israilin-aradigi-savas-mi
İsrail’in Aradığı Savaş mı?

İsrail’in Aradığı Savaş mı?

27 Ekim 2018
Okuyucu

İsrail dünyayı savaşa zorluyor! Dün İsrail uçakları Gazze’yi tekrar vurdu. Barış adına yapılan bu saldırının sebebi ne? Gazze sınırında dün göster düzenlendi. Düzenlenen gösterilerde İsrail askerleri ateş açtı ve 5 Filistinli öldü, 180 yaralı var. Bu sabah da 85 noktaya (ifadeye göre Hamas’a ait hedefler) havadan taarruz! Vurulan yerler içinde bir de Endonezya Hastanesi var. İsrail, “Benimle savaşmak zorundasınız,” diyor, “… sorunları ya savaşarak çözersiniz, ya da benim yaptıklarımı kabul edersiniz!” Elbette bunu açıkça ifade etmiyor ama yaptıklarının karşılığı bu. “Tamam, haydi öyleyse çek silahını,” deseniz, “Bunu ben değil sen istedin,” diyecek ve nasıl yapıldığını iyi öğrendiği politikayı kullanacak. Yöntemi bu. Yine kazanan olacak! Hep böyle oldu. Zira 1948’den sonraki gelişmeler bunu işaret ediyor. Biraz gerilere giderek dile getirilmeyen bazı sebepleri işaret etmek isterim. Çünkü bu önemli: İsrail, “Ya savaşırsın ya da her yaptığımı kabul edersin,” diyor!

İsrail’in yürüttüğü politikalarında önemli bir “U” dönüşü yaptığı tarih 2009 yılıdır. Neden? Doğu Akdeniz’de petrol ve gaz buldu da ondan. Tümüyle bu konuya odaklandı, bu işi olabildiğince lehine bitirmek istiyor. Bir kere o istediği fırsatı buldu ve hedeflerini elde edene dek planlarını kararlıca yürüyecek. Planlarında terörü desteklemek, savaş çıkartmak, yönetimleri değiştirmek, anlaşmaları bozdurmak, yeni fiili durumlar yaratmak, vb. pek çok konu var. Uluslararası kamuoyu olarak bizler bunları yaşıyoruz ve her nedense durumu bir biçimde kabulleniyoruz. Durumu anlamak için attığı adımlara iyi bakalım, çünkü politikasını 2009 yılında yeniden belirledi. Petrol ve gazı görünce, “Ben bu uğurda savaşırım, dünyayı birbirine katarım…” dedi.

Amerikan Birleşik Devletleri (ABD) Jeolojik Araştırma Kurumunun 2010 yılında yayınladığı verilere göre, Doğu Akdeniz’in doğusunda, Kıbrıs adası ile Suriye, Lübnan, İsrail ve Filistin Devletlerinin ortasında kalan Levant havzasında ortalama 1,7 milyar varil petrol, 3.45 trilyon metreküp doğalgaz olduğu değerlendirilmektedir. O vakit kapasite böyle açıklandı. Levant havzası dışında, Mısır kuzeyindeki Nil delta havzasında ve Girit ile Kıbrıs adası arasında kalan Heredot olarak isimlendirilen havzada da ciddi miktarda hidrokarbon olduğu tahmin edilmektedir.

Bölgedeki en büyük rezervler, İsrail tarafından bu alanda arama ruhsatı verilmiş Noble Energy ve Delek Group şirketleri tarafından Ocak 2009-Haziran 2010 arasında keşfedildi. O zaman için varlığı tespit edilen doğalgaz rezervinin tahmini toplam büyüklüğü 810 milyar metreküp idi. Bunun da 460-566 milyar metreküplük bölümü Hayfa yakınlarında idi. Leviathan olarak adlandırılan bu rezerv bloğu kıyıdan 135 km açıkta ve 1600 mt. derinlikteydi. 274 milyar metreküp büyüklüğe sahip diğer havzanın adı ise Tamar idi.

