Çağımızda Liderlik

7 Ocak 2023
Okuyucu

Siyaseti, stratejiyi, yaşanan dünya meselelerini ve liderlik bahsini açıklamak bazıları için kolaydır, bazıları içinse zor. Bunun nedeni sadece konu ve kapsamlarını çok fazla olmasından kaynaklanmaz, zamanın gelişimi içinde şartların henüz tam tarif edilemediği ve olgunlaşmanın tamamlanmadığı noktadayken bunun üzerine akılları çeldirenlerin fazla olması da kaynaklık eder. Bu makalemde hem kapsamı gereği çok fazla tartışmanın yapılabileceği başlıkları ele alacağım hem de Henry Kissinger’ın tarif ettiği liderliğin eleştirisini yapacağım. Böyle yapmamın nedeniyse, bu zorluk derecesi yüksek konulara daha üst perdeden bakarak sizlere bir açıklama getirebilmenin pratiğini göstermek olacaktır. Ama sonuçta sizler kendi düşünceleriniz ölçüsünde bir gelecek öngöreceksiniz, benim burada bir yönlendirmem olmayacaktır.

Henry Kissinger, liderlik ile dünya siyasetine örnek oluşturan isimlerden yola çıkarak bazı dersler çıkarıyor, stratejik mülahazaları bunun içerisine çözülen veya çözülemeyen sorunlar olarak yerleştiriyor, bazı temel ilkeleri işaret ederek ve dünyadaki gelişmeleri de dikkate alarak gelecekteki liderliği tartışmaya açıyor. Ben de bu makalede benzer yaklaşımla bir analiz yapacağım; stratejik öngörüyü, liderliğin değişik tezahürlerini, eğitim bahsini ve gelecekte olabilecekleri bir arada değerlendireceğim.

Başta şunları açıklayayım. Lider, en basit şekliyle topluma veya dünyaya önderlik etmek demektir. Bu üst seviyedeki bir tarife karşılık gelir. Alt seviyede, kurumların liderliği düşünüldüğünde yönetici anlamındadır. Yönetim fonksiyonları içerisinde liderlik (leadership) olarak bir konu vardır. Şöyle deriz: A Bakanın liderliğinde şu konu ele alındı. Bizim konumuz bu değil.

Strateji ise burada küresel ve ulusal seviyedeki stratejik meseleler şeklinde ele alınacaktır. Ancak Ukrayna’daki savaşa bakarken bile bunun askeri stratejiye etkisi ve burada gösterilen liderliği sizler değerlendirebileceksiniz.

STRATEJİK BAKIŞ

Stratejik bakış açısından Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarının engin tecrübesine sahibiz. Bu birikimden istifadeyle bugünün meselelerine bakarak çok temel nitelikli stratejik değerlendirmeleri okuyoruz, tartışıyoruz. Aynı zamanda yer küredeki temel değişiklikleri takip ediyoruz.

Stratejik değerlendirmelerimiz nasıl? Dünya kara, deniz ve hava stratejileri olarak hemen hemen İkinci Dünya Savaşı şartlarıyla aynı dünya!.. Sonrasında neler değişti? İlk aklıma gelenlerden başlayarak sıralayayım: 

  • Neoliberalizm ve küreselleşme ile yeni sosyo-ekonomik algılar, buna göre liderlik etmeye çabalayan kişi ve kurumlar gelişti. Bu liderlik meselesi öncekilerden biraz farklı bakış açılarını da beraberinde getirdi. 
  • Dünya nüfusu 8 milyarı aştı. Bu nüfusun yaklaşık üçte birinden fazlası iki ülkede, Çin’de ve Hindistan’da yaşamaktadır.
  • Üretim ve tüketimin temposu artınca tedarik zincirleri konusu öne çıktı. Gıda ve su konusu temel hassasiyetleri kapsamaktadır. Bu arada mikroçiplerin üretiminin ve ulaşımının bile dünyayı nasıl etkileyebildiği görüldü.
  • Dördüncü Sanayi Devrimi oldu.
  • Küresel ısınmanın etkileri bazı değişimleri gerekli kıldı. Örneğin yenilenebilir enerji konuları, Arktik bölge ulaşım yolunun açılması ve bu tür konuların yarattığı yeni çatışma alanları, gibi. Kuzey Kutbu jeopolitiğindeki asıl aktörler belli; ABD, Rusya, Çin, Avrupa.
  • Rusya bir büyük-kara devleti olarak daha uzun süre yaşamak zorundaysa, mevcut sınırlarını değil muhafaza etmek, biraz bile olsa Soğuk Savaş sonrası kayıplarını hesaba katarak düzenlemek isteyecektir, bu Rusya için temel stratejik bir ihtiyaçtır. 
  • Çin’i geliştiren ekonomik faktörleri çok iyi kullanan Pekin’in “tek devlet” parolasını dünya işitiyor. Ancak konu bu kadarla sınırlı kalmadı, Çin, büyük nüfusunu, ekonomisini ve teknolojik avantajlarını birleştirerek dünyanın pek çok alanına yayarak ABD’nin en büyük rakibi oldu.
  • Dünya Savaşlarından avantajla çıkan Atlantik ve Pasifik Okyanuslarının arasındaki zengin kıtaya sahip ABD’nin tüm dünyayı kontrol etmekle ilgili stratejisi sürerken, sosyo-ekonomiyi, sosyo-politikayı, teknolojiyi, enerjiyi, ulaştırma ve iletişim yollarını, askeri kapasiteyi, siber-uzayı, Akıllı Güç fonksiyonunu, zengin müttefik ağını (G7, AB ve Anglo-Sakson İttifak başta), başarıyla kullanması sürüyor, en azından bunun yollarını bildiğinden, eksiklerini görüp derhal karşılık verebiliyor.
  • Nükleer silahları da işaret edelim. Soğuk Savaş’ta yoğun şekilde başvurulan nükleer kapasiteye bugün yine müracaat ediliyor ve sistemler yenileniyor. Çin bu alanda çaba içerisinde 2035 yıllarına gelindiğinde deposunda Rusya’nın ve ABD’nin nükleer başlığının yarısı kadar silah olacak.

