Güvenlik ve refah konuları üzerine çok dinamik bir süreçte oldukça önemli konu başlıkları üzerine tartışmalar oluyor. Silahlanma konuları, bunların ötesinde güvenlik ittifakları, bir üst halkada ekonomik ortaklıklar, ama neticede politik alanda tartışmalar var. Bu konuları ele alalım ve bir sonuç çıkaralım.
Silahlanma Konuları
S-400, Patriot, F-35 ve TF-X konuları en bilinenlerdir ve halen gündemdedir. Politikaya esas uluslararası anlaşmalara veya tam tersine anlaşmazlıklara etki etmektedir. İnceleyelim.
Durum nedir? Türkiye’nin hava savunma silahı ihtiyacı vardı, ABD’den istedi, olmadı. Bu önemli ihtiyacını kendisi projelendirdi. Çin ile bu konuda bir ilişki dönemi oldu ama başka politik konular devreye girdi, bu alanda ilerlenemedi. Sonra hava savunma füzeleri Rusya’dan tedarik edildi. Ayrıca Türkiye yakın zamanda ABD’den Patriot isteğini yineledi.
İstenen nedir? Her şeyden önemlisi, uzaya giden bir füze sisteminin tarafımızdan, milli olarak yapılıyor olmasıdır. Bu yolda önemli adımlar, projeler var.
Eğer bir gün, ki bu uzun vade olmayacaktır, uzun menzilli balistik füze ve uydumuzu uzayda yörüngeye oturtan bir roket yaptığımızda işte o zaman ‘başardık’ diyeceğiz. Mesele ne? Milli Savunma Sanayii! Bu nokta daha önemli, başka noktalarda zaman kaybetmemek gerekir. Ancak gerekli teknoloji nereden alınacak veya ne zaman bulunacak?
Şimdi uçaklar bahsine bakalım.
Durum nedir? F-35 Türkiye’nin en başından itibaren içinde olduğu bir projedir. Türkiye tedarik açısından 100+20’lik paketle halen işin içindedir. Diğer yandan Türk Savunma Sanayii şirketleri de Lockheed Martin’e tedarikçidir, üretim yapmaktalar, aksaklık giderilerek bu süreç devam etmelidir.
F-35 bir uçak olmanın çok ötesinde bir silah sistemidir ve hatta politik bağlamı olan bir sistemdir.
F-35’i diyelim sadece uçak olarak gördünüz, işte bu uçak fevkalade özel sistemlerle mücehhezdir. Motoru kendi işini gören, pilota bile ihtiyaç duymayan, dünyada hiç olmayan özelliklere sahip bir motor. Mühimmatı taşıyıp salıyorsunuz, adeta bu konumda uçak sadece bir vasıta, o mühimmat uçaktan ayrıldıktan sonra kendi verdiği kararlarla birden fazla hedeften en uygunlarını seçiyor ve istenen tahrip noktasına getiriyor. F-35 hava, deniz ve kara harekat alanı resmini anında görüyor, alıyor, analiz ediyor. Pilot her şeye vakıf ama o uçak yarı-otonom, akıllı. Havadayken uçak aslında bir kuvvet bileşeni…
F-35’in teknolojisini çalmak adına halen Çin ve Rusya büyük çaba göstermektedir. Rusya ve Çin her ne kadar tarifine ‘5. Nesil Uçak’ dese de ellerindeki prototipler şimdilik sadece bir projedir. Olmaz mı? Olabilir de. Ama harekat alanında yaklaşık 5 yıldır F-35’ler uçuyor ve daha da geliştirilecekler. Örneğin Çinliler J-20’yi 5 yıl sonra şimdiki F-35 kapasitesinde yapmayı başarsalar da aynı vadedeki ABD uçağı daha da mütekamil olacaktır.
