gerilmeler
Gerilmeler

Gerilmeler

9 Şubat 2020
Okuyucu

Küresel açıdan gelişmeler o denli hızla gerçekleşiyor ki neredeyse bu hıza ayak uydurmak pek mümkün olamıyor. Gün geçmiyor ki hayretler içinde kalmayalım! Tatmin tamam mı? Yok! Güvende miyiz? Orada da endişeler bir hayli fazla. Peki geçmişten alınan derslere göre bakıldığında yakın geleceği nasıl okuyoruz, neler görüyoruz, var mı tahminlerimiz? Elbette bazı tahminlerimiz vardır. Ancak gerilmelerden dolayı çok önemli kayıplarımız oluyor. Bu durumu yavaşlatacak bir yol bulmak mümkün müdür?

Önce şu Sovyet Sistemi mi desem, komünizm mi, Varşova Paktı mı, nasıl çöküverdi ama, ona bakalım. İlgili çok açıklama var elbette, yazılı çizili çok kıymetli değerlendirmeler…

Bu arada bir soru hafızalarımızda yer almıştı şimdi sadece hatırlayalım ve geçelim derim: Sanayi toplumu, işçi hareketi olarak kurulan bir düşünce ekseninden, Almanya ve İngiltere’de yeşermesi daha güçlü olasılıktan, nasıl oldu da çitçi toplumu için hızlıca bir Ekim Devrimi’ne geliniverdi, kim finanse etti bu tip bir oldubittiyi? Acaba bu oldubittileri finanse eden akıl Avrupa’da ve başka coğrafyalarda başka neleri harekete geçirmişlerdi? İşte o Rusya’dan yeni bir dev yaratıldı, Bir ve İki Dünya Savaşı geldi geçti, değil Avrupa, Pasifik’e kadar dünya nasıl da gerildi o vakitler…

Soğuk Savaş 1949-1991 arasını kapsar, Dünya Savaşı sonrası dönemdir, Berlin Duvarı yıkıldı ve sonra SSCB dağıldı. Ne oldu peki? O dünyayı neredeyse ortadan kaldıracak türden büyük gerilimi nasıl hatırlıyoruz? Uzay yarışı, kitle imha silahları, istihbarat savaşı, aşırı tedirgin edici politik gelişmeler…

Bütçeye yazıyorsunuz bol sıfırlı rakamları, bu tür projeler pahalıya patlar, biliyoruz değil mi? Paranız belli. Eğer paranız varsa büyük projelere kalkışacak gücü bulabilirsiniz. Veya, işte burası çok önemli, eğer çok sağlam bir para basma sisteminiz varsa büyük projeleri gerçekleştirecek gücü bulabilirsiniz. ABD’nin farkı bu işte, FED ile gerçekleşen konu bu; “Çok sağlam bir para basma sistemi!”

1913 yılında ABD’de kurulan sistemle FED, ABD yönetimine dolar basıp kolayca borç verebiliyor ve bu dolar hem ABD hem de dünyadaki tüm ülkelerce kullanıyor. Ben, sen, o, her kim cebinden hangi türden para çıkarıyorsa aslında FED’e sıfır faizle borç vermiş oluyor. Bu sistem sayesinde ABD daha güçlü bir zenginleme imkanı bulabiliyor.

Bir başka şekilde söyleyecek olursak, ne kadar çok para harcanırsa FED’in kurucuları ve ABD o kadar zenginlemiş olmaktadır. Onunla çalışanlar ise beraber zenginleme imkanı bulabiliyorlar, karşı duranlar hasım oluyorlar.

FED’in kurucuları, geri planda, ön planda olan bağımsız FED sistemi, ileri demokrasiyle, özgürlükleriyle örnek (!) bir ABD sistemi ise dünyaya yön veriyor. ABD’nin politikaları ile dünya şekilleniyor. Bir de küresel ve uluslararası şirketler var tabii. Büyüme deyince ABD ile birlikte hareket edenler daha rahat büyüyecekler bu tamam, ama temel olarak FED, ABD ve sermayesi bunlarla bağlı küresel ve uluslararası şirketler de büyüyecekler.

