varilan-nokta
Varılan Nokta!

Varılan Nokta!

28 Aralık 2015
Okuyucu

PKK meselesinde varılan nokta nedir? Türkiye hangi süreçlerden geçti? Kürtçü politika sergileyenler neler yaptılar? Sorular çok… Bugün aslında başka bir konuyu konuşmaya başlamadık. Bugün bilinen bir konuda “normal dışı bir ivmelenme mi, yoksa olağan mı?” diye kararsızlık yaşadık. Biraz düşündük ki, olagelenler pek sürpriz değil! Çünkü çok önceleri sayısız tekrar edilen bu konu sanki toplumca kanıksandı, öyle değil mi?

Demokratik Toplum Kongresi’nde (DTK) söylenenlere bakınız: Şimdilik birkaç ili kapsayan alanda özerklik, ilerideki bir zamanda Kürdistan… Hatip Dicle sokak çatışmalarını “haklı ve meşru mücadele” olarak belirtti ve desteklediklerini ilan etti. DTK’da HDP eş-başkanı Selahattin Demirtaş ise “Korkunun ecele faydası yok!” şeklinde bir ikazda bulundu ve esasında öteden beri dillendirdikleri “öz-yönetim” modelini açıkladı. Bugün bu beyanlar belirgin ve bir ileri aşamanın göstergesidir. Sözü edilen özerk yönetimde öz-güvenlik güçleri, öz-eğitim, öz-yerel yönetim, öz-yargı ve adalet var. Plan kabaca şöyle: “Bağımsız Kürdistan” şeklinde işaret edilen alan, sadece Türkiye’de olmayacak, söylenenlere göre kantonlar, eyaletler, federasyon derken Irak, Suriye, Türkiye içerikli (belki daha sonra İran da dahil şekilde) bir Kürdistan olacak. Peki, bütün bu gelişmelerin meydana geleceği bilinmiyor muydu?

Bugün birkaç ildeki çatışmaya bakılırsa PKK ne dağda ne de Kandil’de, şehirlerdedir. “Buralara nasıl geldiler?” diye sormak artık çok yavan kalacaktır. Çatışmaların olduğu sokaklarda halk evlerini terk etti, eğitim ve ticaret durdu. Asker ve polis canları pahasına karşı koyuyor. Tam bu noktada Kürt hareketinin sivil bloğu DTK açıklamaları ile damgayı vurdu. Mesaj şu: Artık tartışılacak bir konu kalmadı, durum net, süreç planlandığı yolda ilerliyor!.. Şimdi bir yandan durumun muhasebesi yapılacak, kimler ne dedi, ne söyleyip ne yaptı, başaranlar, yenilenler, kandırılanlar, aklını kullananlar, diğer yandan Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği belirginleştirilecek.

Türkiye için konu bundan böyle bir “terör” olayı mıdır, yoksa başka bir tanım yapılacak mı? Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın bu kapsamda bir yorum yaptı: “Fantezi!” Sırbistan seyahati öncesi Başbakan Ahmet Davutoğlu yorgun ve sinirli göründü. Elbette Devlet kendi reflekslerine göre elindeki imkanlarıyla gerekeni yapacak! Cumhurbaşkanı ile ne görüştüklerini sorduklarında Davutoğlu, “Türkiye’de her gün gelişmeler oluyor, onları görüşüyoruz… İstişareler devam ediyor,” diyor. Acaba yaşananlar salt bir gelişme midir? Vurgu şu: Yeni, özgürlükçü, çağdaş, önyargısız, herkesin üzerinde yemin edebileceği bir anayasa. Başbakan HDP ile görüşmeyeceklerini bildiriyor, bu şartlarda onları muhatap almam, anayasayı tartışırım ama Türkiye’nin bölünmesini asla konuşmam, diyor. Biz bugün neden “… bölünmeyi konuşmam!” diye bir cümle kurar olduk? Bu konu kendiliğinden mi bu noktaya geldi veya her türlü “doğru” adım atıldı da başkaları daha güçlü adımlar mı attılar?

