgedeki faaliyetleri, ABD ve İsrail cephesinden gelişmeler, Batı dünyasından ama en çok ABD’den gördüğü yaptırımlar, bölgesel savaşlar, vekalet savaşları, Direniş Ekseni, nükleer enerji ve silah üretilmesi, enerji ve petrol politikaları, Orta Doğu güvenliği, Çin ve Rusya ile ve diğer taraftan Almanya ve Fransa ile stratejik yakınlığı, “çok kutupluluk” savunusu, BRICS üyeliği, Basra ve Körfez ülkeleri ile münasebetleri, Basra Körfezi, Aden ve Süveyş Kanalı, küresel ticaret yolları, çeşitli ülkelere silah ihraç etmesi, terör ve casusluk faaliyetleri… Böyle bir ülke! Canlı politik aktivasyona açık, durumunu muhafaza etmek için kendi içerisinde de belli dinamikleri kullanabilen bir siyasal yapı.
Bu hususlardan bir-ikisini yan yana getirip senaryo yazabilirsiniz. Sebepleriyle ve sonuçlarıyla, yazdığınızı okuyanlar tatmin olabilirler. Derken İbrahim Reisi’nin bu elim olayı meydana geldi. Hatta bölgede başka pek çok suikast ve kaotik olay varken…
“Benim dediğim doğru” diye konuşanlar ve yazanlar var. Ülkede araştırma merkezi ve uzman enflasyonu da var… Ama şurası açık, fikrini, ideolojisini ve bakış açısını öncelikleyen her ifade hem doğru hem de yanıltıcı olmaya aday.
Şimdi ben size şöyle çarpıcı şekilde anlatayım: [Örneğin] “Bir yıl önce İran’da üst düzeyli, köklü aile mensubu bir isim, rahatça gidebildiği bir üçüncü ülkede, İsrailli birinin verdiği kırmızı pasaportu ile İsrail’e gidip görüşmeler yaptı…” desem, hop oturup hop kalkarsınız, öyle değil mi? “İspat et” dersiniz. Nasıl? İstihbarat işleri nasıl ispat edilir, nasıl ifşa edilir? Bunu birileri biliyor ise sadece o üçüncü ülkenin servisi biliyordur ki o bilgi de kendisinde saklı kalır. Diyelim bu oldu, ne diyeceksiniz? Size bir yerden bu tür bağlantıların haberleri geldi, ne düşüneceksiniz? Söyleyeyim mi? Bu bile sizi aşar, bir yorum yapamazsınız. Görülen ile meydana gelen çok farklı olabilir. Bu noktaya kalmaz, öyle hikayeler ileri sürülür ki bunlara inanılır bile…
Bunu bir kere daha yazmıştım, sanırım Hizbullah meselelerini tartışırken. Şöyle, konuşmalarından anladığım kadarıyla bir İran ve Hizbullah savunucusu Şii mezhebinden Beyrutlu olup Afrika ile ticaret yapan bir iş insanına dedim ki, “ABD, İsrail, İran ve terör konuları hakkında ne düşünüyorsun?” Soru basit değil mi? “Ben iş insanıyım, beni ilgilendirmez bu konular,” demedi. “ABD ve İsrail terörist ülke, meşru görünürler ama yaptıkları terördür. Onlar İran Devrim Muhafızları’na veya Hizbullah gibi örgütlere terörist derler, desinler. Hizbullah’ı terör listelerinde gösterebilirler, bunlar önemsiz!..” Şimdi ne diyeceksiniz? Konu terör mü, başka türden işler mi? Kim kazanıyor, kim kaybediyor? Bu durumdan kimler memnun, kimler zarar görüyor?
Buraya mesela Amerikalıya sorduğumu ve aldığım cevabı yazmayayım, anlayabiliyorsunuz.
Bazen kavramlar bile karıştırılabiliyor. Kavramlarda yapılan yanlışlar varken, politik hedeflerdeki abes durumu irdelemek, bu da başka bir konu.
Devletler ne yaparlar, nasıl davranırlar, bunlar ayrı… Geçmiştekiler, şimdikiler ve geleceğe bakış yönleriyle de ayrı…
Devletlerin hedefleri ve politikaları var ve fırsatı yakaladığında biri diğerinin ayağına çelme takmanın peşinde. Yapılanları onaylamak mümkün mü? Baskı, terör, işgal, yaptırım, zulüm… Bunlar açık değil mi? Anlat deyin, anlatayım… Sayfalar dolusu yazabiliriz de…
İran’ı değiştirebilir misiniz? Bu bir hedef ise kimin hedefi olabilir? İran’dan yararlananlar varsa, bunu engelleyebilir misiniz? Bu da bir hedefse kime yarar konulardan söz ediyoruz? Geçtim İran’ı, nedir bu Kuzey Kore, anlayanınız var mı? Yemen, Suriye, Lübnan, Libya, hatta Irak ve Filistin neden bu halde? Kime yarıyor bu durumun böyle sürmesi, on yıllardır? Doğru tarifler yok mu ileri sürülebilecek cinsten? 1948’de kurulan şu İsrail’e bakın siz!.. Değiştirin bakalım…
Sanki bazen görüyorum, Washington’da, Paris’te, Londra’da, Münih’te, Pekin’de, Moskova’da merkezleri olan vakıf temsilcisi gibi oluyor insanlar…
Gelin biz bu konuları böyle konuşmayalım!.. Kendimiz açısından şunu söyleyelim: “Türkiye ve İran, iki ülke olarak, iç işlerimize karışmayalım, sınırımızın ötesinde de birbirimizin işlerine engel olmayalım. Güzel komşu olalım.” Temel mesele bu değil mi? Belki ilaveler yapılabilir, bu temel üstüne onları da yazacağım.