Türkiye satın aldığı uçaklar için Lockheed Martin’e 1.2 milyar dolar ödedi. Dört adet uçak ABD’de tutuluyor. Eğer duraksama olmasa idi bu 4 uçak değil daha fazla sayıda olacaktı ve Türkiye’deki pilotların ve yer personelinin uçak tipi eğitim faaliyetleri hızla devam edecekti, hazırlanan hava üssünde bazı somut eğitim ve lojistik faaliyetleri görülecekti. Dolayısıyla Türkiye 4 adet uçağı değil, proje gereği tüm uçakları aksaksız talep etmektedir.
Bir de işin başlangıçta tartışılmış ve karar verilmiş kısmı vardır ki bu konunun politik olan kısmıdır. Durum tespiti yaparken bunu da işaret etmemiz gerekir. ABD’nin küresel politikaları gereği hareket edilecek mi, edilmeyecek mi? Küresel güç mukayesesinde hangi tarafta yer alınacak? Şu an Türkiye F-35 konusunda proje gereği ABD ile işbirliğini sürdürmek istemektedir, ancak milli egemenliğine karşı bir beklenti içinde olunmasına da karşıdır.
F-35 meselesine dış-politik açıdan yaklaşanlar oldu. İsrail ve Yunanistan bu silahı Türkiye’nin edinmesine karşı idi. Bu nedenle Cumhuriyetçi Senatör Marco Rubio ve Demokrat Senatör Bob Menendez İsrail, Kıbrıs Rum kesimi ve Yunanistan çıkarlarını dikkate alarak hareket ettiler.
Türkiye, amfibi gemi Anadolu ve müşterek taarruz uçağı F-35 toplamıyla beraber deniz ülkesinde ve hava ülkesinde önemli bir güç olacak atılımları yaptı. Hem Doğu Akdeniz’de hem de yakın okyanuslarda krizlere müdahale kapasitesini artıran adımları attı. Bu birilerini cidden rahatsız etmiş olabilir.
NOT: Bir ülke kara, deniz ve hava ülkesinde müteşekkildir. Sembolik sözler hoşa gidebilir (örneğin yakın zamanda deniz ülkesi için bir kitap adıyla sembolik bir kullanım olmuştur,) ama esas bilinmesi gereken akademik ve uluslararası hukuki açıklamadır.
İstenen nedir? Temel hedef Milli Silah Sanayii’nin ilerletilmesidir. Her Türk havacısı hava ülkesini milli uçağıyla savunmak ve egemenliğini bu şekilde korumak istemektedir ve edilen yemin bu şekildedir. Bu nedenle en kısa zamanda TF-X’i Türkiye semalarında görmek istenmektedir.
Türk Savunma Sanayii’nin bazı aviyonikler (uçak elektroniği ileri uygulama yazılımları) ve motor konusu için henüz kat edeceği yol var. Sabırla ve titizlikle çalışmak şart.
Şöyle bir ayrıntı vereyim, bir uçağın veya uzay aracının uçuşunu ve seyrüseferini kontrol etmek için yarı-otomatik ve bilgisayar tarafından özel olarak düzenlenen fly-by-wire denen sistemleri yaptığımızda çok önemli bir adım atmış olacağız. Dediğim gibi, çalışmaya devam!
Güvenlik İttifakı
Halen Türkiye bir NATO üyesi ülkedir, diğer üyeler gibi eşit statüdedir, ittifak ruhuna sadıktır ve katkısı da fazladır. NATO’nun 70. Yılı vesilesiyle de açıklanan yeni hedefleri içinde Çin ve Rusya gibi ülkeler vardır, hatta görev alanlarına Arktik bölge, siber ve uzay gibi geniş bir saha da katılmıştır. Bu durumda F-35 gibi projeler sadece ABD küresel misyonu ile ilgili değil, beraberinde NATO hedefleri ile de kapsanmıştır.
Savunma Sanayii bakımından ürünler temel düşünceyle elbette milli kabiliyetle ve ittifak sistemlerine entegre olacak biçimde inşa edilmelidir. Ancak yine ifade ediyorum, milli ve egemen olmak her anlayışın üzerindedir.