2012’deki sondaj bulguları İsrail’in Doğu Akdeniz’deki doğalgaz rezervlerinin bilinenden de yüksek olduğunu ve tahminen 2,35 trilyon metreküp olabileceğini ortaya koyuyordu. 2017 yılında ise İsrail’in Ortadoğu’da artık ihracat potansiyeline sahip ciddi bir doğalgaz oyuncusu olarak belirdiği anlaşılacaktı. Sadece Leviathan havzasındaki doğalgazın bile İsrail’in 40 yıllık ihtiyacını karşılamaya yettiği söyleniyordu.

Tel Aviv’in bu alandaki keşif faaliyetlerini 2011 yılında GKRY takip etti. İsrail ve GKRY’nin bu alandaki keşiflerinin sonrasında Lübnan ve Suriye de hareketlendi. Lübnan’ın elde ettiği sismik verilere bakılırsa, ülkenin elinde yaklaşık 336-700 milyar metreküp off-shore doğalgaz rezervi bulunuyor ve bu da iç pazara onlarca yıl yetecek bir büyüklük. Lübnan, İsrail’in kendisine ait gösterdiği doğalgaz rezervlerinin bir bölümünün kıta sahanlığı hukuku gereğince kendi karasularında olduğunu ileri sürüyor. Hatta Hizbullah Lideri Seyid Hasan Nasrallah, İsrail’e ellerini Lübnan’ın kaynaklarına uzatıp çalmaması uyarısında bulunmuştu, “Lübnan karasularındaki tesislerimize her kim zarar verirse, kendi tesisleri hedef olarak alınacaktır,” demişti.

Kendi görüşlerine göre, Levant bölgesi demek İsrail demektir; Filistin ve Lübnan demek değildir! Eğer bu bakışla değerlendirirseniz, İsrail’in aklında Filistin meselesi 2009’da bitmiştir. Artık o Filistinlilerin yaşadığı bölgeler sadece İsrail’in “size iyiliğim olsun” diye bıraktığı alanlardır. Düşünebiliyor musunuz? Maalesef fiili durum budur.

İsrail bu tarihten sonra çok konuda değişiklik yaptı. Sıralayalım:

