Köklü İsrail ve Filistin Sorunu

9 Mayıs 2021
Okuyucu

Çözemezsiniz! Savaş son çare ya, hani insanlık adına istenmeyen bir eylem, o zaman gidin anlaşın. Ama anlaşamazsınız! Sizce bugün bu İsrail-Filistin meselesini barışçı yollarla, diyalogla çözmenin bir mümkünatı var mı? Neden bu kadar uzun bir yazı yazdım biliyor musunuz? Yıllardır konuşulur bu mesele, bütün dünya akordeon gibi toplanır ve açılır, ne halledildi bu mesele üzerine? Her defasında avantajlı çıkan kim? Hani bir harita gösterilir ya, İsrail şu kadar büyüdü diye… Uzun yazayım ki bu işin çözülemeyeceğine siz de kanaat getirin. Böyle bir politik mesele var mı başka? Yaklaşık 5 bin yıl geçti aradan, bugün 2021’de biz neyi oturup konuşacağız? Her şey yalan desek olur mu? Adı ve unvanı yeni verilmiş teşkillere ve uzmanlara havale etmişiz sonunda bu kronik konuyu, onlar ne dese ki? Şimdi bu yaklaşımla okuyun bu yazıyı. Size bir girişten sonra çok temel, başka yerde bu kadar net açıklanmamış türden, neyin ne olduğunu tam gösteren, İsrail, Filistin, Hahamların Vasiyeti ve Siyonizm anlatacağım, tarafsız ve çıkarcı politikadan uzak.

Giriş

Referansınız tarih mi? İtibar edeceğiniz tarihçi olmalıdır. Bilim mi? Bilim adamı olmalıdır. Filozof, bilge olmalıdır. İtibar edeceğinizi bulmakta zorlanırsınız. Referansınız somut bir belge olmalıdır, örneğin Sümer yazıtları birer bilgedir. Yalan, hurafe, demagoji, politika mı diyorsunuz? Bol miktarda bulursunuz. Sanki sanal veya alegorik bir dünya algısını kabullenmenizi istiyorlar gibidir.

Çok derine dalmayacağım, ama bugünkü sorular şunlar? Yahudi kavmi kimlerden? Kim bu Filistinliler? Mezopotamya’nın ve Doğu Akdeniz’in asıl köklü milleti hangisi? Araplar kimler? Neden bu coğrafyada kan ve gözyaşı dinmiyor? Sebep yaşam şekli mi, politika mı, algı bozukluğu mu, hatta sormak gerekir, dinsel bir kavga mı? Tarihsel açıdan cevaplamaya çalışalım, Yahudiler mi, Hıristiyanlar mı, Müslümanlar mı çıkarıyor sorunu? Nerede arkeoloji, antropoloji?..

Bölgede olanlar daha iyi bilmeliler, yaklaşık VI. Asırdan bu yana kullanılıyor, biliniyor, Müslümanların kutsal ve ibadet ayı, Ramazan ayı, Kadir gecesi öncesi, “ilk kıblemdir,” dediği Mescidi Aksa’ya ibadet için gitmek isteyen siviller, yaşlı, kadın, çocuk… Yeni bir durum yok aslında. Ama XXI. Asırda yine şiddet var. Nedir bu kavga? Kökeninde ne var? Bu bölgede yeni doğan çocuklar şiddeti yaşamak zorundalar mı? Kader mi bu kavga, savaş, terör, gözyaşı? 

Geçen gün Kudüs’te olanlar için güvenlik açısından kısaca yorum yaparlar, İsrail askerleri orantısız güç kullandı, der geçerler, öyle değil mi? Bu mu yani!..

Şimdi size sorsam Nuh, İbrahim, vs. peygamberlerin yaşamlarını, o günün şartlarını, politikasını, çatışmaları, ne diyeceksiniz? Hemen gidip Kutsal Kitap’a bakmayın lütfen. İnsan olarak, bilginize güvenerek bana cevap vermeye çalışın, tüm saf halinizle. Anlatacağım…

Olayları jeoloji, meteoroloji, arkeoloji, antropoloji, tarih, bilim, sosyoloji, ekonomi, vs. ne biliyorsanız her açıdan bakın ve kendi aklınızla cevaplayın, sadece teolojiyle değil, bu kavga kimden kaynaklanıyor? Şeytandan mı? Bugün bakın, şeytan kimse veya neyse, on bin yıl önce de o olmalı, değil mi? Ama böyle bakmak istiyorsanız eğer! Bugün ırkçılık yapan kim? İnanın eski tarihlerde adına ırkçılık demese de yapılan iş aynıydı, aynı topluluklar yaptılar. Bakın topluluk diyorum, siz isterseniz birkaç aileden müteşekkil aile veya kavim deyin.

İsrail

Her şey bir kabule dayanıyor. Kabul edilenin özü ise inançla alakalı. Ancak Yahudiler için bu inanç konusunu teolojik önyargıya kadar ilerliyor. Gerçek olarak bilmemiz gerekenler nerede? Bu dünyanın gerçekleri! İlk akla gelen sorular Yahudi ve İsrail sözcüklerinin kaynağıdır. Bu her iki sözcük de teolojik anlamla ifade bulur. Kabulün dışında başka bir referansı yoktur.

Bu konuda asıl soruyu Garaudy soruyor, “Acaba burası bir Eski Ahid ülkesi mi?[1] diye. 

Örneğin Japonya gibi “gerçek ülke ve ulus” olması ile bir teoloji konusu olan metnin tarifine dayalı ülke olması arasındaki farkı insanlık iyi anlamalıdır. Burada Orda Doğu’dan bahsediyoruz…

Tekvin 15/18’de Nil’den Fırat’a “Vaatedilmiş Toprak” diye tarifli bir bölge var. İşte salt bu kaynağa dayalı olarak bugün İsrail Devleti içinde değişik tartışmalar sürüyor: “Tanrı bize burayı tamamen verdi,” diyenler de var, örneğin Benjamin Netanyahu gibi düşünenler; “Tanrı buradaki halklarla birlikte yaşayın,” diyenler de var, örneğin Şimon Peres gibi düşünenler. Ama görüyorsunuz değil mi, zaten orasını Tanrı onlara vermiş bir kere, şimdi İsrail devlet adamları tartışıyorlar, “Acaba Tanrı neyi kastetmiştir?” diye. Diğerleri (ki geçmişten günümüze Nil’den Fırat’a kadar yaşayan her topluluk,) bekleyecekler, karar verilsin ona göre hareket ederler nasılsa!.. Bu adil mi?

İsrail Devleti Kuruluş Belgesi’nde şöyle yazıyor: “Eretz İsrael (İsrail Toprağı) Yahudi halkının doğum yeriydi. Burada onların manevi, dini ve siyasi kimliği şekillendi. Burada onlar ilk defa devlet kurdular, milli ve evrensel anlamı olan kültürel değerler yarattılar ve dünyaya ebedi Kitaplar Kitabını verdiler.[2] Her şey sadece bir cümlede değil mi? 

Bu belgeye bakarsanız; İsrail kelimesinin ne ifade ettiğini ve “Vaatedilmiş İsrail Toprağında” Yahudi halkının doğduğunu anlamışsınızdır, din ve siyaseti birlikte kabul etmişsinizdir, ilk devletin burada olduğunu da kabul etmişsinizdir, yaratılmış hem milli hem de evrensel değerler bakımından şüpheniz kalmamıştır, ebedi (sonsuza kadarki) kitap Eski Ahid üzerinden her konuda bu devletle anlaşmaya varmışsınızdır artık! 

Bu bir cümleyle din, siyaset, sosyoloji, kültür, değerler, dünya, evren ve daha ne varsa bu toplumun gözüyle idrak (!) etmişsinizdir artık, başka bir şeye gerek kalmaz!..

Aynı metinde “toprak” konusu işaret ediliyor: “İsrail, Akdeniz’in güneydoğu kıyısında küçük, dar, yarı-kurak bir ülkedir. Yaklaşık 35 asır önce, Yahudi halkı göçebe hayat tarzını terk edip İsrail toprağına yerleştiğinde ve bir millet olduğunda tarih sahnesine girdi. Yıllar boyunca, Toprak çeşitli isimlerle tanınmıştır – Eretz Yisrael (İsrail Toprağı); Kudüs’teki tepelerden biri olan ve zamanla hem bu şehri hem de bir bütün olarak İsrail Toprağını temsil eder hale gelen Sion; Philistia adından türemiş ve ilk defa Romalılarca kullanılmış olan Filistin; Vaatedilmiş Toprak; ve Kutsal Toprak bunlardan sadece birkaçıdır. Ancak, bugün çoğu İsrailli için ülkenin adı sadece Ha’aretz, yani Toprak’tır. Bugün İsrail’de 7 milyondan çok insan yaşamaktadır; 5,4 milyon kadar Yahudi ve 1,4 milyon kadar Arap. Dini, laik, çağdaş, geleneksel, kentsel, kırsal, cemaate dayalı ve bireysel olmak üzere geniş bir çeşitlilikte hayat tarzları ülkenin niteliğini belirlemektedir.[3]

Yukarıdaki “toprak” açıklamaları içinde irdelenecek çok nokta var. Neden tarih MÖ 1.500’de başlıyor, Eretz Yisrael başka hangi milletleri ilgilendiriyor, neden her anlatımda vaat ve kutsallık var, Filistler ne oldu?.. Biz sadece Filistin bahsine bakalım. Ne diyorlar? İlk olarak Romalılar, Filistin demiş, Fenikeliler yok olmuş anlaşılan.