Türkiye ‘Milli Egemenlik’ konusunda şüphesiz tartışmasız örnek değerde bir ülkedir. Kendi kararlarını alma noktasında tarihi örneklerle dolu süreçleri yaşamaktadır. Halkından aldığı güçle gerektiğinde Amerika veya Rusya ile hasım veya rakip pozisyonunda politikalar üretmekte ve uygulamaktadır. Ekonomik bakımdan para cinsinde, güvenlik bakımından silahlanmada, teknolojide kendi üretimleriyle tam bağımsızlık pekiştirilecek bir hedeftir. Zira ileri-kalkınmışlık bağlamında henüz yapılacaklar var. Almanya veya Çin gibi ülkeler bile söylediğim konular üzerine akıl yürütmektedir. Dünya böyle bir dünyadır! Rezerv para sistemi büyük oranda dolara bağlıdır (yüze 62, bunu yüzde 90’lara çıkarmayı hedeflemiş bir ABD var, Euro ise yüzde 20’ler civarında rezerv para).
Türkiye ‘gelişmekte olan’ ülkeler (developing countries) sınıfına dahildir. Amaçları ve kabiliyetleri ölçüsünde önemli ölçekte bir güç mücadelesi verilen dünya coğrafyasında ciddi bir konuma sahiptir. Güç mücadelesi parametreleri ise dinamiktir, her an değişim göstermektedir. Ben Türkiye’ye yeni konjonktürde ‘merkez ülke’ diyorum.
İki Kutuplu Dünya’dan sonra Tek Kutuplu dönemde Türkiye’nin bölgesinde çok önemli değişimler yaşanmıştır; savaşlar, rejim değişiklikleri, kurumsal yapıların tekrar inşası, değer değişiklikleri vs. Türkiye bu temel ve konjonktürel bağlamda her anını tartarak ve küresel ve bölgesel etkileşimi yüksek anlayışla ele almak zorundadır. Neoliberal olanlara karşılık milli (ulusal) politikalar bu nedenle öne çıkmaktadır.
Çok boyutlu ve eksenli yöntemlerle Türkiye bulunduğu yer ve değerle insanlığa ve bölgesine barışı, istikrarı ve hakça paylaşımı önermektedir. Hatta şurası açıktır, Türkiye dünyaya değişik kültürler ve politik aktörlere bir ‘medeniyet dersi’ verir cinsten örnekleri sunmaktadır. Göç, ırkçılık, terörle mücadele gibi başlıca konular örnek olarak gösterilebilir. Bu manada, ‘gelen gelir, anlayan anlar’ ve neticede Türkiye ile isterse ilgilenir, birlikte hareket eder ve böyle yakınlıkta olursa pişman olmaz da.
NOT: Güç mücadelesi kavramını önemsemek gerekmektedir. Herhangi biri veya organ bir gücün kullanımının iç yüzündeki meselelere vakıf olmadan çoklu gücün getirdiği kaotik ortamındaki olup bitenine dair ezbere sözler sarf ediyorsa, bunun hiçbir anlamı yoktur.
Eşitlik söz konusu olduğunda uluslararası arenada güvenlik ittifakları noktasında atılan imzaların değeri elbette ki vardır, ancak Milli Egemenlik konusundan asla taviz verilmez, bunun için politika ve diplomasi yürütülür. Örneğin ABD ve NATO varken Türkiye kararını vermiş ve Rusya’dan S-400 savunma sistemlerini satın alma iradesini göstermiştir. Bu demek oluyor ki aynı irade başka adımları atarken de egemenlik konusunu dikkate alacaktır. Hasım taraf ise bu iradeyle başka şekillerde mücadelesini yapacaktır. Bu konu terörle mücadelede de aynı şekilde uygulanmıştır. Sonuna kadar hem ABD hem de Rusya ile masada diplomatik alanda adımları samimi bir biçimde atmış ama kendi sınırlarını korumak noktasında ise taviz vermemiş, örneğin Suriye’de Rasulayn – Tel Abyad, Afrin – Cerablus – El Bab ve İdlib sahalarında 30 km derinlikte askerini bulundurmaktadır.