  • Hidrokarbon ve boru hatları:
    • Körfez: “Hiç değilse vanayı ben tutayım,” diyerek 2009’a kadar mevcut birçok petrol boru hattı projesini topraklarında olsun istiyordu. Bunlar Hazar’dan, Türkiye’den, Rusya’dan, Körfez’den, vs. yapılan değişik projeler idi. Kendi rezervlerini keşfettiği 2009 sonrasında ise bu projelerin hemen hepsinin hayata geçirilmesine engel oldu. Örneğin, 2009’da imzalanan Nabucco gündemden düştü. Neden? Artık bir vana tutan değil, doğal kaynaklara sahipti. Bütün stratejisinde değişiklik yaptı. Boru hattı projelerini kendi çizmeye başladı. İran ve Katar’ın yürüttüğü Güney Pars doğalgaz havzasının işletilmesine engel oldu. Bu proje ilgili ülkelerce 2008’de imzalanmış, 2010’da çalışmalar başlatılacaktı, ama olmadı.
    • Suriye: Esad’ın Katar doğalgazını temel alan projeyi kabul etmesi en başta çok mümkün değildi. Suriye’nin elinde neler vardı? İran gibi dünyanın ikinci büyük doğalgaz rezervlerine sahip bir müttefik; Şii yönetimin iş başında olduğu bir Irak; Doğu Akdeniz’de Rus askeri üsleri. Bunlar birer stratejik üstünlük demekti. Katar çıkışlı bir boru hattı çok önemli görülmedi. Katar, Suudi Arabistan, Ürdün ve Türkiye’yi kat edecek, kendisi dışındaki bir ülke üzerinden Avrupa’ya ulaşacak boru hattı planlarının küçük bir oyuncusu olmak işine gelmedi. Esad, Suriye’nin ekonomik geri kalmışlıktan kurtarılması, bölgesel liderliğe soyunması bağlamında “Dört Deniz Stratejisi” adını verdiği vizyonu açıkladı. Akdeniz, Hazar, Karadeniz ve İran Körfezi’nin ortak bir enerji şebekesi olarak birbirine bağlanmasının hedeflendiği bu vizyonda, Rusya, İran Körfezi ve Hazar zenginlikleri yer alıyordu. Suriye, Ortadoğu’daki on-shore rezervlerden doğalgaz üreten tek ülkeydi. Merkez Deir ez Zor. Ülkenin doğalgaz üretiminin geçmişi Doğu Akdeniz’deki diğer ülkelerden çok daha eskiye dayanıyordu. Suriye’nin Doğu Akdeniz kıyılarında da off-shore doğalgaz rezervleri bulunmasına rağmen bunlar henüz üretime kazandırılamamıştı. Bunların kapasitelerinin yüksek olduğu ve ülkeyi ciddi bir doğalgaz üreticisi yapabileceği umuluyordu. Esad, Doğu Akdeniz’deki off-shore havzalarında doğalgaz arama ruhsatı verilmesi amaçlı ilk ihaleye Mayıs 2007’de çıkmıştı. Ancak ilgi olmadı. Suriye’nin bilinen doğalgaz rezervlerinin hacmi 2011 itibarıyla 300 milyar metreküp idi. Mevcut üretim ile bunun ülkeye 34 yıl yeteceği hesaplanıyordu. Mart 2011’de Suriye doğalgaz olabileceği tahmin edilen üç off-shore alanında arama ruhsatı verilmesi için yeni bir ihaleye daha çıktı. İhalede son teklif verme tarihi 2011 yılı Ekim ayı idi. Ama savaş çıktı.
    • Mısır: Mısır ve İsrail Afrodit doğalgaz sahası ve Avrupa’ya ulaşacak boru hatta projesi konusunda anlaştı. 19 Eylül 2018’de GKRY ve Yunanistan’ın dahil olduğu proje başlatıldı ve 2020’de tamamlanacak. Mısır yönetiminin Sisi’ye teslim edilmesinin bir sebebi de böylesi projelerdir. Zira Mısır’a dendi ki, “Sen petrol ve gazı çıkarma, biz çıkaralım, ama senin topraklarında bir sıvılaştırılmış doğalgaz tesisi kuralım, sen burayı işlet ve payını al.” Sisi bunu kabul etti ve inşa başladı. Ayrıca Sisi yerine burada Mursi gibi Müslüman Kardeşler kökenli bir lider olsaydı, İsrail’in sadece Mısır’ın dahil olacağı doğalgaz değil, aynı zamanda diğer coğrafyalardaki Müslüman hareketleri kendi kontrolünden çıkacaktı. En başta Filistinlilerin sahip olduğu doğalgaz ve petrol hakkı sebebiyle İsrail buradan az pay almayı kabul edecekti.