Soğuk Savaş zamanında ABD’nin stratejisi daha iyi işlemekteydi, çünkü sağlam bir para sistemi herseyini yapmaya muktedir kılmıştı ABD’yi. Strateji kavramı başlarda askeri ve politikken, daha sonra sermayenin kullanımı ile birlikte mesleklerin içinde kullanılmaya başlandı, ekonomik strateji finans, yatırım, üretim ve tüketimde birer mühendislikmiş gibi işlev gördü. Ya sonra? Bunun getirdiği finanse edilebilirlik ve yatırım rahatlığı sayesinde teknoloji, sosyoloji gibi her bakımdan stratejiler gündeme geldi. Bir de bakıldı ki ABD uzunca süre dünyada hemen her coğrafyada kabul edilebilir türden yaşam kültürünün yönlendiricisi oluvermişti.

1971’de dünya dedi ki bu altın rezerv sistemine gerek yok, dolar rezerv sistemi daha iyi olacak… Bretton Woods sistemi Dünya Savaşı sonrasında kurulmuştu neticede. Belli bir Batı anlayışı ve sistemi yerleşmişti dünyada. Batı dünyası için Birleşmiş Milletler, Kuzey Atlantik İttifakı, Dünya Bankası, Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması, sonra Dünya Ticaret Merkezi, Uluslararası Para Fonu belli bir sistemi oluşturmuştu, işlemekte. Buna karşılık Varşova Paktı çıktı ortaya. Bir sonraki aşamada ABD’den kim neden bu kararı aldı? Çok tartışılır ama olan oldu, 1971’de dolar sistemine karar verildi.

İşte bu tarihten sonra dünya düzeni hızla gelişti. 1971-1991arası tam 20 yılda Soğuk Savaş’ın galibi Batı Paktı, Aslında Amerika Birleşik Devletleri oldu, komünizm çöktü, duvarlar yıkıldı. Yine hatırlayalım, ara dönem diyoruz ya! Oğul Bush işbaşına gelir gelmez 11 Eylül 2001’de Dünya Ticaret Merkezi ikiz kulelerine küresel bir terör saldırısı oldu. Bakın terörün adı, küresel! Bir binanın 2 katı Bretton Woods’un ofisleriydi. Her ne ise… Bush’un bu milat ifadesi konusuyla Soğuk Savaş biter bitmez başlatılan savaşın adı kondu: Küresel Terörle Savaş. Düşman kim? Bunu da geçelim, değil mi? Çünkü Amerika’nın Sovyet sistemine diz çöktürmesinden bahsetmekteydik, oraya dönelim.

Sonucun hızla bir diz çökmeye evrileceği daha dolar sistemine geçildiğinde belli olmuş idi. Zira Sovyet sisteminin bununla baş etmesi mümkün değildi. Neden mi böyle söylüyorum? ABD’nin kendisi ve yöneteceği dünya için darphanede dolar basan ve borç para veren bir patronu vardı, adı Federal Reserve. FED sürekli ve daha çok harcansın diye Amerikan Federal Hükümetine borç para basıp veriyordu. Ne karşılığında? Tahvil. Yani kağıda karşı kağıt takası. Ancak Sovyetler tarafı için bir borç veren yoktu. Onlar reel ekonomiyi sürdürürlerken arkalarında para basan bir darphaneleri vardı ama buradaki para değeri dolara göre karşılık buluyordu.

Bütün dünya rezerv para olarak doları kullanmaya başladı. Bu kapitalizmin zaferi demek oluyordu. Komünist (ve sosyalist) dünyanın önderi konumundaki Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ise kendi cebinden çıkardığı parayı ekonomide çeviriyordu. Darphanede bastığı para yetmiyordu. Çünkü, bakın burası önemli, her bir defasında Amerika yeni bir harcama kalemi ortaya sürüyordu. Hani desem ki piyasaları arttıran taraf Amerika diye, bu doğru olur.

Sürekli daha pahalısı, daha kalitelisi, daha fazlası… O günlerde rekabette “eşitsizliğe” imkan veren, Amerika’ya avantaj sağlayan kim oldu dersiniz? Cevap net, FED oldu. Örnekler verelim. Nükleer silahlar ve denemeleri, uzay araçları ve araştırmaları, refah göstergesi olacak her türlü üretim araç ve gereçleri… Kot pantolon, ciklet, kola, hamburger, fotoğraf makinesi, spor ayakkabısı, tenis raketi, fondöten deyip geçmeyin. Bunlar bile bir anlam taşımaktaydı. Günlük kullanılan malzemelerden otomobillere, telefona, ev gereçlerine çok şey sayarız örneklemek için. Bir de Hollywood var, film endüstrisi. O dönemde tüm Sovyetler’de ev mobilyası için en az 6 ay sıra beklendiğini biliyorum.