Öyleyse istenen ne? Bir taraftan egemenlikten taviz vermemek, diğer taraftan güvenliği daha elverişli şartlarda sürdürülebilir kılmak. Bu konu ancak ‘refah’ bahsini de tamamlayacak anlayışla inşa edilir.
Ekonomik Ortaklık
Güvenlik ile ilgili olanların hemen yanında refah var. Refah küresel zaman periyodunda ne şekilde tanımlanacak? Rusların ve Çinlilerin bile neo-liberal anlayışla sürdürdükleri çok çetin çıkar mücadelesinde ülkemizde kimler neleri savunuyor?
Kapitalist, post-kapitalist, liberal ve neo-liberal tartışmalar, bu konuların vatanı sayılan İngiltere ve Amerika bile ne denli derin tartışmalarla dolu!
Ekonomik ortaklık ‘kazan kazan’ gibi ifadelerle açıklansa da esasen küresel ve bölgesel ‘kapitalin’ hareketine hükmedenlerin dikkatle izlenmesi gereklidir. Bu noktada hareket etmenin birçok güçlükleri vardır. Kurumsal manada örneğin Çin, Hindistan ve Rusya gibi ülkeler kendi kapasiteleriyle küresel ekonomide ancak birer ‘mega-girişimci’ olabilirler. Sermaye ve para piyasaları ülkelerin içinde dahi söz sahibidir ve bunu halk ekonomik veya finans sonucu olarak izler. Saydığımız ülkelerin amaçları mevcut kapasitelerini ve küresel etki alanlarını artırmaktır. New York ve Londra finans piyasalarının söz sahibi elitleri ise bazen iç piyasa dinamiklerine etki ederek bu ülkelere bile ödevler verebilmektedirler. İşte bu noktalarda kavga çıkaran anlar daha belirgin görülür. Örneğin ABD, Çin’e Ticaret Savaşı açmış ve Rusya ile Çin’e karşı bazı yaptırımları ileri sürebilmektedir.
Olaya böyle bakıldığında ortaklıkların gereği mevcut ve beklenti dahilinde olan varlıkların paylaşım ilkeleri üzerinde güçlü aktörler baskı sahibi olurlar. Bu bazen çok özel bir hal alır. Bu çıkara dayalı ve oldukça özel ilişkilerin gelişmesinde, hele birçok aktörün sürekli at koşturduğu bir alanda, bazı hallerde fazlaca aceleci olmak gerekebilir, ancak bazı hallerde ise oldukça temkinli hareket etmek söz konusu olabilir.
NOT: Önemli bütün anlaşmaların metinlerini hukukçular hazırlarlar ve konusu ne olursa olsun bu anlaşmalar gizli kasalarda korunurlar.
Netleştirilemeyen noktalar bu tür soyutluklarla dolu olunca ezbere ittifakları veya düşmanlıkları, taraf ifade eden açıklamaları bolca görmek mümkündür. Bu açıklamaların önemi ancak bir yere kadardır ki aynı zamanda şöyle de bakılmalıdır, piyasaları düzenleyenler birilerinin öyle konuşmasını veya tavır almasını istiyor da olabilir, dolayısıyla sahnelenen oyunlara çok dikkatli bakmak gerekir.
NOT: Ekonomiyi bilmeyen politikacılar var, hatta ekonomi esaslı politikalarda ideolojik yaklaşımlarla hareket ediyorlar, konuları anlatırken daldan dala atlıyorlar, ne güvenlik için özümleri tatmin edici ne de refah çözümleri, bu kesimdekiler yeni ittifakların hayalini delil olarak gösteriyorlar.