  • Siyasi Coğrafyada Değişimler:
    • Arap Baharı: 2010 ve 2011’de peşi sıra Kuzey Afrika ve Ortadoğu coğrafyasında değişim rüzgarları esti. Tunus, Lübnan, Cezayir, Ürdün, Mısır, Bahreyn, Yemen, Suriye. Cezayir ve Ürdün rüzgarı çabuk göğüsledi, reformlar yaptı. Mısır’da istedikleri olmadı, seçimle gelen Mursi devrildi, ardından askeri darbe ve Sisi yönetimi. Suriye ve Yemen savaşları halen devam etmektedir. Batı’nın desteklediği deniyor ama aslında ABD, İsrail ve İngiltere’nin bölgedeki istediği rejimin adamı darbeci olan Sisi, Suudi Kralı Selman bin Abdülaziz ve seçildikten sonra ilk resmi ziyaretini bu bölgeye gerçekleştiren Donald Trupm ile 2017’de o meşhur fotoğrafı çektirdiler. Sonrası malum!.. Trump’ın danışmanı olan damadı Jared Kushner Yahudi kökenli bir kişi. Arkadaşı Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman.
    • Irak ve Suriye: ABD tarafından 1991’de Birinci Körfez Savaşı (Çöl Fırtınası Harekatı) ve 2003’de İkinci Körfez Savaşı (Irak Savaşı) gerçekleşti. İsrail bu harekatların sonucundan yararlandı. Irak’ın üçe bölünmesi argümanı İsrail için tam anlamıyla bir fırsattı. Irak’ta bir tür mezhep savaşı başlamıştı. İdaresi Barzani’ye ait Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) kurulmuştu. İsrail’in 1996’larda Barzani (KDP)-Talabani (KYB)savaşı zamanında askeri uzmanlarıyla Barzani’ye eğitim ve silah desteği verdiği bilinir, bölgesel yönetim kurulmasına katkıları geri planda vardır. Neticede bu bölge hem petrol bölgesi hem İran’ın kontrolü dışında (aynı zamanda mezhep savaşı dışında) olabilecek bir nüfuz alanıydı. İsrail benzerini Suriye için gerçekleştirmeyi çok arzuladı ve bu konuda ABD politikalarının geliştirilmesine katkı sağladı. Halen ABD, kuzeydeki PYD/YPG (adı sonra SDG olarak geliştirildi) unsurlarını kullanarak Suriye’nin üçte birini fiilen ayırmanın peşinde. Eğer Irak’tan Doğu Akdeniz’e uzanan bir uydu devlet kurulur ise bu en çok İsrail’in işine gelecek bir konudur. Dolayısıyla bu proje için varını yoğunu kullanmaktadır. Özellikle Türkiye aleyhine olan ve bu konuyu gayet iyi bilen İsrail, 2009’dan sonra ayağını geri tutmadan, bölgedeki terör politikalarını (başta PKK’ya, PYD/YPG’ye, KDP’ye verilen desteklerin tümü) desteklemesi söz konusudur. Bu İsrail’in dört elle sarıldığı bölgesel stratejilerinden önemli bir hedeftir.
  • Filistin:
    • 2008’de başlayan bir başka süreç var. İsrail Gazze’de ablukayı başlattı. Mısır Refah sınır kapısını kapattı. Kıtlık başladı. İsrail’in Mart ayı boyunca düzenlediği saldırılarda en az 117 Filistinli öldü, yüzlercesi yaralandı, 800 Filistinlinin evleri yıkıldı, Filistinli örgüt liderleri düzenlenen hava saldırılarıyla öldürüldü. Haziran’da Mısır’ın arabuluculuğuyla Hamas ile İsrail arasında 6 aylık ateşkes imzalandı. Hamas roket atmayacak İsrail ise ambargoyu kaldırıp, suikastlara son verecekti. Ancak İsrail ambargoyu kaldırmadı, Hamas da saldırılara son vermedi. Aralıkta İsrail, Gazze’deki bir mezuniyet törenini vurarak Hamas’ın üst düzey isimlerinin de olduğu 140 kişiyi öldürdü. Hemen peşinden Gazze Şeridi’nde “Dökme Kurşun Operasyonu”nu başlattı. 60 savaş uçağının katıldığı operasyonun sadece ilk saatlerinde 200’ü aşkın Filistinli öldürüldü.
