Site icon Politik Merkez

Kuramsal Muttakilik

kuramsal-muttakilik

Kuramsal Muttakilik

Okuyucu

Bu metin “MUTTAKİLİK” adı altında ifade edilen düşünce yapısının kuramını içermektedir. Bir tür temel doküman niteliği taşımaktadır.

A. Giriş

Muttakilik kuramsal bir düşünce sistemidir. Mistik, tasavvufi ve sufist bir akım değildir. Ancak bunlardan yararlanır. Daha çok insanın yaşadığı zamana ve geleceğine bağlı düşünsel çerçeve ile ilgilenir. Yaşadığı zamanın içinde ise güncel meselelerin yüklerinden kendini alıkoyar. Gözlemcidir, doğru okumayı hedefler ve duyarlıdır. Meseleler içinde kaybolmamak için dünyaya bir miktar geniş ölçekten bakar.

B. Kavramsal Yapı 

1. Takva ve Muttaki

Takva ve Muttaki (takva sahibi) Kur’ani kavramlardır. Basit anlamıyla takva, insanın ilahi uyuma dayalı fiil üretip üretmediğinin sonucunu gösterir. Muttaki ise; sorumluluğunun idrakiyle yaşamak (amel etmek) ve yanlıştan, kötüden sakınmaktır; bir anlamda arınmayı hedefleyerek Yaratan’a yönelmektir.

Bu kavramın pratikteki yorumunu şu şekilde yapmaktayım: Muttaki, yaşarken yaratma gücünü doğru kullanandır.[1] Anlamlı olan konular; yaşam, yaşamın çerçevesini iyi bilmek, yaşamın verdiklerini ve aldıklarının farkına varmak, insanda var olan (Yaratan’ın insana verdiği özden hareketle) yaratma gücünün idrakinde olmak, yaratırken (dünya kaynaklarını ve bilinç sistemini kullanarak meydana getirmek, keşfetmek, üretmek…) kainatın döngüsüne uyumlu bir şekilde doğruyu hedeflemektir.

Üretmek, kaynak kullanmak, değerlendirmek, anlamlı kılmak, vasıflandırmak, türetmek, yeniden yapmak, geliştirmek gibi kavramlar insanın yaşamında olanlardır ve çizgi burada netleşir: İnsan kendini özne (özgür olan tek değerli) yerine koyar veya insan bilinç atmosferinde bir bütünün içinde olduğunu (kendi evreninde en değerli) bilerek kendini tanır. İlkinde sadece madde dünyasına eğilim ortaya çıkarken, ikincisinde hem madde hem de mana vardır. Mana, anlam, bilinç insanı bir bütünün içine yerleştirir ve sorumlu yapar.

2. İslam ve İnsanın Ödevi

Kavramın İslami anlamdaki değeri ve açıklaması tartışılmaz bir konudur. Bu kapsamda ilahiyatçıların bilgileri bizleri oldukça aydınlatır ve yol gösterir mahiyet taşımaktadır. Diğer yandan bizce çok değerli olan bu dini kavramı sosyolojik kılabilmenin, daha geniş kitlelere maledebilmenin ve hatta başkalarına da (örneğin yabancıya, onun anlayabileceği dilden) anlatabilmenin yolu olmalı diye bir arayış içerisindeyim.

Bu din; ezelden ebede ve bütün varlıkları içine alan kainatın dini ise; Hz. Adem’den (a.s.) itibaren Hz. Muhammed’e (s.a.s.) kadar tüm peygamberin tebliğ ettiği aynı kelam ise; tüm iradelilere “muttakilik” ödevi veren bir pratiği varsa; benim bu arayışım daha önem arzediyor kanaatindeyim.

İslam kısaca; kainatın uyumunun, nizamının ve yasalarının bütünüdür. Dünyanın dışında da İslam geçerlidir. Dünyanın içindekilerin her biri için İslam tektir: Hücre, terliksi hayvan, virüs, atom, quark, gezegen, galaksi, insan vs için. İslam; batıl olana karşıdır, batılı uyumsuzluk olarak tanımlar; yaratmaktan yanadır, yararlının seçilmesini ister; hem de tüm kainat içinde. Kainatın tek dini olan İslam, üstün iradeli insana, yaratırken sapmaması için, verili ruh kanalıyla ilahi uyumu hatırlatır.

Geçmişi konuşmanın oldukça kolay verilerle dolu olduğunu düşünüyorum. Bilinenler üzerinden yapılan açıklamaların biraz daha avantajının olması doğaldır. Şimdiki zaman için de daha yüksek isabetle tahliller yapılabilir. Benim bu noktadaki açılımımda ise; bugün olduğu gibi, daha ötelerde, örneğin 2050’lerdeki evlatlarımız için neyi söylemeliyiz sorusu var. Değişik çevrelerin aynı türden endişeleri olan var mı diye bakıyorum, maalesef net göremiyorum. Bu sitedeki düşüncelerin tamamı için pratik, güncel, kullanışlı, yararlı ve geleceğe dönük bir kapsamla kendi projeksiyonlarımı ve vizyonumu sizinle paylaştığımı itiraf ediyorum. En azından sizlerin de ve hatta bu konuda daha etkin olabilecek düşünce sahiplerine kolaylık sunucu olmayı düşünüyorum. Bütün ümidim benim anlattıklarımın üzerinde, daha tutarlı açıklamaların gelmesidir.

3. Dil

Kavramlar, anlam (mana), inanç ve bilinç kurgusu çok önemlidir. Ben bu alanla da ilgilenilmesini ve daha somut tarifler için dilin daha işler olmasının gerekliliğini savunuyorum.

Dil insanın üstünlüğünün ana özelliğidir. Dil bilgiyi meşrulaştırır. Dil evrenseldir. Dil insanın dimağı ile ilahi bilincin köprüsüdür. Kavramlar insan zihninde bilinç olarak bulunur, dille terim halinde somutlaşır. Terimler kavramların tam karşılığı değildir. Ama niyet, hedef ve yargı açısından izler taşır. Yaşam bilinç gibi gelişir, karşılıklı ilişkiler bilinci besler; bilinç de kavramları ve dolayısıyla dili geliştirir. Dil bir onay bekler. Bu dünyada üstün insan onaylayıcıdır. İrade doğruya, iyiye, güzele, yarayışlıya dair bir tanım ve hükümle karşılık koyar. Bu onaydır.

Her türlü cahillik, bilgisizlik, bilinç noksanlığı, düşünmemek, anlamlarda derinleşmemek, kavramsal süreçlerin değerini bilmemek sadece dildeki eksikliği göstermez, aynı zamanda eksik inanmayı da betimler. Örneğin Kur’an “anlaşılmak için gönderilen kitap” olması hüviyetiyle bu durumun kanıtı olarak görülmelidir. Bu bakışla Kur’an referans alınıp değerlendirme yapmak demek, üstün insanın dilindeki onayı ilahi uyuma bağlamak demektir.

Öyleyse kuramsal bir açıklama şart oluyor. Değil mi?

C. Kuram Arayışı

1. Kavram

David Harvey’in “Sosyal Adalet ve Şehir”[2] isimli kitabını okuyorum. Harvey’i anlamaya çalışıyorum; kuramı kentteki sosyal adalete dayalıdır. O kendi arayışına bir yol bulmuş. Bunu ben de denemeliyim diye düşündüm ve şimdi gerekli olanı bulduğumu düşünüyorum.