Yirmi birinci asrın ortalarının hesapları nerdeyse şimdiden bitiriliyorken, ancak ve ancak, bu ve benzeri değişen stratejik konuları hesaba katarak sağlıklı bir değerlendirme yapabiliriz.

POLİTİK LİDERLİK

Henry Kissinger gibi duayenlerin değerlendirmeleri geçmiş ile bugüne dair geçiş mahiyetindeki hususları bizlere açıklıyor. Kissinger’ın son kitabı, Liderlik: Dünya Stratejisiyle İlgili Altı Ders[1], bu manada çok önemli bir analizdir. Bununla ilgili birçok makale okudum, siz de okumuşsunuzdur.

Öncelikle şunu ifade etmem gerekiyor, kendi zaman diliminin bütün elitlerini bilen biri olarak Kissinger analizini bugünün sorunlarına eğilen (politik) liderlere yol göstermek amaçlı yazıyor olmalı, ama yine bunlar kendi döneminden örneklere sahip. Bugün karşımızda hangi liderler var, örnek olması bakımından bazılarını işaret edelim: Joe Bide, Vladimir Putin, Xi Jinping, Narendra Modi, Olaf Scholz, Fumio Kishida, Recep Tayyip Erdoğan, Benjamin Netanyahu… 

Bir yerde savaş olacaksa, ateşkes yapılacaksa, anlaşmaya varılacaksa, bir ülkeye silah veya para yardımı yapılacaksa, bir ülkeye veya elit kişilere ekonomik yaptırım uygulanacaksa, nükleer seçeneğe başvurulacaksa, kıtlığa çözüm üretilecekse, yenilenebilir enerjiye yatırım yapılacaksa, yeni yatırımlara teşvikler verilecekse, vs. bu mevcut liderler karar veriyor.

Bir de alışılmıştan farklı liderler çıktı ki halen dünya bunları da ciddiye alıyor. Örneğin, Emmanuel Macron, Rishi Sunak, Jacinda Ardern, Sanna Marin, Giorgia Meloni gibi. Acaba bu nispeten daha genç liderler ilerideki dönemlerde daha fazla göreceğimiz liderliklerin öncüleri mi olacak, yoksa bugün bunları gördükten sonra dünya tekrar bildiği türden liderleri mi tercih edecek?

Politika değil de konuyu jeopolitik ve stratejik bahisten açarsanız yeterince ilerilere bakmamız gerekir. Üstelik süreçlere politik liderlik edenleri örnek veren Kissinger, bildiği halde önümüzdeki Asrın küresel liderlik yönünü işaret etmiyor. Kissinger’in ders aldığı ve ders verirken sözün ettiği liderler gerçekten örnektir; Konrad Adenauer, Enver Sedat, Charles de Gaulle, Richard Nixon, Lee Kuan Yew ve Margarret Thatcher gibi. Peki nerede sanayide, bilim ve teknolojide öne çıkan ve dünyayı değiştiren liderler? 

Bu liderler liyakat ortamında yetişenlerdir. Meritokrasi bu liderliği öne çıkarmaktadır. Demokrasilerin gelişmesi için de bu liderliğin temel teşkil edeceği işaret edilir. 

MERİTOKRAT EĞİTİM

Kissinger’in çizdiği çerçeve ile açıklayacak olursak bu meritokrat anlayışın ayrıntısında şunlar var: Orta sınıf ülkenin belkemiği hüviyetindedir, bu sınıftan bireyler ihmal edilmeden herkesin eşit şartlarda yükselmesine imkân verilmektedir, ortam buna göre düzenlenmektedir. Devlet okulları, özellikle liseler olacak. Sınavlar adil olacak. Burs hak edene verilecek. Mütevazılık esas alınıyor. Yetişen gençler serbest ve adil rekabet içinde kendini bulacak. Milli duygu ile güdülenme sağlanacak, tarih bilgisi verilecek. Üniversiteler hemen herkese eşit açılacak. Eğitim sisteminde müfredat bilimsel olacak.

