Amacım “Stratejik Göz Kırpma” deyimini kullanarak; politika, strateji, insan doğası, güç ve küreselleşme gibi kompleks konuları kolaylıkla birleştirebilmektir. Politik göz kırpmanın işletilenleri tarafından küreselleştirilen sahnesinde yerel halkın ve muttakinin yerini tayin etmektir. Göz Kırpmak “Göz kırpmak” insana özgü politik bir sinyal şeklidir.[1] İnsana özgüdür ve en iyi bilinenlerden olan bir tavırdır göz kırpmak. İnsanın politik özelliğe sahip bir varlık olduğunun belirgin bir kanıtıdır. “Kaş göz oynatmak” ise daha geniş bir deyimdir, konumuz değildir. Özne birey olur, devlet olur, şirket olur, örgüt olur, toplum lideri olur; dost olur, “dost gibi görünen” olur… Özneler birbirlerine çalım atarken göz kırpar, gizli kapaklı bir
Küreselleşme yönetsel açıdan kendi düzenini inşa etme yolunda ilerliyor. Bu yolda, mevcut hükümetlerin meydana getirdiği sorunları ve gelecekte ortaya çıkacak düzenin tarifini yapacağız. Teşhisin gerçekçi şekilde ifade edilmesi, buradan hareketle ortaya çıkan cari tartışmaların esas kaynağının yansız yorumlanabilmesi amacıyla sizlere analitik bir yaklaşımla sunulacaktır.
Bizler liberal kapitalist demokratik bir sistemle, başka toplumlarla entegre, daha çok kentlerde yaşam süren insanlarız. Baskın küresel yapının gereklerini yerine getirebiliyoruz. Giderek nüfus artıyor, kentler kalabalıklaşıyor, paranın her şeyin önünde koşmasını isteyenlerin sayısı artıyor… Kentler bizi boğmadan, birer savaş alanı olmadan, yeterince zaman önce gerekli tedbirleri alabilecek miyiz? Bir adım daha ileri gidip sormak istiyorum: Bu sinir, kibir, vurdumduymazlık, çıkarcılık, biraz da düşüncesizlik daha da artarsa, çok mu mutlu olacağız? Yaşıyorsak başka çaresi yok! Eğer gidişat kentlere yığılmaya yöneldiyse, sorunlar daha da karmaşık hale gelecekse, tedbirlerimiz, projelerimiz yeterli mi? Haletiruhiyemiz nasıl? Şu ankinden başka seçeneklerimiz ve hayallerimiz varsa, neden işe
Güncel bir konuyu ama güncel savların dışında, temel yaklaşıma ilişkin düşüncelerimi paylaşarak tartışacağız. Konumuz eğitim! Her türlü tartışmanın sonucunu bağlarız, “eğitimi çözmeden olmaz arkadaş…” deriz ya, ben de öyle yapacağım. Bir önerim var: Tüm eğitim politikalarını tekrar değerlendirelim; özgün, köklü, gerçekçi, Türkiye’yi tespit ettiği hedeflere ulaştıracak ve hatta küresel sistemde örnek olacak bir yapıya doğru kanalize olalım. Eğitimle ilgili değerlendirmelerimi geniş şekilde “İnsanlar ve İnsancılar” isimli kitabımda işlemiştim. Temel olarak fikrim şöyle: Eğitimde kökleşmiş ve özgün bir kurumsal yapıya kavuşmak önemlidir. Almanya’da Bildung varsa ve halen değiştirilmeden yaşatılıyorsa; biz kendi kültürümüzdeki bundan daha eski ve köklü bir yapıyı neden terk etmek zorunda