Benim bu açıklık noktasında bir şeyler yapmam gerekiyordu. Geldiğim noktada, “Artık bir kuramım var!” diyebiliyorum. Bu sosyal sitede sizinle paylaştıklarımın kuramı budur. Kuramımın adı “Muttakilik!” Bu noktaya nasıl geldiğimi size ifade edeyim. Bir eleştirisel bakışla başlamalıyım. Ülkemizde yaşayan insanların bir ikilemde ve bundan dolayı çıkış noktası arayışında olduklarını söyleyebilirim. Eğer siz bu fikre katılmıyorsanız bu metni okuyuncaya kadar benimle aynı fikirdeymiş gibi tutum sergileyin, sonra yine kendi değerlendirmenize geçebilirsiniz.

2. Kaybolmuşluk Sorunu

Harvey bir “kaybolmuşluk” halinden bahseder. Harvey 1969’da yayımlanan “Coğrafyada Açıklama”[3] kitabında felsefeyi dümen mekanizması, metodolojiyi hedefe yönelten güç olarak tanımlar. “Metodoloji olmazsa hareketsiz kalırız, felsefe olmazsa amaçsızca döner dururuz,” demektedir. Harvey insanların olayları denetleyebilmesi, tutarlı ve rasyonel bir açıklamada bir “kuram geliştirme” işini zorunlu görmektedir.

İnsanları (birey, toplum, grup, kesim, lider, yönetici, bürokrat…) tanımak için önce kuramlarına bakmak gerekiyor. Eğer insanlar kendileri için bir kuram geliştiremiyorlarsa başkaları için de geliştiremezler. Yararlı olmanın bir yolu varsa, bu da kuramla ilişkilidir. Diğer açıdan bakmak da önemlidir. Eğer bir toplum, bir grup, bireyler, politikacılar veya yöneticiler kendileri için bir kuram geliştiremiyorlarsa ortada tanımlanmayı bekleyen sorunlar var demektir.

3. Kent Coğrafyası

Harvey’in kuramında coğrafya olarak “kent” tanımlanmıştır. Bu onun bileceği bir işti. Ben ne yapabilirdim? Ancak yazdıklarıma göz gezdirdim, gördüm ki vizyonumda; 2050’lerde daha da belirginleşecek bir “kent devletleri”[4] saptamam olmuştu. Aynı merkezden baktığımı düşündüm. Bu bana cesaret vermişti. Ama aslında, sonuçta bir yerde buluşsak da onun tarifi ile benim vizyonumun çok farklı yönleri vardı.

Ancak şimdiden söylemeliyim ki Harvey’in vizyonu insanı kurtaracak menzilde değildir. Bu konuya ilerideki vizyon maddesi açıklık getirecektir.

Ülkemize baktığımda ikilemlerin baskısını göz önünde bulundurmanın daha elzem olacağını düşündüm. Coğrafi koordinat sistemim ve nirengilerim başka olmalıydı. Doğal nirengilere ve tariflere ihtiyacım vardı.

D. Değerler Üzerine

Tanımlamam gereken kuram için ideolojilerden ve saplantılardan uzak, önyargıların dışında, ezberden ve gelenekçilikten uzak durmak şartını koydum. Güncel politika işimiz değildir. Bunun üzerine ülkemdeki somut algıyı gözden geçiriyorum. Özgün tespitlerle konuyu tahlil ediyorum.

1. Dini Değerler

İnkarcıların ve müşriklerin karanlığı gölge ediyor. Ama benim için belirgin olan yanı kalbime işli. Kimseye hesap vermeyeceğim kadar bana güven veren bir tarafı var. Bu öznel bilgi beni ilgilendiriyor. Peki, başkalarına ne demeliyim? Açıklamalarım tüm insanlığı, zamanları ve mekanları kapsayabilmeli; doğal, bilimsel, ikna edici olmalı. Ben dini İslam ile özdeş görüyor, bu dünyadaki tüm doğruların da Kur’an’da açıklandığını düşünüyorum. Başka bir açıklamayı ancak ve ancak anlamaya çalışıyorum, nedir diye. İnsanların kafası karışık; olanla olması gereken arasında gidip geliyorlar. İnanç var ama genellikle amelde sorun çıkıyor. Bu konu bugün ortaya çıkmamış, tarihsel bir duvar örülmüş gibi… Bunun için tartışmayı genişletmemeyi düşünmeliyim, Kur’an’a bakmalıyım ve orada da geçen “Sahih İslam” kavramını içselleştirmeliyim. Kur’an merkezinde kalarak insanı bir merkezde tutalım, insani tarafın nefisle farklılaşmasını da doğal görelim ve bunun açıklamalara bir karışıklık getirmesine doğru odaktan bakalım.

Din İslam’dır. İslam içinde inanmanın en önemli kısmı gaiple ilgilidir. İnsan için bu yaşamda Allah’ın (c.c.) bizzat kendi öznesi (özne diyorum, hiç bir şeye benzetilemez, bütün bilinç algımızın üzerindedir; Kur’an’daki O’dur), yarattıklarından bir kısmı, ruh, ahiret, cennet, cehennem, iblis, melek gaiptir. Gaip konusu imana dair olduğundan önemlidir. Başlangıçta ifade edelim: Bizim şimdiki bilgimiz buna yetmiyor. Gaibe dair detayı Hz. Muhammed’in (s.a.s.) bize kadar aktarılan açıklamaları cephesinden açıklarsak (ki kendisi Miraç ile ilave bir boyutta bilinçlendirilmiştir); “siz bu tip konulara kafanızı takacağınıza önünüzdeki sürece bakın…” kabilinden yaklaşımlarla açıklamalar yapmış, mealen “nasılsa yüzleşeceğiz!” demiştir. Bu cepheden bakılırsa aslında dünyanın somutluğu ön planda tutulmuş denilebilir. Muttakilik bu açıklamayı başka bir ifade ile; “şimdikinden daha fazlasını, daha fazla bilinçlenince öğrenebileceğiz, ilk ana merhale yüzleşme zamanı (mahşer)” olarak açıklıyor. Biliyoruz ki bizi kapsayan genel ve bizdeki özel bilincin gelişme süreci devam ediyor. Evrendeki her noktada ve değerde olan gelişmeyi (gelişme iki taraflı, pozitif ve negatif olarak algılanmalıdır) görmeyen yok! Kur’an sorumluluklarını tanımladığı insana hitaben (mealen), “ne yaparsanız kendi elinizle yapacaksınız!” diyor ve bu açıklama bizleri kendi kararlarımızın (iradeyle amel işlemenin) idrakine bağlıyor. Eğer ilk merhaledeki yüzleşme olan mahşere inanmayan var ise onlar başka tür açıklamalarla, evrenin büyük yok oluşuna inanıyor olabilirler. Muttakilik bu tip fikirleri ve yaklaşımları bilimsel olduğu sürece dışlamaz. Çünkü Kur’an, “O vakit” dediği bu süreci sayısız yerde ve büyük bir detayla tarif etmiştir. Bütün bunlardan sonra muttaki, bilincinde gaibe inanmanın asıl noktasını tutarak ve “son” olanın tarifinden hareketle şu zamanımıza kadar geriye gelerek açıklanmaktadır. Bu ısrarla üzerinde durulan bir yöntem değildir ama basit olduğu için burada ifade edilmiştir. Neticede bu olgu bizi ikilemlerden kurtarır, sorumlu kılar, doğruya yöneltir ve muttaki yapar. Eğer birey bu dünyanın son merhalesine inanıyorsa haliyle başlangıcındaki doğru açıklamalara da aynı mantıkla ve bilimsellikle inanır.