    • Barış için devreye giren Ortadoğu Dörtlüsü’nün ateşkes çağrılarını reddeden İsrail, 3 Ocak 2009’da karadan işgale başladı. 18 Ocak’ta ateşkesi kabul eden İsrail, yerle bir ettiği Gazze’den 22 gün sonra 21 Ocak’ta çekildi. Öldürülen yüzlerce Filistinlinin arasında Hamas’ın Bakanlarının aile mensupları da vardı. Kasım ayında, İsrail’in Gazze’de orantısız güç kullanarak savaş suçu işlediği belirtilen Goldstone Raporu, BM Genel Kurulu’nda kabul edildi.
    • 2010’da Mavi Marmara olayı meydana geldi. Amaç ambargoya karşı insani yardım idi. 31 Mayıs’ta İsrail donanması, uluslararası sularda Mavi Marmara gemisine saldırı düzenledi ve 9 kişiyi öldürdü, 50’yi aşkın kişi de yaralandı. BM İnsan Hakları Konseyi yayınladığı raporda, İsrail’in Mavi Marmara saldırısını ve Gazze ambargosunu “yasadışı” ilan etti. Saldırının yol açtığı uluslararası tepkiler, İsrail’in Gazze’ye ambargosunu hafifletmesine yol açtı. Eylül ayı geldiğinde ise Netanyahu ile Abbas arasında Washington’da barış müzakereleri yeniden başlatıldı.
    • 2011-2013 yılları arası Filistin’in uluslararası destek arayışları süreci olarak bilinir. 2011 Eylülü’nde Filistin yönetimi “tam üye devlet statüsü” kazanmak amacıyla BM Genel Sekreteri Ban ki-Mun’a başvurdu; Ekim ayında da ABD ve İsrail’in tepkileri arasında UNESCO Genel Konferansı’nın kararı ile kurumun 194’üncü üyesi oldu. 2012’de BM Filistin’e, BM’de üye olmayan gözlemci devlet statüsünü verme kararı aldı. BM Genel Kurulu’ndaki oylamada beş daimi üyeden Fransa, Rusya ve Çin bu kararı desteklerken İngiltere çekimser kaldı, ABD ise hayır oyu kullandı. 29 Temmuz 2013’te ABD’nin arabuluculuğuyla, Kudüs’ün statüsünün ele alınacağı doğrudan barış görüşmelerinin başlayacağı duyuruldu. Filistin, 1967 savaşının ardından İsrail’in ilhak ettiği Doğu Küdüs’ün Filistin devletinin başkenti olarak tanınmasını talep ederken, İsrail ise 1980’de çıkartılan İsrail Temel Yasası’ndaki “Tam ve birleşik Kudüs İsrail’in başkentidir” ifadesinden geri adım atmak istemiyordu. Batı Şeria’daki Kalandiye mülteci kampında İsrail polisi üç Filistinliyi öldürünce görüşmeler askıya alındı.
    • İsrail, 7 Temmuz 2014’te Gazze’ye yönelik 51 gün sürecek bir saldırı başlattı. İsrail ordusunun saldırısında 530’u çocuk, 302’si kadın 2 bin 100’den fazla Filistinli öldü, 10 binden fazla Filistinli de yaralandı. İsrail tarafında ise 64’ü asker 70 İsrailli öldü, 720 İsrailli de yaralandı. 27 Temmuz iki taraf için geçerli 12 saatlik ateşkes ilan edildi. Fakat İsrail ateşkesin üzerinden 2 saat geçtikten sonra ateşkesi ihlal edip kara saldırısına devam etti. Bu olay şunu göstermektedir. 2009’da verdiği stratejik kararla İsrail, “Her ne olursa olsun, uluslararası baskı veya BM kararı dahil, hiçbiri umurumda değil, burası benim ateşim altında, istersem öldürürüm, ben bu bölgeden asırlık bir projeyi hayata geçirmek üzereyim, asla vazgeçmem,” diyordu.
    • 30 Kasım 2016’da Rusya Devlet Başkanı Putin, İsrail-Filistin müzakerelerine yeniden başlanması çağrısı yaptı ve 1967 sınırlarına tabi ve başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devletinin kurulmasını desteklediklerini açıkladı. 23 Aralık’ta ise BM Güvenlik Konseyi, İsrail’in işgali altındaki Filistin topraklarında yasadışı tüm yerleşim faaliyetlerini “hemen ve tamamen” durdurmasını öngören karar tasarısını kabul etti. Güvenlik Konseyi üyesi 15 ülkeden 14’u karar tasarısı için ‘evet’ oyu verirken, veto hakkı bulunan ancak bu hakkı kullanmayan ABD “çekimser” oy kullandı. İsrail, “BMGK’nın kararına uymayacağını,” açıklarken ABD’ye çok sert tepki gösterdi. Haliyle o dönem iktidarda Barack Obama vardı. Unutmayalım Barack Obama ilk yurtdışı resmi ziyaretini 2009’da Türkiye’ye yapmış bir başkandı.
