Kanadalı meşhur “aktivist” Profesör David McNally’nin tezini[1] okuyorum. David bu dünyanın küreselleşme ve kapitalist gidişine dikkat çekiyor ve “Başka bir dünya mümkün” diyor. Çok merak ediyorum, çünkü ben de yaşanan eşitsizlikleri ve sıkıntıları inceleyerek, acaba bir çözüm var mı diye düşünenlerdenim. İlk, David’in bir çözümü olabileceğini düşünüyordum, yakın zamanlarda dünya çapında gerçekleşen çok önemli ayaklanma ve gösterilere ilham veren bu düşünce önderinden bir şeyler öğrenebileceğimi umuyordum. Ne yalan söyleyeyim, beni hayal kırıklığına uğrattı. Tezinin özünde kapitalizmin panzehrinin demokrasi olduğuna işaret ediyor. Obur kapitalizm öyle son asrın büyüttüğü bir şey değil, neredeyse insanlıkla yaşıt. MÖ 600’lerde o zamanın Yunanlıları demokrasi dedikleri
Birey (veya kişi) olmak bahsi bize yaşam içinde önemli bir sorumluluk yüklemektedir. Bu sorumluluklarda birey kendi iradesine dayalı kararlar verir. Çoğu kere kararlarını verirken “ben verdim” der, imzasını atar. Ve şahsi yöntemini de savunur. İnsan yalnızdır ve kendi dağarcığındakilerle yaşamına yön verir. Toplu olma yolunda atacağı adımda gerekçelerini ve önceliklerini hazırlarken de bireysel kararlar verir; eş, iş, arkadaş seçerken de esas olan kendi iradesidir. Yalnız verilen karaların isabetli olması önemlidir. Başkasının etkisi varsa bu bireyi başkası kılar. Buna izin verecek de bireyin kendisidir. Şu akla gelmesin; “ortak akıl diye bir şey var, danışılır, tartışılır vs.” Evet, bu konu istenen, doğru
Arap Ülkelerinde, Türkiye’nin çevresindeki coğrafyalarda, Balkanlar’da, Kafkaslar’da ve elbette Ülkemizde bazı somut ve çok ciddi, tarihe mal edilen olaylar yaşandı, yaşanmakta da. Bunların çağımızda, eskinin kanlı canlı savaşlarının yerine geçtiğini biliyoruz. J. Nye’nin “Yumuşak Güç” uygulamalarındaki yumuşaklık, kelimenin dokunuşundan ve insanların çıkarcılığından ileri gelir. Bir bilgi savaşından, bir küresel siber sahneden bahsediyorum. İşte bu ortamda toplumumuzdaki sorunlara göz atarak fitnenin arkeoloji kazısını yapıyoruz. Fitne konusunu ele alış biçimim, haliyle kullanıldığı yer itibarı ile Müslüman toplum çerçevesinde değerlendirilecektir. Yazımın öznesi de buna göredir. Neleri Bilmeliyim? Çok beylik bir ifade; insan ne olduğunu bilmelidir. Fitneye gelinceye kadarki durumu gözden geçirdiğimizde, temelde insanı
Bir bütünlük ifade ettiğinden aynı girişi yapacağım. Toplumumuza dair ana sorunları tartışıyoruz. Buraya kadar bazı teşhisler yaptık. Önce “Binyılcı Düşüncenin Türkiye’ye Etkileri” konusunda bir tartışmamız vardı. Burada bir “algı-gerçeklik” sorununa dikkat çekmiştim.[1] Takiben, “Onurlu Olmak” ile ilgili konuya değindik.[2] Sonra, “ezbercilik” sorun sahası üzerinde durduk.[3] Bunu halletmek ve yaratıcı akla yönelmek gerektiği noktasında olduğumuzu düşündük. Daha sonra günümüzün “amatör” bakışının farklarını belirginleştirdik, amatörlük yapmanın mahzurlarını işaret ettik.[4] Ve “Üstün İradeli İnsan” yazılı ile insanın iradesiyle, bilgisiyle, bilinciyle, düşüncesiyle ilgili bağıntısını açıkladık; zannetmeden yaşaması ve cahillikten kurtulması gerektiğine vurgu yaptık.[5] Şimdi de insanın politik tarafını merkeze koyarak, bu özellikle beraber nasıl
