Günümüzde küresel bölücülük anlayışla yola çıkan güçlerin neler yapabildiğini bu inceleme ile ele almış olacağız. Bugün demokrasi fikrini istismar eden güçler, ülkelerin kendi içindeki dinamikleri kullanarak bir bölünmeye sahne olmaktadırlar. Bölünme ilk olarak fikri alanda başlar! Küresel bölücü güç hedefindeki ülkenin veya toplumun bölünürkenki enerjisini emerek kendini geliştirir. Yapay etkilerle temel anlayışlar, kültürel değerler ve hatta siyasal alanlar bile bölünebilmektedir. Ortaya çıkması istenen şey, kolay yutulabilecek lokmalar elde etmektir.
Mesele
Bakın İsrail’e, esasen yoktan var olmuştur. Ancak hafife almamak gerekir, bir kabile MÖ 2.000’lerden itibaren azmetmiş, kendini belli bir millet haline getirmesini bilmiş, bu hikayeye önce kendi inanmış, sonra etrafındakileri inandırmıştır. Birinci Dünya Savaşı’nın verdiği imkanlarla bir ülke sahibi olmuştur. Ortadoğu’daki yapıyı yaklaşık 4.000 yıldır iyi analiz eden ve sistemli bir şekilde kültürünü geliştiren İsrail, sonuçta etrafındakilere istediği biçimde kafa tutma cesaretini kendinde görebilmektedir. Bu da yetmemiş, ABD gibi bir ülkeyi istediği ölçüde etkileyebilmektedir. Başka? Küresel güç unsurlarıyla, sermaye birikimiyle, bilimde, sanatta, ticarette ve felsefede çalışan insan gücüyle ve nihayetinde küresel şirketleriyle insanlığa başka bir hikaye yazıp bunu yaşatmak istemektedir. Peki, Yahudi toplumu bunu neyle başarmaktadır? Bugün gelinen noktada hiç şüpheniz olmasın, çatışmanın kurallarına, üstünlük mücadelesinde uygulacak yöntemlerin belirlenmesinde, Bilgi Çağı’nın icaplarında, Dördüncü Sanayi Devrimi’nin yerleşmesinde inisiyatif sahibi durumundadır. Bunlar başkalarına veya en azından bizlere bir şey ifade etmiyor mu? Yani İsrail etrafındakilere canım cicim diyerek mi yapıyor bütün bunları? Propaganda yapmıyor mu? Küresel medyayı etkilemiyor mu? Siber Savaş’ta yok mu?
Küresel bölücüler için Ortadoğu’da toplumları yönetmek o kadar kolay mı? ABD ve İsrail ele ele verirler, yanlarına İngilizler’in Ortadoğu bilgisini de eklerler, sonra buradaki coğrafyayı kendi dinamikleri içinde ufalamak ve kolay yönetilebilir yapmak için bölücülüğün her tür yöntemini uygularlar. Bütün bunlara normal gözüyle bakmak mümkün olabilir mi? Örneğin, Müslümanları Şii-Sünni, Sünnileri Müslüman Kardeşleri destekleyenler ve karşı olanlar, İslam’ı radikal ve ılımlı diye bölenler aslında ne yapmak istiyor olabilir? Bunun tersine kendi içinde bölünmenin savunucu içinde olanlar, militanlaşanlar, ellerine silah alanlar, hatta bir iç savaşa tutuşanlar neyi ispat etmenin peşindeler?
Bölgesel güç olan Türkiye’de laik-dindar, o veya bu tarikat, Atatürkçü veya Osmanlıcı, o veya bu parti, o veya bu ittifak, eski veya yeni sistemci, Batılı-Avrasyacı, küreselci veya milliyetçi, ırkçı veya milliyetçi, milliyetçi veya uluslacı, cumhuriyetçi veya demokrat, ekonomi veya beka önemli, mevcudu onarmayalım, acilen değiştirelim, ben daha iyiyim, o kötü, çare benim, öteki hain, ben ve öteki, diyenler sonuçta nereye varacaklar?