Politik Yaklaşımlar
Reel politik konularda cahilce davranış içinde olanlar mevcut mudur? Evet. Ancak gerçek hayatın dersleri başka! Basitçe ifade edelim, o ciddi anlaşmalar salt genellemelere dayalı yapılmaz! Hayalcilik veya sahada olanı bilmeden genellemeler doğrultusunda açıklama yapmak beyhudedir. Buna ‘politik basitlik’ denebilir mi? Evet.
Bir perspektif çizelim. Pasifik ve Atlantik ittifakları henüz netleşmedi, ekonomik çalkantılar var, kaotik bir dünya hali söz konusu… Şartlar buysa neden çok net fikre sahipmiş gibi tavır takınanlar oluyor ki? Şu an küresel politik her bir yaklaşım riskli alanlarla doludur ve halen yaşandığı gibi, ortam tam bir kriz halini yansıtmaktadır. Sizce fikirleriniz bu krizi mi, yoksa riskleri mi yönetmeye yeterli gelir?
Politik stratejide risk alınır. Ülkeleri yöneten liderler bir tür politik yatırım yaparlar, yatırımları uzun vadelidir. Bundan dolayı ‘devlette devamlılık esastır’ denir. Politika başlığı altında diplomasi, ekonomi, güvenlik, bilim ve teknoloji, alt yapı, eğitim, sağlık, kültür, iletişim, gibi alt konular vardır. Bu temel alt başlıkların ilerisinde enerji, caydırıcılık, hazırlık, bir noktadan ülke çıkarını elde edecek Milli Stratejiyi yönetmek için temel politik hedefler belirlenir ve uygulanır. Kısa, orta ve uzun vadeli planlar vardır, takip edilir. Liderler risk alırlar ve aynı zamanda ortaya çıkan krizleri yönetirler. Muhalifler risk almazlar, krizlerle bire bir uğraşmazlar, ancak hükümete karşı demokratik açıdan dengeleme politikalarını ileri sürerler. Bütün bunlar reel politik sonuçları ve etkileşimleri doğurur.
NOT: Milli (Ulusal) Strateji dokümanı sadece bir kitap değildir, ülke için temel bir sözleşmedir, esasen devletçe ama özelde herkesçe uyulur, uygulanır. Bu Milli Strateji dokümanı sürekli güncellenir ve en gerçekçi halde Milli Güç dinamikleri (Coğrafi, Askeri, Ekonomik, Politik, Sosyo-Kültürel, Bilimsel ve Teknolojik, Ulaştırma ve İletişim, Biyografik) ile uygulanır.
Böylesi dinamik bir ortamda peşin hükümle ve kısıtlı bilgiyle kesin bir şey söylemeyelim lütfen. En azından şöyle sorayım, ABD’ye tamamen karşı oldunuz, ki bu ülkenin savunduğu değerlerin ve dünyada yapıp ettiklerinin ne olduğu hakkında tartışmaya bile yoktur, bu durumda sırtınızı kime dayayacaksınız? Çin’e mi? Çin’i bilmeden Çin konusunu açmak bile yanlıştır. Halen nüfusunun 250 milyonluk nüfusunun köle olduğu bir ülkeden bahsediyoruz burada. Çin halkının bir kısmının nüfus kağıdı var, yani bildiğimiz vatandaş, bir kısmının ise sadece yerel belgesi var ve bunlar köle sıfatındalar. Bu meseleler bizi ilgilendirmez de denebilir. Ama öyle olmuyor, örneğin bedava işçi statüsündekiler küresel ekonomide etkili oluyorlar, sizin bazı sektörlerinizin kapanması anlamına gelen bir durum var ortada.