Sovyetler komünler yoluyla kendi sisteminin “sürdürülebilir” olması yolunu aradı, ama bu yetmedi. İflas! Gorbaçov zamanında ilan edilen Prestroika ve Glastnost’u hatırlıyoruz. Amerika ise insanın güncel yaşamından akıl almaz konulara, hayallere, ideallere, hazlara ilişkin üretime girdi ve yarışta öne geçmeye bu yetti. Buna nasıl cesaret etti? Arkasında istediğinde para basıp eline veren bir FED vardı artık da ondan!

Bir akış olarak aşağıdaki görselden zamanın getirdiklerini takip edebilirsiniz. Kimin hikayesi bu? Elbette insanlığın. 19ncu Yüzyılda sermaye yeni dünyaya yelken açtı, fırsatlar buldu. Güç merkezinin Avrupa’da olduğu safhada Dünya Savaşları yapıldı, bunlar klasik türden savaşlardı. Bu süreçte modernizmden bahsedilmekteydi. Dünya Savaşı sonrası kurulan düzen bir süre dünyayı kurumsallaştırdı. Bu kurumsal yapı uluslar sistemini inşa etti. İki kutuplu dünyada güç merkezi ABD oluverdi. İşte tam da bu avantajdan çıkarımla altın rezerv sisteminden kurtulma fırsatı bulundu ve dolar referans para oldu. Dünya gri, dumanlı bir savaş atmosferindeydi artık. Küresel büyümenin yeni adresi, yeni fabrika artık Çin oldu. Hatırlayın İkinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında fabrika devlet Japonya idi, şimdi daha büyüğüne müracaat edilmekteydi, Çin aranan büyümenin lokomotifi oluyordu.

İki kutuplu, modernizmin kalıplarının yaşandığı o dönemi hatırlatınca bugüne ne şekilde geleceğimi merak ediyorsunuz, değil mi? Bugün karmaşık, kaotik, her kavramın “yeni” ve “sonrası” tarifinin yapıldığı, taşların pek yerine oturmadığı, gri, sanki bir geçiş dönemi gibi. Neoliberalizm, neoemperyalizm, neokolonyalizm… Postmodernizm, Posttruth… Şunu hatırlatayım, hani o komünizmden sonraki aşama diye bilinen enternasyonalizm belki bir soluklanıp unutulan kavram oldu çıktı, ama ortaya çıkan çok belirgin bir başlık var, globalizm, yani küreselleşme. Çünkü artık uluslar sistemine ve dolayısıyla uluslararası sisteme alternatif bir söylem var sahnede, küreselleşme. Her ikisi arasında bir mücadele varken, bitmiş bir işten söz edemeyiz, oturmuş kavramları karşılaştıramayız, bizim için herşey ara yerde olan bir hali açıklar mahiyettedir artık.

İkinci Dünya Savaşı ile ABD askeri yapısı tüm dünyaya yayıldı. “Dünyanın jandarması!” Güya barış ve huzurun anahtarı gibi gösterilen ABD sistemi aslında bir illüzyondur. Bu komutanlıkların amacı çabuk reaksiyon göstermek, ABD çıkarına uzaktan önleyici tedbirleri almak bakımından işlevseldir. Ancak asıl görev bu değildir. Asıl görev askeri güç vasıtasıyla ABD’nin politikaları için gerekli ortamı kullanışlı hale getirmektir.

Geldik bu ara dönemde Amerika ve Çin meselesine, iki veya çok kutuplu olmaya doğru evrilmeye… Kim kazanır dersiniz? ABD veya Çin mi? Hayır, asıl kazanan ulusalcılar ve küreselciler arasında olacak. Hedef değişti!