Güncel temalar var, 15 Temmuz’ kastederek, bu bir darbedir veya bu bir kurgudur, diyenler var. Yaşananlar, gerçekler o denli açıkken, savaş uçaklarıyla veya tanklarla teröristin kendi milletine ateş açtığı görüntüleri ortadayken, bir merkezde imal edilmiş sahte görüntülerle ve yazılarla doldurulmuş medya ürünleriyle (caps) ortaya atılmış sahte fikirlerin sürekli tekrarıyla, vücut bulan yaratılmış gerçekliğe ve gerçeklik sonrası (Post-Truth) hale bugün bizler ne diyeceğiz? Neye inanıyor bu insanlar? Neyi ayırt edemiyor? Bu denli karmaşık ve zor bir durum mu bu?
Bu tür değişik temalarla toplumu bölmeyi hedefleyenler esasen kendileri için önem verdikleri soruyu soruyorlar, benden misin, yoksa değil misin, seni yönetebilecek miyim, yönetemeyecek miyim, benim politikamla hareket edecek misin, yoksa karşı mı olacaksın, diyorlar. Partiler içinden yenilerini doğuranlar nerede faaliyet gösterecekler, hangi farklı cepheyi temsil edecekler? Bölünmeler açık olmasa da belli yerlere hizmet eder görüntüler veriyor. Bütün bunlar bu ülkenin tarihsel gerçekliğine göre neyi temsil ediyor olabilir? Türkiye bu fikirde dahi olsa bölücü temaların serpildiği noktaya neye inanarak ve ne pahasına getirildi? Ülke düşünsel bölünme noktasında hangi aşamalarla getirildi?
Bu ülke Kurtuluş Savaşı’nı emperyalizme karşı vermişti. Peki, bugünün emperyalistleri kimler? ABD, İsrail, İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya, küresel şirketler, NATO, AB ortada, ya ülkenin insanı ne yapmak veya nereye ulaşmak istiyor? Uygulanacak politika sürekli savunmada kalarak yıpranmak mı, sahaya çıkıp kazanımlar elde ederek masada da kazanan olmak mı? Üstelik sürekli yaptırımlara maruz kalınıyorken neyin tartışmasını yapıyoruz biz? Emperyalistle anlaşmaya oturacak birileri mi var içimizde? Nerede kaldı tecrübe, tarih, egemenlik, Çanakkale ruhu, Kurtuluş Mücadelesi?
Bu anlamda ortak ülkü ne olmalı? Herkes aynı ifadelerle ve hedeflerle halka açıklamalar yapıyor. Peki, halk neyi göz önünde tutarak hareket edecek? İşte böylesi bir konuyu işin teorisine başvurarak açıklayacağım. Dikkatinize güveniyorum.
Bölünmenin Teorisi
Bölünerek çoğalma konusunu evrene, yıldızlara, fiziğe, kimyaya, biyolojiye bakarak kolay anlıyoruz. Bunlar doğal görülen sebep-sonuç ilişkileridir. Ancak sosyal ve siyasal bölünme ile olan çoğalmanın getirisi ve götürüsü konusunda anlayışta değişik yerlere çekebilecek sonuçlar elde ediyoruz. Bu konuda bazı endişeler olduğu açık. Endişelerin kaynağı ise yine insanın müdahalesi konusudur. Yapay diyebileceğimiz çoğalma daha çok insanoğlunun seçimlerine, arzularına, duygularına ve öne çıkan ihtiyaçlarına bağlı oluyor.
Felsefi bölünmenin tartışılabilirliği insan ufkunu açtığı nedenle doğal görülmektedir. Felsefeyi, düşünceyi, gelişmeyi bir bütün görerek insanın bilinçlenmesinin yolunu açan her adım doğrudur. Peki, yanlış olan ne? Tartışma götürmeyen konularda, yani inanç bağlamındaki tartışmalarda bölünmüşlük toplumlarda siyasal çıkarların gelişmesine yol açıyor. Çıkarlar çerçevesinde olan her konu bir diğerinin hakkına nüfuz etmeyi gerektirdiğinden yanlış tarafları çok görülen sonuçlar doğuruyor.
