Çatışma konusunu farklı bir yaklaşımla ele alalım. Geniş bir pencereden bakmaya çalışalım. Ütopya üzerinde duracağım ve sonra terör ve siber savaş konusunu işleyeceğim. Gidilen yolda nelerin olduğu ve nerelere ulaşılabileceğini ütopya üzerinden açıklayacağım.
Ütopya
Bir düşünce gerçekleştirilemediği sürece ütopyadır. Eğer Marks’ın düşüncesini Lenin gerçekleştiremese idi komünizm bir ütopya olarak kalmaya devam edecekti, değil mi? Marks kapitalizm içinde öyle eleştiriler yapmıştır ki, bunu en büyük kapitalistler ve liberaller yapamamıştı. Bu süreçte kapitalizmin hesap edilemez özelliği bütün çıplaklığıyla ortaya serilmişti.
Kapitalizm kendi içindeki ütopyayı ise nasıl meydana getirdi? Yeni ütopya, “küresel kapitalist mega kent devletleri” projesiymiş gibi görülüyor. Bu ütopyayı gerçekleştirmeye gayret eden sistemin en başındakiler; teknolojiye ve finans sistemlerine hakim küresel ekonomik güçlerin yanı sıra, politik alana hakim olanlardır.
Bu sistem her tür yapıya küresel bir kapsamla bakmaktadır. Direnç noktalarını için için ele geçirerek ilerleme kaydeder. Değişik coğrafyalarda yaşayan çoğu insan, “yeni kölecilik” olarak da ifade edilen bu yapının hassasiyetlerini fark edemeden kendisini sistem içinde bulabilir. Bilse de bilmese de çaba kendine ait olur, alışılagelmiş bir baskı ve zorlama görülemeyebilir.
Peki, yöntem nasıl işler? Yeni ütopyanın politikası baskıyı hissettirmeden yönetmeyi öngörür. Her şey doğalmış ve kaçınılmazmış gibi, büyük bir hızda ve güçle gerçekleştirilir. Bir girdap gibidir; içine giren çıkamaz, içine girenlerin etkisiyle sistem büyüdükçe büyür.
Ütopyayı gerçekleştirme iradesine sahip olanlar ikiye ayrılır: İlki maceracı devrimciler, ikincisi ise sistemli reformistlerdir. Maceracıların ütopyası uygulamada bir takım belirsizliklere maruz kalır ve gerçekleşemeyebilir. Bu haliyle ütopya maceracılar sayesinde ayakta kalmaya devam edecektir.
Sistemli reformistler ise politik, ekonomik, bilimsel, teknolojik ve kültürel sistemleri düzenlemekle işe başlar. Fakat öyle bir zamanda bir değişim gerçekleştirilir ki, basit veya masum gibi düşünülen ve herkesçe kabul edilebilecek türden bir adım alanında tüm bilinenleri kısa zamanda tersyüz edebilir. Tarihte buna dair birçok örnek vardır. Ana amaç, ütopik olma özelliğinden dolayı korunur ve gözetilir. Bu ütopyanın uzun soluklu da olsa yerini başka bir ütopyaya terk etmesi için sahibine daha büyük güvence vermesi söz konusudur.
İnanç temelli ütopyalar içinde örneğin Hıristiyan-Püritenlik ve Yahudilik önde gelenlerdendir. Bu ütopyaların ortak amaçları; dünyayı ele geçirmek ve “Tanrının krallığını” yönetmektir. Bu tip konulara “nasıl yani?” diye karşı koymak zaten beklenen bir şeydir. Eğer fırından aldığınız ekmeğin mayasının ve buğday tohumunun küresel çapta bir-iki el ile kontrol edildiğini düşünürseniz, nasıl olabileceği konusunda kendinizi daha rahat ikna edebilirsiniz. “Büyük” filmleri kimlerin çevirdiğine, yatırımları kimlerin yaptığına, medyanın kimler elinde olduğuna, teknolojiyi kimlerin geliştirdiğine, buluşların arkasındakilerin kimler olduğuna bakın, ne göreceksiniz?
