yeni-kuresel-catismalarin-karakteri
Yeni Küresel Çatışmaların Karakteri

Yeni Küresel Çatışmaların Karakteri

22 Haziran 2020
Okuyucu

Çatışmalardaki değişimi, güncel insan kayıplarını, kırılgan ülkelerde gelişen olayları ve nedenlerini, silahlanma faaliyetlerini ve yeni küresel çatışma biçimini inceleyeceğiz. Belirsizliklerin ve kaotik ortamın olanca ağırlığıyla kendini hissettirdiği bir evrede, süreci en doğru nasıl okuruz, buna eğileceğiz.

Çatışmalarda Değişim

Dünyada Soğuk Savaş bitti Paylaşım veya Nüfuz Savaşları, Yeni Hegemonya Savaşları başladı. Ama barış bir türlü gelmedi. Gerçek şu: Dünya böyle bir yer, savaş alanı! 

Bugün dünya büyük bir gerginlik yaşıyor. Büyük güçler güç dinamiklerini her alanda, sosyal, siyasal, ekonomik, teknolojik, vs. bir diğerine yöneltiyor, bunun yanı sıra dolaylı alanlarda güç mücadelesini çıkarları ölçüsünde sürdürüyorlar. En fazla zararı ise hem doğal kaynakları ve stratejik konumu olan hem de ülkelerini yönetmekten aciz ülkeler üzerine yüklenen bir fatura çıkıyor ortaya.

Savaş tarihi içerisinde insanlık değişik zamanlarda değişik tür çatışmalarla karşı karşıya kalmıştır. Yakın zamandaki (örneğin 2011 Arap Baharı sonrasına bile bakılıyor olsa,) çatışmalara bakılacak olunursa, ülkelerin doğrudan karşı karşıya geldiği konvansiyonel savaşların yapılmadığı bir tarz söz konusudur. 

Bu konuya başka bir gözlükle bakılırsa, örneğin, “ABD silahlanıyor, uluslar sistemi bağlamında ülke-ülkeye karşı bir gerginlik yaşayacak veya savaş gerçekleştirecek…” diyebilecektik. ABD’nin dünyanın her alanında asker bulunduruyor (örneğin Ortadoğu’da CENTCOM, Afrika’da AFRICOM, gibi) Başkan Barack Obama planıyla Afganistan’dan ve Irak’tan asker çektiğinden (2009-11) bu yana ülkelerle doğrudan değil, dolaylı savaşıyor, hatta çatışmaları vekil (proxy) kullanarak sürdürüyor. 

Teknolojideki ilerlemelere bağlı olarak Siber Savaş ve Sıfır Kayıplı Savaş yöntemleri devreye giriyor. Ancak şunu bilmekte yarara var, teknolojideki artış insanı korumaya yetmiyor. Daha fazla ve teknik yöntemlerle çatışmaların sürdürülmesine ve hatta temposunun artmasına yol açıyor. O zaman ne yapılmalı? Yatırım mı yapılacak, silahların teknolojisinin ilerletilmesine, çeşitlenmesine ve yenilenmesine değil, insana yapılsa daha iyi olmaz mı?

Buradan anlaşılan şu, bir bölgeden asker çekmekle barış gelmiyor. Üstelik yerel çatışmalar çıkararak ve iç karışıklıklar çıkarılarak bu süreçte siviller dahil daha fazla sorun yaşatılıyor. ABD gibi diğer ülkeler ve güçler de benzer yöntemi uyguluyor. Özellikle Rusya ve bazı Avrupa ülkelerinin Asya, Ortadoğu ve Afrika’da bu yöntemi uyguladıklarını görmekteyiz. Bakıldığında Rusya’nın ciddi biçimde, eski Sovyet döneminde kaybettiği nüfuzu, ekonomik açıdan toparlanmaya başladığı zamandan itibaren tekrar eline almak için gücünü sahaya yansıtmaya başlamasıyla Avrasya, Ortadoğu ve Afrika’da çatışmalar artmış görülüyor. Hatta bu coğrafyalardaki ülkelere silah satışları da artmıştır. Silah satışı artınca bu bir rekabete dönüşmektedir. Benzer konular Çin için de söylenebilir.