Bugün insanlar Yahudi toplumunun kendilerine göre meydana getirdikleri tarihi okuyarak bilgi sahibi olmaktalar. İşin aslı muğlak, pek çok topluluk için bu söylenebilir, ama en çok Yahudiler için geçerlidir. Zira en baş kaynak olarak gösterilen Eski Ahid’dir. Eğer Eski Ahid’de yazılanlara inanırsanız tarihsel yanlışlığa düşersiniz, inanmazsanız, dinen inkârcı olursunuz. Bu tür bir ikilem içinde gerçeği aramak ve sorgulamak güç oluyor. Ama bir insanın yaşamı içinde en önemli çabası gerçeği öğrenmek olmalıdır.

Konumuzla ilgili bir başka ikilem daha var, eğer Yahudilerin söylediklerine inanırsanız Filistin diye bir yerin varlığına şüphe duyarsınız, sonra gerçeği ararsanız Yahudilere ait bir toprak parçası olmadığını anlarsınız. 

Bugün Fenikelileri bilmeden Filistinlilere (bütünüyle) Arap derseniz, yanlışa düşersiniz. Filistlere Arap denmesini, Filistinlilerin kendisinden ve Araplardan çok Yahudiler istemektedir. Ne yazık ki arada en çok ezilen Filistinliler oluyor. 

Halbuki olay açık, Filistinlilerin atalarını iyi belirlemek gerekir. Belirleyemezseniz ne olur? Yahudiler sonradan oluşmuş bir millettir ve Kenan bölgesi için ifade ettikleri iddiaların tümü çökmektedir; hatta bu iddiaların çoğu Eski Ahid’de dayanır ve teolojik kökenlidir.

İşte bu tür temel meseleleri çözmeden ne kronikleşmiş Filistin sorununun çözebilirsiniz ne de Doğu Akdeniz’deki paylaşımları…

Anlatılanlara bakalım öyleyse… MÖ 1.800’lerde Mezopotamya’nın en önemli kentlerinden olan Ur’da yaşayan Sami soyundan gelen ve Samilerin bir dilini konuşan İbrahim, dönemin kralına, yönetimine, yönetiminde var olan inanç sistemine, tanrılara ve dolayısıyla putlara isyan eder. Evet, bir Yaratan var ve bunun adı Yahweh’tir der. 

Yahweh (YHWH, Yehuda da buradan gelir), değişik kültürlerde karşılığı “İlah” olan ve Arapça “Allah” olan tek tanrı ile aynıdır. “Yahudi” sözcüğü bu “Yahwehe inanan” demektir. İbrahim’in tarif ettiği (veya Vahiy ile ifade etmesine sebep olan tanım gereği) Yahweh, insan aklının üstünde, her yerde hazır ve nazır bir varlık şeklindedir. Kâinatta düzen de kaos da Yahweh tarafından yaratılmıştır. Yahweh insanı sudan yaratmıştır. Bu dünyada insan iyilik ve adaletin belirleyicisi Yahweh tarafından kurulan bir ahlaki dünyada hareket edecektir. Yahweh belli bir obje bile olsa, benzetmeyle küçük düşürülemeyecek kadar büyüktür ve kutsaldır. Krallar bu ilkelerin üstünde olamazlar. Putlar (bu dünyanın tasvirleri, objeler) inkarın ta kendisidir. 

İbrahim’e ve onun tarif ettiği Yahweh’e inananlar diğerlerinden ayrışırlar. Eğer aralarında bir savaş bile olsa, Yahweh İbrahim’in yanında durur. Bu dinsel kült göçebe ve çoban olan küçük bir kavim için ilk “milli” bilinci belirginleştiren tariftir. Dolayısıyla Yahweh’den türemiş Yahudi’nin ortaya çıkması böyle gerçekleşmiştir. Daha sonraları kabile içindekiler her ne kadar aralarında ayrılığa düşseler de veya çatışsalar da Yahweh kültünden sapmadılar, belki işlerine geldiği gibi daha sora değişiklikler veya ilaveler yaptılar, ama esası değiştirmediler. Bu Yahweh tarifi ve inancı daha sonra özellikle bölgedeki diğer kavimlerin de kabul ettiği bir din haline geldi.[4]

Bu kavmin devamcılarına İbrani veya Yahudi denmesi doğrudur. Şurası açıktır, MÖ 1.800’lerin öncesinde bu tür bir tanım (İbrani ve Yahudi) yoktur ve bu tür bir belirginleşmiş (millet olmaya aday) topluluk da yoktur. Buna karşılık hiç değilse bölgede başka kavimler ve devlet vardı, örneğin Fenike devleti. Bölgedeki kalıntılar bizlere bu milletin denizciliğiyle ve meydana getirdikleri ketlerle ilgili çok fazla örnek vermektedir.

Her ne kadar İbrahim krallara (bazıları için tanrı-kral) karşı ortaya çıktıysa da daha sonraları bu “din kültüne dayalı olarak millet olma bilinci” geliştikçe ve özellikle Davud döneminde bir krallık kurmak ve diğer toplumları kendilerine tabi kılmak amacı gerçekleşmiştir. Kadim zamanlarda İbraniler için Süleyman krallığın zirve yaptığı dönemi temsil eder.

Mısırlılar MÖ 3.000’lerden beri bu coğrafyada en gelişmiş bir medeniyet idi. Hatta ara sıra buralara gelirler ve toprakları istila ederlerdi. Kuzeyde de Hititler vardı, onlar da benzer gelişmelerde sahne alırlardı. Bunlar o dönemlerin başat güçleridir. Mısırlılar, İbrahim tanındıkça bu göçebe kavme İbrani ve Yahudi demeye başlamıştır. Mısırlılar, Hitit’e bir ulus muamelesi yapmıştır, çünkü öyledir. (Bugün Hitit halkı da Fenikeliler gibi yok kabul ediliyor.) Ancak İbraniler, MÖ 1.800’lerden MÖ 1.000’lere kadar, yaklaşık 800 yıl, kökleri belirgin olmayan ve küçük bir nüfus oldukları nedenle, İbrani ve Yahudi demişler, başka bir şey söylememişlerdir. O halde “İsrail” sözcüğü nereden çıktı denecektir. Bu konuya değineceğim.

Yahudilerin kendilerine malettiği tarifle “Nil’den Fırat’a” kadar uzanan “Verimli Hilal” topraklarının merkezi esasen Filistlerin Diyarı’dır. Yahudiler buraya Filistin demezler, daha çok “Kenan” derler. Dini ve politik güçleriyle etkili oldukları devirlerde (MÖ 1.000’den çok sonra) Kudüs kuzeyindeki bölgelere “İsrail” demişlerdir. 

Kenan, yaygın olarak Fenikelilerin ve Sami kavimlerinin yaşadıkları bir bölgedir. Sürülerini otlatan değişik kavimlerden insanlar veya daha uygun yaşam alanları bulmak isteyen topluluklar, Mezopotamya ve Mavera-i Ürdün’den gelen göçebe ve çobanlar, Kenan bölgesine eriştiklerinde yerleşik halklarla karıştılar. 

MÖ 2.000’lerin sonlarında kentlerdeki insanlar demiri bulmuşlardır ve Sümerlerden öğrendikleri dili öğrenmeye başlamışlardır. Dolayısıyla dinler, krallar, yeni fikirler hep bu gelişme dönemlerinde meydana geliyordu. Yahudilerin kendilerine ait olduklarını ifade ettikleri bu topraklar aslında birçok kavme aitti. Olsa olsa Yahudilerin burada yaşayan ve göçüp geçen halkların karışımı içinde tutunmak ve ayakta kalmak bir strateji olabilirdi. Sürmekte olan iktidar mücadelesinde kendilerine bir yer bulma hevesi içindeydiler. 

Bu mücadelede hangi önderlerin isimlerini biliyoruz? Bildiklerimiz de peygamberdir. Hatta kral bile olsalar bugün biz onları peygamberlik[5] payesiyle kutsuyoruz. Kimin gayretiyle biz onları kutsuyoruz? Belki de biraz Yahudilerin aklıyla. Bu peygamberleri MÖ 1.900’lerden sonraya koyabiliriz, öncesinde olanlar neye göre ifade edilmiş, bunları ancak kutsal metinlerden öğrenebilmekteyiz. Elimizde başka referans yok (veya çok kısıtlı) ve bu metinlerin o tarihlerde nerelere yazıldığını da siz takdir edin. 