Örneğin, peygamberler gelmişler, din bu demişler, ancak insan aklı ve itkisi işin içine girince, çeşitli fraksiyonlar ortaya çıkmış. Örneğin, Müslümanlar için çeşitli mezheplerin olduğunu görmekteyiz. Bu mezheplerin gelişimine doğal demek mümkün değildir. Çünkü uygulamada bile olsa, dinin asıl tarifine ters, çünkü tek olan fikri bölüyor.
Hatta güncel siyasetle birleştirerek bakılırsa, yine örneklemeye devam ediyorum, bu bölünmenin sonucunda ortaya çıkan Şiilik ve Sünnilik, ülkelerin çatışmasında kullanılan bir sebep haline getirilebiliyor. Bu açıdan bakılırsa, ilk devirlerde Müslümanlara, düşünce, yorum, tanıklık farkı derken, bölünmeyi anlatan açıklamaların yazılı kaynaklara dahi geçmesi ve sistemleşmesi kimlerin işine yaradı ise, bugün de bu coğrafyada görmekteyiz ki, neredeyse yine aynı kimselerin işine yarıyor.
Kimin işine yaradı? Hadi ülke adı söylemeyelim, (fiziki veya fikri) hâkim güç, var olmak adına her türlü entrikaya tevessül eden çıkarcı toplum diyelim. Tarihsel açıdan bakın olaya, kimler neler yapmış?
Sosyal ve siyasal açılardan bölünmüşlük ile fiili durum bize ne gösteriyor, buna karşılık bizler neleri konuşuyoruz? Burada bile bir farklı düşünce, yorum ve algı farkı oluyor. Nereden kaynaklanıyor bu fark? Hani tarihten ders alınacaktı? Ders alınıyor, ama her iki yönde de! Ders alıp planını daha ince hesaplar yaparak ortaya koyan, daha az titizlik gösterene üstünlük sağlıyor. Yapay bölünmenin üzerinden çıkar elde edenler hep var oldu ise şöyle mi diyeceğiz? Yapay hatalar kanıksanıyor, kabulleniyor ve yaratılmış gerçeklik olarak yerleşik düşünce oluyor.
Benzer birçok örnek verilebilir. Sosyal ve siyasal her tülü oluşumların ve kurumsal yapıların bölünmelerine kimler etki ediyor, iyi bakmak gerekiyor. Tarihten kendi çıkarına ders çıkarıp bunu istismar etmek üzerine plan yapan ve titizlikle uygulayan kim, buna da bakmak gerekiyor. Eğer bugün, yaşadığımız dönemde, sebep-sonuç ilişkilerini algılamamız mümkün olamıyorsa, doğallığın dışındaki her şekilde yaratılan gerçekliğe bakış açımızı da kontrol edemeyiz.
Bu ne demek, biliyor musunuz? Bir şey kontrol edilemiyor ise irade bizde değildir, başkalarının elindedir. İrade sahipleri duruma vakıf olanlardır, yaşamını kontrol edenlerdir, yararlıyı-zararlıyı ayırt edebilenlerdir, adım atarken nelere mal olacağını görebilenlerdir.
Bu bölücülük fikri doğal değildir, bir proje ile mümkün görülmektedir. Ancak unutmayalım ki, insanoğlunun medeniyetine bağlı ilerleyişini doğal kabul etmemiz gerekiyor. Örneğin Sanayi Devrimi’ni gerçekleştiren insanlık buna koşut olarak üretim kapasitesine dayalı yaşam standartlarını ve kültürünü geliştirmiş, örneğin feodal sistemden cumhuriyete geçmiştir. Yönetim şekli bakımından değişim hanedanlıklardan uluslara dönüşmüştür.