Diğer bir bakışla bugün ABD-Rusya, ABD-Çin arasında dünyanın değişik coğrafyalarında yoğun Nüfuz Savaşları yapılıyor. Bu savaşlar ilan edilmemiş savaşlar şeklinde, yoğun rekabetle ve çatışmayla gerçekleştiriliyor. Gri alan da deniyor buna.

İnsan Kayıpları 

1946-2019 yılları arasında Upsala’nın (UCDP) çatışma grafiğine bakalım:

Dünyada silahlı çatışmaların olduğu yerler Afrika, Asya ve Ortadoğu’da. Bu çatışmalarda savaşa dayalı olarak ölenlerin sayısı hiç de küçümsenecek sayılar değildir.

Arap Baharı’nın başlangıcı sonrasında (2011-2019) Ortadoğu’daki çatışmalarda 400 bin, Asya’daki çatışmalarda 170 bin ve Afrika’da 82 bin kişi öldü. Sadece bu üç kıtada 650 bine yakın insanın çatışmalarda öldüğü görüldü. Bu sayılar savaş alanı sayıları, dolaylı etkilerle ölenler değil. Eğer bunlar da eklenirse sayı bir milyon civarında insandır.

Yine 2011 sonrasında Suriye savaş alanında kriz başladığından bu yana ölenlerin sayısı 338.874 kişi, Yemen’de 31.763 kişi, Libya’da 10.690 ve Afganistan’da 79.673 kişidir. Sadece bu 4 ülkede toplam doğrudan savaşta ölenlerin sayısı 461.000 kişidir. Ayrıca Afganistan savaşının ilk başlamasından bu yana düşünülürse sadece burada çatışmalarda ölenlerin sayısı 334.673 kişidir.

Kırılgan Ülkeler

Kırılgan devletler listesine bakalım. En üst sıradaki 20 ülkeyi örnek olarak aldım. Fragile States Index – 2020 raporu bize istediğimiz bilgileri vermeye yeterli görünüyor.

Bu tabloya bakıldığında ilk dikkati çeken konu, bırakın kırılganlığı, bu ilk 20 sorunlu ülke insanları bir tür yaşam mücadelesi veriyorlar, ancak kontrol kendilerinde değil. Yemen, Somali, Sudan, Suriye… Dünyada sorunlu sahalar öteden beri Afrika, Ortadoğu ve Güney Asya’dadır.

Bu ülkelerdeki rejimler, savaşlar ve barış adı altında buralara gelen başka ülkeler, hepsini birlikte düşündüğümüzde büyük bir keşmekeşlik halinin bulunduğunu, uluslararası sistemin bir türlü buralardaki meseleleri çözmeye yetkin olamadığını görmekteyiz. Adeta birileri özellikle buralarda sorunların çözülmesinden yana değiller, durum daha da karmaşık olma halini açıklıyor.

Örnek olarak kırılgan ülke listesinin en üstündeki ülke Yemen’e bakalım. Bu ülkenin ekonomisi tamamen çökmüş durumdadır. İhracat yok. Döviz ve enflasyon büyük bir baskı aracı. Altyapı çökmüş durumda. Ülkede kolera salgını oldu (1 milyon vakıa tespit edildi), kıtlık oldu (7 milyon insan açlık sınırı altında) ve nüfusun yüzde 80’i insani yardıma ihtiyaç duyuyor. 2014 öncesinde petrol ve doğalgaz satışı GSYİH’nın yüzde 25’i, gelirlerin yüzde 65’i idi. Ağustos 2014’te IMF, Yemen için üç yıllık 570 milyon dolarlık kredi verdi. Eylül 2016’da Başkan Hadi, Yemen Merkez Bankası’nın ana şubesini Sana’dan Aden’e taşıdı. Çatışmadan önce kabaca 5,2 milyar dolar olan Yemen Merkez Bankası’nın dış rezervleri eridi gitti. Gıda ve tıbbi ekipman gibi kritik ürünlere erişim büyük sorun. 