Reisi, Hamaney, vs. girersek biz bu konulara, başkaları gibi konuşmuş olmaz mıyız? Sonuçta ne diyeceğiz? Mesela İran, ABD, Rusya, İsrail, Çin, Avrupa, vs. Biri diğerine göre iyi mi? İyi/kötü neye ve hangi zaman göre? Herkes kendi imkanlarıyla ve hedefleriyle kendi politikasının peşinde değil mi? Bu bir güç mücadelesi ve rekabet konusu olmuyor mu? Önemli olan birbirinin hakkını hukukunu tanımak, düşmanlık yapmamak, şeffaf ve samimi politikayla ilerlemek. Türkiye için kabaca konu böyle değil mi?
Ama işte bazen kendi özel düşüncenizi, beklentilerinizi veya endişelerinizi dile getirmek durumunda kalıyorsunuz. Diyorsunuz ki; “Ey İran, kardeşim, komşum, sen bölgede kendi bildiğin gibi bir şeyler yapıyorsun, ama sonuçta bölgeyi istikrarsızlaştıran uygulamaların var, sonuçta o istikrarsızlaştırdığın yerlerden türeyenler, beslenenler veya meşruiyet alanlar gelip bana, halkıma zarar veriyor, bu uygun değil…” Cevap ne oluyor?
Elbette Türkiye ve İran açısından komşuluk bir gerçek, tarihsel ve kültürel açıdan paylaşılanlar da diğer gerçek! Bunu yok saymak var mı? Olamaz. İran ile sınırı olmayan ABD, Çin veya Almanya binlerce km öteden değişik konulara çıkarları gereği bakıyor olabilir. Ama Türkiye için çıkarların ötesinde bir de ortak kaptan yenen bir yemek var, aynı ortamlardan soluk alınan hava var. Öyleyse örneğin bir Amerikalı veya Rus gibi konuşmak başka bir husus, Türk olarak konuşmak daha başka bir husus. Görüyorum ki bazıları Rusya, Amerika, Çin, Almanya, İsrail adına beyanat veriyor, açık değilse bile sonuçta konuşmaları oralara varıyor gibi… Ya farkındalar ya da farkında değiller, bu da başka bir husus.
Uluslararası hukuk, örf adet gelenek görenek, ortak değerler, iyi insan ve toplum olmak, örneklik teşkil etmek, durumun vakıfı olarak olgunluk içinde davranış göstermek, sivri uçları ileri sürmek değil, birleştirici-toplayıcı olmak, vs. Bu söylediğim herkes için, İran ve diğerleri… Türkiye’den biri, yabancı bir uzmanı dinleyip veya okuyup, yaşanan olaylara onun baktığı pencereden bakmamalı.
Strateji ve politika nasıl yapılır belli. Hedefler neler belli…
Ben dedim ki, (örneğin) Türk askeri Suriye’de ilerlerken karşısında İran bayraklı askerler çıkmasın. Askerime buradan geçemezsiniz demesin. Türk sınırının 15-20 km ilerisinde yaşanan terör olayına karşı, Birleşmiş Milletler ve Suriye ile yapılan ikili anlaşmalara göre düzenlenen bir operasyonda, İran bana bayrak açmasın, yerel unsurları kışkırtmasın… Bu söylediğimin neresi yanlış? Ama aynı şekilde diyorum ki, lütfen, bir Rusun veya Amerikalının ağzıyla konuşmayalım… İnanın bugün bile tepkiler muhtelif…
Reisi neticede bir Cumhurbaşkanı idi, iyisiyle kötüsüyle… İran’ı da biliyoruz, havacılık nedir bunu da… Ama diyorum ki öyle şartlar oluşmuş ki bunlar çok tabii ve dolayısıyla bu şartlarda bir kaza oluyor. Milyonlara varan kalabalıklar halinde İranlı da bugün kendi devlet büyüklerinin cenazeleri için sokaklarda, meydanlarda… Dikkatlice bakıyorum, insanlar kendi kültürlerinin gereğini yapıyorlar. Politika falan düşünmüyorlar, görevlerini yapıyorlar, durum bu. İnsanlık boyutu da böyle…