    • 14 Temmuz 2017’de İsrail polisinin Mescid-i Aksa’da 3 Filistinliyi öldürmesi gerilimiyle olaylar yeniden tırmandı, yaralanan 2 İsrail polisi öldü. Olayların ardından Mescid-i Aksa’nın da içinde bulunduğu Harem el Şerif bölgesine giriş-çıkışlar iki gün boyunca yasaklandı. Açıldığında ise giriş noktalarına metal detektörleri yerleştirildi. Detektörleri protesto eden Filistinliler, Doğu Kudüs’ün sokaklarında namaz kılmaya başladı. Gerilim arttı Doğu Kudüs’te hem de Batı Şeria’da protestocu Filistinlilere İsrail polisi müdahale etti ve toplamda 4 Filistinli öldürüldü. Ardından 1 Filistinli, 3 İsrailli sivili bıçaklayarak öldürdü.
    • 2018’de Trump faktörü devreye girdi. 6 Aralık’ta ABD Başkanı Trump, İsrail’in başkenti olarak Kudüs’ü tanıdıklarını açıkladı ve ABD Büyükelçiliği’ni Tel Aviv’den Kudüs’e taşıyacaklarını duyurdu. Buna karşılık ABD’nin Kudüs kararı sonrasında Türkiye’nin dönem başkanlığını yaptığı İslam İşbirliği Teşkilatı Olağanüstü İslam Zirvesi Konferansı İstanbul’da toplandı. Konferansın sonuç bildirgesinde “Doğu Kudüs, Filistin devletinin başkenti olarak” tanındı.
  • İran:
    • Obama 2015’de İran ile nükleer anlaşmaya varmıştı. Trump bu anlaşmayı yakın zamanda bozdu. Bu anlaşmanın bozulmasında en büyük pay sahibi İsrail oldu.
    • İsrail, Suriye’de ve Lübnan’da İran’a ait unsurların (Hizbullah, vs.) olmasından rahatsız. Bölgede Golan Tepeleri ve Bekaa Vadisi dahil pek çok yeri bombalamaya devam etmekte. İran’ın fiilen İsrail’e bu unsurlarla temas etmesi en önemli tehdit. Bu durumun değişmesi demek, başta Hizbullah’ın ve İran’ın desteklediği terör unsurlarının bölgeden gitmesini kabul edecek bir rejimin işbaşına gelmesidir.
    • Bugün Trump’ın uygulamaya koyduğu ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi’ne en baş hedef İran’dır. İran’da rejimin değişmesini en çok isteyen İsrail’dir.
  • Suudi Arabistan:
    • Kral Selman bin Abdülaziz teamülleri yıktı ve anayasayı değiştirdi, oğlu Muhammed bir Selman’ın Veliaht ilan etti. Veliaht Prens olmadan önce Selman Savunma BAkanı iken ABD ile Silah Alımları konusunda anlaştı. Selman, Yemen Savaşı’nı başlattı. Veliaht Prens Selman Savunma Bakanı ve Başbakan. 21 yıldır görevde olan Petrol Bakanı’nı görevden aldı ve yerine Enerji Bakanı olarak Halid El Falih’i getirdi. ARAMCO ve OPEC üzerinde Veliaht Prens Selman’ın etkisi büyük. Görünürde Kushner aracılığıyla İsrail ve ABD Suudiler üzerinde etkililer. Aslında Kushner’e de ihtiyaç yok. İkinci Dünya Savaşı’nın ilk yıllarında diplomatik ilişkileri başlayan ABD ve Suudi Arabistan arasındaki dostane ilişkiler, 14 Şubat 1945’te Kral Abdül Aziz bin Suud ile Başkan Franklin D. Roosevelt’in Süveyş Kanalı’nda USS Quincy isimli savaş gemisinin güvertesinde imzaladıkları anlaşma ile perçinlenmişti.
    • Suudi Arabistan bugün Yemen ile savaş ve İran ile çatışma halindedir. Suudiler Suriye’ye ABD ve İsrail şemsiyesi altında müdahillerdir. Müslüman Kardeşlerin karşısındadırlar. Suudiler ile Mısır ortak hareket etmektedirler. Katar’a ambargo uygulamaktadırlar. Doğu Akdeniz’de İngiltere, ABD, İsrail, GKRY ve Yunanistan ile işbirliği yapmaktadırlar. Körfez Ülkeleri ile birlikte hareket etmektedirler. Son günlerde Arap NATO’su gibi konular gündeme getirilmektedir. Bütün bu ilişkilerde İsrail ve ABD’nin bölgesel çıkarlarını aramak mümkündür.