Ama günlük yaşamda buralarda gezinmek bir paranoya sebebidir. Onun için görmezden gelinir ve herkes kendi işine bakar. Sistem böyle işler. Yoksa o ekmekten de olmak mümkündür bu hayatta! Her şey öyle bir düzenlenir ki, yüce ve erdemli sözleri acaba ben mi yanlış biliyorum diye kendinizle çelişirsiniz. İşte size doğallık, basitlik, masumiyet ve sükûnet…
Tıpkı Babil’deki veya Antik Yunan’daki gibi, kökü sapkın dinsel temalarla yüklü düşünceler kendi mitlerini üretmişlerdir, köklüdür, kendilerini vahye bağlarlar, sabırlıdırlar, nesilden nesile devredilirler… Belirtilen bu tür bir ütopyaya kapitalizm de olsa, liberalizm de olsa, komünizm de olsa veya karışık hali de olsa ulaşılabilir görülmektedir. Jakoben, Bolşevik veya misyoner; seküler veya tutucu olup olmadığına bakılmaz. Bu ütopyaya hizmet edenlerin inancına, diline, milliyetine, rengine, kültürel yapılarına bakılmaz. Ütopya daima büyütülen bir çekim alanı haline dönüştürülür, ayrılıklar eritilir, bir menfaat birlikteliğiyle network genişletilir.
Fransız Devrimi’nin jakobenlerini düşünelim. Her şey bir ütopya mıydı? Birincisi Jakobenler tutucudur, ikincisi teröre başvurmuşlardır. Terörü tarif ederken kullandıkları söylem ilginçtir: “Acımak ihanettir… İnsanlık şiddet yoluyla arındırılacaktır!” Halen dünyada bu Jakobenlerin müritleri kimlerdir dersiniz? Devrim söylemi gücünü nereden alır? Bir “kopuş” anlamı taşıyan modernizmin içinde koşturanların ütopyası nedir? Seküler yaşam tarzı modern dinlerin politik genişlemesine nasıl etki etmiştir? Modern yaşamın Hıristiyanlığın apokaliptik anlatımından bir farkı var mıdır? Bunlar belki de cevaplanamayacak kadar büyük sorulardır; o halde ütopyanın girdabı oldukça büyümüş ve ilerleme kendi mecrasında devam ediyor demektir.
Terör ve Siber Savaş
Dünya politik sistemine Lenin, inandığı rejimi gerçekleştirmek için terörün hoş görülebileceği mantığını yerleştirmişti. Daha sonra dünyanın çeşitli yerlerinde devrimci (öyle deniyor) hareketler bu tür bir yöntemin yerel versiyonuyla uygulandı veya teşebbüsünde bulunuldu.
Soğuk Savaş döneminde gizli-açık olarak her iki pakt terör yöntemini kullandı. Özellikle SSCB ve Amerika için terör konuşulacak bir konu halinde masanın üzerinde tutuldu. Soğuk Savaş zamanında dünya tam bir casusluk alanı haline getirilmişti. Bazı uygulamalar çok özel, bazıları ise neredeyse “boş ver” denecek türden, çok basitti. Eğer korku, şiddet ve baskı bir terör ise dünya uzunca bir süre kitlesel imha silahlarıyla sindirildi. Bilinçli insanlar kayıtsız kalmadı ama denileni de yaptı.
Terör, özellikle Carter’ın “Yeşil Kuşak” uygulamasına bağlı şekilde, Radikal Dini Örgütlerce benimsendi. Bu yöntem asimetrik bir çatışma şeklinin avantaj-dezavantajlarını dünya sahnesine medya desteğini de alarak tanıttı. Devamında 11 Eylül ve Afganistan Savaşı…
Soğuk Savaş’tan sonra Amerika tek kutuplu bir dünyayı yer kürenin geri kalanıyla birlikte tartıştı. Bir ara terör yöntem olarak baş düşman gösterilmek durumundaydı. Hem yönelimler hem de silahlanma modeli bunu işaret etmekteydi.