Kissinger’ın eğitimle ilgili tarifi şöyledir: “Eğitim, insanın gençliğinde edinip bir kenara bırakabileceği bir yeterlilik belgesinden ibaret değildi, hem entelektüel hem ahlaki boyutları olan, hiç bitmeyen çabaydı.[2]

Orta sınıfın içinden yetişen mütevazı bireyler, kişisel disipline sahip, kendini geliştiren, yardımsever, yurtsever, kendi kendine inanan, özgüveni tam, milletine inancı tam, geçmişine minnet duyan ama geleceğe güvenle bakan, kanun önünde eşittir.

Günümüzde bu tür bir eğitim anlayışı, ulusal kimlik sahibi vatandaş ve lider yetiştirir.

KÜRESEL-ELİTİST LİDERLİK

Bugün hemen herkes Elon Musk’tan söz ediyor, ama bu gibi figürler politik değiller, iş insanı hüviyetindeler. Bu kimselerin liderlik ettiği yatırımlarla insanlığın yarını şekilleniyor.

Başka konular da var, “küresel elit” olarak tarif edebileceğimiz büyük sermaye sahiplerinin dünyada oyunu değiştirici hamleleri oluyor ve politikacılar onların işlerini kolaylaştırmak için çaba sarf ediyor. Örneğin daha geçenlerde Tayvan’ın en önemli mikroçip üreten şirketinin hisselerine yüklü miktarda yatırım yapan Warren Buffett gibi. Bu yatırımı ne zaman yapıyor? Dördüncü Sanayi Devrimi yaşanıyor, tedarik zincirleri içerisinde en önemli maddelerden biri mikroçipler, Çin’in mikroçip üretiminde ve ulaştırmasında aksamalar oluyor, belki yakın zamanda bu konuda ABD-Çin arasında politik sorunlar da yaşanabilecek, işte bu zamanda Buffett’tan hatırı sayılır bir hamle görüyoruz.

Benim bu konuda sizlerle paylaşabileceğim bazı isimler var, bunlara genel olarak “küresel elit” diyorum ve bu tür güçlerin liderliklerini görmezden gelenler olduğunda yapılan değerlendirmeleri eksik buluyorum. Yanlış anlaşılmasın, küresel elitler sadece ABD’de değil, her ülkeden var; Çin, Rusya, Avrupa, Hindistan, vs. Belki de ABD dışındakilerin sayıların artması isteniyordur, bunun sonuçta bir politik gidişata yol açtığı düşünülmelidir! Bu bahse değineceğim. Ama şimdi örnek isimleri vereyim: Rothschildler, William Rockefeller, Kuhn Loeb, James Stillman, Jakob Schiff, J. Pierpont Morgan, Charles Koch, George Peobody, Edward Harriman, Paul Warbung, Israel Moses sefif, Paul Warbung, Michael Hintze, Rupert Murdoch, Warren Buffett… Piyasadan gelenlere örnek, Elon Musk, Steve Ballmer, Phil Knight, Ray Dalio, Larry Page, Bill Gates, Elon Mask, Jeff Bezos, Marc Cuban, George Soros, Larry Romanoff, gibi.

Küresel gelişmelerden, stratejik meselelerden, potansiyel sorunlardan ve bir asırlık vizyondan bahsetmemizin nedeni insanlığın olduğu kadar liderliğin de nerelere doğru gittiğini açıklamaktır. Bu noktada Kissinger’ın “vasat” ve “büyük” lider tariflerine bakarak size açıklayayım.

Vasat liderler önemli olanı sıradan olandan ayırma becerisine sahip değildir, tarihin acımasız yüzü karşısında ezilmeye meyillidirler. Büyük liderlerse devlet işlerinin ebedi koşullarını sezer ve gerçekliğin birçok unsuru arasından yüksek bir geleceğe katkıda bulunanları ve teşvik edilmesi gereken unsurları seçer, idare edilmesi gereken, hatta uç durumlarda belki ancak katlanılması gereken unsurlardan ayırır.[3]

Bu açıklamalardan yapılacak bir değerlendirmede öncelikle her dönem için vasat ile büyük liderin ne olduğu anlaşılıyor, bunu işaret etmeliyiz. Örneğin küresel çapta ve siyaset üstü mertebede, kurdukları sistemi işletmeye dayalı bir anlayışa sahip elitlerin (yukarıdaki isimlerden örneğin: Rothschildler, William Rockefeller, Kuhn Loeb, James Stillman, Jakob Schiff, J. Pierpont Morgan, Charles Koch, George Peobody, Edward Harriman, Paul Warbung, Israel Moses sefif, Paul Warbung, Michael Hintze, Rupert Murdoch gibi) neler yapabileceğini hesaba katmamız gerekir. Çünkü liderler, hükümetler ve hatta ülke sınırları değişiyor, ama bu kişilerin imparatorlukları geri planda da olsa var olmaya devam ediyor, esasında bunlar gelişmeleri finanse ediyorlar. Aslında burada bir tür anlaşma veya mutabakat söz konusudur; güçlü liderler “ebedi koşullar” için vasatı zorlayarak elitlerden de (bir anlamda) kabul görürler, değilse elitlerin ebedi koşullarını hazırlayabilecek şahsiyetler siyasette ileri sürülürler ve böylelikle yaşanan her gelişmenin kendi doğasında olduğu anlaşılır. 