Takvayı, muttakiyi veya ittikayı kendi mecrasında açıklayanlardan şunu anlıyoruz ki, “Bu iş dinidir ve din belirli yöntemi ve anlayışı olan bir konudur.” Bu kadar mı? Gelin bir hedef belirleyelim. Din tarifleri içinde öne çıkardıklarım var. Örneğin, “İslam kainatın dinidir,” diyorum. Yine bilinir ki, kainatın kitabı Kur’an’ı okumak demek, yaşamda var olan her şeyi idrak anlamına gelmektedir. İlahiyatçılar, bilim insanları ve felsefeciler seçeneklerini tekrar gözden geçirmeliler. Bazı yazarlar ve önderler ise yaşamın pratiğine ve hatta konuya vizyon kazandırarak geleceğin yaşam şartlarına göre topluma yarayışlı bazı açıklamalar geliştirmektedir. Ben de bunlara iştirak ediyorum. Dahası; pratik, uygulanabilir, gerçekçi olabilmek bağlamında bu tarz bir
Dalgalarla ilgili bir çalışma yapacağız. Düşünceme göre yakın dönemde olanların özetine bakılırsa iki ana dalga var. Biri “Fransız Devrimi” ile meydana gelen, diğeri ise “Bilişim Devrimi” ile. Aralardakiler asıl olanın ve dirençlerin etkisiyle meydana gelenlerin gösterdikleridir. Şöyle açıklayayım: Tablo-1’de iki eksen var, dikey olan belirgin değişimleri, yatay ise çoğunlukla görebildiğimiz gibi zaman. 1789 Fransız Devrimi’ne dayalı gelişmelere “Politik Devrim” adını verdim. Ana dalganın birincisi budur. Yetmişli yıllarda adını alan Silikon Vadisi, 1980’e gelindiğinde şu anki işlevine profesyonelce adım atmıştı. Böylelikle “Dijital Devrim” olarak bilinen gelişmelere tanık olduk. Kapitalizm ve küreselleşme ile bir örgü içine girmesine bağlı olarak 2. Ana Dalganın adı
Yakın geçmişe göre yaşamın bu döneminde görülenler bir sonraki dönemlerin ne denli yoğun değişimler içereceğinin de kanıtıdır. Çoğu şeyin değişimini seçebiliyoruz ama göremediğimiz bir alan var ki bu insanlık tarihinde hemen her dönemde oldu, oluyor da.
Soyut ve somut dünyaların anlatımını yaparak bir inceleme yapacağız. Soyut alanda öncelikle insani ve doğal tavrın kökenine değineceğiz, bazı ütopik batıl politikaları ve bunların insanlara yansıyan araçlarını gözden geçireceğiz. Somut dünyayı anlatırken tarihi ve dramatik örnekler vereceğiz, yeni dünyayı inceleyeceğiz ve sonra yakın geleceğe bakacağız.
Genel Bilindiği gibi demokrasilerde yasama, yürütme ve yargı erklerinin bulunduğu ifade edilir. Türkiye’ye bakarak yürütme konularına giren bazı sorunları, seçilen yolları ve belli alanlarda nasıl sonuçlara ulaşabileceğimizi gözden geçireceğim. Yetmişli yıllardan günümüze, küreselden yerele, devletten kente ve bireye kadar bazı açılardan konuyu ele alacağım. İncelemede dördüncü güç olan medyayı bir tarafa koyacağım. Medya ayrı bir inceleme konusudur! Bu yazı size bir şablonmuş gibi sunulacaktır. Kolay bir formülü vardır. Sonuçta göreceksiniz ki bu şablonla siz; “Bu şekildeki bir yürütmenin başında olsam, kolay, ben de yönetirim,” diyebileceksiniz. Size hiç mali rakamlar, grafikler, mukayeseler vermeyeceğim. Basit bir mantık sırasıyla, zaten çoğunu bildiğimiz süreçlerdeki
Bu yazı “İnsanlar ve İnsancılar” isimli kitabımın içindeki “Tarihin Muhasebesi”[i] bölümündendir. Yazıda başlığı bir klişe ile atmamın da anlamı boşa değildir. Bir öngörü, değerlendirme veya tez olarak ifade bulan tarihe bakışımı sizinle paylaşmak istedim. Tartışmayı zihinlerimizde birlikte yapalım istedim. Kitabımdaki “insan” yazılarımda “saf insan” olarak tanımladığım, üstün iradeli, halife, muttaki olandır; “insancı” ise insan iktidarını ön plana çıkarmaya çalışan “çıkarcı insandır”. Bu hatırlatma attığım başlığın nedenini işaret etmektedir. Çünkü insancıların baskısıyla tarih yazılıyorsa bundan elde edilebilecek beklentiler de rutindir, belki de “dayanılmaz hafifliğin” gerekçesidir. Güncel tartışmalar sizce ne kadar gerçekçi? Eğer süreçteki ana şablonları bilirsek gündeme getirilen tartışmaların “olması gerekenler”