2. Milli Değerler

Orta Asya’da yaşadım. Türklüğü ve kültürel dokumu iyi öğrendiğimi düşünüyorum. İki konudan bahsedilmelidir: Bunlardan birincisi dini bir açıklama kapsamındaki “asabiyye” meselesi, diğeri ise Batılı bir içerikle açıklanabilen “ulus” meselesidir. Asabiyyeyi önemsiyorum ve üzerinde daha çok çalışmam gerekir diye düşünüyorum. Bu konu beni “ümmet” anlayışına götürüyor ve bunu benliğimde tutuyorum. Çünkü mahşerde esas olan ümmet olacak, tıpkı Hz. Peygamberimiz’in dönemindeki gibi. Bugün bu dünyanın gerçeğinde ise tarihsel çizgideki vesikalara kaydedilmiş bir millet/ulus tarifi var. Diğer ikilem konusu şeklinde gördüğüm ulus için şunu söyleyebiliyorum: Esasında uluslar sistemini kapsayan devletler nizamının ifadesi ve içeriği tamamen yapay işaretler taşıyor. Bu bizim bildiğimiz millet kavramı ile birebir çakışmıyor, devletin temelini tanımlıyor. Bu noktadan hareketle, yapaylığın daha acil bir asabiyye meselesi olduğuna kanaat getiriyorum.

Altaylar’dan Alpler’e, Taygalar’dan Himalayalar’a olan coğrafyayı biliyorum. Tarihi okuyorum, çözümlemem ve tespitlerim var. Ancak somut olarak “yurt” tutulan coğrafya, bize “vatan” toprağı şeklinde uluslararası (!) anlaşmalarla tarif edilmiş, sınırları kanla çizilmiş kutsal ve bana ait olan bir yaşam alanıdır. Gerekli dayanışma, refah, güvenlik ve huzurlu bir kültürel bağ oluşturmak için mekan bu topraklarda somutlaşmıştır. O halde vatan kavramı daha belirgindir ve bunun için gerekirse canımı feda edecektim. Bu düşünce bir bayrakla temsil edilir ve bayrak şehadeti temsil edecek değerdedir. Din, millet, kan, varlık, yer, gök, kök, istikbal, istiklal ve bu bağlamdaki tüm değerler bayrağımda işlidir.

3. Küresel Değerler

Bu dünya nefes aldığımız, rızıklandığımız ve gerçek yaşam alanımızdır. Aslında dünya bir sınırlılığı tarif ediyor; doğal ve insana ait. Bu varlık hiyerarşisinde insanı anlamlı kılıyor. Dahası ise tamamen politiktir. Zira insan politik bir varlıktır. İnsan dünyadaki her kaynağa politik yaklaşıyor, nefsi düşünüyor. Burada önemli olan paylaşabilmekte, sorumlu davranabilmekte… Yakın zamanda küreselleşme gibi belirgin, politik kökenli, sosyo-ekonomik açılımda önemli bir açıklama ortaya çıktı. Bu yapı “meta merkezli hükmetme sistemine” bağlı, Batı’nın inşa ettiği değerlerin sistemleşmesinden başka bir şey değildi. Ancak insanlığa maledilmişti. Kaçılacak bir yer yoktu. Zaten kuramın amacı kaybolmamak ile ifade edilmeliydi. O halde küresel değerler etrafta olacak ve insan da bu sistemin içinde olacaktı. Bu ikileme düşmeden açıklanacak bir formül olmalıydı. Küresel baskıların etkilerinden sonra çözümün adına “bireysellik” dedim. Amaç bireyci ve benliğine düşkün olmak değil; iradesini kullanacak bireyi bilinçli ve güçlü kılmaktır. Bireysel insan politikadan dolayı kaybolmamalıydı. Bunun için de “merkezde durmak” öne çıkmaktaydı.

4. İnsani Değerler

Ben insanı “üstün”, insanlığı “ilahi” anlamda değerli görüyorum. Muttaki pratiği tarif eder. Zaman ve mekan algısı dışındaki bakışla muttaki “halifedir”. Ancak yine Batı çizgisinde “hümanizma” gibi ifadeler vardır. Bu tür açıklamaları lümpenlik olarak değerlendiriyorum.

Rasyoneliteyi ve doğallığı önemsiyorum. Rasyonel ama kapsayıcı; doğal ama bilinçli!.. Örneğin zamanı ve mekanı bu dünya insanına göre değil, “üstün iradeli ilahi varlığa” göre açıkladım. Zaman ve mekan iki cihana da açık idi. Bu bir kaybolma değil, aksine gerçek manada doğru, uyumlu ve dengeli olana odaklanma imkanı vermekteydi. İnsanı hiçbir insan ve metaya kul etmiyor; en üstün bilinçle özgürleşmenin tarifini tamamlıyordu. Bu dünyada tapılacak bir şey yoktu! Sadece Yaratan’a kulluk etmek demek; bir taraftan had bilmek, diğer taraftan her türlü kölelik sisteminden kurtulmak demekti.