Yakın dönemde Dijital Devrimi gerçekleştiren insanlık benzer biçimde üretim şeklini daha ilerilere taşımıştır. Bu durumda, değişimin küresel tanımlarla açıklanması söz konusu olmuştur. Ancak bu aldatıcı olmamalıdır. Kendi içinde paradoksal bir durumla karşı karşıya kalınmıştır. Bu paradoks nedir? Daha büyük uluslar ve küresel erkler gücü kontrol etme kapasiteleri arttığından, dünyanın değişik sosyal ve siyasal organizasyonlarını kendi çıkarlarına göre değiştirmenin bilinciyle hareket etmeye başlamışlardır. Bu güçlere göre talep edilen yönetim şekilleri zayıf ve kontrol edilebilir olanlardır.
Bu durumda bölünmeyi sağlayacak şartları projelendirme fikri doğal gibi görülen bir atmosferde, örneğin Bilgi Çağı’nda (Dijital Çağ da diyebiliriz,) gücü elinde tutanlar ve amaçlarına daha fazla odaklananlar için çok daha kolay gerçekleştirilebilmektedir. Bilgi Çağı’nda yapaylık, kolay proje yapmaya, uygulamada kapsamlı etki edecek enstrümanları oluşturmaya, baskın kültürel değişiklikleri yaratmaya elverişli şartları oluşturur. Hatta bu dönemde, hedeflenen toplumu kritik eşiklere getirmenin hiç de zor olmadığı bir döneme girildiği söylenmelidir.
Yakın zamana gelip bakalım. Bahsedeceğim iki terör örgütü de bölmekle, yıpratmakla, parçalamakla ilgili taşeronluk görevini yapmaktadır. Ancak bu iki örgüt uzun sürelidir. Bunların kuruluş aşamasındaki doğal zaman etkisi ile şu anki yapay ve baskın zaman etkisi farklı düşünülebilir. İlk aşamalarda paktlar arası savaşın yapıldığı bir dönemin gereği olarak projelendirilmişlerdir. Sonradan, Bilgi Çağı bağlamında düşünüldüğünde, her ikisini de var olan projeler olarak ele alınmış ve daha da kolay biçimde, yapaylıkla geliştirilmiştir.
Zira bundan yirmi yıl önce sadece klasik propaganda yapılabiliyorken, bu dönemde önceki yöntemlere ilave olarak, yaratılmış gerçeklik düşüncesi ve Post-Truth Çağ (Gerçeklik Sonrası Çağ) etkisiyle algı oluşturma kapasitesi küresel imkanlarla birlikte uygulanır olmuştur.
Şimdi şu iki örgüte bahsedilen şekilde bakınız: PKK/KCK ve FETÖ/PDY terör örgütleri. Bunlar nereden çıktılar, nerelerden destek aldılar, ne yapmak istiyorlar? Hepsinin kendine göre hikayesi var ama açık olan şu: Sosyal-siyasal analize dayalı ihtiyaca dönük bir planla ortaya konmuş, yapay gerçeklikleri hazırlanmış ve belli bir kitleye kanıksanması sağlanmış, sonuçta kazanç elde edeni belirli. Daha ne? Bu bir çıkar, üstünlük sağlama yöntemi ve çatışma biçimi ise daha ne söylenmeli? Her iki örgütte küresel güçlerin ucuna eklemlenerek, yapay üretim kapasitesiyle, taratılmış gerçeklik, gerçeklik sonrası algı yönetimi ile Türkiye aleyhine çabalarını yönlendirebilmektedirler.