Sümerler MÖ 3.200’lerde yazıyı buldular, kil tabletlere kazınan metinler bugün elimizdedir. Mezopotamya’da yaşanan ve Nuh Tufanı diye bilinen sel hadisesi Sümer tabletlerinde anlatılmaktadır. Burada işaret edilen diğer anlatımlar da bilinmektedir. Gılgamış Destanı önemli bir vesikadır. Bu anlatımları okuyan ve birbirine aktaran topluluklar vardır. 

MÖ 1.900 ila Milat arasındaki dilimde bölgedeki başlıca peygamberlere bakalım: İbrahim ve Lût MÖ 1.900-1.800’lerde, Yakup MÖ 1700’lerde, oğlu Yusuf hemen sonra, Hûd, Şuayip ve Musa MÖ 1.500-1.400’lerde yaşamışlardır. Davut ve Süleyman MÖ 1.000 ve daha yakın zamana rastlar. Salih ve Yunus MÖ 700’lerdedir. İsa ise Miladın başlangıcında yine aynı bölgededir. Bu saydığımız peygamberlerin devam eden bir soyu temsil etmeleri söz konusudur.

Yakup’un (Jacob) oğlu Yusuf’un (Joseph) Mısır’daki dönemini ve öyküsünü biliyoruz. Yusuf küçük yaşta kuyuda bulunur ve kervanlarla Mısır’a gider. Orada büyür ve Firavunun sağ kolu olur. Sonra babası Yakup’u çağırır. MÖ 1.700’lerde Yakup, Kenan topraklarına geri döner ve Eski Ahid burada yer olarak “İsrail” topraklarına dönüldüğünü yazıyor. 

Karıştırılan nokta buradan ileri gelir. Buradaki İsrail, dinen anlamı olan bir kelimedir. Türkçe seslendirmeyle İsrail, yani “iz’ra’el” olarak açabileceğimiz bu kelime, “Tanrının (‘el) Yakup ile yaptığı anlaşma,” anlamındadır. Hatırlarsak önce İbrahim Tanrı ile anlaşma yapmıştı, sonra oğlu Yakup, daha sonra bu peygamberler sürekli anlaşma yapacaklar, tercümeyle ifade edilen “ahid” kelimesi de bu anlaşmayı işaret eder. Eski Ahid’e göre Yakup, Tanrı ile güreşir (burada güreşmek; onunla anlaşır, ona sıkıca bağlanır, anlamındadır), yani ona sıkıca tutunur, bu “iz’ra” demektir. İsrail bir yer ismi veya şahıs ismi değildir, dini bir tariftir.

Rahip Roland de Vaux bize Hiksoslar dönemini (MÖ 1.400’ler), Kenan’da Samiler’den gelen İbraniler’in, Amoriler ve Aramiler ile bir konfederasyon içinde olduklarını anlatır.[6]

Göçebelerin bir kısmı Kenan’da kalırken bir kısmı da Mısır’a gitmişlerdir. Yeni verimli alanlar bulabilmek adına gerçekleştirilen (o dönemin en güçlü ülkesi) Mısır’a göçlerin önemli bir kısmı Çoban Kralların (Hiksosların) dönemine rastlar. Hiksoslar Yahudi değillerdir. Hatta Hiksos tabiri bir genel bir deyiştir, bir ırkı işaret etmez. Ancak Hiksosların beraberinde gidenler ile Mısır’daki mevcut Yahudiler neticede birleşmişlerdir. Bütün buraya göçle gelen halklar özellikle Mısır idaresine (Firavunlara) karşı ortak hareket etmişler ve muhalif olmuşlardır, tıpkı ataları İbrahim’in (Abraham’ın) yaptığı gibi. 

Rahip de Vaux bu kesime “Apiru” dendiğini ve esasında “İbrani” adının dahi buradan geldiğini iddia eder.[7] Kutsal metinlere göre Mısır’da kalan Yakup’un soyunun asıl büyük dönüşü ise Musa zamanına rastlar. Firavun’a başkaldırı bu zamanda olmuştur. Musa’nın Mısır’dan kavmini Kenan’a geri getirmesi öyküsü Kızıldeniz’den geçişle[8] gerçekleşmiştir. Kutsal metinlerde her ne kadar bir kerede Kenan’a geri dönüş olduğu anlatılsa da esasen Apiru topluluğunun Mısır’dan çıkışları asırlarla ifade olacak şekilde başlamış ve devam edegelmiştir. 

Demek ki Yakup, Kenan’a dönünce halkına şöyle dedi: “Ben Tanrı ile anlaştım, o bizi koruyacak, Bethel’in adı artık İsrail oldu…” Bilinen odur ki, Yakup’un ifadesi üzerine Tanrının onlara tarif ettiği Bethel’in yeni adı “anlaşma ile anılan yer” anlamında İsrail olmuştu. 

Kutsal metinlerin dışında ne biliyoruz? MÖ 1.225 yılında Mısır Firavunu Merneptah yaptığı savaşa ithafen diktiği taşın üstüne “İsrail yok oldu, ırkı yok oldu!” yazdırmıştır. İsrail sözcüğü hakkında ilk bilinen kayıt budur. Üstelik Firavun IV. Amenofis (Akhenaten zamanı MÖ 1.375-1.358) Amama ve Tell kentlerini kurdurtur. Filistin bölgesindeki bu kentlerle kil tabletlerle yazışma yapar. Bu Firavunun atadığı kent idarecileriyle yaptığı 400 parçadan oluşan kil tabletlerdeki yazışmasında bir tane bile İsrail sözcüğü yoktur. 

Rahip de Vaux, “Söylendiği gibi 12 kabilelik İsrailoğullarının varlığı şeklinde değil, sınırlı bir grup insandan bahsedilmesi gerektiğini,” açıklamaktadır ve savunduğu fikrin tersine bir referansın olmadığını işaret etmektedir.[9] “İsrailoğlu” sözcüğü de anlamlıdır. Zira Yakup’un Tanrı ile yaptığı anlaşmadan sonra erkeklere “yizrael” denmesi bu sürecin devamını ifade etmektedir.

Rahip de Vaux’un ifadeleri başka gerçekleri de açıklıyor. Yahudiler yine metinlerinde 12 Kabileden bahseder. Hatta MÖ 926’da Kudüs’ün kuzeyinde (İsrail) ve güneyinde (Yehuda) adında kurulan iki krallığın birbirinden ayrılma sebepleri dahi belli bir fikre göre açıklanır; Musa’nın kutsal sandığına sahip çıkanlar ve diğerleri (Samiri’nin Apis öküzüne inananlar) gibi… Anlaşılan şu, Yahudilerin inanışları ve tanımları ile dünyada yaşananlar ve gerçekte var olan tanımlar farklıdır.

O halde bölgede kimler var? Yerliler var ve zaman içinde Hititliler, Babilliler ve Mısırlılar bölgeye işgal için ordu göndermişlerdir. Mısır ve Hitit ordularının tarihteki en önemli savaşlardan olan karşılaşması Kadeş’te gerçekleşmiştir. Ardından MÖ 1.296’da ilk yazılı metne dayalı Kadeş Anlaşması burada yapılmıştır. Yerli Fenikeliler (deniz kenarındaki kentlerde, Karmel Dağı ve çöl arasındaki bölgede), Kenanlılar (Halil şehrinde ve civarında), Hititler (kısmen), Aramiler (geniş bir alanda), Ammoniler (Amman civarında), Moabiler (Lût Gölü doğusunda), Edomiler (güneydoğuda) bulunmaktadır. 

Araplar bölgeye daha sonraları gelmişlerdir. Arapların yoğun gelişleri MS 700’lerden sonradır, yani Müslümanlıkla beraber göçler başlamıştır. İlk olarak Araplar daha çok Filistinlilerin alanlarına yerleşmişlerdir. İlk kütlesel temastan sonra Mekke ve Medine’deki Müslümanlar bu bölgeye Kenan ülkesi değil, Filistin ülkesi demişlerdir. Persler, Grekler, Romalılar, Araplar ve Türkler değişik zamanlarda bölgeye gelmişler ve nüfus yapısı bu süreçlerde sürekli değişmiştir.

Özetleyelim, nüfus konusunda derli toplu açıklamaları Garaudy yapmaktadır. Şöyle der: Birincisi, bölgeye ilk yerleşenler Filistinlilerdir (MÖ 3.200’ler). İkincisi, Apirular (İbraniler) bölgeye daha çok Mısır’dan diğer istilacılar (Hititliler, Babilliler, Mısırlılar, Persler, Grekler, Romalılar, Araplar, vs.) gibi gelmişlerdir (MÖ 1.300’ler). Bugün bahsedilenler hakkında Eski Ahit dışında bir referans doküman yoktur. Yazılı Eski Ahit metni Davud (MÖ 1.000’ler) zamanına rastlar.[10] Rahip de Vaux dahil bazı yazarlar Eski Ahit’teki anlatımları kaynaklarıyla işaret etmektedir, ben bu konuya girmeyeceğim.