O halde son söylediğim konu için büyük lider kim oluyor dersiniz? Kissinger’e göre tarif edilen ortaya çıkan vaziyetle ilgilidir, hakiki oluş şekliyle değil; ancak bunu bizlerin değerlendirebilmesi gerekir. Buna göre yakın zaman diliminde en iyi küresel lider örneği Ronald Reagan’dır. Ama bakılırsa Kissinger, Soğuk Savaşı bitiren ve Globalizmin önünü açan bu ABD Başkanını örnek göstermiyor bile. Neden? Acaba ebedi koşulları hazırlama bağlamında çabası geri plandaki isimler tarafından kabul görmüş olduğu nedenle mi? Küreselcilik bağlamında İngiltere Başbakanı Demir Leydi lakaplı Margaret Thatcher, Reagan’ın en yakın işbirliği yaptığı şahsiyet olarak burada devreye giriyor ve Kissinger bu ismi liderlik derslerinde bize sunuyor. Reagan’ın Soğuk Savaşı bitirmesi sanki çok önemli değil, buna karşılık ülkesinde ekonomik kriz varken dahi Falkland savaşına cesaret eden Thatcher çok önemli! Elbette Thatcher örnek bir politikacıdır ve liderdir, bunu söylemiyorum.

Ortaya çıka tabloya bakarak tarif ediyorum, Kissinger’ın da onayladığı gibi[4], büyük liderler, birçok beceri ve başarının yanı sıra, yerleşik düzeni, alışkanlıkları taciz ederler, yeni olana dönüştürürler, toplumunu yeni olana uyumlu hale getirmek için ikna edici olurlar, seçimleri kazanacak adımları atarken gerekirse seçmenleri yeni anlayışlar bağlamına göre bölerler, ama sonuçta gerekli olan o ekonomik reformları yaparlar. Aslında bunlar günümüzde çokça gördüğümüz politik-lider türlerinden değil mi? ABD’de 2019’dan bu yana sahnelenen Cumhuriyetçi Donald Trump ve Demokrat Joe Biden arasındaki çekişmeye bakın. 

YENİ TOPLUM DÜZENİ

Neoliberal sistemin gereklerini biliyor, tartışıyoruz. Toplumdaki değişimleri de bizlere ters gelen pek çok anlayışı ve ahlaki meseleyi içinde barındırsa bile, göz göre göre yaşıyoruz. Fazlaca detaya girmeden sadece bazı hatırlatmaları buraya yazıp bırakacağım. Aslında Kissinger da şikayetçi ama pek bu konuları deşmek istemiyor gibi geldi bana, bu da onun paradoksu; hem biliyor hem geçiştiriyor. Kissinger bu konuyu meritokrasinin sallantıda olduğunu açıklıyor.[5]

İnternet altyapısı, herkesin elinde akıllı cihazlar, yapay zekâ uygulamaları, her yerde gözetleyici cihazlar… Covid-19 sürecinin “yeni normaller”i ile beraber dünyada oldukça yerleşen okula, ofise gitmeden ve sokağa çıkmadan işlerini görebildiği bir yeni yaşam biçimi. Hatta bazı kripto değerleme sistemlerinin denemelerinin yaygınlaşması. Bu gibi küresel etkilere maruz beşeriyetin yeni bir yaşam biçimine tabi tutulduğunu hemen herkes kabul ediyor. Bu değişim belirleyicileri olan büyük liderler bir yana, benim piyasadan yetişen liderler diye tarif ettiğim teknolojiyi geliştirmekte öncü olan isimleri biliyoruz. 

Son olarak sosyal medya ile insanlığın algısında nasıl büyük bir değişim yaşatıldığına hep beraber şahit oluyoruz. Artık gerçeklik tehdit altında desem yanlış olur, gerçeklik algısı değişti de ondan! 

Burada karşımıza çıkan görsel kültürdür.[6] Ne oldu o okuyarak derin derin öğrendiklerimize? Ben de bakarak öğrenmenin insanlığa büyük bir yapaylık aşıladığını düşünenlerdenim. Çünkü bakarak öğrenenlerin sorumluluk anlayışları daha farklılaşmış haldedir. Bu yeni toplum kalıbına ait gelişenlerde; daha önemsenmesi gereken değerleri umursamazlık, sanal aleme odaklanmışlık, her alanda farklılıklara bölünmenin hak kabul edilmesi, gerçeklik ötesi (post-truth) yöntemlerle bütünüyle yönlendirilebildiklerinden sürüklenmeye meyillilik söz konusudur. 