Bu da bir politikadır. Öyleyse basite kaçmadan bir tanım işaret edelim: Bu gibi hallerde şu tarafım, bu tarafım denecek o ideolojik çağ çoktan bitti. Ya ne yapılır? Milli menfaatin gereği planlı ve yarın seni sıkıntıya sokmayacak (en azından evlatların sıkıntı duymayacak) adımları emin bir şekilde atmak gerekir. Şimdi şöyle açıklayayım, akşam yastığa başınızı koyun, bazı politik irade konularında imza yetkinizi kullanırken bu bakışla emin olduğunuzu düşünebiliyor musunuz ve buna gücünüz var mı, söyleyin.
ABD, İngiltere, İsrail, Çin, Rusya, Almanya, Fransa, vs. ülkeler, gerisinde veya ön planında başka aktörlerle beraberler, bütün bunlar değişik coğrafyalarda belli projeleri yürütüyorlar, bunların bazı projeleri gün yüzüne çıkmış, bazıları ise halen gizli, işte bu güç mücadelesinde taraflar imkanları dahilinde sahaya baskı uyguluyorlar, hem de kendi yöntemleriyle, çıkan fırsatlara göre pozisyon alarak, olagelen doğal sorunları da unutmayalım. Karar sizin!
Şöyle basit politik yaklaşımlar var: ‘Elbette zamanı gelince oturur karar veririm!’ Lütfen şimdi söyleyin Suriye’de ve Libya’da ne yaparsınız? Böylesi somut soru sorulunca cevap alınamıyor. Neyi bekliyor bu politik kişiler, o gün geldiğinde kendisine ne tür bilgiler akacak, şimdiden bilmiyorum mu diyorlar. Evet, o gelmesi beklenen bilgilerin bazıları ne malum ki gizliden gizliye emrivakiler türünde olmasın?
NOT: Bir yanda yükümlüler, elleri taşın altında, diğer yanda ise ya sorumluluğunu anlamayanlar ya da sorumluluk bahsini dahi üstlenmeyenler var. Bu tür sorumluluk eksikliği ile dolu politik yaklaşımlara sahip olanlar, milli iradeye rağmen, büyük sözler sarf etmemeliler!
Aktörlerin hemen hepsi kendilerine ait, benimseyip dokümanlarına yazdıkları doğrultuda, temsil ettikleri gruplarının, ülkelerinin, ortaklıklarının yarınlarını şekillendirmekle ilgili belirsizlikler üzerine projelerini idare ediyorlar, sahaya baskı uyguluyorlar, güç dinamiklerini devreye koyuyorlar… Örnek mi? Bugün çepeçevre Akdeniz veya Ortadoğu coğrafyasına bakın yeter.
Peki, neden Türkiye bu tarz hamleleri yapmasın ki? Bu şekilde bir plan yapmak ve uygulamak ‘millilik’ gereği değil midir? Eğer bugün bu tür bir çaba sarf ediliyorken, engelleyenler içinde neden kendi milletimizden kimseler rol alırlar ki? Politika böyle bir şey midir?
NOT: Millilik içinde her ne varsa bir stratejiye, hedefe ve plana bağlanır, icra edilir.
Şu an Türkiye Doğu Akdeniz’de bir inisiyatif aldı, bunun paralelinde birlikte çalışacaklar buyursunlar…
Bu strateji yeterince net değil mi? Irak’tan, Suriye’den, Kıbrıs’tan, Münhasır Ekonomik Bölge’den, Libya’ya ve hatta Tunus’a kadar geniş bir coğrafyada politika yapılıyor. Milli Strateji dahilinde bu konu var. Bunu düşünmeyenler için soruyorum, daha ne olsun?
Yunanistan veya Güney Kıbrıs Rum Kesimi Türkiye’nin Doğu Akdeniz politikalarına karşı olacak elbette, onlardan ne beklenir ki?
Halen bu küresel kaotik ortamda net bir fikri olan var mı? Yok. Kendilerine göre ilkeli ve ideolojik tavır alanlar, her konu hakkında, hem olduktan sonra, kritik yapanlar ve ‘şu da lazımdı, bu da lazımdı’ diyenler var mı? Evet. ‘Bir sonraki sefer al sen yap,’ dendiğinde bu kesimler nerede olacaklar, emin değilim.