Bölücülük fikri ciddi sosyal ve siyasal saldırı, çıkar ve istismar yöntemidir. Peki, çağımızda, yani Bilgi, Dijital, Post-Truth Çağ diyoruz, internet, network, yapay zeka, öğrenen makine imkanlarıyla kesintisiz çalışan bir kapasitenin varlığından söz ediyoruz, böyle bir atmosferde hedeflenen toplumların, ülkelerin veya ülkeler içindeki kuruluşların, ne ile karşı karşıya kaldıklarını veya ileride daha nelerle karşılaşabileceklerini eksiksiz düşünebiliyor ve bunlara karşı gereken önlemleri alabiliyor muyuz? Eğer burada birtakım eksiklikler ve zaaflar söz konusu oluyor ise sonuçta planı yapanın amacı elde etme olasılığının daha fazla olacağı ortaya çıkacaktır.
Bu çağın imkanlarıyla hedef nedir? Hedef, inançtır, insanın inandıklarıdır veya neye inanması gerektiğinin tayinidir. İnsanın günlük yaşamda bile belli yapaylıklara inanmasının sağlanması sosyal ve siyasal açılardan bir diğerinin çıkarına olabilmektedir. Güçlü olan insanların neye inanması gerektiğini projelendirerek kendine uygun çıkarları temin eder hale gelmiştir. Örneğin terör örgütünün masum göstermek adına girişilebilecek bir kampanyanın sonucunda sade vatandaş çok bari bir terör eyleminin müsebbibinin terörist değil, iktidardakiler olduğuna inandırabilir ve buradan yola çıkarak kendi karşı tarafı yıpratmaya girebilir ve siyasal gücünü geliştirmek adına başka girişimlerde bulunabilir.
Yapay bölünmeye mukavemet gösteren yapıların en önemli güç bileşeni, birlik ve beraberlik halinde bilinçli olmaları, bununla duruş göstermeleridir. Aslında konunun sosyal-siyasal düzlemdeki açıklamasında, korunması gereken değerlerin toplumca ne derece hazmedildiği ve iradeye sahip çıkma kapasitesi için ne derece odaklanma sağlandığı kadar, günün icaplarını, kapasiteyi ve proje yapanların ellerinde neler olabileceğini çok iyi değerlendirmek gerekir.
Bu soyut açıklamalar aslında her türlü durumu kapsadığı halde, somutlaştırılması gereken gerçek olguyu tarif etmekte o denli başarılı olmaya imkân vermemektedir. İşte size yeni bir paradoks daha! Nedir bu? Şöyle bakın, Türkiye’de bölücü adı altında hukuki açıklamalarla belirginleşmiş terör örgütlerinden bahsettik. Peki, soruna siyasi partiler ve bunlara oy vermeyi hesap eden toplum kesitleri açılarından bakılırsa ne diyeceksiniz? Bence ya klikleşmiş bir çıkışınız olacak ya da karar veremediğinizi söyleyeceksiniz. Klikleşmek daha rijit bir yapıyı tarif eder. Kendine göre bir dinamiği vardır. Ancak, bilmiyorum, karar veremiyorum demek, işte asıl konu budur. Çünkü toplumun geniş kesimi, buna isterseniz seçmen deyin, bunlar önce özellikle kararsız hale getirilmektedirler ve daha sonra etki sağlanarak kararlarına etki edilmektedir. O halde çağımızda, toplumu bölen aynı zamanda toplumu oluşturan fertler mi oluyor, diye sormamız gerekiyor. İşte zorluk, işin içinden çıkılmaz taraf budur.
Partiler kendi içlerinde bölünme ile çoğalmaktadırlar. Buna doğal demek isteyenler çıksa da aslında sistemlerin kendi iç dinamiklerinin sonucudur. Benzer şekilde, partilere oy verecek kesimlerin önce kararsızlaştırılmaları, sonra yönlendirilmeleri siyasal-sosyal düzen algısının iç dinamiklerine nüfuz edilebilmesinden kaynaklanır.