İnsanın yaratma gücü, “üstün” olmasının kanıtıdır. “Üstün insan” kavramı üzerinde çok durmamın esas sebebi bundandır. Burada ilk olarak karşımıza “ruh” ve “nefis” kavramları çıkıyor. Üstün insanın yaratma gücü nefsinden ileri gelir. Yaratan nefsi ruh ile dengelemiştir. Ruh, nefse yol göstermek için vardır. Batı felsefesine göre nefis (onların ruh dediğine bakmayın), “can” ve “karakterden” meydana gelen bir bütündür. Batı, ruhu görmezden gelebilmek için bu yolu seçmiştir. Bu insanı köle etmenin en pratik yöntemidir. Nefse bazen “ego” demişlerdir. Ben bu sapmayı şöyle toparladım: Nefis, can ve karakter bütünüdür, buna benlik veya ego da denir. Ruh ise üstün insana verilen ilahi uyuma bağlı bir güçtür. Nefis (benlik) yaratılış zincirine tabi bir güç; ruh ise bir armağan, gerekli gördüğü bir dengeleyicidir. İnsanın “kendini ifade etme yeteneği” özelliğinin daha gelişkin olması Kur’an’da belirtilmiştir. Ancak bu yetenek insanın yine biyolojik üstünlüğüne rahatlıkla açıklanır mahiyettedir. İnsanın kendini ifade etme yeteneğinin farkları, vücut altyapısındaki farklarla rahatlıkla açıklanabilir. İnsanın yaratma gücü nefsindedir. İnsan kendi çapında, minyatür bir yaratıcıdır. Kendine verilen kabiliyetlerin kısıtlamasıyla yaratır. Kısıt, dünyadakilerden, yani yine verili olanlardan ileri gelir. Diğer canlılara bakıp söyleyebiliriz: Bu da bir farktır. Bu yaratma gücünü ben dünya ölçeğindeki “üstün irade” ile açıklıyorum. “İradeli olmak” demek; takdir etmek, seçmek, tartışmak, bilmeye ve yaratmaya yönelmek demektir. İnsan, her an için, ödevini yapmaya hazırken bile fazlasına ihtiyaç duyan bir varlıktır. Bitirmişken bile bir sonrakine hazırlanan varlıktır. “Hep, sürekli, en, yeniden…” der. Hatta insan kendi karakterini dahi yaratmakla ilgilenir. İnsanın karakteri coşkun, abartılı, daha fazlasına ihtiyaç duyan, ödevinin ötesini de merak edip gidendir. İnsan her adımında bir sonraki halin kıvamına kendine hazırlayarak değişir. İnsan bir örneği (doğada olanı veya kendi yaptığı) sabit kabul eder ve bu sabitin yenisini bulmaya, üretmeye çaba gösterir. İnsan, sanki hiç yaşamamış, ders çıkarmamış gibi yeni bir meraka yönelerek yaratır. Önü kesilse bile, aklı o takıldığı yerdedir. Fırsat bulduğunda mutlaka dener. Fiili dener, deneyecek yol bulamazsa kalbinden ister. İnsan, nefsinin güdüsüyle yaratır; tekrarlar, çoğaltır, çeşitlendirir, bir üst modelini tanımlar, yaratacağının sebepleri dahi hazırlar… Nefis bu güdüleriyle asla doymak bilmez! Bu büyük bir özelliktir; ama… Çünkü güdü çift başlıdır. Birincisi iyidir; uyumludur, yaratır, doğrudur, ödül almayı hak eden tarafıdır… İkincisi ise kötüdür; yıkıcıdır, bozucudur, ceza almayı hak eden tarafıdır… İnsan kötü dürtülerini engelleyebilmenin yolunu bulmak “zorunda” olduğu bir imkanla yaratılmıştır. Bu imkan nedir? Ruh’tur! Ruh, ilahi uyumun iletişim noktasıdır. Ruhtan, kainatın bilincine fışkıracak fiilin manası takva ile oluşturulur. İlahi uyuma bağlı tebliğin alındığı yer ise insanın ruhtan başka bir yeri değildir. Ruh nefse, yapacakları için, ilahi uyumla ilgili yönlendirmeyi teklif eder. (Azgın, eğitilmeye ihtiyacı olan, doğal, canlı) nefis imanla işaret edilene uyarsa, iyi güdü devreye girer, üretimini kainatın uyumu bağlamında yapar, bu bir takva yayımı olarak ilahi bilince yükselir ve alınır. Bu muttakinin (takva sahibinin) işlevidir. Çünkü ruh, ilahi bir veridir. Yaratan’ın “kendimden verdiğim” dediğidir. “Senin ürerken içinde olan değerli özelliklerden biri,” dememektedir. İnsan; nefsinin iyi/kötü dürtüsüyle gelişen fiilleri yaratır, yaşamını geliştirmesine sebep olur. İnsan bir çok kavramı bile kendi üretir, terimleri, dili, anlamı, manayı da; organize olur, alet yapar, alete iş öğretir ve yaratmasını gerçekleştirir. İnsan yaşamında sürekli yaratır; küfre sapmadan, ilahi uyumu bozmadan; küfre yönelerek, inkar ederek, uyumsuzluk yaratmaya çabalayarak. Öyleyse soralım: Üstün insan tarafı mı, yoksa sapkınlık tarafı mı?

5. Yaşamsal Değerler

İnsanın yaşamında en önemli değer ilişkisini “adalet”, “ahlak” ve “bilim” üzerinden özetleyebiliriz. İster dini, ister din kültürü ve isterse insan icadıymış gibi anlamlar yüklensin, bu anlayışlar her şartta gereklidir, anlamaya ve geliştirilmeye açıktır. Adaletsizlik insanı anlamından eder, ahlaktan eksik olmak değersizleştirir ve bilgisizlik ise varlığını inkara kadar giden basitliği açıklar.

Ahlaka küçük bir paragrafla temel hatırlatmayı işaret ederek yer verelim. Bilindiği gibi Hz. Muhammed’in (s.a.s.) bu dünyadaki misyonu; “güzel ahlakı tamamlamak için gönderilmesi” şeklindedir. Benzer mantıkla, kimin bundan başka bir amacı olabilir ki? Bir insan için ahlaklı olmak, yaşamın anlamını, değerini, ezeli, ebedi, uyumu, dengeyi, hakkı, adaleti, haddi aşmamayı bilmektir.

Bilim konusuna çeşitli vesilelerle değiniriz. Ancak şu kadarını ifade edelim, bilim bu dünyanın şahitliği için şarttır. İnsan bilmezse haliyle bilinçli olamaz, bilinçsizse okunması gereken gerçeğe ve süreçlere odaklanıp anlam geliştiremez ve idrakten noksan kalır. İdraksizlik insanı değerinden eder, sınavında başarısız kılar.

Adalet mülkün korunmasından, varlığın hakkını vermeye kadar geniş bir anlayışı içinde barındırır. Adaletsiz olan vicdandan nasibini almamış, benliğinde (nefsinde) sadece yanlışa teslimiyet vardır.

E. Kuram: Muttakilik

1. Tarif

Kuramımı, Kur’an’dan referans aldığım için bir “sancak” kabul ettiğim “Muttaki” kavramıyla tanımlayabiliyordum. Bu benim için bir çözüm olmuştu: Önce kuramımın delillerini ortaya koymuştum. Toplayıp çıkardım, karşıma bu sonuç çıktı. Değiştiremezdim!

“Muttakilik” adını verdiğim sitedeki her bir detay, parçalar halinde ve bir bütünü tanımlamaya yöneliktir. Parçalar ve detaylar önemlidir.

Kuram: Üstün insan bu dünyada muttaki olarak yaşamayı amaçlamalıdır. Bu amaç onun bütün değerlerini anlamlı kılmak için bir başarı anahtarıdır. Kuramın doğruluğunun en önemli kanıtı Kur’an’dır.

2. Vizyon

Aşağıdaki grafik (1) “şimdiki” zamanımızdan sonraki evreleri içerir. 2050’ler, 2100’ler, sonraki dönem ve Kur’an’da “O An” olarak tarif edilen evrenin dürülmesi hadisesi.

Grafik-1: Geleceğin Sorun Sahaları

Bu grafiğe göre oluşumlara ait öngörüler şunlar olabilir:

a) (Şimdi) Ulus Devletli Küresel Kapitalist Yaşam Tarzı.

b) (2050’ler) Mega-kent Devletli Küresel Kapitalist Yaşam Tarzı. Bu  süreçle birlikte görülebilecek hadiselerin merkezinde çatışmalar ve yeni-kölelik sistemi vardır. Görüldüğü gibi Batı’nın “ulus” devlet anlatımı, yine kendi düşünceleriyle yer değiştirecektir.

c) (2100’ler) İnsanın Çaresizlik Süreci. Bu başlangıçtan sonra süreçte Küresel çatışmalar tam bir vandalizm sürecini başlatacak. Diğer yandan küresel afetler artış gösterecek. Bu süreçten sonraki yaşamda kent elitlerinin diktatörlükleri hakim olacaktır. İnsani değerler büyük ölçüde aşınacaktır.

d) (Sonrası) Yeni Karanlık Dönem. Bundan sonra insanlık yeni arayışlar peşine düşecek. Belki de yeni yapay dinler ortaya çıkacak. Sapkınlıkların en ileri boyuna şahit olunacak. Geleceğin açıklamalarında net olabilecek bir tarif; inancın daha öne çıkmasıdır.

e) (O An) Yüzleşme. Adı üstünde “O An!” Bir anlık süreçte evrenin sürecini tamamlaması gerçekleşecek. Bunun zamanı da insana gaip, Yaratan’ın bilgisinde. Bu noktadan sonra insan için yüzleşme belli ölçüde gaiple yüzleşmedir. Bilinç ve idrak süreci bir boyut ileriye gidecektir.