Hatırlayalım… TSK yıllarca PKK’ya karşı mücadele etti, “Bir terör örgütüyle ancak anlayacağı dilden konuşulur,” dedi. Mücadele sonucunda, “PKK marjinal seviyeye çekildi.” Acaba o vakit milletine bu açıklamayı yapan Devlet yanlış mı konuştu? Zaman ilerledi, ortaya kendilerini “stratejist” olarak takdim eden ve sürekli, “Devlet yanlış yaptı,” diyen yeni yüzler çıktı. Basında kendilerine hemen her akşam birkaç kez yer verildi. “Devlette devamlılık!” ilkesi, “Devlet de hata yapabilir,” şeklindeki açıklamalarla bir kesinti olduğu biçimde tartışıldı. “Asker iktidar mücadelesine de karışıyor,” diye vesayet eleştirileri yapıldı. Yüzlerce asker ordudan uzaklaştırıldı, sonradan “pardon” dense de hepse atıldı, mağdur edildi. “Soğuk Savaş döneminin yapıları… Gladyo…” dendi ve Özel Kuvvetler ile bir süre ciddi şekilde uğraşıldı. HDP’den önceki Demokratik Toplum Partisi (DTP) temsilcileri Irak sınırında ellerinde çiçeklerle PKK’lıları karşıladı, Diyarbakır’da şölen gibi karşılamalar yapıldı. Bunlar hiç de boşuna yapılan gösteriler değildi. Aşağıdaki resimde otobüsün üstündeki yazılana bakın.

490-254

MHP, “Kürtlerle ilgili sorunumuz yok, asıl oyun başka, ülkede Kürtçülük yapanlar ve PKK adım adım amacına yaklaşıyor,” şeklinde beyanatlar verdi. Sonra MHP Genel Başkanı’na “Mister No” yakıştırması yapıldı. CHP sürekli iki arada bir derede kaldı. Son birkaç seçimde belli kesimler DTP devamcısı HDP’yi “Bir Türkiye Partisi” olarak varsaydı ve destek verdi. Seçimlerde yüzde on barajı aşıldı. Aslında bu PKK’nın öteden beri düşündüğü bir adımdı. Türkiye’de özgürleştirilmesi gereken değişik etnik ve mezhep kökenli halklar olduğu söylemi yeni değildi. HDP bu anlamda yeterli potansiyeli elde etti ve son dönemin seçimlerinde üzerinde en çok konuşulan parti oldu. Bugün haliyle DTK’nın açıklamalarını yanış görenler, durumu gayet iyi anlayıp bilerek susanlar ve arka planda kıs kıs gülenler var. Bazıları da yakınıyor; “Ama olmadı Selo,” şeklinde beyan verenler çıkıyor.

Bugün iradeyi temsil edenler daha önce başka bir konuda “kandırıldığını” itiraf etmişlerdi. Aynı yaklaşımla çözüm süreci içindeki aktörlere bakarak, adeta “bunlar beni dinlemiyorlar” demeye getiriyorlar. Başlangıçta Adalet ve Kalkınma Partisi, insancıl ve demokratik bir yaklaşımla, “Açılım ve Analar Ağlamasın…” dedi, uzun zamandan beri çözülmemiş bu hassas konuyu çözmeye kararlı olduğunu gösterdi. Malum, Kürt isyanları konusu Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğundan, Lozan’da İngilizlerle Musul-Kerkük konusu konuşulduğundan bu yana olagelmiş bir vakıadır. Bugün iktidar açıkça güvendikleri kesimler tarafından kandırıldıklarını ifade edemediyseler de HDP’ye oy verenlere bu sözü söylemekle yetindiler: Beni dinleyin! Mealen Davutoğlu, “HDP’ye oy verenler, çözüm olacak zannettiniz, sizi kandırdılar,” diye açıklama yaptı. Bu durumda kandırılanlar HDP’ye oy verenlerdi. İktidar partisi, en son üç-dört seçim kampanyasında ve sonrasında PKK’ya, “Siz barış istemiyorsunuz; madem öyle, biz de size anladığınız dilden konuşuruz,” HDP’ye de “Kandil’in diliyle konuşmayı bırakın, safınızı belli edin, siyaset parlamentoda yapılır,” dedi.