NOT: Kritik edilen konuklar gayet ciddidir, ülkeye ve millete özeldir ve Milli Strateji dahilinde olanlardır.
Ancak şunu da söylemeden geçemem: Millilik ve egemenlik konuları tıpkı çoğunluğun savunduğu gibi benim için de çok değerlidir. Milli silah, milli politika… Egemen ülke, halk… Adalet, hak, hukuk, kanun, düzen, barış, esenlik huzur… GSYİH’dan 12 bin doların çok üstünde bir kişi başına gelir, zenginlik… Pasaportumun her ülkede tahditsiz geçmesi… Ben de G-20’de değil G-7 içinde olmak isterim. Kim istemez ki?
Bu hedefler, istekler için en başta yapılması gereken ne? ‘Ne yapılır’ noktası belli de ‘ne yapılmaz’ konusunu açıkça dile getirmeyenler, lafı çevirenler var. ‘Hasmın işine gelen işlerde olmamak,’ ne yapılmazın cevabıdır.
Milli Menfaat ve Strateji gereği ülkemizin işine gelen konuları güçlü biçimde ekonomide, politikada, bölgemizde, küresel her bir olayda sahaya aktarmak, hasma karşı seferber olmak, giderek kapasiteyi artırmak, bu konularda kararlı olmak, gücü sahaya aktarmak gerekmiyor mu?
İşte bir ülkede her politikacının bu başlık altında ortaya koyduğu kendine ait çözüm sunan politikaları olmalıdır, hareket tarzları ve yöntemleri… Altına imza atmalıdır, bir gün öyle bir gün başka şeyler sunmamalıdır, hatta genel ifadeleri bir çözüm imiş gibi anlatmamalıdır, zira her bir olay gayet karmaşıktır ve içinde sayısız miktarda kayda giren bilgiyle doludur.
Orta vade 20-30 yıl, uzun vade ise 80-100 yıl. Güç mücadelesi her zaman diliminde ayrı özellikler içerir. Politikayı da buna göre düşünmek gerekir. Kısa vade zaten kısadır, dolayısıyla paniğe kapılmamak gerekir. Anlık konuların etkisinde kalarak stratejik çıkarların üzerine durumu baltalamaktan kaçınmak gerekir. Öğrenerek ve katılım sağlayarak hareket etmek gerekir. Hasmın çabası ise bu kısa vadeye etkide bulunmaktır, mevcut durumu kendi lehine çevirmektir, yani doğrudan veya dolaylı etki mesafesindeki insanlara ve günlük, haftalık, aylık, hatta yıllık meselelere dair dikkat edilecek zaman dilimi budur.
Sonuç
Silah sistemlerinde hedef milli olanı yapmaktır. Peki, çalışıyor muyuz? Cevap, evet. Çalışmaları baltalayanlar çıkar mı? Evet. Bu da doğal.
Mehmet Akif Ersoy: Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar!
Ekonomide sorunlar var mı? Evet. Çalışmayı bırakacak mıyız? Hayır. Hiç birimiz ‘vahşi kapitalizme’ karşı düşüncede olmayı önemsemiyor olamaz, ancak plan yapılacaksa reel şartları bilmek ve buna göre hareket etmek, isabetli adımlar atmak, ama küresel ortamdaki dinamik yükler kapital ile (bankalarda, bono piyasalarında, hisse senetlerinde, alış-veriş usullerinde, parada var olan her bir varlıkla) alakalı olduğuna göre, önce kapitalizmi ve içindeki olayları eksiksiz öğrenmek gereklidir.
O halde politikada ve stratejide Türkiye’nin menfaatlerini korumaya devam mı?
O halde çivisi çıkmış bu dünyada bir medeniyet savunucusu halinde hareket etmeye devam mı?
Gürsel Tokmakoğlu