Böyle bir vizyon için endişe duymamak elde değil. Gerçekçi düşünmek tek çaredir. O halde insanlığın geleceğindeki karanlığa, vandalizme ve aşırı sapkınlığa dair en azından kendi evlatlarımızın şimdiden bilinçlendirilmesinde yarar vardır. En azından uzak vadedekileri aklımızın bir köşesinde tutarak, daha yakın vadedeki konulara odaklanmalıyız.

3. Kuramın Ana Noktaları

a) Merkezde durmak: Merkezden çıkmak kaybolmaktır. Kur’an merkezdeyse Muttaki de merkezdedir. Bir tarafa kaymak diğer taraftan bir miktar daha uzaklaşmaktır. İnsan her değerin merkezindedir. Âdemoğlu, kötü tarafın işleri sağa sola, aşağı yukarı çekiştirmesinin karşısına geçmekte ve tam da orta bir yerde duruş sergilemektedir. Merkezde duruş sergileyen ne bir arayış içindedir ne de kendiyle sorunu vardır. Bu dünyada neden bulunduğunun bilincindedir. Sabırla örnekliğini gerçekleştirmekle ilgilenir. Tamamen iradi yükümlülüğü çerçevesinde aldığı kararlarda kâinatın uyumunu ve dengesini gözetir. Ahlaklı olmayı, günlük yaşamında ahlaki davranmayı şiar edinmiştir. Merkezcilik ahlaklı olmak demektir.

Merkezci savaşı iç beninde yapmış ve galip gelmiştir. Bu nedenle hem kendiyle hem de çevresiyle barışmıştır. Savaşında ahlakına sarmaladığı top gülleleri ile bencil dürtülerini toz duman etmiştir. Vicdanının sesini dinlemiştir. Vicdan kapısı açık durduğundan ruhu ile irtibatı kaybetmemiştir. Ruhu ona kâinatın uyumu ve dengesi için gerekli hissi vermiştir. Bu his onu sadece hükümran etmiştir. Onun için dik durmayı becermiştir. Ahlaken yap denilenleri yapmış, yapma denilenlerden sakınmıştır. Savaşında bilinç ve sorumluluk zırhına bürünmüştür. Bilgi ile kendini sürekli ikmal etmiştir. Paylaşarak yerini kökleştirmiştir. Bedenine değer vermiştir. Zira her bir hücresinin nefsiyle ve ruhuyla ilgisini bilmektedir. Bedeni her yönüyle kendine sağlam bir temel sunmuş, onu yüzüstü bırakmamıştır. Kötü alışkanlıkları değil, iyi alışkanlıkları gözetmiştir. Her adımının bir sınav olduğundan uzaklaşmamış, öncelikle sınavı kazanmayı istemiştir. Bu istek onu bu yolda çaba sarf etmeye itmiştir. Hak ve adaletin kendi içinde tamlığını güçlendirmiştir.

Merkezci olanın cephesi iyi örülmüş bir hattır. İnsani değerlerle esner ama asla yıkılmaz. Dünyanın geçici kazançlarına önem vermek onun cephesindeki harca zayıflık tohumu ekmek anlamına gelir. Kanı pahasına ilahi doğruda kalmayı yeğler. Ne de olsa esas kazancın sahipliğini kavrayabilmiştir. İnsanları zayıf düşürecek bir şeyden kaçınır. Zira onların da beraberinde, topyekûn olarak kötü tarafın aldatmasına iyi bir karşılık vermesini ister. Bu onun savaşında aldığı en önemli karalardan biridir.

b) Bireysel direnci güçlendirmek: Bireyci olmak, bencil olmak değil, üstün insan olmanın bir yol tarifidir. Bireyin üstün vasıflarının farkına varması, geliştirmesi ve bununla amel işlemesidir. Bireyi kaybeden toplum ayakta kalamaz. İkilemler bireyleri zayıf düşürür ve (her ne kadar tersini savunuyor olsa da) hataya sevk eder.

Sınav bireyindir. Hesap günü amel defteri bireye verilecektir. O halde bu dünyada birey kendi yapıp ettiklerinden sorumludur. Birey akıp giden süreçte kendi kararlarını iradesini kullanarak veriri. Mecburiyet bile olsa yanlışlıklara karar verdiyse, bunun sonucundan ancak kendisi sorumludur. Birey bilinçli olup neye karar verdiğini ve kendinden neyin eksildiğini, neyin arttığını bilmek durumundadır. Bundan dolayı muttakilik anlayışının kuramsal amacı bireysel dirençle ilgilenir. Bireye yardım etmek, paylaşmak ayrı; baskı kurup zorlamak ayrıdır. Bu cümleden vebal noktasına gidilir.

c) Sahih İslam’ı savunmak: Kaynağı Vahiy olan bilgi ezelden ebededir ve “sahih”tir. Sahih olanı bulandırmaya tevessül eden her tür bencil insan düşüncesi ve gelenekçi yorum doğru ve gerçek yolu arayanın ayağını kaydırır. Bu Kur’an’da tespit edilmiş “te’vil” ve “müteşabih” konusudur. Açık seçik olanın dışındakileri savunmak batıldır, bağnazdır.

Sahibi Yaratan Allah (c.c.) olan dine inananlar için Sahih İslam tektir, kainata şamildir ve yaşamsaldır. Din istismara en açık olan bir konudur. Eğer sahibinden alınır veya yok sayılır ise; yerini alan her şey, ki adına din diyenler de çıkabilir, iradelinin iradeliye tahakkümüne dönüşür. Hatta pratikte görüldüğü gibi, kolay alınır satılır bir meta haline dönüştürülen insan dinleri, aynı söylemlerle ortaya çıkar ve toplumu yanlışa sevk eder. Şurası önemli: Sahtecilikle inşa edilen ve adına dine denen her şey döner insanı vurur.

Sahih İslam dünya işlerinden ayrı bir dini kurguyu meneder. Batı kökenli anlayışa dayalı “tanrı bilinci” yaklaşımı ile insanların dini her türlü içtihadı günlük yaşamdan ayrı görülmüştür. Sahih İslam’ın emrini Batı anlayışlarına benzeterek sunan ve böyle gelişen tarihi süreçteki yanlışlar bir kenarda tutulmalıdır. Bu yanlışlar İslam’ı doğru algıya manidir. Doğru algı insanı üstün özellikleri ile bu dünyada halife görür. Basite indirgeyip köle yapmaz. Sistemli şekilde insanı köle ve daha sonra özgürleştirme anlayışını kökleştiren politik algı Sahih İslam’ın üstün iradeli insan tarifini zedeler. İnsan yaşarken Kur’an’ı yaşamalıdır. Ama bu Kur’an, yanlışla bulaşırılıp açıklanmış olan içtihattan farklıdır ve hatta algıya sürekli daha ayrıntılı bilinci vererek gelişime uyumlu bir dinamiği vardır. Bunun pratiğini ancak muttaki yapabilir.

d) Bilimsel çabada olmak: Bilimsel çabadan kaçınmak varlığı ve insanın nefsaniliğini inkara kadar uzanır. Temelde bu Yaratan’ı inkardır. Bilim insanı bu dünyaya değil aynı zamanda öteki dünyaya şahit kılar. Ancak varlığa bilimsel bakışla dokunan, tartan, inceleyen, gören, işiten ve duyumsayan insan şahit olur. Bu açıktır, gerçektir ve doğaldır. Dünya gerçeğini ve doğallığı yok saymamak esastır. Yok saymak ise gerçeği inkardır.