Daha sonra Amerika istihbarat alanında “siber ve insan istihbaratı” türlerini geliştirdi. Buna dayanarak yeni bir strateji otaya koydu: “Yumuşak Güç.” Bilinen kanlı türdeki terörü dünya genelinde asiler gerçekleştirirken, diğerleri sinsi yollara müracaat eder olmuşlardı. Bunun elbette eğitimi ve rehberliği söz konusuydu. Çünkü kullanılan siber savaştaki silahlar öldürmese de sersemletiyordu.
Bugün başta Amerika’nın ve İngiltere’nin savunma bakanlıkları ve gizli örgütleri haricindeki en fazla çalışanının olduğu yoğun güvenlik karargah ve harekat merkezleri bu konuya yoğunlaşmışlardır. Acaba binlerce insan 7/24 çalışıyorsa bu merkezlerde ne yaparlar, devlet bunlara neden maaş öder? Öyleyse şöyle düşünebiliriz; siber savaşın olduğu mekan yerküre, yönetildiği yer ise bu teknolojiyi kullanabilenlerin merkezleri…
Tarihteki uygulamalara bakıldığında terörün amacının ilk bakışta anlaşılamayabileceğini söyleyebiliriz. Terör daha çok yeni bir rejimi yerleştirmeyi hedefler. Ama hangi rejimi? Aslı mı konuşursunuz, önde gösterilenleri mi? Görülmesi gereken asıl olandır, değil mi?
Ütopyacılar uzun soluklu ve kararlı bir çabanın içindedirler. Söylemler erdemli ve doğal gibidir, giderek isteklerin dozu artırılır. Eğer bu bir politik oluşumsa sert-yumuşak (kanlı-kansız) her türlü çatışma alanlarını kullanır. Ne devrimci ne statüko, ne terörist ne güvenlik, ne sistem ne sistem-karşıtı olmak çaredir; zaten olması gereken olur, gider. Aradaki direnç noktasında, cephede kaybolanlar vardır, heba edilenler… Kim kazanır?
Gayrimeşrular meşrulaştırılır, bir gayri meşru ile başka bir adım daha atılır; sürekli ütopyanın girdabında hareket edilir. Gerekirse çatışma, gerekirse karalama, gerekirse sonuna kadar kullanma söz konusudur.
Temelde, istenmeyen ve yerine yenisinin getirilmesinin düşünüldüğü yapı statükocu bir sistem olarak tanımlanır. Statüko karşısındaki devrimci yapı ise tarifi gereği sistem karşıtıdır. Karşıt olanlar, mevcut sistemin tüm açıklarından yararlanır ve her bir konuyu istismar ederek yolunda ilerler. Her alanda faaliyet gösterir ki başarma şansını yüksek tutmak ister. İşte bu noktada başkalarıyla menfaat çakışması ve açık-gizli ittifaklar yapılması söz konusu olabilir.
Sistemlerin çatışması için kullanılan yöntemlerde ana unsur elbette insan, teçhizat ise daha çok yapay alemdir. Son çeyrek asırda sosyal medya düzeneklerinin bir başka merhaleye geçmesinden de istifadeyle, yapaylık sanallığa boyalı şekilde ortaya çıkmış görülmektedir. Aldatma, yanıltma, psikolojik, ajitasyon, her türlü yöntemle sistem açıklarından yararlanılarak bir karşı saldırı hareketi yapılabilir haldedir.
Kimin ne tarafta olduğu, kime hizmet ettiği, neye mal olacağı pek bilinir şeyler değildir. Nihai kazanımın nereye varacağı sadece ana planlayıcı karargahın elinde olan küresel bir yöntemle insanlar sürekli çatışma içine sokulurlar. Tek bir kontrol erki vardır; bunun dışındakiler değişik saflarda yer alan sistem ve karşıtları halindeki topluluklar ve kesimlerdir. Kendi istekleriyle, kendilerine ait olan değerlerle çatıştıkları için ne bundan hoşnutturlar, ne de vazgeçebilirler.
Küresel siber çatışma alanını kontrol edebilmek çok komplekstir; üst seviye teknoloji ve onu kullanabilecek elemanlarla söz konusudur. Evvela teknolojiye ve yatırım yapacak güce sahip olmak gerektiği ortadadır. Ancak öyle bir aldatıcı yönü vardır ki, temelde insan unsuru ön planda olduğundan, herkesin elindeki dijital gereçler bireylerde büyük bir kolaylıkmış gibi izlenimle aldanmışlık duygusu yaratır. Çünkü kontrol edenin mutlaka bir üst kontrol edeni vardır.