Mısırlılar MÖ 1.225 yılında İsrail ismini kullandı. Daha sonraki gelişmeler neticesinde MÖ 1.010 yılında Saul isimli Yahudi İsrail Kralı ilan edildi. Ancak Kral Saul belirtilen yıllarda Filistler tarafından yenilgiye uğratıldı. Yahudiler bu savaşla birlikte dağılmışlardır. Bu ara dönem kısa sürmüştür. Moabilerden olan Davud (MÖ 1.006-960), Kenan’da yaşayan halkların hepsini içine alan bir devlet kurmakla meşgul olmuştur. Davud Krallığı, Yevesluların yaşadığı Kudüs’e taşıyıp burayı kutsal bir hale dönüştürmüştür. Davud, Kenan topraklarının geniş bölümünü kendi krallığına katar ve Kudüs’ü dini ve politik başkent olarak tanıtır. 

Davud’un hiçbir şekilde (krallık kurma isteği tamam ama,) “Yahudileştirme” gibi bir amacı olmamıştır. Hatta üç komutanından birisi Filistli İttia de Gath isimli askerdir. Amoni hükümdarı Şobi ile ticaret yapmaktadır. 

Tahtın varisi Süleyman, Davud’un Hititli karısından doğmuştur. Bugün Yahudilerin “Yahudi anneden doğma” konusu Süleyman için geçerli değildir, o dönem başkaları da bu şekilde olabilir. Demek ki bu “ırk oluşturma” kuralı sonradan geliştirilmiştir. 

Kral Süleyman döneminde (MÖ 960 sonrası) bir Arami vilayeti İsrail’den bağımsızlığını geri alır ve Edom Krallığını kurar. Süleyman ölür ve yerine oğlu Davud gelir. Bu Davud krallığı ikiye bölerek yönetir, kuzeye İsrail der, güneye de Yehuda. 

Görüldüğü gibi İsrail sözcüğünün belirgin olarak bir yer ismi halinde (ilk MÖ 1.225’de Mısırlılar ifade etmişti,) şimdi de MÖ 926 yılında kendileri kullanırlar. MÖ 721 yılında İsrail’i Asurlular, MÖ 587’de Yehuda’yı Babilliler istila eder. Bu dönemlerde sürgünler olur. Daha sonra Pers Kralı Kiros Babil’in elindeki tüm toprakları zapt eder. Sürgündeki Yahudiler’in geriye dönmelerine izin çıkar. Ancak hepsi geri dönmez, çoğu Babil’de kalır.

İfade edildiği üzere Yahudiler uzun dönem Perslerin, Greklerin ve Romalıların hükümranlığı altında yaşamışlardır. Bu arada Makabeler’in Asmoniler denilen bir hanedanlık kurma olayı var. MÖ 200’lerde Makabeler İskenderiyeli Antiokus Epifan’a başkaldırırlar. Bu başkaldırı uzun yıllar sürer. Asmoni Hanedanlığı kurulur ama bu kez de MÖ 63’de Romalı Pompeius önce Filistin’i sonra tüm bölgeyi ele geçirilir. Bölge Hirodes tarafından Roma eyaleti yapılır. MS 132’de Bar Kokhba isyanı olur. Bu isyanda Kudüs’teki mabet yıkılır. Yahudiler bütün Doğu Akdeniz sahillerine yayılırlar. Hatta bazıları uzak diyarlara kadar giderler. Bu dönem, Filistin’de Yahudilerin olmadığı bir dönem olarak bilinir. MS 1.187’de Selahaddin Eyyubi Kudüs’ü zapt eder ve Yahudiler’in evlerine dönmelerini ister. Bundan sonra bölgeye Yahudiler gelmeye başlarlar.

Filistin 

Bölgeye tarihsel açıdan bakalım. Eski Bronz Çağı’nda (MÖ 3.000’ler) ortaya çıkmış kentler vardı. Bu bölgeye MÖ 3.000’den önce Amori diyarı, MÖ 2.000’den sonra göçebeler Kenan demekteydi.[11] Kenan diyarı demek doğrudur, ama Kenan da bir ırk ifadesi değildir. Üstelik MÖ 2.000 öncesi metinlerde Kenan ismi geçmemektedir.[12]

Sami dilini konuşan toplulukların Kenan’a göç ettikten sonra daha çok bu tür dillerin konuşulduğunu görmekteyiz. Sami dili konuşmak ne demek? Önce şunu söylemeliyiz, Sami bir ırk değildir. Sami (veya Semitik) dili konuşanların belirgin özellikleri; üç sessiz harften oluşan fiil köklerini kullanırlar, belirli geçmiş zaman ve hikâye bileşik zaman kalıplarına sahiptirler. 

Bir Fenike (Phonecian) ticaret gemisini tasvir eden kabartma, MÖ 400.

Fenikelilere değineceğim bu önemli. Bugünkü kaynaklar bugünkü Fenikelilerin, eğer kaldıysa, Lübnan topraklarında (Beyrut) olduğunu söylemektedirler. İsrail Devleti teolojiye dayalı politikası gereği, Fenikelileri bugünkü Lübnan bölgesinde yaşamış eski bir kavim olarak göstermeye çalışmaktadır. Heredot, Filistin olarak Suriye’nin güneyinden Mısır’a kadar olan bölgeyi işaret eder. Denizciliğin dışında Fenikeliler taş ustalığını, duvarcılığı ve yapılaşmayı çok iyi bilmektedir. Taş ustalığında dünyada diğer bütün öğretilerin kaynağı olduğu bile Fenikelilere dayandırılır. Hatta masonry, Mason Tarikatı gibi meseleler açısından da Fenikeliler eksisiyle veya artısıyla bir anlam taşır. Bu konu başka yerlere çekilebilir, ama bilinmesi gereken bu duvarcılık işinin, kalelerin inşası veya Kudüs’ün inşası gibi daha sonra başka noktalarda önemli olduğu görülmüştür. Hatta Romalılar da bu kavimden ustalık bakımından çok şey öğrenmiştir.

Bölgede Fenikeliler (Phonecians) dönemi belirgindir. Fenike, şu anda Suriye, Lübnan ve kuzey İsrail’den geçen Akdeniz kıyıları boyunca uzanan bağımsız kent devletlerinden oluşan eski bir medeniyettir. Fenikeliler bir dönem Kıbrıs adasında da etkin olmuşlardır. Fenikeliler denizci bir kavimdir. Fenike kent devletleri MÖ 3.200’lerde kurulmaya başlanmıştır ve MÖ 2.750’lerde gelişmiştir. Bazı tarihçiler Fenikeliler’in Girit adasından geldiklerini söylemişlerdir. Sonuçta bu denizci kavim Doğu Akdeniz’de yerlilerle ve göçebelerle kaynaşmış halde yaşamaktaydı. 

Fenike halkı bu Doğu Akdeniz kıyılarında “Filistler” olarak anılmışlar mı? Bu soru için henüz emin olabileceğim sağlam kaynak bulamadım, her iki türlü açıklama da var, ama şu gerçek, bölgede Filistler mevcut. Filistinliler tabiri esasen buradan gelir. Fenikeliler ise bugünkü Doğu Akdeniz kıyılarında yerleşmişler.

Bölgedeki kentler MÖ 2.200-1.900 arasında göçebelerin akınına uğramıştır. Hatta Orta Bronz Çağ döneminde (MÖ 1.900-1.550) bölgede yeni kentler de inşa edilmeye başlanmıştır. Bu bölge MÖ XVI. Asırdan itibaren Mısır İmparatorluğu’nun sınırları içinde kalmıştır. Mısır dönemi başlayınca halklar daha da karışmıştır. XVIII. Firavun Hanedanlığı döneminde (MÖ 1.550-1.292) bu bölgenin adı “Filistlerin Diyarı” (Philistia, Filistin) şeklinde işaret edilir. 

Çok sonra, Romalılar MS 135’te, Bar Kokba isyanı zamanında, imparatorluk topraklarını haritalarına yazarlarken, bu eyaletinin ismine Filistin dediler. Filistin tarihi Romalının bu tarifiyle mi başladı? Belli ki bu İsrail Devleti için can simidi gibi işlev görmüş bir konudur. 

Zamanına göre konuşmak gerekiyor. Roma İmparatorluğu gibi düşünürseniz, söyleyeceğiniz çok olur. Roger Garaudy’nin, “O zaman burası Osmanlı’nın Şam Vilayeti dediği yer mi?” sorusu çok haklı oluyor. Bence de bu toprakların adı Şam’dır, hatta Levant bile değildir. Osmanlı İmparatorluğu böyle söyler.

Doğu Akdeniz’de varlık göstermiş kadim bir medeniyet olan Fenikelilerin eserleri müzeleri doldurmaktadır. Konu çalışılmaya değerdir. Ancak ben burada olası-kasıtlı düşünceleri bir yana koyarak, yerleşik toplumları, kent kuran, ticaret yapan, vs. ilişkileriyle değerlendiriyorum. Zamanın çoban ve göçebeleri ise bunların yanına koyarak bir okuma yapıyorum. Bugün o kıvırcık saçlı Fenikelilere “yok oldular!” demek suretiyle görmezden gelinmesini de pek insani görmüyorum!