4. Kuramın zaman, mekan ve özne ilişkisi

a) Özneye Göre

b) Zaman ve Mekan Algısına Göre

5. Kuramın Özellikleri

Muttaki basit olarak hangi özellikleri açıklar? Sorumluluk, paylaşma, ölçü, uyum, denge, ahlak, adalet, bilinç…

Kuram sadece dünyalık olan bir bakış açısı olmadığından bu özellikler; esas bağlamı veya bütün olanı ifade etmiş olur. İkilemin karşıtındaki argüman budur. İkilem doğaldır ama iki zaman ve iki mekan algısı ayrılıkları birleştirir. Birleşim bu özellikleri gerçek değerine açıklar. “Neye göre?” sorusunun anlamı netleşmiş olur. Bu bir çözümdür: Coğrafi referans projeksiyonunu genişletirsek sağlam bir açıklama yapmış oluruz. Daraltırsak kırılmalar olur.

Kuram bir sistematiği tarif eder. Bu sistematik dinamik bir modelle “Bir Sistem=Muttakilik Sistemi” tarifidir. Aşağıdaki Grafik-2 bunu gösterir.

Grafik-2: Sistemlerin Dinamiği

Sistemleri üç şekilde ifade etmek mümkündür:

Kuram, insan sistemlerini alt ve üst diye bölen, azınlığın çoğunluğu kendine uydu bir yapı oluşturan mantığın terk edilmesini salık verir. Sapkın, kopuk ve bencil özellikli Üst Sistem anlayışının yıkılmasını bir çözüm olarak görür. Yerine; sahih, asıl ve paylaşan özellikli Bir Sistem (Muttakilik Sistemi) inşa edilmelidir. Muttaki olmak isteyenlerin çoğaldığı yerde sistem Bir’leştirilmelidir. Mevcut olandan gereken sisteme değişim zaman içinde gerçekleşir.

6. Kuramın Gerekli Şartı

Muttakilik için gereken şart nedir? Tek bir şart var, o da iman. Neye? Gaibe. Dünya sürecinde eksiksiz, bir insan olarak her türlü üstün özelliği üzerinde bulunduran ise bu kuramın tarifiyle “yetkin insan” olmaktadır. Yetkin İnsan ve Muttaki arasındaki fark aşağıdaki matriste (Grafik-3) gösterilmiştir. Hiç bir kimsenin neye ve ne ölçüde inandığı bilgisi Yaratan’da olduğuna göre başka bir insanın inanıp inanmadığı anlayışına hüküm vermesi yanlıştır. Ancak kendini bilmesi açısından burası önemlidir. Eğer birey, kendi kendine; “ben muttaki miyim?” derse cevabı olur. Yetkinlik gereklidir ama asıl gerekli olan imandır ve bunu sadece bir Yaratan, bir de insanın kendisi bilir. Dolayısıyla insan düşen ödev hoşgörülü ve kucaklayıcı olmaktır. Yaratan adına hüküm vermemektir.

Grafik-3: Muttakilik İçin Anlatım Matrisi

Kuramın gerekli şartı imanla alakalıdır ve buradan hareketle imanlı insanın tek din olan Sahih İslam’ı doğru şekilde içselleştirmesi söz konusudur. Sahih İslam’ın bir bireyce içselleştirilmesini model olarak ifade edersek aşağıdaki grafiği (4) çizebiliriz.

Grafik-4: Sahih İslam’ın Bireye Yansıyan Modeli

Yaratan’ın ilmi (bilimi) tüm varlığı yaratmasıyla ilgilidir. Allah’ın (c.c.) ilmiyle ve iradesiyle vücut bulan insan bu dünyada varlık hiyerarşisinin üstüne oturmuştur. Biyolojik ve fizyolojik gelişime paralel olarak nefsi (benliği) tamamlanır. Yaratan ona kendinden ruh verir. Âdem, Halife olarak atanır. Üstün İnsan Âdem soyudur. Bu soy verili iradesiyle hareket eder ve özgürdür, politik varlıktır, ahlaki değerleri tamdır, dünyasında adaletle hükmeder, dili bilincinin, gelişmesinin ve özelliğinin ana unsurudur, böylelikle kavramlar üretir ve kendini ifade eder. Hangi dönemde ve hangi coğrafyada olursa olsun, insan üstün değerlere sahip olduğuna inanıyorsa Sahih İslam’a sarılmanın idrakine sahiptir. Mutlak bilincin sahibi olan Allah (c.c.) “mübin” olan bilginin (gerçeğe dair bilgi) sahibidir. İnsan kendi bilinç atmosferindekileri onaylamakla kısıtlıdır, süreç içinde gerçeğe vakıf olur.

Bunun dişinda baskın bir kültürün bireylere aşıladığı sapkınlığı grafik (5) olarak inceleyelim:

Grafik-5: Sapkın Kültürün Bireye Yansıması Modeli

Sapkın kültürün temsili bir başka semavi din veya dinler de olabilir. İnanmamayı göz önüne alırsak dinleri gösteren kutuların olduğu bloğu görmezden gelebiliriz. Görüldüğü gibi bu grafikte dine, tanrıya, varlığa, insana, ruha ve diğer hususlara bakış farklı yerlerde ve bağlantılar buna bağlı değişmektedir. Temelde aynı kavramlar kullanılır ama kültürel algı bir sapmayla işlidir. Hatta düşman veya özgürlük tarifi bile değişmiştir. Sapkınlık öyle ileridir ki Müslümanlık bile dışarıda bırakılmıştır. Bu modelde bilim insana ait bir iştir, bilgi insan dilinin onayladığı türdendir, bilinç bu kadarlıktır. Bir anlamda; “Yoksa işin içinden çıkamam!” der.

Buradan çıkan sonuç şudur: Kuram din ve inanç bağlamdaki tüm sapkın düşünceleri meneder, mutlak bilinç içindeki süreci mübin olarak görür.

7. Diyalektik Açıklama

Sapkın olmanın düşünce yapısı belli. Onlara baktım ve söylediklerinden belli tezler çıkardım. Ardından takva ne diyor, antiteze baktım. Göreceğiniz gibi, diyalektiğin basamakları dışında hiç klişe sözcük kullanmayacağız. Şimdi gelin beraberce tartışalım:

Birinci Tez: Bu dünya yaşamı birimizinkini veya bir sürecin tecrübesini önemsemiyor, insanlığın tümüne bakıyor. Peki neden? Birimiz önemli değilse, kim veya ne önemli? Eğer amaç tüm insanlığın ölümsüzlüğünü ispat ise bunun bireyle (örneğin benimle) ne ilgisi olur ki?

Antitez: Oysa takva, herhangi birimizin minik bir serçeye kış günü iki buğday tanesi vermesini bile önemsiyor. Her canlı ölümü tadacaktır.

İkinci Tez: Nefse ruh de, ruhu hiçe say, görmezden gel; böylelikle nefsi yücelt, özgür kıl; bencillik, ego, haz, aşırılık serbest kalsın. Nasıl olsa insanlığın çoğuna hükmeden bir zümre, kuralları koyan bir egemen güç bulunur. Böyle bir zümre veya güç odağı hep oldu; siz farkına varsanız da, varmasanız da!