1993’de Jiang Zemin Çin Komünist Partisi ve Devlet Başkanı oldu. İşler bu tarihten sonra değişti. Çin komünist olabilirdi, ama asıl olarak küreselleşmişti, neoliberalist olmuştu! İşte 2017’de Davos zirvesinde şimdiki lider Xi Jinping küresel ekonomiden bahsettiyse, bu gelinen noktada dünya pek şaşırmadı. Ulusalcı politika yürüten şimdiki Amerikan Başkanı Donald Trump bu 2017 zirvesine katılmadı. Ancak aradaki 2 yıl içinde, “Trump çok badire atlattı, iç politikada sınav verdi,” diyeceğiz ama aslında, “bazı mihraklarca hedef tahtasına çevrildi,” demek daha doğru, sonra kendini bir nebze ispat etti ve ancak 2019’da Davos’a giderek Davos’taki küreselci dünyaya meramını anlatma fırsatı buldu. Trump’ın Davos’a gitmeden önceki son işi Çin ile Ticaret Anlaşması Birinci Fazını imzalaması oldu. Bu kez o sözü edilen Ticaret Savaşı sürecinde yorulmuş bir Çin’in lideri Davos’a gelmemişti.

Neler oluyor diyebiliriz. Bunlar Soğuk Savaş gibi açıklanmalı mı? Öyle değil!

ABD’nin kendisi ve yöneteceği dünya için dolar basıldı mı? Evet. Peki, daha çok üreten, tüketen ve dolar biriktiren bir Çin Devleti küresel büyümede örnek oluşturdu mu? Üstelik Çin daha çok üretirken bu komünist devlet, insan kaynağını kullandırıyor ve küresel yatırımcıya sayısız avantaj veriyor! Öyleyse buna da evet diyeceğim. Sonra Hindistan, Rusya, Güney Asya, Afrika’da plan uygulandı ve sistem tuttu.

Bu arada hatırlatayım, dünya savaşı olmadan da ekonomik büyümeyi gerçekleştirmek mümkün olabilmişti! Bu durum yeni sayılırdı. 11 Eylül ile Bush küresel terörle mücadeleyi ilan etti ama bu sadece belli coğrafyalarda genişleme ve yönetimleri Amerikanlaştırma imkanı verecekti; buna karşılık, o asıl aranan paranın daha çok kullanımında istenen ivmenin politikası mahiyetinde olmayacaktı. Eğer böyleyse yan etki olarak ne var diye soracağım. Yan etki şu, nüfuz alanında yatırımlar geniş coğrafyalara daha rahat kaydırıldı ve dolar daha geniş çapta talep edilen para oldu.

FED tarafından basılan dolar daha fazla oldu, harcamalar daha fazla arttı, sonuçta küresel büyüme rakamları gerçekleşti. Daha fazla doların basımını ve tüketimini Amerikan Federal Hükümeti maharetiyle gerçekleştiren küreselci FED bir de baktı ki bu işi Amerikan Başkanı ve kabinesi olmadan da yapabiliyor. İşte neoliberal dünya! Küresel büyümede bu boyutluluk hali FED’e beklediği asıl amacı ve imkanı verdi. Önemli olan da buydu herhalde. Bu arada FED’in, belirgin biçimde 1815 yılından itibaren zenginleşen Avrupalı sermaye sahipleri tarafından ve 1838’lerden itibaren ise Amerika kıtasında da zenginleşen belli kesimlerce 1913 yılında kurulduğunu hatırlayalım. Her ne kadar bizler onun adına Amerikan Merkez Bankası diyorsak da bu yanlış oluyor, bu Merkez Bankası Amerika’da ama çok özel bir küresel kurumdur, bayrağında da “sistem” yazar. Demek ki “bağımsız bir merkez bankası sistemidir” desek daha iyi olur. Peki, Amerika’daki bağımsız ise dünyada diğer ulusların merkez bankaları bağımsız olmalı mıdır, bu zorunluluk mudur? Bir defa şunu bilmeliyiz, ekonomi kitabında böyle olmasını isteyen, sistemi kendisi kurduğu nedenle, FED’dir. Elbette kendi işlerini her bir hükümetten ayırmak isteyecektir. Başka türlü hükümetleri borçlandırma sistemi yürümez, FED sistemi böyle ister.

Akışımıza devam edelim, bugün bu şartlarda FED kurucuları bakımından cevaplayalım, bu büyümeyle daha çok zenginleşmek söz konusu oldu mu? Buna da evet diyorum, rakamlar ortada. Kapitalizm daha da kökleşti mi? Bu da evet.

Küreselleşme modeli “Çin platformu” vasıtasıyla çok hızlı gerçekleşiyor. O halde, tam da bu noktada asıl mesele ne o zaman? Cevap: Çin’i kontrol altına almak! İşte size Trump’a verilen görev: Çin’i kontrol altına al.