Hal böyle olunca popülizm öne çıkmaktadır. Günümüzün liderleri, siyaset kurumları ve hatta devlet idareleri bile popülizmi tercih etmektedir. Bu saydıklarım içinde sosyal medyada fotoğraf paylaşmayanı veya twit atmadan gün geçireni gösterin bana! O zaman “yeni bir takipçilik ve beğeni şekli gelişiyor ve bu bilinen değerlere göre bir yozlaşma kültürü meydana getiriyor” diyebiliriz. 

Bu gibi bir yapay dünya algısında ve popülizmin yaygınlaştığı yozlaşma ortamlarında, liderlerde olması gereken eğitim ve karakter olgusunu tekrar masaya yatırmakta yarar vardır kanaatindeyim. Ama belki de Dördüncü Sanayi Devrimi böyle olunmasını istiyordur!..

ARİSTOKRAT EĞİTİM

Bu sistemde okula başlangıçtan yüksek lisans ve üstü mertebelere kadar özel okul, özel ideolojik görüş, özel zümrenin gelişiminin öncelik aldığı gibi hiçbir ayrım olmuyor. Zira bu aristokrasinin ve elitizmin geleneğini ve insan kaynağını yetiştiriyor. Bunun sonuçları aşırılığa ve ayrıcalığa yol açıyor. Müfredatta bilimin dışındaki konulara da temas edildiği bir yapıdır, örneğin “biz ayrıcalıklıyız, bizden ol” gibi anlatımları kapsar. 

Günümüzde bu tür bir eğitim anlayışı, dünya vatandaşı ve evrensel lider yetiştirir mahiyettedir. 

Ancak ABD’deki eğitime biraz daha yakından bakacak olursak, lise seviyesinde meritokrasi eğitim esas alınırken, bazı lisans programları ve çoğu lisansüstü eğitim programları küresel anlayışı esas alır mahiyete dönüşmüştür. Örneğin bir MBA programına katılan seçilmiş bireyler eğitimini tamamladıktan sonra tam bir küresel liderlik fonksiyonunu yerine getirecek donanımda yetiştirilmektedirler. 

Bu konuya şöyle de bakabilirsiniz, tüm dünyadan zeki bireylere kapısını açan ABD, bu yöndeki beyin göçünü kullanarak, lisans üstü programları yoluyla kendi küresel hedeflerine paralele şekilde ihtiyaç duyduğu elit insan kaynağını yetiştirmektedir.

O zaman burada bir faklı durum söz konusu olmaktadır: Çoğu ülkede ulusal ve meritokrasi esaslı programlar uygulanırken, bunların üstündeki çatıyı oluşturmak isteyen ABD, elitist eğitim süreçlerini kendi elinde tutmak arzusundadır. Kissinger ise bu gibi ayrıntılara cevap verir türden açıklamaları ve örnekleri vermiyor.

Elon Musk ve Steve Jobs gibi isimlerin ilginçtir. Bu isimleri mevcut okullar tatmin etmemiş görünüyor. Onlar daha farklı ve kişisel yol izlemişlerdir.

BUGÜNDEN GELECEK ASRA

Liderlik bahsinin ötesinde başka konular olabilir mi? Kaotik bir durumda, ileriye bakarak tartıştığımızda, birçok bilinmezliğe mevcut liderlerle ve politik anlayışla ama birlikte yürüyeceğimiz. Çünkü küreselleşmenin ve teknolojideki ilerlemenin geldiği seviye insanlığa George Orwell’in 1984 yapıtında, “Gerçek vardı ve gerçek değildi ve tüm dünyaya karşı bile gerçeğe sarılırsan, deli değildin!” şeklinde çarpıcı biçimde tarif ettiği farklılığı hatırlatıyor. 

Öyleyse şimdi sözünü ettiğim üç başat aktörün durumunu gözden geçirelim. ABD ipleri başka güçlere bırakır mı? ABD’ye liderlik edeceklerin ne tür özelliklere sahip olması aranır? Joe Biden gibi politik-liderlerin ABD’nin hegemonik mücadelesini yönetmesini nasıl değerlendirebiliriz? 

Çin, ABD’yi zorlamaya daha ne kadar devam edebilir? Çin Komünist Partisi Genel Sekreteri Xi Jinping dünyaya sinsice yayılan nüfusuyla ve nüfuzuyla tehlikeli bir stratejik çıkışı mı sahneliyor? 

Süren bu savaşın sonunda Ukrayna düzlüklerini NATO’ya terk etmek durumunda kalırsa, Kuzey Buz Denizi’nin Batı kapısı konumundaki İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya dahil olmasını da hesaba katarsak, Rusya’nın sınırları kendi stratejik hesaplarına yetmeyecektir, bu önemli bir sorun! Çariçe Katerina şöyle diyordu: “Sınırlarımı savunmak için onları genişletmekten başka çarem yok!” Çar Petro’nun hedefi ise sıcak denizlere (Akdeniz, Hint Okyanusu…) inmekti. Yakın dönemdeki beyanlarına bakılırsa, Çarlık döneminden beri bilinen bu temel Rus stratejisini tekrarlayan Putin gibi liderler var olmaya devam ederse, Moskova’nın gözü sınırlarını dışarılara taşımak olduğuna göre, tam tersine ABD ve ortaklarının Moskova’ya 300 mil mesafeye kadar yaklaşmaları söz konusuyken, ne gibi bir sorun yaratır?