Kenan’da Filistin tarihi Roma idarecilerinin MS 135’te mektuplarına yazdığı zamanda değil, MÖ 3.200’de Fenikeliler ile başladı. Mısırlıların dediği gibi MÖ 1.500’lerde Filistin diyarı diye bir yer zaten vardı. Fenikeliler Arap değildi, sonradan Araplaştı, hem Sami dilini kullanarak. Nuh’tan Musa’ya peygamberlerin döneminde Kenan’da Fenikeliler yerleşik kültür olarak zaten vardı. Hem İsrailoğlullarının peygamberleri, ki Müslüman peygamberleri de aynıdır, bu ret edilmez, aslında yerleşik kültür değildi, göçebe idi. Yusuf gibi bazıları yerleşik medeniyetlere gidip yaşamışlar veya çalışmışlardı.

Amerikalı tarihçi Breasted, XX. Asrın başlarında “Verimli Hilal” tarifini yapmıştır. Tarihte bu bölge birçok kavme ev sahipliği yapmıştır. Tarım, ticaret, kent kültürü, denizcilik gibi pek çok faaliyet burada kolaylıkla gelişmiştir. Örneğin dağlardaki sedir ağaçları Fenikelilerin denizcilikte ilerlemesi, uzun menzilde seyredebilecek gemiler inşa edebilmelerine imkân vermiş ve önemli bir kaynak oluşturmuştur. Bol miktarda yetişen üzümden şarap ve zeytinden yağ üretilmiş ve başka kentlerle ticaret başlatılmıştır. Akdeniz kıyılarında kolonileşme dönemi böylelikle gelişmiştir. Minoa, Akha, Mykene gibi Adalar bölgesi (Ege) uygarlıklarının denizcilikle gelişmesi de mümkün olmuştur. Fenikeliler de ilave edildiğinde bölgedeki yapılar birbiriyle bağlanmış görülmektedir. Hatta Doğu Akdeniz’deki bu kadim ticaret ağı insanlığın hep dikkatini çekmiş, kültürel gelişmenin de ulaşımını sağlamış, dolayısıyla bu yapı, bir ifade halinde çok sonraları ortaya çıkan Verimli Hilal’in ve Levant’ın temelini teşkil etmiştir.

Levant: Bereketli Hilal

MÖ 3.000’lerin sonlarından itibaren Amori diyarı insanları, MÖ 2.000’lerin sonlarında Aramiler veya Kenan diyarı insanları olarak görülen toplumlar Sami dillerini konuşan halklardır. Sami dilinin kökeni Arap Yarımadası’dır. Bu durum nasıl gelişmiştir? Verimli Hilal’e olan göçlerle. Verimsiz topraklarda yaşayan insanların bir kısmı Nil bölgesine, Mısır’a gitmeyi tercih ederlerken, diğer bir bölümü de çalışmak, karın doyurmak, ticaret yapmak vs. işler için kalıcı ve geçici şekilde kuzeye (bugünkü isimleriyle Mezopotamya, Suriye, Lübnan, Filistin…), yani verimli topraklara göç etmişlerdir. İşte bu Sami dilini konuşan değişik halkların bir kısmı kalıcı olmayı tercih etmiş ve bölgedeki yerleşik halklarla kaynaşmışlardır.

İbrahim’in döneminde İbranilerin dili Aramiceydi, Sami dili konuşulması yaygınlaştıktan sonra Arap ve İbrani dili birbirine yaklaştı. Garaudy İbranileri Sami kabileleri olarak sınıflandırır. Zira onların Arap yarımadasında çıkma göçebelerden olduğunu ifade etmektedir. Hatta diğer bütün göçebe Sami dili konuşan kabilelerin yaptığı gibi çok uzun yıllar süren göçlerle, arayışla Mısır’dan Mezopotamya’ya değişik yerlere yayıldıklarını savunur. Buna göre Filistin toprakları da İbranilerin göç ettikleri alanların içindedir. Ancak İbraniler Kenan kültürünün etkisiyle yerleşik düzene geçme fırsatı bulabilmişlerdir.[13] Dolayısıyla bugün yerleştiklerin toprakların önemli bir kısmı Filistinlilerin olmaktadır.

Bu bölgenin bir özelliği de (bugünkü isimleriyle ifade ediyorum,) deniz yoluyla Akdeniz’e, kara yoluyla Anadolu’ya, Kafkasya’ya, Hazar’a, Orta Asya’ya, İran’a, Hindistan’a geçiş yoludur. Yani bu bölge birçok halk için bir toplanma yeri hüviyetindedir. Eğer Verimli Hilal daha uzak diyarlarla bağlanır ise haliyle tarihi İpek Yolu da buradan geçecektir. Zamanında bu toplanma yerindeki kentler, Sur (Tyre), Celile (Galilee), Sidon, Byblos, Şam öne çıkmışlardır.

Fenikeliler (Phoenicians) ve Akdeniz Ticaret Yolu (MÖ 1.500)

Bugünkü Levant bölgesinin coğrafi sınırları ve içindeki halklarla ilgili konular böyledir. İsa’dan sonra da bazı gelişmeler yaşanmıştır. Çok hazırcı bir yaklaşımla bugün “Vaatedilmiş Topraklar” veya “Bereketli Hilal” olarak isimlendirilen coğrafya Kutsal Kitap’a dayandırılarak sanki İsrailoğullarının arazisiymiş gibi gösterilmektedir. Bu belki belirli kişilerin hoşuna gidebilir ama insanlık tarihi açısından bir şey ifade etmemektedir. Yine de aşağıdaki haritada bu bölgeyi göstermekte yarar var.

Hahamların Vasiyeti

Romalı Latince kökenli “na’t” yani “biz” sözcüğünü esas aldı. “Ben Romalıyım,” diyen herkes Romalı oldu. Başka bir ifadeyle, “o, bizlere katıldı”. Bugün “nation” yani ulus, böyle bir düşünceden ortaya çıktı. 

Irkçılığı kim keşfetti? İnsanlar MÖ 10 binlerde, 5 binlerde veya daha yakın tarihlerde, belli bir coğrafyada, örneğin bugünkü Doğu Akdeniz’den Zagros Dağları arasında bir yerlerde yaşarlarken, çobanlık ve ilkel tarım yaparlarken, “Benim ırkım şu!” diyorlar mıydı? Tamı tamına böyle bir kavram yok elbette. Ama mitler, gruplaşmalar, güç birliği yapma geleneği, kent devletleri kurma düşüncesi hep o dönemlerde meydana gelmişti. Akıllı liderler veya toplum önderleri çevresindeki insanlara rehberlik edebilmek için bazı kurallar koyuyorlardı. Böyle bir dönemde, (anlatılara göre) MÖ 2.900’de, Nuh’un Mezopotamya’da yaşanan sel felaketine istinaden yaptıkları ile veya daha sonradan ona mal edilen anlatımlarla bir ayrışma içine girildiğini görmekteyiz. Anlatıya göre (Tekvin 10/18-22), bütün dünya sular altında kalır. İnsanlar ölür. Nuh’un ailesi ve kurtardıkları hayatta kalır. Bu Âdem’den sonraki ikinci var olma dönemidir. Bu olay Tanrının bir hikmetidir. Çünkü kötülükler yok edilmek istenmiş, Nuh’a da tekrar insanlığı dizayn etmek görevi verilmiştir. Nuh’un üç oğlu vardır. Sam, Asyalıların atası olur ve hiyerarşide din adamlarının da atasıdır. Yasef, Avrupalıların atası olur ve hiyerarşide beylerin atasıdır. Ham, Afrikalıların atası olur ve hiyerarşide köleliğe ve zorbalığa mahkûm edilmişlerdir. Nuh, Âdem soyundan gelir. Sonra Yahudilik bu soydan yürür gider, MÖ 1.900’lerde İbrahim gelir. İbranilik belirgin bir anlatımla işte bu belirttiğimiz coğrafyada bundan sonra olacaklar için temel bir modeldir. 

Şimdi bu anlatılanlara bakılırsa, bu belirtilen soydan gelmek ancak bir seçilmişlik, üstünlük, kendi içlerinde bir toplanma, güç oluşturma imkânı veren anlayışla açıklanabilir. (Konunun inanç boyutunu buraya hiç karıştırmıyorum.) İşte bu bir ırk ayrışması için ortaya konmuş kavram, mit ve bunlara dayalı kurallar manzumesi için yeterli hususlardır. 

Buna ilave bazı kuralları daha işaret etmemiz gerekmektedir. O coğrafyada insanları zorlayarak, doğal hayatından alıkoyarak, ilkel bile olsa bazı temel kuralları yaşamlarında uygulamaları konusu belirtilen ırkı tarif etmenin ötesinde geliştirme ve idam ettirme anlamına da gelmektedir. Pers Krallığı sarayında çalışan hahamlar, Nehemya ve Ezra, bu söylediğimiz işi yerine getirenler olmuştur. MÖ 539 yıllarında Pers Kralı Kiros zamanında bu iki haham bir tarafa bakmış güçlü biri var ve gücü kullanırken kuralları kullanıyor, diğer tarafta kendileri güçlü olmak istiyor ve üzerinde çalışabilecekleri bir kavim var. Orada öğrendikleriyle yazmaya ve insanlara anlatmaya başlıyorlar. 