Bu arada bazı endekslere bakalım, çünkü makro ekonomi her ne kadar eleştirilse de bazı yorumları yapmak için bizlere fırsat vermektedir.

Küresel büyüme hızla Çin eksenli bir yapı ile gelişmekteydi. Hızla büyüyen Çin daha da zenginleşmek isteyenler için vazgeçilmez bir fırsattır. Bunu gözardı etmemek gerekiyor. Ancak bu aynı zamanda bir paradokstur. Acaba ABD dünyayı dizayn etme görevini yaparken Çin’in gölgesinde mi kalacak?

Aşağıdaki grafik bugüne kadar dünyadaki büyüme endeksiyle ABD’nin büyümesinin paralellik içinde olduğunu göstermektedir. Ya bundan sonra bir ayrışma olur küresel büyüme endeksi Çin ile paralellik gösterir ve ABD’nin eğrisi giderek negatif yöde seyrederse? Bu sorunun cevabını vermeden dünyada ABD güç merkezli düzeninde hareket etmek mümkün olamayacaktır.

Çünkü Çin tehlikeli! Eğer Çin köklü tarihi deneyimiyle ve odaklandığı bu ivmeyle, FED’in ve ABD’nin kontrolü dışında kalmayı başarır, kendi çıkarı için gelişme yolunu seçer, küreselleşme atmosferini başka bir boyuta sürükler, Amerikayı ve dolayısıyla Batı kapitalizmini mağlup ederse? Bu olasılık halen var mı? Evet.

Dünya dolar kullanıyor. Kimse sormuyor elli yıl önce dünyadaki paranın yüzde kaçı dolardı diye. Şimdiki oranı biliyoruz, “yüzde 62 civarında” diyoruz ve işimize devam ediyoruz. Bu hep böyleydi zannediyoruz, iyi mi? Peki neden öncesini bilmiyoruz, hangi dönemden sonra bu orana çıktı dolar kullanımı? Ama ilgilendiğimiz bu değil, gelecek. “Yarın…” diyoruz.

Bu dolar baskısı uzunca tartışma konusudur. Benim işim ekonomik değil, jeopolitik bakış yakalamaktır. Şu yukarıdaki grafiğe bakarsanız bazı soruları hemen sorabilirsiniz kendinize: Ya Çin renminbisi giderek daha fazla kullanılırsa ve dolar kullanma oranı düşerse? Brexit’in asıl amacı avronun büyümesine karşı mıydı, doların dengesini korumak için miydi?

Jeostratejik bakışla doğrudan olanın yanı sıra dolaylı bağlamları da kontrol etmek istersiniz. Dalga etkisini göz önünde bulundurursunuz. Gidişatı kontrol edemezseniz iktidardan düşersiniz.

Zenginlik bahsine bakalım. ABD şimdi zengin, ancak Çin ve Hindistan ile birlikte Asya-Pasifik ekseni toplam olarak ele alınırsa (yüzde 39,2 ile) giderek zenginleşiyor. Burada kritik konu şu, zenginleşme alanını belirlemek değil ilgilenilen, ya ne? Zenginliğin kurallarla birlikte dolara bağlı (veya eğer dolar bir süre sonra gidecek yerine X sistemi gelecek ise işte bu X sistemine bağlı) sürdürülmesidir. Bu güne dek Japonya ve Avrupa kontrol edilebildi, şimdi sıra Çin’in kontrol edilmesidir. Ama bu çok zor oluyor, zira Çin Batı standartlarının ve değerlerinin tüm bilgisi dışında özelliklere sahiptir.

Çin Başkanı yerine düşünün, ne yaparsınız? Durumu dengeleyecek kapasiteyi direnerek arttırmak istersiniz. Güç mücadelesi şartlarını zorlayarak, tek tek, adım adım… Çin, ekonomik kapasiteyi artırmak, finansal işlemlerde alternatifler yaratmak, birikmiş hacmin değerini artırmak için çaba gösterir.

Bugünlerde en büyük gerilemler de bu nedenle yaşanıyor, daha yaşanacak da. Ama ifade ettiğim gibi, ABD’de Obama’dan sonra Trump kartı devreye kondu, o da bu ara dönemde misyonunu gerçekleştiriyor. Çin’e karşı Ticaret ve Teknoloji Savaşı başlattı, sürdürüyor imkan verirlerse yeni gerilimlerin uygulayıcısı olacak. Siber Savaşı da söylemeden geçemeyeceğim. Barış şartlarındayız, ama savaş sözcüğünü çok kere kullanıyoruz! Belki 2020 sonrasında çatışma ortamı alenen Pasifik eksenine kaydırılacak, bunu bilemeyiz!