Bu tür soruları çoğaltmanız mümkündür. Ancak sonuçta neyle karşı karşıya kalındığının anlaşılması bağlamında öngörüleriniz olmalı ki, eğer burada liderlik bahsinden söz ediyorsak, bu zaruridir. 

Bugün Ukrayna’daki savaş ile ABD ve ortakları tarafından Rusya yıpratılıyor ve bu baskı bir süre daha devam edecek görünüyor. Bu arada kendini zorda hisseden Putin’in nükleer seçeneğe başvurup vurmayacağı kararı hem kendine hem de etrafındakilere bağlı bir konudur. Putin ve elitler bundan sonrası için Rusya’nın tarihe nasıl geçmesini istiyorlarsa, buna karar vereceklerdir. Bu değişim sürecinde, büyük bir girdap içinde ve sorunların bütünü kaotik halde, işin zorluğu da bu noktadadır. Liderlik edeceklerin kararını buna göre göz önünde tutmak gerekir.

Nükleer Caydırıcılık başka bir konudur, ama bu korkunç seçeneği kabul edip düğmeye basmak çok başkadır. Şunu hatırlatayım: RAND Corperation bir raporunda[7] ABD yetkililerine, “Eğer bir III. Dünya Savaşı olursa bu riske girmeyin,” diyor. O zaman “nükleer caydırıcılık” başlı başına politik bir blöften ibaret midir? Böyle bile olsa bunun zorlayıcı bir yanı var ve insanlık açısından kıyametvari kaosu yaratan ve somut sonuçları olan en önemli fenomendir.

ABD bilinen manada batmaz, dağılmaz… Ya ne olur? Değişir. Şu an meydana getirdiği kaotik stratejinin hedefi de dünyayı kendiyle beraber dönüştürmektir. Bu öyle bir girdap ki, doğal ve yapay şartları beraberinde geliştiriyor, politikacıların kararlarını kendilerinin verdiklerini zannettikleri çoğu konuyu aslında bu girdap belirliyor. Bu noktada Orwell’in sözünü hatırlayın! Pratikteki örnek olarak da Ukrayna’daki savaşın başlamadan önceki Avrupa liderlerinin verdikleri kararlara bakın. ABD’nin bizlere küresel bir dönüşümü yaşatarak gelişen şartları “yeni normaller” ve peşinden “normalleşme” süreçleri olarak ileri sürdüğünü düşünmemiz gerekmektedir. Bu kapsamlı bir konudur, her yönüyle bakın, ekonomiden günlük yaşamımıza…

Geriye Çin kalıyor; sanki kapalı kutu gibi. Eğer Çin bu değişim içerisinde “paylaşmacı” olmayı tercih ederse, ABD açısından bir sorun görünmüyor. İşte burada ileri çıkan kavramlar “Paydaş Kapitalizmi” ve “Yeni Küresel Elitizm” olmaktadır. Konu Çin’i de kapsamaktadır, ama aslında tüm insanlığın “yeni dünya”sı formatındaki büyük hedef niteliğindedir.

Kent kavramına olan büyük vurguyu ilk Ronald Reagan’dan öğrendim. Daha sonra başka kaynaklardan takip ettim. Küresel düşünceleri yerli yerine koyarken küçük bir ayrıntı var, kentler bahsinden kasıt küresel mega-kentlerin merkezleridir. Kent konusunu Henry Kissinger da atlamamış, Dünya Düzeni isimli kitabında hatırlatıyor. O zaman Kissinger’in bilmediği yok; küresel elitleri de biliyor, gelecekte inşa edilecek yeni dünya kurgusunu da; ama bugün için sadece politik-liderlere dem vurarak bu merhalenin hasarsız atlanmasından yana görünüyor.

Reagan 1989’da görevden ayrılırken gerçekleştirdiği veda konuşmasında Amerika’ya yeni bir vizyon veriyor: “Tüm siyasi yaşamım boyunca parlayan bir kentten söz ettim, ama bunu söylerken ne kastettiğimi yeterince aktarabildim mi, bilmiyorum. Ama benim aklımdaki, okyanuslardan daha güçlü kayaların üzerine kurulmuş, sert rüzgarların estiği, Tanrı’nın kutsadığı ve uyum ve barış içinde yaşayan hür türden insanla dolu azametli bir kent. Ticaret ve yaratıcılık ile uğuldayan serbest limanları olan bir kent; eğer surları olması gerekecekse, kapıları olan surlara sahip ve oradan içeri girme iradesi ve yüreği olan herkese açık bir kent. Onu böyle hayal ettim ve hâlâ da böyle hayal ediyorum.[8]