Antitez: Oysa takva, ruha ruh, nefse nefs diyor. Hepsi insanın iç dünyası, birbirini dengeliyor; nefs doğal yapıdan geliyor, ondan bencil; ruh ise kainatın uyumuna endeksli, bilinç atmosferiyle irtibatlı. Tıpkı artı-eksi, dişi-erkek, elektron-proton gibi; nefs ve ruh. Sapkın olan ne yapıyor? Elektrik şalterini indirir gibi kendi iç dünyasındaki dengeleyici sistemi kapatıyor; bilerek veya bilmeden!

Üçüncü Tez: Bu dünyada insan ırkının ve hatta içlerinden belirli kavimlerin nüfusunun her ne olursa olsun artması isteniyor. Sistem buna göre kurulmuş. Özgürleşme anlamı bile buna dayandırılıyor. Peki neden? Çoğalmak, bir amaç için çoğalmak varsa bu nedir?

Antitez: Oysa takva, bilinçsizliği olduğu kadar tam tersine, yıkıma veya kayırmaya dayalı sapkın düşüncelerle dolu kasıtlı atılan her adımda durması gerektiğini, insanın doğru irade göstermesi gerektiğini işaret ediyor; yanlış isteklerde ısrar etmenin sana ne yararı olacak ey insan?

Dördüncü Tez: Bu dünyada her şeyi tanrılaştırmak övgü alıyor, esas olan dışında. Peki neden? Filozofların fikirle yarattıkları sözde tanrılaşabiliyor, bilim insanları tanrı gibi olabiliyor, altın veya para, hatta üzeri imzalı bir kağıt parçası için insanlara öl emri verilebiliyor… Gerekli olan ne?

Antitez: Oysa takva, icat ettiğine, keşfettiğine, üzerine adını yazdığına tapma diyor. Bu dünyadakilere tapınma, buyruk altına girme diyor. Önemse ama kararını bil diyor. İnsanları yok yere köle etme, klasik veya yeni şekilleriyle, köle de olma diyor.

Beşinci Tez: Bu dünyada bilimle dinin yolu üzerine oturtulacak bir takım sapkın insanlar devşirmişler. Onlar, değişik kampanyalarla dinlenir, örnek alınır, takip edilir gösteriliyor. Peki neden? Kastedilen kopukluktan kim ne yarar sağlar, biliyor musunuz?

Antitez: Oysa takva, hem cehalete hem de görmezden gelmeye karşıdır; birleştiricidir. Doğru bilim, doğru dinden asla ayrı tutulamaz. Daha ne?

Altıncı Tez: Psikanaliz doğru yolda ama yok yere insanın iç dünyasını farklıymış gibi gösteriyor, niye? Doğa bilimleri doğru yolda, hatta kainatın kitabını okumakla meşgul, ama bir tek evrenin var olduğunu, her şeyin bir hiçten (nothing) başladığını, bir şeyden (thing) başlamadığını düşünüyor ve böylelikle çok kısa bir hesap üzerinde duruyor. Bu tutum belli ki yönettiği süreçte işine geliyor. Kendini frenlemese ne kaybeder? Filozofların kendilerine bir tek peygamber demediği kalıyor. Gerçi diyenler de vardır. Hatta tanrı olduğunu ima edenleri de görebiliriz! Neden? Bilimin kurallarını ve kavramlarını meşrulaştırma gücünü felsefeden koparmaları bilinçli mi yapıldı?

Antitez: Oysa takva, inkar etmeden, hatta çok çalışarak, metodu doğru işleterek insanı da, iç dünyasını da, dünyayı da, evreni de, mümkünse diğer evrenleri de öğrenmeye muhtaç! Peki, nedir bu beyhude kargaşa?

Yedinci Tez: Bir zamanlar tanrı krallar varmış, neyse ki şimdi ortalıkta yoklar. Düne kadar devlet kurumu önemlidir diyorduk, uğruna neler verdik; şimdi çatırdıyor diyoruz. Ulus olmak şarttır diyorduk, sistemler kurduk; şimdi demode diyoruz, parçalıyoruz. Neydi bütün bu kavga? Dahası da var ya, neyse…

Antitez: Oysa takva, sistemleri, kurumları değil, onların isimlerinin şu veya bu olmasına değil; çıkarcıların zulüm ve kibir dolu çabalarının boşa çıkarılmasını ister; doğrudan sistemleri ve kurumları işleten insanın tavrına bakar. Gelişme olacağını, süreçlerdeki doğal seyri aşından kabul eder.

Sekizinci Tez: Çok aceleciyiz, sabretmesini bilmiyoruz. Tarihi ve coğrafyayı sıkıştırıyoruz. Savaşlar ve kavgalar yapıyoruz ve her defasında yeni bir düşman veya hasım ilan ediyoruz. Bu çataşmadan medet umuyoruz, ilerleme yolu görüyoruz, dünya kaynaklarını süratle tüketiyoruz, kirlilik yapıyoruz.

Antitez: Oysa takva, barışçıdır, sabrı önerir. İnsanın kardeşine düşmanlık etmemesini ister. Kim, neyin peşinde; söyler misiniz? Takva, bir kuşun kanadının incinmesini bile istemez. Karıncadan ders çıkartılmasını işaret eder, değil ezmek!

Sentez: İnsanoğluna Muttaki ol, sabırlı ol, sorumlu ol, bilinçli ol, dengeli ol, uyumlu ol, kendini esastan koparma deniyor; yeter ki kendin ol deniyor. Böyle bir öneri yapılıyor.

8. Kuramın Gerçekçi Bakışı

a) Özgürlük Gerçeği: Kuram bu dünyada olayları denetler, anlamlı kılar, tutarlıdır, şahitliği ister, sadece Yaratan’a (gaip olana) kulluk esastır. Bu insanın en belirgin özgürlüğüdür. Özgürlük kul olmaktan ileri gelir. Metanın bağımlılığı içindeki sıkıştırılmış yaşam standardı zorunluluklarında kandırılmış şekilde kalmaz.

b) Yaşam Gerçeği: Gerçek olan varlığı onaylamaktır. Yaşamı, dünyayı, insanı, gelişmeyi, bilimsel ilerlemeyi vb somut konuları yok saymak, saptırmak, anlamamak, bu yönde direnç göstermek, kaçmak muttaki olmaktan uzaklaşmaktır. Sapkın ve inkarcı bir yaşam anlayışı bütünüyle menedilmektedir. Yaşam insana farklı güdüleri yansıtır. İnsan korkar, sinirlenir, ister, meraklanır, haz duyar… Yaşamın yansıttıkları görmezden gelinemez. Asıl olan bu yansımaları tabulaştırmamaktır, şirke açılan pencere haline dönüştürmemek için irade göstermektir. Üstün insan yaşamın sahte yönlerine değer vermemeyi kurala bağlamış olandır. Kurallar Kur’an’da işaret edilmiştir. Yaşamın gerçeği bunu gerektirir.

c) Bilimsel Gerçek: Kuramın dayanaklarının gerçekçiliği İslam’ın bilimsel yaklaşımı zorunlu görmesinden ileri gelir. Her yöndeki değerlendirmelerle bunu ayrıştırma çabaları sapmaya davettir. Bilim de İslam da doğalı tarif eder. Asla tabi olmak, sahtesinden kurtulmak için bilimsel bakmak bir gerçekçiliktir.

d) Asıl Düşman Gerçeği: Yaşamda kendini açıkça ortaya koymuş baskın kalıplar varsa bunları inkar etmek gerçekten uzaklaşmaktır. Örneğin günümüzde demokrasi, liberalizm, kapitalizm, piyasa ekonomisi, devletler sistemi gibi yapay da olsa olgular insanlık tarafından (baskın güç nereden gelirse gelsin) sistemli şekilde kullanılıyorsa, buna karşı durmak da uyumsuzluktur ve aynı zamanda gerçek akıştan dışa çıkmaktır. Gerçeği aynı şekliyle idrak etmek bireysel çaba ile kabul ve ret etme hakkını elde tutmak esastır. İnsana karşı onaylı ve meşru olmayan bir savaş menedilir. Prensipte savaş yok, barış vardır. Gerçek savaş insanın içindeki en büyük düşmanı olan iblise karşı verilir. Bunu yenmeden, alet olup dışa saldırmak üstün insanın gerçekçiliğine eleştiri mahiyetindedir.