Diğer yandan ise Çin elde ettiği avantajla rekabete başladı. Bu kaçınılmaz bir sonuçtu. Avrupa Birliği, Hindistan ve Rusya da bu rekabette taraf oluyorlar. Rekabete konu bazı temaları hatırlayalım; kuantum, yapay zeka teknolojisi, 5G, tekrar nükleer silahlar, uzak uzay araçları ve teknolojileri, 3D baskıyla üretim ve yeni gereçler.

Asıl olanın tarifi ne? Bir dönem Amerika’nın Sovyetler’i çökerttiği model, bu kez küreselciler tarafından ulusalcılığı çökertmek için kullanılıyor. Olan bu!

Çin’i küreselciler büyüttü, Amerikan şirketleri göz göre göre, Çin’in büyüyeceğini bile bile buraya gelmedi mi? Kim getirdi onları buralara? Batı aktı geldi Çin’e ve şimdi diyoruz ki; Amerika’yı yarışta geçen bir Çin’in hızlı büyümesi söz konusu. Çin Amerika’ya rakip oldu mu? Evet.

Bu noktada sorular çoğaldı ve çatışma ise hız kazandı. ABD, Çin’i kontrol edecek ulusalcı yaklaşımlarla refleks gösteriyor, bir süre daha benzer politikalar sürecek gibi. Değişmeyen bir gerçek var mı? O da FED’in bugün 1993 yılından daha zengin olduğudur. Şu Trump işbaşına geldiğinden beri FED’i eleştiriyor… Neden acaba? FED aynı FED! Her yılın çeyreğine Federal Yönetime borçla verilen doların faizini açıklıyor. “Şu kadar baz puan arttı…” “Faiz bu dönem değişmedi…” Dünya merkez bankaları buna göre pozisyon alıyorlar. Ama Amerika’nın Federal Hükümeti, yani icraattan sorumlu Başkan ve kabinesi zorlanıyor. Onun Maliyesi başka, harcatması gereken paralar var, sermaye dünyanın başka alanlarına akıyor. FED memnun! Amerikan halkı Obama zamanında (2009 – 2016 sonu) fakirleşti ve Trump (2017 başı – Kasım 2020 seçimlerini kazanacak gibi görünüyor) bu süreci toparlayan lider konumunda mı? Evet.

Sanal büyüme gerçekliği tam bir aldatmaca gibi düşünülebilir. (Örneğin) 1990’da ABD 1,5 trilyon dolar para arzı gerçekleştirmişken, bu oran 2018 yılında 13 trilyon doları buldu. Büyüme 8-9 kat gerçekleşti. Peki bu büyümenin bireye yansıması 8-9 kat olarak hissedildi mi? Refah ve güvenlik 8-9 kat artış gösterdi mi? İşte bu böyle olmuyor! Kontrollü yaşam tarzı diyebileceğimiz bu büyüklüklerin yaratılması sonucunda dünya üzerinde neyin ne kadar ne olacağına dair gelişmeler söz konusu oluyor. Düzenlemeler politika ile! Bunun başını sonunu da sadece FED’in geri planındaki güçler biliyor olabilir. Bu bir paradoks! Belki teknolojide, uzayda ve benzeri gelişmelerle günlük yaşamda bazı imkanların olumlu yansıması hissedilebiliyordur, ama rahatlık ve huzur hissi yerine, sürekli endişe, günü yakalayamama, arzuları tatmin edememe, zorlanma, risk altında yaşama hissi ortaya çıkıyor. Bu aldatıcı sanallık halinin yorumlanmasında bireyler kendi ölçütleri oranında değerlendirmeler yapabiliyorlar. Bireyler hangi politik tercihlerine bakarak kendi kararlarını veriyorlar? Immanuel Wallerstein’ın sözünü hatırladım: “Zaman ve mekan sıkışması!”

Sürdürülebilir bir dünya düzeninin en başat konusu çevreyle ilgilidir. Bu yarış düzeni devam edecek, ama değişmeyecek bir konu var, küresel ısınmanın olumsuz etkisi. ABD ve Çin liderleri sen-ben kavgası içindeyken değil insanlık, tüm küresel yapı zarar görüyor. İşte tam bu noktada diyorum ki, aslında onlara “daha çok, daha çabuk…” diyen “bir dolar basma ve borç verme sistemi” var ve tahsilatlar için ödenecek bedeller!