Memleketin akademisyeni ve entelektüeli yazdı çizdi: “Kürtlerin davası insani haktır, özgürlük ve eşitlik gereğidir. Atatürk yanlış düşünmüş, kim inanır Türk üst-kimlik ifadesinin tüm alt-kimlikleri kapsadığına? Türkiyeli desek de olur…” Ne gariptir, Batı dünyasında taltif edilen bir kesim, çeşitli fırsatlarla açıkça Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini tartışan sözler etti, bu yönde kitaplar yayımladı. Sanki Lozan masası yeniden kuruldu, konuya bu gözle bakanlar kınandı. Entelektüel kesim konuyu sadece Kürt meselesi dahilinde de görmedi, başka hassasiyetlerin ele alınmasına bir tür zemin hazırladı. Diğer yandan Amerika bugün, “Mevcut aktörlerle oturun, konuşun, anlaşın,” diye tavsiye verdi. Süreç içinde oturup konuşanlar oldu, belki anlaşma dahi olacak!..

Daha önceden “Bu bir kazanım stratejisi,” diye yazmıştım (https://politikmerkez.com/kazanim-stratejisi/). Sanırım iktidar partisinin anladığı iç siyaset ile reel politik konusu ya çelişiyor ya da bilerek böyle bir yöntem işletiliyordu. Teorik kural şu: Bir ayrılıkçı harekette parti-terörist-dış kaynak parçaları sürekli atılan adımlarla bir kazanım elde ederek genel hedef çıtasını yükseltirler. Gidilen yol buydu, çıta adım adım yükseltiliyordu. Kürtçülük siyaseti yapanlar bu gidişi saklamadılar da, K. Irak’ta yaptıkları her bir PKK kongresi sonuç belgesi bunu ifade etti, yazılıp çizilenler çok, müzahir TV programları buna dair açıklamaları program yaptı, spotlar, dövizler açıldı, reklamlar verildi, Avrupa’da gösteriler yapıldı, daha önce kapatılan Kürtçü partiler bu sebeplerle suçlandı, mahkeme kayıtları mevcuttur.

Ne noktadayız? Hazır IŞİD ve Esad’dan dolayı Batı askeri güçleri bölgedeyken, Türkiye Rusya ve İran ile itilaflıyken, Kuzey Suriye’de PYD Kuzey Irak benzeri bir paylaşıma doğru gidiyorken, Kuzey Irak’ta Barzani bir halkoyu sonrası Bağımsız Kürdistan devletini ilan etme aşamasındayken, buyurun o zaman Türkiye’de Kürt hareketinin elde ettikleri kazanım noktasından itibaren bir kez daha görüşülmesine. Ama bu kez konu salt “anayasa” mevzuu da değil, söyledikleri gibi, “Birkaç ilin ne şekilde Türkiye’den ayrılacağı,” konusu! Bu mu idi hesaplanan, beklenen, hedeflenen!..

Şimdi ne yapılacak? HDP kapatılabilir mi? Hayır. Sözü edilen kişiler mahkeme edilir mi? Olabilir. Sokak çatışmaları daha da derinleşir mi? Olabilir. Açılım sürecinden bu yana sokaklara yerleşmiş ve buralarda lojistik yapıları hazırlamış PKK’lılar yerlerinden ne zaman sökülüp atılacaklar? Devlet onlara çok sert mi davranacak? Olabilir. Devlet Kürtçülerle mücadele hakkında Kürt halkını öne çıkararak başka bir atılım mı yapacak, biz birbirimize kız alıp verdik, türünden bir söylemi mi tazeleyecek? Olabilir. Yeni anayasada yerinden yönetimler ne şekilde tanımlanacak, Almanya veya Kuzey Irak benzeri bir yapı mı tartışılacak? Modeller tartışılacak, olabilir… Çünkü “varılan nokta” bunu gerektiriyor. Kazanım stratejileriyle ve içeriden-dışarıdan yapılan işlerle eğer buraya gelindi ise sonrası için düşünülecek her adım bu basamaktan itibaren başlar, değil mi?