Kontrolsüz bir küresel savaşı kim başlatmak isteyebilir ki? Bu konuda büyük yatırımı ve kapasitesi olanlar mı? Hatırlarsınız, “kapasite” sözcüğü nükleer ve konvansiyonel sözcükleriyle birlikte bir vakit çok kullanılırdı. Bu da benzer yaklaşımla düşünülmelidir.
Bu çatışma türü enformasyonu ve dezenformasyonu ayırt etmeksizin kullanır. Hakim kontrol yapısı bu iki farklı alanın hassasiyetlerini tek bilendir. Çoğunluk kullanıcı yanıldığını bile bilemeden sistemin hizmetkarı olur. İşin büyüklüğü de buradadır. Çaresizlik yaratan kısmı burasıdır. Söylemler, savunular, ortalıkta konuşulanlar işi bayağılaştırır, o kadar!..
Gidilen Yol
Gidilen yolda ne olur? Bu konuda gerçekçi olmak şarttır. Ütopyaya yatırım yapan ve gayret sarf edenler, bu konuda yol kat edenler, tecrübelerini ve çekim alanlarını güçlendirenler her şeylerinden vaz mı geçecekler? Hayır, vaz geçmezler. Eğer yaptıkları tanımlar yanlışsa ütopyaları yaşamaya devam eder. Ütopya adına ne değişir ki? Bu zaten onların içindeki inanç gibidir.
Ancak dünya ve başat özne olan insanlık bu çekim alanında savrulur ve bitkin düşer. Ütopya sapmaktır, sapılan yolda ilerlemek ve merkezden uzaklaşmaktır, kopmaktır, sürekli yenilikle aldanmaktır, avunmaktır, zannetmektir ve eklenenleri çekerek götürmektir. Bu sebeple insanların asıl doğrularını gerçekleştirip yaşamaları mümkün olmayacaktır.
Sadece bir örneklik teşkil etmesi bakımından somut olarak söylersek, 2050’lerden sonrasının yaşam şekli, üzerinde durduğum “küresel kapitalist mega kent devletler sistemi” ile belirginleşmektedir. Bu yapının yaygınlaşması ve sistemleşmesi sürecinde önemli adımların atıldığını söyleyebiliriz. Gidişata bakılırsa, sistemli reformistlerin bu ütopyaları “gerçekleşeceğe” benziyor. Ama diğer konu olan örneğin mitolojiyle süslenerek anlatılan sapkın kainat senaryolarının gerçekleşmesi bir ütopya ise; buna dair, değil bir tasavvur yapmak, düşünceyi akıldan bile geçirmek Sahih İslam için yanlış olur. Çünkü bu insanın işi değildir. İnsanın sorumluluğu ve ölçüleri bellidir.
Adından açıkça bahsetmek istemesek de; politikanın, ütopyanın, çatışmanın, devrimin, karşı devrimin ve terörün içinde din bir şekilde vardır. Olanlar ya dinle ilgilidir, ya da dine karşıdır.
Böyle bir dünyada benim dindaşlarım ne yapıyorlar dersiniz? Görünenler şunlar: Kendi aralarında çatışanlar var, ne olup gittiğiyle ilgilenmeyenler var, sistemin içinde bilerek-bilmeyerek yer alanlar var, sisteme meydan okuyanlar var, bu amaçla kullanılanlar var; yani her türüyle ilgili bir doğal tavır var. Bazı dindaşlarımın sistem içinde sistem türü anlatımlarını hayretle izliyorum. Aslında ayakları yere basmayan, ama heyecanla anlattıkları yeni bir dünya kurma düşünmeleri dinliyorum. Bütün bunlar başka bir ütopya olarak karşıma çıkıyor. Ne diyeyim, kolay gelsin! Ve hiç değilse bu tür ütopyaların başka bir çatışma alanı inşa etmemesini diliyorum. Ancak söyleyebildiğim bu!