Partiyi ve seçmeni bölme fikrinin atmosferini neyle oluşturursunuz ve bunu kimler yapmak ister? İşte çağımızın siyasal ve sosyal yapısındaki cevap bekleyen sonu budur. Günümüzün güçleri hedefledikleri kesimlere ve kurumlara istediklerini, sosyal medyanın da etkisiyle, çok çabuk değişim gösteren, aslında devasa problemler oldukları halde, basitleştirilen gerçekliklerin saptırılmasıyla, özel yapaylıklarla kabul ettirirler. Böyle olduğu halde, etki altında olan kesimler ve kurumlar bu durumun doğal olduğunu zannederler ve hatta savunucusu olurlar.
İşte bölünmenin silahının mermisini yiyenlerde görülen sakatlık halinin günümüzdeki tezahürü böyle bir şey olmaktadır. Sorarsınız, hemen herkes halkıdır. Konuş dersiniz, hemen herkesin söyleyeceği veya savunabileceği bir sebebi vardır. Seç dersiniz, en iyi kendi seçimi kabul edecektir, böyle bir güdülenmişlik sezersiniz. Benimki en doğrusu, ben biliyorum, gibisinden pek çok söz söylenir, paylaşım yapılır, irade beyanında bulunulur. Dolayısıyla bunun mühendisleri, yani proje yapanlar, öyle usuller uygularlar ki, hedeftekiler her türlü sapkınlığı ve yanlışı savunacak hale gelsin isterler. Sonuçta bütün bunlar toplumu bölen sonuçları doğurur.
Bölünmenin evrelerine göz atalım. Belli bir toplum hedef alınmış olsun. Etkileyen gücün projesine bağlı gelişen her bir adımda hedef ülkenin sonuç olarak ufalandığını ve başka bir kültüre kaynamaya hazır hale geldiğini görmekteyiz. Yazının ana görseline bakarak incelememizi sürdürelim. Bu şekil bölünmedeki bütün evreleri anlatmaktır.
Sosyal ve siyasal bakımdan birlik ve beraberliğini sağlamış bir toplum bir güç tarafından hedef alınır. Etkileme ile birlikte o toplum istismara açıklık bakımından denenmiş olur. Toplum yapay bir bölünmeye tabi tutulur. O toplum bölünürken ortaya çıkan enerjiyi etkileyen güç emer. Süreç bu adımla başlar. Benzer etkilerle süreç ilerler. Bölünebilir bir toplum elde edildikten sonrası zor değildir. Ortada kolay yönetilebilir bir toplum elde edilmiş olur. Bu arada etkileyici güç sürekli gelişir ve en güçlü hale gelene kadar ilerler. En son adımda bölünme zinciriyle ortaya ufalanmış bir toplum çıkmış olur.
Sonuç ve Değerlendirme
Bölücüler hedef toplumlarını önce bölünebilirliğe inandırırlar. Sonra inanılacak temaları ortaya atıp, diğerlerini unut, sen buna inan derler. Günlük yaşam böyle gelişir. Yapay konularla inanmayı örgütlerler. Bunlar neyle olur? Temalarla. Temaları birleştirin, yaratılmış gerçekliğin hikayesi karşınızdadır.
Asırlar önce sahte hikayeler ortaya atıp anlatan lafazan insanlar vardı. Onların uydurmaları gerçek zannedilip, (belki bazıları siyasal açıdan gerçekmiş gibi desteklenerek öyle bilinmesine katkı verilip,) dilden dile hafızalarda taşınırdı. Şimdi değişen ne var? Kapasite, enstrümanlar, bu işe sistemli yatırım yapan taraflar çoğaldı. Bunlar vasıtasıyla sanal alem daha çok kullanılarak algı yönetimi işi sürdürülüyor. Nüfus ve imkanlar arttı ama temel yöntem artmadı. Nedir bu? Bölünmeyi kendi içinde yaratacak kesimleri dışarıdan etkilemek ve bunun için hikayeler uydurmak. Elbette bunlarda beylik laflar, kabuller, hassasiyetler, bilinenler, hafızalarda yerleşmiş canlı ögeler var, ama yemeğe baharat ekler gibi, birazcık da sapkınlığı genişletmeye yarayacak unsurlar eklerle, olur biter. Herkes zanneder ki doğrusu kendi bildiği ve söylediği gibi.