Ne ekersen onu biçersin!..

Birilerine kızsak da masaya yatırılacak devlet bizim devletimizdir. İrade sahipleri ileride tarihe mâlolacak adımlarıyla anılacaklar. Madem bu noktalara geldik, tüm sorumlular, ama herkes dikkatli davranmalı ve halka karşı samimi olunmalı, başka türden yanlışlara sebep verilmemeli. Beklenen budur, en azından… Daha yakın zamanda “Son Raddeye Gelmeden Çözmek” isimli bir yazı yayımlamıştım (https://politikmerkez.com/son-raddeye-gelmeden-cozmek/). İç ve dış konjonktüre bakarak yeni bir seferberlik ruhundan söz etmiştim. Bu yazının son paragrafını tekrar edeceğim: “En olumsuz şartlarda bile devletine saygılı bu aziz millet gerçek başarı istiyor, şu ana kadar verdiklerinin karşılığını istemenin ötesine geçiyor; varsa başka istenen, son raddeye gelindiğinde seve seve feda edilir diyor. Bütün mesele son raddeye gelmemek ve getirilmemek! Hüner burada: Milletini son raddeye getirmeden başarıyla yönetmek, refahı artırmak ve güvenliği sağlamak. Gerçek lider, güven iklimini tesis edene ve bunu muhafaza edene denir, değil mi?

Varılan nokta bu!..

Politika 'ın son yazıları

20 views

Irak’ta Aydınlık Dönemin Başlangıcı

Türkiye, Bağdat'ta Irak ile tarihi bir süreci başlattı, atılan imzalar var, geliştirilen yeni stratejiyle birlikte yapılacak işler var. Bunlar ekonomiden, kültürden, güvenliğe uzanan işler. En önemlisi, inanmışlık, güven ve umut ışığı!..
37 views

Filistin-İsrail Politikası Hakkında

Ortadoğu'da, ABD'nin "kontrol bende" dediği bir ortamda, İsrail'in şımarıklıkları ve İran'ın anlamsız çabaları sürerken, Filistin konusunda nasıl ilerleme sağlanabilir? Bu dramatik konuyu aktörleri belirterek gözden geçirelim.
40 views

Stratejik Algı Yönetimi

Strateji ile algı yönetimi bahislerini, canlı örnek olduğu nedenle, Ortadoğu, ABD ve İsrail ile açıklayacağım. Buradaki amacım yaşamda ve çıkarları elde etmede dilin ve yaratılan algının kullanılmasının ne kadar etkili olduğunu göstermektir. Evet, temel olarak bu bir iletişim konusu olsa da görüldüğü üzere, ülkelerin mücadeleleri ve savaşların nedeni dahi olabilmektedir.
72 views

Yapay ve Doğal

Size analitik bir yöntemle, halen Ortadoğu'daki onca yapaylığa ve yürütülen negatif amaçlı algıya rağmen, Türkiye'nin ne denli doğallık içinde ve istikrar amaçlı politika yürüttüğünü açıklayacağım. ABD ve Rusya gibi büyük güçlerin yanısıra, bölgede İran ve İsrail arasında yaşananları kavramsal boyutta irdeleyeceğim. Analizin her bir basamağında belirginleşen kuralları açıklayacağım.
115 views

İsrail, İran ve Gazze

Genel bir değerlendirme yapalım, çünkü İsrail, 7 Ekim saldırısından 6 ay geçti ve "bugün Gazze'de üçüncü aşamaya geçtik" dedi. Bu ne demektir, bölgede başka ne gibi gelişebilir olabilir, hepsini inceleyelim.
DÖNBAŞA

Okumadan Geçme