Kim geriyor bu dünyayı? Amerika-FED, Amerika-Rusya, Amerika-Çin, FED-Çin, Demokrat-Cumhuriyetçi, Küreselci-Ulusalcı, Liberal-Neoliberal, Atlantik-Pasifik, Terörizm-Vekalet, Hükümet-Anonim, Devlet-Birey, Dinler/Mezhepler-Karşıtları, Kuzeyliler-Güneyliler, Çevreciler-Yapısalcılar, Egemenler-Köleler, Gerçekçiler-Gerçekdışıcılar… Her biri bir gerilim konusu bunların. Bu gerilmeler belli bir enerji üretiyor şüphesiz. Ama insanlık kadar dünyamız da olumsuz etkileniyor bu olup bitenden.

Kimse söyleyemiyor Brexit’in asıl isteklisinin kim olduğunu. Ne İngiltere halkı ne de partileri, asıl FED istedi bu sonucun çıkmasını. Londra finans merkezinin tuttuğu para hacminin ne olduğuna bakarsak anlarız sonucu. New York’tan (yüzde 56,2) sonra geliyor en büyük hacimli finans merkezi ve borsa olarak Londra (yüzde 33,7). Yedirmediler bu sermayeyi avroya, hepsi bu aslında. Ya Hong Kong neden karıştı dersiniz? Basit bir açıklamayla anlatamazsınız olup biteni.

öö

Şu borç illüzyonu sizi aldatmasın. En başta ABD ve FED arasındaki ilişkiyi geniş biçimde anlattım. Bir sistem dönüyor, işliyor. Örneğin Macaristan, Yunanistan, Güney Amerika gider ve borç alabilir. Ama bu hükümetlerin borcu ile ABD’nin borcu aynı şey değildir. Eğer, “en borçlu ülke ABD ve onun ekonomisi çok kötü,” derseniz bu sizi aldatabilir. ABD’nin borcu FED’edir, diğerlerininki ABD’ye, birbirlerine, projelere, bankalara, halkına, vesair alanlaradır. Borcun hesabı dolarla yapılıyorsa bu borç aslında FED’den o ülkeye sağlanan kredi halinde gerçekleşir. Demek ki ABD FED’den dünyadaki herkes için kağıt üzerinde borçlanmaktadır. Bu borç hali bir gerilme konusu da olabiliyor, büyümek için gerekli yapıdan istifade hakkı da. İşte bunu iyi yönetenler zenginleşiyorlar ama kapitalist sistem dahilinde işler böyle yürüyor. Başka yol var mı? FED ve ABD politikaları ile ters düşmek pahasına, “kendi paranı kullan” parolasına uymak! Bu başka bir gerilme konusudur. Şimdi bazı ülkeler bu uygulamaya geçme kararları alıyorlar. Bu ABD ve FED için kontrol dışı adımlar olarak ele alınmaktadır.

Rus bilim insanı Nikolai Dmitriyevich Kondratiev’in (1892-1938) şu meşhur eğrilerini, dalgalanmasını hatırlayalım. Zira geleceğe ilişkin bir projeksiyon yapılacaksa bu modelden yararlanmadan başka açıklamalar yapmak eksik kalabilir. Aşağıda görüldüğü üzere insanlığın gelip dayandığı bu periyotta benim “gri dönem” olarak işaret ettiğim ve Trump düzeni ile dünyaya damgasını vuran zamanı yaşıyoruz. 2008 finans krizi ile dibe vurduktan sonra bu noktaya geldik. Dünyada para bolluğu sürecine giriliyor, büyüme hesapları buna göre yapılacak. Ama unutmayalım, bu sürtünme ve enerji üretme zamanları krizlerle ve savaşlarla geçer. Diyelim 30 yıl sürecek, önce yükselen ve sonra tekrar düşüş gösterecek bir periyoda girildiyse ve bunun sonunda uzak uzayla ilgili konular ortaya çıkacaksa, işte buna yönelim sağlandığı bir dünyada olacakları buna göre tahmin edeceğiz demektir. Ben buna “uzay koloni zamanı” adını koydum ve bu arada yaşanacaklar teknolojik ilerlemeler ve savaşlar içinde sağlanacak. Şimdiden uzay komutanlıkları kuruldu, uzay koloni kanunları çıkartıldı. Yakın atmosfere internet şebeke projeleri gereği 3-5 yıl süre sonra gerçekleşecek bir vizyon önümüzde. Dahası belli, robotik sistemler, yapay zeka, feza araçları vesaire.