Sonuç:

İsrail’in başvurduğu yol çok yönlüdür: Politika, hizip, terör, savaş, teknoloji, medya… En çok yok saydığı ise insan hakları, uluslararası hukuk… Bir tür çok yönlü kaos teorisi ile bölgede hedeflerini bir bir elde etmektedir.

İsrail’in stratejisinde “U” dönüşü yaptığı dönem 2009’da kendine yakın alanlarda petrol ve doğalgaz yataklarının varlığını keşfetmesi sonrasıdır. Bu tarihten sonra bölgede olanların hemen hepsinde İsrail’in müdahalesi bir biçimde vardır.

İsrail’in durdurulması için başka bir dil yoktur: Savaş! Ama hiç kimse böylesi bir savaşı istememektedir. O da bunu iyi bilip kullanmaktadır. Zaten bölgede savaş vardır, birçok savaşın kışkırtılmasında kendi yaptıkları vardır ve bu savaş İsrail’in etrafında olmaktadır. Başkaları savaşırken İsrail kendi işine bakmaktadır. Stratejisi budur. Oklar ona dönerse daha kaba olacaktır. Örneğin kitle imha silahları (nükleer vs.) kabiliyetini gündeme getirecektir. İran’ın bu yoldaki çabalarını şimdiden durdurup en büyük rakibini alt etmek istemesinin geri planında bu vardır.

İnsanlığa soruyorum, savaş yoksa çözüm yok mu?

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

yeni-orta-menzilli-nukleer-anlasma-inf-treaty-sorunu
ÖNCEKİ YAZI

Yeni Orta Menzilli Nükleer Anlaşma (INF Treaty) Sorunu

firatin-dogusuna-harekat
DİĞER YAZI

Fırat’ın Doğusuna Harekat

Güvenlik 'ın son yazıları

41 views

İran Yine İsrail’e mi Çalıştı?

1 Nisan'da İsrail, İran'ın Şam elçiliğine saldırdı. 13 Nisan'da İran, İsrail'e günü-saati belli bir misilleme operasyonu yaptı, adı: Operation True Promise! 15 Nisan itibariyle durumu gözden geçirelim.
112 views

Birisi

Moskova’daki Crocus City Hall terör saldırısı konusunu analiz edelim. Ama önce bugünlere nasıl geldik, bir bakalım. Sonuçta aradığımız birisi var! Kim bu birisi? Hani öndekileri görüyoruz, yakalandılar da. Ama bu tür küresel etkisi olan ciddi konularda, Rusya gibi bir ülkeye terör saldırısı yapılarak, asıl ne amaç güdülüyor olabilir, bunu anlamaya çalışalım.
166 views

Küresel Silahlanma Tartışmaları

Her ülke silahlanıyor? Bu silahlanmanın caydırıcılık amacıyla yapılıyor olması bize neyi açıklar? Asıl konu egemenlik mi, küresel mücadele içinde daha fazla güçlü olabilmek mi? Bilinmedik şeylerden mi bahsediliyor? Bu soruları cevaplandıracağız. Ayrıca Macron ve Putin neler söyledi, değerlendireceğiz. Bu şekilde, asıl ilgilendiğimiz olgular ve temel düşünceler olacaktır.
176 views

Milli Güvenlik Siyaseti

Türkiye daima kazanan ve gelişen olmak zorundadır, başka türlü düşünülemez! Milli Güvenlik Siyaset Belgesi (Kırmızı Kitap) gibi dokümanların kendi gücü için geri planda çok çalışılmalı, fikri altyapısı ve anlayışı özgün ve tutarlı olmalıdır. Ama önemlisi; bunun uygulanmasında herkesin, her kurumun, her şirketin, inanarak, gösterilen hedefleri elde etmek amacıyla, bütünlük halinde ve bu bağlamda tek yolda yürümesi gerekmektedir. Bu, "devlet disiplini" konu ve kapsamını aşan bir yaklaşımdır, ülkece disiplinli olmayı gerektirmektedir. Eğer ülkece disiplinliysek hak edilen gelişmenin yolunda oluruz! Siyasetin kendisi, entelektüel yaklaşımlar veya iş dünyası bizi yolumuzdan alıkoymamalıdır. Bu çok hassas bir konudur.
141 views

Küresel Stratejik Savunma 

Bu makalede, küresel savunma ve küresel strateji, savunma sanayiine olan ihtiyaç, bununla refah ve güvenlik yönleriyle kazanılacak avantaj, stratejik plan ve proje konuları ve KAAN projesinin değeri ortaya konacaktır. ABD, Rusya, Birleşik Krallık ve Türkiye örnekleri üzerinde duracağım.
DÖNBAŞA

Okumadan Geçme