F. Sonuç

Muhammed Esed şöyle bir yaklaşım sunar: “İslam ne mistik bir inanç ne de bir felsefedir. O, Allah’ın yarattıkları için koyduğu kanunlara uygun bir hayat tarzı ve yoludur.[5] Kuramın özünde benzer bir düşünce yer alır. Sahih İslam anlayışı bu tür düşünce altyapısından gelir.

Bu noktada daha genel bir sonuç ifadesi ortaya koymam gerektiğini düşünüyorum. Özellikle şimdi ve yakın zamanda okurların uzanabileceği menzildeki ilgili olayların kapsanması önem kazanmaktadır.

“Muttaki” sadece iman sahiplerine ait bir tanımdır. İman, kainatın dini olan İslam’ın Kur’an’da belirtilen her noktasına tereddütsüz inanmakla ilgilidir. “Muttakilik” ise bir düşünce ve bilinç alanıdır. Dolayısıyla bu kuramın kapsadığı kitle kardeş olan Ademoğullarıdır, tüm insanlığı ilgilendirir, kapısı herkese açıktır, herkese eşit mesafededir.

Bu kuram neleri içerir?

1) Sınav

Yaşam bize ait bir sınav yeri ise, her türlü sapkınlık ve inkar (örtme) bir kötü puandır. İnsanlar değerlerine sahiptir ama kafasını karıştıran birçok konu ile baskı altındadır. Ya olanı ve olması gerekeni görmezden gelmek yolunu seçiyor, ya da kendine uygun bir yol bulup takip ediyor.

2) Hedef

Muttakilik bir düşünsel açıklığı kapatıyor. Değerlerini bilene ve bilinçli olup kendini geliştirene söylenecek bir şey yok. Ben de aynı yoldayım! Değerleri savunmada sorunu olanlara ve yabancı duran bir yaklaşıma belli bir gerçeklikle açıklama sunuluyor. En önemlisi, ileri tarihlerde yüzleşilecek kent devletleri gibi tamamen küresel, sanal ve yapay ağırlıklı bir yaşamda, insanın yüce değerlerini savunabileceği hatırlatmaları daha şimdiden yapabilmektir. Vizyon taraması bununla ilgili endişeleri resmedecek mahiyettedir.

3) Yaşam

Bilmek, bilinçli olmak, anlam vermek, dili doğru kullanmak için muttakilik bir açıklama getirmektedir. Daha çok bilimsel düzeyi ileri toplumlar için belli bir seviyede tartışma imkanı verecek değerdedir. Farklı bir dil ve üslupla anlatım içerir. Her türlü bağnazlığa karşıdır. Güncel, pratik, yararlı, ölçülü, uyumlu, dengeli ve sorumludur.

4) Politika

Politik nitelikli insan doğası tercihlerini üstün insan bilinciyle yapmalıdır. Bunun için donanmalıdır. Eksikliklerle daha da “sinsi” saptırma yollarının meşrulaştırıldığı dünya ortamında değerlerini olması gereken nitelikte taşıması mümkün olmayabilir.

5) Şahitlik

Şahitlik hem bu dünyayı hem de buradayken ilerisini iyi değerlendirmekle mümkün olur. Muttaki birer halife olarak sizleri şahitliğe davet eder. Bu davet bireysel gücünüzün farkına varmanızı, merkezde durmanızı, asıl düşmanı yenmeyi hedeflemenizi, hem maddi hem de manevi dünyanıza sahip çıkmanızı ifade eder.

6) Çevre

Dünya ve bütün içindeki varlıklar insan gibi kıymetlidir. Korumak, kollamak ve saygıyla yararlanmak, israf etmemek, kirletmemek üstün insana yakışan olarak açıklanır.

7) Nesil

Evlatlarımız, doğup ölme emri Yaratan’dadır ve onun verdiği güçle bizlerin iradesiyle üreyen varlıklardır. Onları üstün değerlerle yetiştirelim. Savrulup gitmesinler. Aile yapısını, eşlerin birbirleriyle, nesillerin birbirleriyle ilişkilerinde üstün davranış düzeyini hakim kılalım.

8) Sabır

Sabırlı olalım. Acele kararlar vermeyelim. Nefsimizin “çok” ve “en” ekli isteklerine gem vuralım. Yararsız alanlarda yarışmayalım. Unutmayalım ki insanlığın elli bin yılda geleceği seviyeye on bin yılda gelmesi, örneğin bir milyar yıllık bir sürecin içinde çok önemi yoktur; hatta birey olarak ömrümüz içinde elde edileceklere bakarsak, bir kapışma zorunluluğu duymak en büyük sapkınlık kanıtı olsa gerek. Büyük düşünmek çok almak demek değildir; zaman ve mekanı tanımlanmış düzeylerde genişletmektir.

9) Eğitim

Eğitim dili öğretir, önemlidir; yaşamın gerekli kurallarına alıştırır, önemlidir; bilgiyi verir, anlamayı pekiştirir, önemlidir… Eğitimi kariyer sürecine sıkıştırıp insanı modern bir makineye dönüştürmek yanlıştır. İnsani değerler her ölçüde dengeli verilmelidir.

10) Sistem

Muttakiliğin Bir Sistemi; Sahih İslam’ı, paylaşan ekonomiyi ve asıl bilimi kapsar. İnsanları kutuplaştırarak kendi hükümranlığını kuran; sapkın din, kopuk bilim ve bencil ekonomi sistemini men eder.

Muttaki, inanan yetkin insandır. Yetkinlik için ilahi uyum şarttır. Sorumluluk sakınmış bir insan için daha belirgindir. Üstün insan için hayırlı olan muttakiliktir.

 

[1] Gürsel Tokmakoğlu, Ben Böyle Bir Dine İnanıyorum, 4 Ocak 2014, Muttakilik, Kavram Ağacı, https://muttakilik.com/ben-boyle-bir-dine-inaniyorum/

[2] David Harvey, Sosyal Adalet ve Şehir,  Çev. Mehmet Moralı, Metis Yayınları, 3. Baskı, 2009, İstanbul.

[3] David Harvey, Explanation in Geography, ISBN-13: 978-0713154641.

[4] Gürsel Tokmakoğlu, “Biz” Demekten Kastedilen Ulus ise Şimdi Sırada Ne var?, 17 Ekim 2013, Muttakilik, Küreselleşme ve Politika, https://muttakilik.com/biz-demekten-kastedilen-ulus-ise-simdi-sirada-ne-var/

[5] Muhammed Esed, Yolların Ayrılış Noktasında İslam, Türkçesi Hayreddin Karaman, İz Yayınları, 12. Baskı, 2011, İstanbul, s. 23.

Exit mobile version