Risklere bakalım ve esasen Türkiye’yi olası bekleyen riskleri görelim. Aşağıda grafikte merkeze alınan risk sahalarının her biri Türkiye için dikkatten uzak tutulmaması gereken bir konudur. Ekonomik, jeopolitik, çevre, sosyal ve teknolojik pek çok risk sahası Türkiye’nin önündeki ödevlerdir. Türkiye bu sahalara girerken insan yapısından küresel ortaklıklara değin çok konuda politik kararlar verecektir. Ama dünya böylesi bir gerilme alanı halindedir.

Soğuk Savaş ile yeni küreselci-ulusalcı veya Çin’i kontrol altında tutma dönemi mukayesesiyle ilgili bir analiz yaptık. Parametreleri ortaya koyduk ve örnekler verdik. Bekli daha uzun uzadıya tartışmamız da gerekecek. Belki denecektir ki; “Bütün bunlar normal, dünya hali!” Ama kayıplar göz önüne alınırsa beklenti şöyle, biri dur diyemeyeceğine göre, hakim güç veya güçler her kimlerse, kendileri akıl edip yavaşlatacaklar tempoyu, bu baskıyı, gerilim konusunu. Liderlik isteyen bir konu bu elbet, ama kimin liderliğiyle gerçekleşecek ki? Bildiğimiz liderler ortada. Ya bilmediklerimiz, perde arkasındakiler? Uluslararası ilişkiler görünen politikaları, zapta geçmiş açıklamaları, metinlerde yazanları, elde edilen sonuçları ve liderlik edenleri ele alıyor. Çözüm olmuyorsa başka türlü bakmak gerekiyor bu dünyaya, öyle değil mi?

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

muktedir-olmak
ÖNCEKİ YAZI

Yeni Yılda Yeni Politikalar

DİĞER YAZI

Kıbrıs ve Mustafa Akıncı

Genel 'ın son yazıları

208 views

NATO, ABD, Türkiye ve Yunanistan

ABD, 40 adet F-16 Block 70 savaş uçağı ve 79 mevcut F-16 uçağına ait modernizasyon kitlerinin Türkiye'nin talep ettiği V-Konfigürasyonuna 23 milyar dolar karşılığında olası satışını onayladı. Aynı zamanda Yunanistan'ın 8,6 milyar dolara 40 adet F-35A uçağı satılacak. ABD kendi hesabına göre bir "denge" mekanizmasını işletmeye devam ediyor. NATO ise memnun. NATO'nun düşmanları bu durumdan pek memnun olmayabilirler.
996 views

Politik Merkez Podcast Yayını

Okuyucu Analiz edilen konularda güncel gelişmelerin üzerinde durulmakta ve yorumlara yer verilmektedir. Konuların hangi alanlarda kapsandığı da işaret edilmektedir. Politik konularda daha çok incelenmiş düşünceler ve öneriler yer alır.
suriyede-hareket-tarzi 2.2K views

Suriye’de Hareket Tarzı

TSK ileri yığınaklanma ile harekat üssünü tesis etmiştir. Bölgede caydırıcılık adına çok önemli bir faaliyet sürdürmektedir. Bu caydırıcılığın hareket tarzı operasyoneldir, zorlayıcıdır ve sonuç alıcıdır. Öne çıkan esneklik, dinamiklik, emniyet, teksif ve taarruz harp prensipleriyle sahada önemli bir ders vermektedir. Korkusuzca temeli insani olan bir harekatı sürdürmekte ve bu yönüyle harp tarihine bir sayfa eklemektedir.
operasyon 2.1K views

Operasyon

Türk-Rus ve Amerika-Türkiye ilişkileri değişiyor mu? Türkiye operasyonel stratejiye mi geçti? Türkiye'nin yapısal yetenek değişiklikleri ve savunma vizyonu hangi gelişmeleri beraberinde getirecek? Operasyon kavramı üzerinde değişen durumu inceleyeceğiz.
DÖNBAŞA

Okumadan Geçme