Ezra, 10/11’de “Çevrenizdeki halklardan ve yabancı karılardan ayrılın!” diyor. Nehemya, 13/3’de “İnsanlar bu kanunu duyunca, kanı karışık her adamdan ayrıldılar!” diyor. “Ve o günlerde Aşdodlu ve Ammoni ve Moablı karılar almış olan Yahudiler gördüm ve çocuklarının yarısı Aşdod dilini söylüyorlardı ve Yahudi dilini söylemiyorlardı, anca bu ve şu kavmin diline göre konuşuyorlardı. Ve onlarla çekiştim ve onlara lanet ettim ve bazılarını dövdüm ve saçlarını yoldum. Sonra Tanrı adına şu konuda yemin ettirdim: Kızlarınızı onların oğullarına vermeyin ve oğullarınıza ve kendinize onların kızlarını almayın!” (Nehemya, 13/23-25) 

Bu tür kurallar diyor ki, “Biz bir ırk yaratalım, kadınlarımızı bu manada koruma altına alalım, insanlar aynı dili konuşsun, başkalarını anlamasın, başkaları da bizi anlamasın, ayrışalım…” gibi. Nehemya ve Ezra gibi hahamların kaynağı var mı? Âdem, Nuh, İbrahim üzerinden sürdürülen anlatılar yeterli değil mi? Yetiyor ki bunu gerçekleştirebilmişler. Ortaya çıkanın karşılığını Yahudilik veya “hahamların vesayeti”[14] biçiminde açıklayanlar var.

Aile, kavim, soy, vs. var ama bu doğal bir yapıdadır ve diğerleriyle gerekirse kaynaşmaya açık bir durumdur. Sonuçta insan, insandır. (Dini açıdan ifade edilirse, “hepsini tek bir Tanrı yaratmıştır,” denecektir.) Bir kavmin disipline edilmesi ve belli bir çıkar için hedeflenmesi yönüyle bu, belki de modern zamana ilham veren biçimde, ırkçı politikaların ilksel örneğidir. Bunu en iyi örgütlemiş kavimlerden biri de Yahudilerdir. 

Roger Garaudy biraz daha ileri gidiyor ve “Aslında Yahudi ırkı hiçbir zaman olmadı! Tarihin her aşamasında Yahudiler (kendisi de ırk olmayan) büyük bir etnik grubun unsurlarından biri olmuşlardır,[15] diyor. 

Ancak bu imal edilmiş ırk ile Yahudiler şunu hedefleyebiliyor: “Bütün dünya bizim emrimize verilmiştir, Tanrı böyle buyurdu, çünkü biz üstünüz, seçilmişiz, bizler kulelerde yaşamaya layığız, dünyanın geri kalanı bizim inşa ettiğimiz kentlerin gettolarında yaşayacaklardır, çünkü onlar da buna layıktır!” Böyle bir “inancın” dünyada kime, hangi insana veya kavme yararı olabilir? 

Aryan ırkını savunan Hitler de bunların tam karşısında durdu ve soykırım yaptı. Adolf Hitler Kavgam’da şöyle diyordu: “Yahudi başkalarının kanını zehirler, fakat kendisininkini korur.

Siyonizm

Yahudi Ulus Devleti fikrinin asıl savunucusu Theodor Herzl şöyle demektedir: “Bir ulus, daima ve her yerde eğitilebilecek koca bir çocuktur. Ancak bu koca çocuğun eğitimi en uygun şartlarda bile, daha önce ifade edildiği gibi, çok zaman alacaktı, ki başarıyla tamamlanmış metotlardan önce diğer vasıtalarla biz kendi güçlüklerimizi ortadan kaldırabilelim.[16]

Herzl, önce toplanmak ve bir ulus olmaktan, yer ve zaman ne olursa olsun sürekli büyümekten bahsetmektedir. Büyümek için sabırla çalışmayı ifade eder. Ama esas meselenin kendi içlerinde anlaşmaya varıp bir hedef koymalarından bahseder.

İsrail’in iddiası nedir? Şöyle açıklayalım: Bugün bu üzerinde savaşların olduğu, merkezinde İsrail ve Filistin’in bulunduğu coğrafyada, kadim “Beni İsrail”in ve bir devletleri zaten vardı. Ne zamana kadar? MÖ 1. Asra. Bu zaman diliminden sonra Romalılar bölgeye gelip düzeni değiştirmişlerdir. Kutsal Kitap gereği bu düzeni modern dönemde de var etmek gerekmektedir. Birinci Dünya Savaşı (1914-18) zamanında 1917’de Britanya Siyonist Federasyonu, Lord Rothschild’e bir mektup yazar ve bir devlet kurmak konusunda destek ister. İkinci Dünya Savaşı (1939-45) sonrasında Yahudiler Hitler’in Holokost’unu işaret ederek bir İsrail Devleti’nin şart olduğunu yinelerler.

Henüz Birinci Dünya Savaşı başlamamıştı, Theodor Herzl 29 Ağustos 1897’de İsviçre’nin Basel şehrinde Dünya Siyonist Kongresini toplamıştır. Modern dönemin Yahudi Devleti fikri burada ortaya çıkmıştır. Birinci Dünya Savaşı başlayınca İngilizlerin çabasıyla, Türk topraklarında Şerif Hüseyin ile MacMahon anlaşmasıyla 1915 yılında Arap ayaklanması başlamıştır. Sonra 1916 yılında şu meşhur Sykes-Picot anlaşması yapılmıştır. Bu anlaşma Orta Doğu’daki Osmanlı topraklarının Fransız ve İngilizler tarafından nasıl pay edileceğini işaret etmektedir. 

Bir başka önemli metin 2 Kasım 1917’de ilan edilen Balfour deklarasyonudur. Bu metne göre İngiliz Hükümeti Filistin topraklarında Yahudiler için bir ülke kurulması uygun görülmekte olup şöyle denmektedir: “Majestelerinin Hükümeti, Filistin’de Yahudi halkı için bir milli yurt kurulmasını uygun görmekte olup bu hedefin gerçekleştirilmesini kolaylaştırmak için elinden gelenin en iyisini yapacaktır; şurası açıkça anlaşılmalıdır ki, Filistin’de mevcut Yahudi olmayan toplulukların sivil ve dini haklarına veya Yahudilerin diğer ülkelerde yararlandıkları haklara ve siyasi statülerine halel getirebilecek hiçbir şey yapılmayacaktır.”[17]

Filistin’deki arazi durumunu gösteren 1945 tarihli bir İngiliz haritası.

Bu deklarasyonun gündeme geldiğinde bugünkü İsrail topraklarındaki Yahudi nüfusunun oranı yüzde onu geçmeyecek şekildeydi. Yahudilerin büyük çoğunluğu diasporada veya başka coğrafyalarda yerleşmiş vaziyetteydi. Dünya Savaşı’nın da etkisiyle, 1920’lerde bölgeye göç eden Yahudilerde bir miktar artış olmaktadır. 1932’de bölgede yüzde 80 Arap, yüzde 20 Yahudi vardı. Hitler’in soykırımı sonrasında bölgeye göç eden Yahudi oranı giderek arttı. 1936’da Yahudi nüfusu yüzde 40’a kadar yükseldi.[18] Sonraki yıllarda bu oran daha da artmıştır. İkinci Dünya Savaşı bölgenin demografisini değiştiren başlıca faktör niteliğindedir. 

Peki, Hitler’den kaçan Yahudilerin bu bölgeye doğru akış göstermesinin arkasındaki kolaylaştırıcı faktör nedir? Birinci Dünya Savaşı sonrasında Filistin topraklarının Manda Yönetimi İngilizlere aittir. İngiliz Hükümeti İkinci Dünya Savaşı’nda, zamanın Siyonist örgütleri aracılığıyla, Yahudilere kendi yönetimindeki bu bölgeye göçünü salık vermiştir. Bölgedeki Araplar ise İngilizler’in bu eylemine karşı şikayetleri olmuştur. “Avrupa’da işlenen tarihin en büyük günahının bedelini neden Araplar ödüyor? Bedel ödenecekse Avrupa ödemelidir,” diye sızlanmışlardır. Bölgedeki Araplarla göç edip gelen Yahudiler sürekli kavga etmişler, bu kavga Yahudileri birleştirmiş, ama Araplar bir türlü birlikte hareket edip üstün gelememişlerdir.

Siyonizm Yahudi milliyetçiliğidir. Modern Yahudi devletinin kurulmasına öncülük eden Dünya Siyonistleri Federasyonu milliyetçi bir harekettir. Filistin’de Yahudi devleti kurmayı amaçlayan bir siyasi milliyetçilik olarak Siyonizm, Theodore Herzl’in topladığı Dünya Siyonist Kongresi ile tarih sahnesine çıkmıştır. Tevrat’ta anlatılan sade cemaat hayatını ideal kabul edip, modern devlet kurumunu ve İsrail devletini reddeden Ortodoks Yahudiler olabildiği gibi, bugün her Yahudi’nin Siyonist olmadığını söylemek de mümkündür. Ama radikal fikirler hep vardır. Siyon Tarikatı gibi akımlar da vardır.