Eski ABD Başkanlarından Reagan’ın liderliğindeki süreçte Soğuk Savaşın hızlıca nasıl sonlandığını tekrar hatırlatırım. Aslında Berlin Duvarı yıkılınca da dünya bir dönüşüm yaşadı, öyle değil mi? Şimdi de aynını ama şartları bugünün konularına bağlayarak ifade ediyorum, ABD dönüşür ve dönüştürür! Peki bu kent konusu nedir, biraz daha değineyim. Bu tek bir kent değildir; ABD, Çin, Avrupa, Rusya, Hindistan veya diğer kıtalardaki önemli ülkeler için “küresel mega-kentler ağı” şeklinde düşünürseniz, bunun yönetiminin ise Paydaş Kapitalizm ve Yeni Küresel Elitizm olduğunu tespit ederseniz, Reagan’ın kastettiği “tanrısal” hayalin ne olduğunu anlamış olursunuz. O halde beklemeyin, ABD yıkılmaz, değiştirir, bir bakarsınız içinde yeni her şey var ve bu yeni bir dünya düzeni…

Stratejik bakışı örneğin 100 yıla ait açıklarsanız, örneğin yıl 2123 derseniz, mevcut gelişme sağanağında ve bu hızla daha neler olabilir diye sorarsanız, ben de size şimdi bildiklerinizi unutun derim. Üstelik Kissinger’ın liderlik dediği bugünün sorunlarını çabuk ve hasarsız geçebilmemiz için bir yol göstermeden ibarettir. İlerilere bakın, şimdiki ülkelerin sınırları (az çok benzer biçimde) kalabilir, ormanlar, madenler, çiftlikler, bunların yerel idarecileri; ama yapacağınız stratejik tarifinize bu Dijital Çağ’ın etkisiyle oluşan anlayışların ve sonuçların yaşamı etkileyen tüm ögelerini görmezden gelmeyin. Eğer böyleyse buna liderlik edenler kimler? İşte sizi bu noktaya getirmemin nedeni budur; Kissinger’ın tarif ettiği liderler arasında bu tür yeni liderler, dönüşümü belirleyen ve hızlandıran liderler yok, ama o biliyor. 

SONUÇLAR

Orta ve üst sınıfların olgunlaşmadığı toplumlarda demokrasi, liyakat ve meritokrasi gelişmiyor. Aristokrasinin kalıntılarına duyulan bağlılık ve geçmişe özlemle beslenmiş tutuculuk kendi içinde bir çıkmaz oluşturuyor. Böyle liderlik ortamlarında örneğin nepotizm, popülizm ve kleptokrasi gibi istenmeyen gelişmeler yaygınlaşıyor, toplumlara öncülük etmek adına yukarılarda asla olmaması gereken şahsiyetlerin çarpık ve hızla yükselişleri görülebiliyor. Böylesi “gelişemeyen” ortamlardaki kısır döngünün neticesinde elbette orta sınıf güçlenemiyor, sosyal adalet yara alıyor, demokrasi anlayışı güdük kalıyor, yükselmesi beklenen yeni üst sınıf yeşerecek habitatı bir türlü bulamıyor, bazı noktalarda bilinçlice engelleniyor. 

Eğer bir ülkede orta sınıf yeterince güçlenmedi ise siyasette de güçlü kurumlar inşa edilemiyor. Sendikalar, partiler, vs. Böyle ortamlardaki meselelerin sosyo-ekonomik ve sosyo-politik açılımları oluyor.

Küresel Elitizm kendi demografisini, yaşam kalıplarını ve lider motiflerini şimdiden önümüze getiriyor ve bunu “yeni normaller” şeklinde algılanmasını istiyor. O zaman dünya liderlik anlayışıyla şimdiden kendi “direnişçiler”ini hazırlıyor ki tarihte bu hep böyle olmuştur; dönüştürenler ile direnişçiler aynı zamanda var olurlar.

Güncel meseleler açısından ifade edersek, önümüze büyük sorunlar olarak konan, savaş, politika, uluslararası çatışmalar esasında bir dönüşümün de planlı yürütüldüğünün işaretleridir. Çin ve Rusya ile ABD ve ortaklarının yaşadıklarını görünce neler aklınıza geliyor? Meselelere, “Bu stratejik sorunları çözmeye veya daha da karıştırmaya kimler öncülük ediyor?” sorusu ile bakanlarınız vardır diye düşünüyorum. Bu noktadan gelin, Türkiye’de bu yıl içinde bir seçim olacak, “hangi lider kazanırsa Türkiye daha da gelişir” diyeniniz mutlaka vardır, ama aynı konuya bir de başka düşünceyle yaklaşarak “dünyayı şu türden olan çetelere bırakmam”anlayışından hareketle ideolojik yaklaşanları da görmekteyiz. 

O halde sonuçta size, bütün akıllar olması gerektiği gibi karışık, diyebilirim. Geleceği net mi görmek istiyorsunuz, kendiniz lider olun!

NOT: Fikri mülkiyet hakları gereği bu bilgileri referans vererek kullanabilirsiniz.