1789 Fransız ve 1848 Avrupa Devrimi olarak bilinen ve tüm dünyaya kısa sürede etkileyen Avrupa’daki büyük transformasyonun ideolojik prensipleri halen geçerli görülmektedir. Küresel, kapitalist, liberal, politik yapıda bu güne kadar gelen ideolojik metodun değişmediğini de söylemeliyiz. O halde elimizde Batı’nın politik yayılmacılığına dayalı bir politik şablonun bulunduğunu ve değişik coğrafyalarda yakın gelecekteki gelişmelerin buna göre inceleyebileceğimizi düşünebiliriz. Fransız İhtilali Bugün modern dediğimiz devlet sistemi ki bunun da eskidiği şeklinde tartışmalar devam ediyor, kendi tanımına bağlı bir mantıkla oluşturulmuştu. Modern devlet mantığının ilk tohumları Fransız İhtilali ile atılmıştı. 1789 Fransız İhtilali Avrupa’da muhafazakârlar ile ihtilalciler arasında bir sıkışma yaratmıştı. Aslında bu
Günümüzde bazı kavramlar diğerlerinden daha fazla tartışılmaya başlamıştır. Hatta tartışılmaz denilenler bile bunlara dâhil edilmektedir. Devlet, demokrasi, ulus, kapitalizm, liberalizm… Biz burada sadece ulus konusunu tartışacağız. Geçmişine ve geleceğine dair fikirler üreteceğiz. Çünkü Avrupalının “biz” demesiyle ortaya çıkan bu kavram şimdinin “biz” anlayışıyla aynı mı, incelememiz gerekmektedir. Giriş Biz kimiz? Biz kimsek oyuz. Bize bizden başkasının yararı olmaz. Biz kendi idaremizi oluşturalım… Biz üstün insan mıyız? Biz sıradan bir varlık mıyız? Vatandaş mıyız, ümmet miyiz, ulus mu, toplum muyuz, kitle mi?.. Anladım! Biz kendi kimliğimizi belirlerken koyacağımız tanım dahi bir diğerine bakarak olmalı! O kendine ne dediyse, bakıp ben de
Küresellik kavramı halkın yararına olan alanlara nasıl yansır? Küreselleşme ile devletler giderek mecburiyetlerin getirdiği etkilere mi maruzdur. Küresel ölçekli çabaların her biri ortaklaşa süreçlerin verimliliğini ortaya koyuyor mu? Öyleyse halkın yaşamsal alanlarına ait konulara ilgisini nasıl açıklayabiliriz? Yeni dünya düzeni kent devletlerini mi zorluyor?
Bir an için algıda meydana gelen farkın içinde yaşadığımız alanı daraltabileceğini düşünelim. Göreceğiz ki bundan en fazla kendimiz zararlı çıkarız. Nasıl mı? Kamu ile başlayalım ve kamusal alanı gözden geçirelim. Belki geniş olmanın bir yolunu bulmuş oluruz. Kamu Sözlük anlamı açık olan “kamu” sözcüğünün kullanıldığı yerlere bakınca, üzerine fazla anlam yüklemenin olumsuz yanlarını da üslenmiş oluyoruz. TDK sözlüğünde, halkın bütünü, halk, amme; halk hizmeti gören devlet organlarının hepsi anlamında tarif edilmektedir. Öz Türkçede bütün ve hepsi anlamında kullanılmaktadır. Öncelikle Avrupa’da Aydınlanma döneminde ve daha sonra Fransız Devrimi ile dünya siyasal sistemini oldukça etkilemiştir. Burada ön plana çıkan “public” kavramı bir
Brookings Enstitüsü Yayını olan bir kitap[i] büyükşehirlerin (metropollerin) yaşama olan etkisini inceliyor. Kitap Amerika ile ilgili bir araştırmadır. İçinde yaşadığımız büyükşehirlerin yaşamımızı ne denli değiştirdiğinin farkında mıyız? Kendi bakış açımızla neler yapılmalı, bunları gözden geçirelim. Kaç çeşit devrim var bilmiyorum. Kendiliğinden, zorlamayla, etkili, etkisiz, doğru, yanlış… Ancak kentleşmenin insan üzerine etkisini ön plana çıkarttığımıza göre bu yöndeki değişimlere ait açıklamaları da doğallığıyla kabul edebiliriz. Özellikle metropollerde (büyükşehir) olup bitenler kent algısının en karmaşık ve yoğun hissedildiği bir coğrafyadır. Diğer yandan Amerika’da olanlar dünyanın diğer yerlerinde de olmaktadır. Düşünceme göre küreselleşme ulus devletleri işlevsizleştirirken içinde kim yaşarsa yaşasın metropolleri öne çıkararak