Bu arada hatırlatmakta yarar var, Birinci Dünya Savaşı sürerken, Evanjelik Protestan annesinin terbiyesiyle yetişen ama kendisini ateist olarak tanımlayan İngiltere Başbakanı ve aynı zamanda Sevr anlaşmasının baş mimarı olan Lloyd George, Filistin’de güvenli Yahudi yurdu kurulması davasını üstlenen isimdir. 1915 yılında İtilaf Devletleri arasında yapılan gizli anlaşmaları gereği Filistin’de İngiliz mandası kurulmasını ve Yahudi göçünü bizzat Lloyd George kabul ettirdi. O dönem barış görüşmelerinde bu fikre en büyük muhalefet Katolik Fransa’dan gelmişti.

25 Ekim 1917’de Rusya’da Bolşevik Devrimi olmuştur. Bu tarihten sonra dünyada, yani ilk planda Avrupa, Asya ve Orta Doğu’da yayılmacı politikalar güdecek bir Sovyet sisteminin varlığını hep aklımızda tutmamız gerekmektedir.

Milletler Cemiyeti tarafından Dünya Savaşı sonrasında, 1922 yılında, Filistin Mandası İngilizlere verilir. Filistin topraklarında barış ve istikrar bu noktadan itibaren değişmiştir. Mandacı İngilizler tarafından Filistin’de Araplar bir yönetim altında toplanır ve 1936 itibarıyla Arap Yüksek Komitesi adı altında temsil edilmeleri istenir. Ancak bu Araplar 1937’de İngilizlere başkaldırır. Ayaklanma sonrası Peel Komisyonu toplanır ve bir rapor yayımlanır. Bu rapor bir plan içermektedir. Dünya Siyonist Kongresi’nin bu planı kabul etmesi istenir. Nedir kabul edilecek olan? Filistin üçe bölünecek; bir kısmı Araplara, bir kısmı Yahudilere, kalanı da İngilizlerin idaresinde olacaktır. Londra’da 1939’da İngiliz Hükümeti kendince bir karar alır ve 10 yıl içinde bağımsız bir Filistin için çağrıda bulunulur. Bu ne demek? Bu karar aynı zamanda İsrail için de bir çağrı anlamı taşır. 

Orta Doğu’da başka bir aktör daha devrededir. Kral Abdül Aziz bin Suud ile ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt 14 Şubat 1945 tarihinde Süveyş Kanalı’nda USS Quincy isimli savaş gemisinin güvertesinde bir ikili anlaşma imzaladılar. Bu imza bundan böyle Arap Yarımadası’ndaki petrolden ve bölgeyi savunmaktan ABD’nin sorumlu olacağını ve buna karşılık Arapların zenginleşmeye başlayacaklarını anlamalıyız. Dahası, her bir konu için Araplar ABD’ye danışacaklardır. 

Yine de Orta Doğu’da komünist fikirler de yayılmaktadır. Örneğin Süveyş Kanalı’nın kontrolü önemli görülmektedir. Bu nedenle bölge ile ilgilenen çoktur. Daha sonra İkinci Dünya Savaşı çıktığında Avrupa’dan Almanlar da bu bölge için çaba sarf edeceklerdir. 

Değişik düşüncelerden dolayı Araplar birlik fikrindedir ve 1945 yılında Mısır, Irak, Ürdün, Lübnan, Suudi Arabistan ve Yemen Arap Birliği’ni kurarlar. Arap Birliği, Filistin konusunda İngilizlere ve Yahudilere karşı oluşum içindedirler. Bunun üzerine İngilizler Filistin meselesini Birleşmiş Milletler’e havale eder. Genel Kurul toplanır ve sonuç şöyledir: “Filistin’in Arap ve Yahudi devletleri arasında taksimini, Kudüs’ün BM vesayetine girmesinin oylanmasını, BM taksim planının Yahudiler tarafından kabulünü.” 

Bu Yahudi ülkesi fikrini Arap Birliği ülkeleri BM’de ret ederler. Bunun üzerine Filistin’de Arap ve Yahudi çatışması başlamıştır. Ancak, daha önce ifade edildiği gibi, sayıca kalabalık olan Araplar, Yahudiler kadar organize değillerdir. Manda zamanındaki çatışmalar sonunda Yahudiler Filistin’de daha fazla yere sahip olmuşlardır. Bu sonuç onları giderek ümitlendirmiştir. Bu çatışmayı bahane eden İngiliz Hükümeti mandayı kaldırma kararı alır; ki bu durumda siyasi boşluk meydana gelir ve planlanan oyuna göre Yahudiler derhal David ben Gurion başkanlığında bir hükümet kurarlar. Bu hükümet 14 Mayıs 1948’de İsrail Devleti ilanında bulunur. İlk kabul edenler kimler dersiniz? Amerikalılar ve Sovyetler. Ardında Arap Birliği ve İsrail devleti savaşa başlarlar, savaş 1949’a değin sürer. Savaşa rağmen 1949 yılında BM İsrail Devleti’ni tanır.

Peki, 1948 tarihinde İsrail Devleti kurulunca vaziyet ne idi? Yahudiler, “Bize bir devlet kurulsun, ancak bu topraklarda hem İsrail hem de Filistin devleti var olsun,” dediler. Bunu Araplar kabul etmediler ve “Olmaz böyle bir şey,” dediler. Ama sonunda İsrail’i kabul ettiler (1977). Şimdi de İsrail Devleti Filistin’e hayır diyor, bu söylemi değişik şekillerde sürdürerek topraklarını genişletiyor. Bu durum nasıl değişecek, Levant’a barış ne zaman ve hangi şartta gelecek, asıl konu bunun arayışıdır.

Sonuç

Bugün İsrail Devleti de Yahudilik de var, ama bunlar kadim konulardır. Filistin de olmalı, yok sayılmamalı, hak neyse verilmeli, insan hakları, barış olmalı, diyorum. Oslo Görüşmeleri deniyor ya, neyse, oralara geri giden bir İsrail görecek miyiz, bilmiyorum..

Yahudiler kendi tanrı inancını Müslümanlar ile paylaşırlarsa varlıklarını inkâr ederler. Eğer İbrahim’in Sare’den olma oğlu İsmail soyundan gelen Muhammed’i kabul ederlerse kendi yazdıkları o Yahweh kurgusu çöker. İsrail (iz’ra’el) kelimesi “Tanrının (‘el) Yakup ile yaptığı anlaşma,” anlamındadır. Öyleyse İsrail sözcüğü de sorunlu olur. Sonradan Araplaşan ve Müslümanlığı kabul ederlerse Fenikelileri tanırlarsa kendilerine yazdıkları Kenan ve Vaatedilmiş Topraklar fikri çöker. Bütün bunlar bugünkü İsrail Devletinin varlık meseleleri kavramlardır. “Eğer İsrail’i kabul edecekseniz benim yazdıklarıma inanıp da gelin,”  demektedirler. 

Hatta bugün küresel güçler, İngiltere, Amerika başta birçok ülke ve bunları da kurup idare eden irade, “1948’de bir ülke kurdum, bunun için Milletler Cemiyeti bile memurdu, şimdi siz ne diyorsunuz?” demez mi? 

Kuruluşundan bu yana İsrail şunu işaret ediyor: “Uluslararası kurumlar ve hukuk benim için var, size ne oluyor? Düzenleyin ne gerekirse!”

Kim dur diyecek? Bu mesele bu dünyanın kaderi mi? Bugün doğan bir Filistinli bebek bu kaderi çekmek zorunda mı?

Kudüs’te duvarın o ve bu tarafı diye bakın. Çünkü arada bir duvar var.

İkna edici zümre (bir kısım akademisyenler, politikacılar, tarihçiler, toeloglar…) “Doğu Akdeniz, Enerji, Normalleşme, Yüzyılın Planı…” diyecek anlatırlarken. “Bunları tartışmalısın,” diyor zaten! Planları ve ortaya çıkan duruma göre belirlenen fikirleri yerleştirmek için olsa gerek… İşbirlikçiler, ikna olmuş Arap Birliği üyeleri, Körfez Ülkeleri, normalleşenler ne diyecekler ki? 

İran sözümona İsrail’e karşı. Böyle mi? Yoksa İsrail’in yaptıklarına ve yapacaklarına uluslararası meşruiyet mi yaratıyor? Mezhepçilik ve çıkarcılık cabası…

Rusya çaredir diye düşünenler var. Ben bunlara etki ajanı adını taktım. Hayret ediyorum doğrusu. Rusya zaten kuzeyde bir ülke, toprak lazım değil ona, nüfuz lazım ve dolayısıyla sıcak denizlerin peşinde. Örneğin Moskova’dan gelip Şam’a oturdu bile. Ayrıca Rus Yahudileri yoğun çaba içinde. Hem siz ne zannediyorsunuz ki Romanoflar’dan sonra kurulan sistemin parasını kim verdi? Onların arası gayet iyi… 

Bilim, tarih ve felsefe bilmeden konuşanlara ne demeli? Politikacı mı, uzman mı demeli?