Gürsel Tokmakoğlu


[1] Henry Kissinger, Liderlik: Dünya Stratejisiyle İlgili Altı Ders, Çev. Ebru Kılıç, Runik Kitap, İstanbul, 2022.

[2] A.g.e: s. 516

[3] A.g.e: s. 518

[4] A.g.e: s. 519

[5] A.g.e: s. 520

[6] A.g.e: s. 522

[7] RAND, Jacob L. Heim, Benjamin M. Miller, Measuring Power, Power Cycles, and the Risk of Great-Power War in the 21st Century, 2020.

[8] Henry Kissinger, Dünya Düzeni, Çev. Sinem Sultan Gül, Boyner Yayınları, Mayıs 2016, İstanbul, s. 339.

Politika 'ın son yazıları

80 views

Yerelde Yapısalcılık

Bir olaya bakış yöntemimde felsefe ve tarih olmaz ise ben bunu oldukça eksik görürüm. Hemen herkesin siyaset, seçim, belediye, vs. konuştuğu noktada ben, bu işte temel felsefe ve asıl stratejik açıklama nerede diye arıyorum. Dolayısıyla felsefi yaklaşım ve stratejik bakış tarzı siyaset üstüdür. Benim açıklamalarım bu noktada değerlidir; mevcut yapılanlar gibi değil, başka türlü tartışmaları kapsamaktadır. Açıkça yazayım: Kim kazanacak, iktidar veya muhalefet ne yapacak, türü ifadelerle değil; imar neye göre olmalı, altyapı ve üstyapı nasıl planlanmalı, ülke ekonomisine uyumluluk ne şekilde sağlanmalı, kanunlar ne içerikte olmalı, gibi piramidin üstündeki meseleler önemlidir.
126 views

Emperyalizm

Bugünün anlayışı, küresel imkanlar içinde sahip olunan alanları artırmak ve güçlenmek, değer üretimi rekabetinde gerilerde kalmamak fikri üzerinedir. Ruslar gibi sürekli “kahrolsun emperyalizm” diyeceğinize, “ben hangi değeri üretebiliyorum, hangi büyük pazarda kaça satıyorum,” diye bakın isterim. Bugün ülkeler bazında ABD, İngiltere, Çin, Japonya, Güney Kore, birlik bazında Avrupa Birliği, küresel şirketler bazında sürekli sayısı artan ve yenilik üretenler, esasen bunlar değerleri zorluyorlar ve muhatap alınıyorlar. Daha fazla muhatap alınabilmek için yapılması gerekenler belli! Olan şu: Muhatap alınanların ve değer üreticilerinin daha fazla yayılması fikri!..
137 views

Doku Bozumu

Bu makale Ortadoğu'da kangren olan meseleleri stratejik düzlemde incelemektedir. Mevcut dokuyu bozan yapay düşünceler ile gerçekte olanlar arasındaki farkı bütün çıplaklığıyla dile getirmektedir. Halen bölgede savaş, çatışma, suç, terör, işgal, soykırım, gibi pek çok olumsuzluk yaşanmaktadır. Uluslararası sistem bu olup bitene çare bulamamaktadır. Suriye, Irak, Lübnan, Yemen, Libya, gibi ülkelerin halkları harap ve bitap düşmüş durumdadırlar.
193 views

Devlet-dışı Aktörler

Burada gayet karmaşık, iç içe geçen ve masum insanların istismarına dönük olayları ihtiva eden, bütün gayrimeşru faaliyetleri, politikaları, planları ve operasyonları, terörizmden tutunuz, vekalet savaşlarına, buradan iç savaşlara, gri bölge operasyonlarına, meşru görünse de esasen çıkara hizmet edenlere, meşru siyaset yapmak ve bunu geliştirmek varken, siyaset alanını anti-demokratik yöntemlerle daraltanlara kadar, birçok durumu kısaca da olsa açıklama imkânımız oldu. Meşruluk ile gayrimeşruluk arasındaki perdeyi görmek veya belirlemek çok çok önemlidir. Ben de sizler de hep birlikte bu dünyada birer aktörüz, tıpkı devletler, hükümetler, liderler, şirketler, gibi. Politika, insana has bir yetenek, işlev ve özelliktir. Meşruiyet dahilinde kalabilmek çok önemlidir. İnsanlar, istikrar, barış ve esenlik içinde yaşamayı, gelişmeyi, evlatlarını refah ve güven içinde yetiştirmeyi istemektedir.
127 views

ABD ile Yeni Bir Sayfa mı?

Geleceğe bakıyoruz, öyle değil mi? Mesela NATO’nun genişlemesi yönüyle İsveç’e onay verildi, bunun karşısında F-16 modernizasyonu gerçekleşecek. Hatta şimdiden aradaki başka tıkanıklıkların giderilmesi açısından olumlu açıklamalar yapılıyor, kamuoylarına bilgiler veriliyor, bunların bir anlamı olmalı.
DÖNBAŞA

Okumadan Geçme