Eski zamanlarda paradoksal ortam bu denli değilken günümüzde üst üste iki paradoksal ortamın etkilediği bir yapaylık zemininde, sosyal ve siyasal meseleler üzerine, sürekli seçimler yapmak durumundayız. Gücü kontrol etme kapasitesi belli güçlerin elindedir ve bunlar devletleri, kurumları ve kültürleri, daha sağlamlarına göre daha kontrol edilebilir olanlarla değiştirmek istemektedirler. Bu amaçlarını değiştirmek istediklerine, bizzat kendilerine yaptırtmaktadırlar. Bu değişimin kendine güvenen ama aslında yanıldığının bile farkında olmayan unsurları sürekli hedefte olanlardır. Bu kesimlere bilgi, yanlış bilgiyle karıştırılarak zerk edilmektedir. Günümüzün bölücüleri toplumun derin bir zannetme içinde olan kesimleri ile gerçekleşmektedir.
Bölünme halinin izlerini yakalayabilecek bir analizci aklına sahip olarak hareket etmek günümüzün gereğidir, birey ölçeğinde hayati değerde bir konudur. Yapay veya doğal, planlı-projeli veya doğal seyrinde olduğunu ayırabilmek için önce buna hazır bir mantık sistemini yapılandırmak gerekmektedir. Sonra kültürün yozlaşmasına değil, gerçek anlamda gelişmesine imkân sağlanmalıdır. Mantık yapısının ve kültürün gelişmesinin birinde zaaf olur ise, her türlü tedbir alınsa da o toplumu hedef seçenlerin uygulayabileceği etkili bir yöntem mutlaka olacaktır. Yapay etkilerle ve dışarıdan müdahalelerle bölünmemenin yolu bu konuda yeterince disiplinli olmaktan geçer. Bildiğini zannedenlerin varlığı yetmez, olacak olan bunlar varken gerçekleşir. Dolayısıyla insanlar için psikolojik ve sosyolojik gelişimi önemsemek gerekmektedir. Bu konularda rahatsızlık var denebilecek kadar toplumda sorun gözlenmiş ise hassasiyetler de artmış demektir. Bu durumda uygulayıcı belli boşlukları iyi teşhis etmiştir ve öyle planlama yapmıştır.
Başlarda ne demiştik, tarih konusunda kendi çıkarına daha fazla ders çıkaran diğerine göre öne çıkan olur. Aynı şekilde, hasmın kültüründeki ve sağlığındaki hassasiyetleri daha fazla yakalayan, diğerine kendi iradesini kabul ettiren olur.
Bu ülkenin has insanı düşmanını ve dostunu ayırt edebilecek kabiliyete, donanıma ve derinliğe sahiptir. Tecrübesi vardır. Sayısı diğerlerine göre çok devlet kurmuştur. Ülke üzerinde oynanan oyunlara karşı ne yapacağını bilmektedir. Bunu anlayamayan belli kesimlerin ve emperyalistlerle işbirliği yapanların zamanla durumu anlayacağı açıktır. Ama nasıl olsa anlarlar dememek gerekir, bu kesimlerin hafızalarını zorlamaları için derhal destek sağlanmalıdır. Destek her yönde olmalıdır. Eğitim, medya desteği, kamuoyu oluşturma, hukuki ders verme veya başka usullerle yapılmalıdır. Devletin belli kurumları geliştirmelidir. Bu en çok Siber Savaş yapabilecek kabiliyetlerle ilgili olmalıdır. Türkiye konuyu küçümsemeden, binlerce kabiliyetli insanın çalışacağı merkezleri devreye sokmalıdır. topluma ve düşmanlık yapanlara gerekli cevaplar bu merkezler tarafından hazırlanmalıdır.