Ne yapılacak? Savaş mı? Savaş yapmaya kalkışın isterseniz. İsrail’in stratejisi, sorunu en zor sınıra dayamak, hasmı savaşa zorlamak üzerine.

Genişleyen bir İsrail Devleti var, Vaatedilmiş Toprakları istiyor. Sınırı kuzeyde Türk sınırına dayandı. Bu amaçla Türkiye içinde uzantılarıyla çeşitli politikaları ve hedefleri var İsrail’in. Günlük yaşama dahil olmuş birçok konu var; ekonomik, politik, sosyal, teknolojik, güvenlik, vs. boyutlarıyla.

Seçim sizin, sizin de bir kırmızı çizginiz varsa eğer!

NOT: Fikri mülkiyet hakları gereği bu bilgileri referans vererek kullanabilirsiniz.

Gürsel Tokmakoğlu


[1] Roger Garaudy, İlahi Mesajlar Toprağı Filistin, Çev. Cemal Aydın, Timaş Yayınları, 5. Baskı, 2018, İstanbul, s. 10.

[2] İsrail Enformasyon Merkezi, İsrail Hakkında Gerçekler, İsrail’in 60. Yıldönümü Basımı. Esas yayın Ruth Ben-Haim tarafından 2003’de hazırlandı. Keter Pres Baskısı Kudüs, 2008. Türkçe internet adresi var: https://mfa.gov.il/MFA_Graphics/MFA%20Gallery/Documents%20languages/Turkish/ISRAIL%20HAKKINDA%20GERCEKLER.pdf s. 71.

[3] Age. s. 95

[4] John M. Roberts, Kısa Dünya Tarihi, Çev. Mehmet Tanju Akad, İnkılap Yayınevi, 2017, İstanbul, s. 100-1002.

[5] “Peygamber” sözcüğü dilimize Farsçadan girmiştir ve tam karşılığı “habercidir”. Farsça “payġām”, “haber, ileti” ve “payġāmbar”, “her çeşit haberci, elçi” demektir. Bu sözcük Orta Farsça (Pehlevice veya Partça) aynı anlama gelen “patgām” sözcüğünden türetilmiştir. Orta Farsçadaki “patgām” ise Eski Farsça, yani Avesta (Zend) dilinde, “pati-gāma” dır. Farsçadaki peygamber sözcüğü Müslümanlıktan çok önce, değişik dinler ve inançlar için kullanılan bir sözcüktür. Kuran’da “Nebî, Resul, Mürsel” yazar. Türkçe karşılık olarak “elçi” ve “önder” diyebiliriz. Yine Kuran’a göre Allah’ın bu seçkin kişisi, vahyi tebliğ eden, elçi, önder (lider) anlamındadır. “Resul” ve “Mürsel” yeni bir dini tebliğ eden kişidir. Gelmiş geçmiş bütün peygamberler “enbiya” yani “nebî” sözcüğünün çoğuludur. Mastar halinde “elçilik”, “risalet” ve “nübüvvet” olarak kullanılmaktadır.

[6] Roger Garaudy, İsrail Sorunu, Siyasi Siyonizm, Çev. Cemal Aydın, Timaş, 2. Baskı, 2019, İstanbul, s. 43

[7] Age, s. 44

[8] Kutsal metinlerde denizi yararak ve bir kerede geçtikleri şeklinde anlatılır.

[9] Roger Garaudy, İsrail Sorunu, Siyasi Siyonizm, Çev. Cemal Aydın, Timaş, 2. Baskı, 2019, İstanbul, s. 44. Bu husus Rahip de Vaux tarafından şöyle açıklanıyor: “Henüz oluşmamış olan 12 kabilelik bütün İsrail (oğulları) söz konusu olamaz; orada bahsedilen sınırlı bir grup olmalıdır.” Eski İsrail Tarihi, c. 1, s. 366.

[10] Age. s. 45-46.

[11] 1976’da keşfedilen Ebla metinlerinde geçmektedir.

[12] Roger Garaudy tarafından Rahip Roland de Vaux’dan alıntıdır. Roger Garaudy, İlahi Mesajlar Toprağı Filistin, Çev. Cemal Aydın, Timaş Yayınları, 5. Baskı, 2018, İstanbul, s. 27.

[13] Age. s. 28.

[14] Roger Garaudy, İsrail Sorunu, Siyasi Siyonizm, Çev. Cemal Aydın, Timaş, 2. Baskı, 2019, İstanbul, s. 55.

[15] A.g.e. s. 59-60.

[16] Theodor Herzl, Yahudi Devleti, Çev. Sedat Demir, Ataç Yayınları, 4. Baskı, 2018, İstanbul, s. 17.

[17] A.g.e., s. 300

[18] A.g.e., s. 301

Politika 'ın son yazıları

26 views

Politikada Gri Kavramlar

Size politika amaçlı yapılan propaganda konusu içinde yer alan kavramsal bir temayı sunuyorum, grilik. Gri kavramların dış ve iç politika yansımalarına bakacağım. Özellikle ABD dış politikasında kendi çıkarına yaklaşımlar sergilemesi neticesinde görülen gri kavramlar konusunu işleyeceğim. Buna örnek olarak Filistin-İsrail, terörle mücadele, sözde soykırım tasarısı gibi konular da yer alacak.
102 views

Yerelde Yapısalcılık

Bir olaya bakış yöntemimde felsefe ve tarih olmaz ise ben bunu oldukça eksik görürüm. Hemen herkesin siyaset, seçim, belediye, vs. konuştuğu noktada ben, bu işte temel felsefe ve asıl stratejik açıklama nerede diye arıyorum. Dolayısıyla felsefi yaklaşım ve stratejik bakış tarzı siyaset üstüdür. Benim açıklamalarım bu noktada değerlidir; mevcut yapılanlar gibi değil, başka türlü tartışmaları kapsamaktadır. Açıkça yazayım: Kim kazanacak, iktidar veya muhalefet ne yapacak, türü ifadelerle değil; imar neye göre olmalı, altyapı ve üstyapı nasıl planlanmalı, ülke ekonomisine uyumluluk ne şekilde sağlanmalı, kanunlar ne içerikte olmalı, gibi piramidin üstündeki meseleler önemlidir.
153 views

Emperyalizm

Bugünün anlayışı, küresel imkanlar içinde sahip olunan alanları artırmak ve güçlenmek, değer üretimi rekabetinde gerilerde kalmamak fikri üzerinedir. Ruslar gibi sürekli “kahrolsun emperyalizm” diyeceğinize, “ben hangi değeri üretebiliyorum, hangi büyük pazarda kaça satıyorum,” diye bakın isterim. Bugün ülkeler bazında ABD, İngiltere, Çin, Japonya, Güney Kore, birlik bazında Avrupa Birliği, küresel şirketler bazında sürekli sayısı artan ve yenilik üretenler, esasen bunlar değerleri zorluyorlar ve muhatap alınıyorlar. Daha fazla muhatap alınabilmek için yapılması gerekenler belli! Olan şu: Muhatap alınanların ve değer üreticilerinin daha fazla yayılması fikri!..
162 views

Doku Bozumu

Bu makale Ortadoğu'da kangren olan meseleleri stratejik düzlemde incelemektedir. Mevcut dokuyu bozan yapay düşünceler ile gerçekte olanlar arasındaki farkı bütün çıplaklığıyla dile getirmektedir. Halen bölgede savaş, çatışma, suç, terör, işgal, soykırım, gibi pek çok olumsuzluk yaşanmaktadır. Uluslararası sistem bu olup bitene çare bulamamaktadır. Suriye, Irak, Lübnan, Yemen, Libya, gibi ülkelerin halkları harap ve bitap düşmüş durumdadırlar.
226 views

Devlet-dışı Aktörler

Burada gayet karmaşık, iç içe geçen ve masum insanların istismarına dönük olayları ihtiva eden, bütün gayrimeşru faaliyetleri, politikaları, planları ve operasyonları, terörizmden tutunuz, vekalet savaşlarına, buradan iç savaşlara, gri bölge operasyonlarına, meşru görünse de esasen çıkara hizmet edenlere, meşru siyaset yapmak ve bunu geliştirmek varken, siyaset alanını anti-demokratik yöntemlerle daraltanlara kadar, birçok durumu kısaca da olsa açıklama imkânımız oldu. Meşruluk ile gayrimeşruluk arasındaki perdeyi görmek veya belirlemek çok çok önemlidir. Ben de sizler de hep birlikte bu dünyada birer aktörüz, tıpkı devletler, hükümetler, liderler, şirketler, gibi. Politika, insana has bir yetenek, işlev ve özelliktir. Meşruiyet dahilinde kalabilmek çok önemlidir. İnsanlar, istikrar, barış ve esenlik içinde yaşamayı, gelişmeyi, evlatlarını refah ve güven içinde yetiştirmeyi istemektedir.
DÖNBAŞA

Okumadan Geçme