Bu hale nasıl gelindi? Soğuk Savaş sonlarında ülkede komünizm kavgası vardı, kuzey ve güney Yemen diye bölünmüştü. 1990 yılında resmen Yemen Cumhuriyeti olarak birleşti. 2000 yılında Suudi Arabistan ve Yemen aralarındaki sınırlarını çizmeyi kabul ettiler. Ülkede 2004 yılında mezhep savaşı denebilecek türden çatışmalar başladı. Bir taraftan İran, diğer tarafta Suudi Arabistan önderliğinde Körfez Ülkeleri Yemen’e hep karıştılar, karıştırdılar. Çatışmalar devam ediyorken Arap Baharı’nın etkisi bu karışık ülkeye bir darbe daha vurdu.

Ayrıntı bir yana, siyasal sorunlar ve kötü yönetimler, kabile savaşları, ekonomik meseleler ve rüşvet, mezhep kavgası, eğitim ve sosyal sorunlar, dış müdahaleler, uluslararası sistemin sorunları çözememesi… Bütün bunlar Ortadoğu’da ve Afrika’da bilinen türden meseleler. Sıradaki diğer ülkeler için de benzer tanıları ileri sürsek, yanlış olmayacaktır.

Daron Acemoğlu gibi yazarlar olsa, “İşte bak demokrasi olmazsa hiçbir şey olmaz,” türü sözler sarf edecektir. Ne demokrasisi!.. Teorik yaklaşımın tam tersine bir gerçeklik tablosu görülüyor. Bu coğrafyalarda derin insanlık sorunu var. Dış müdahaleler var. İstikrarsızlıktan medet uman belli bir kültür oluşmuş. Tıpkı kanserin vücudu sarması gibi.

Fakat ilginçtir bu tür ülkeler birbirleriyle çatışıyorken ellerinde silahla geziyorlar. (Ayrıca Yemen’de ellerinde silahla gezenler ağızlarında khat, uyuşturucu yaprak çiğniyorlar, çocuk yaştakiler dahil.) Ceplerinde para yok, evlerine ekmek götüren yok, buna mukabil çatışmada silah ve cephane eksikliği duymuyorlar. Bu biraz ters değil mi?

En yakınımızda Suriye var, listedeki dördüncü ülke. Burası da Arap Baharı sonrası bir türlü kendini toparlayamadı ve bugün uluslararası bir mesele olarak önümüzde duruyor. Suriye ekonomisi çok kötü şartlar altında. Esad Şam’da bir şekilde sarayında yaşıyor. Ancak Suriye halkı ülkesinin içinde veya dışında sürgün halde. Örneğin 4 milyona yakın Suriyeli Türkiye’de sığınmacı, 2 milyona yakını ise Türkiye sınırında kamplarda bakıma muhtaç. Diğer ülkelerdekileri saymıyorum bile. Ancak Suriye’de tank da var, uçak da… Atılacak barutları var. Masum halkın üzerine kimyasal silah da atıldı, varil bombası da. Hapishanelerden terörist çıkarıp asker elbisesi giydiriliyor ve masum sivillerin katlinde kullanılıyor. Kendi halkına terörist diyen bir diktatörlük var. Hatta Esad Türk askerine karşı operasyon yapma cüretini bile bulabiliyor. Güvenlik bakımından İran ve Rusya’nın desteğiyle ayakta duruyor görünse de uluslararası sistem burası için herhangi bir çözüm üretmekten aciz. Sonuçta neden insanlar ölüyor veya evlerinden ölüm tehdidiyle beraber kitlesel olarak sürülüyor diye sormadan geçemiyoruz, hepsi o kadar. 

ABD askeri Suriye’de ve beslediği terör örgütü YPG, ABD bütçesinden gelen paradan ayda 300 dolar maaş alabiliyor. ABD, Fransa, Rusya, İran, Suudi Arabistan, BAE ve diğer bazı ülkeler bu Suriye içindeki değişik güçlere silah yardımı yapıyorlar. DAEŞ terör örgütü bile Irak’ta doğdu ama bu ülkeye geldi, mücadele için 85 ülke koalisyon kurdu, sonra DAEŞ bitti dendi ama ülkede değişen bir şey olmadı. Birleşmiş Milletler (BM) Cenevre’de oturuyor ve adeta seyrediyor, Suriye’de değil!

Uluslararası sistemin nasıl çalıştığını, silah üreten ve satın alıp savaş alanına sevk eden ülkelerin isimlerini anmış olduk. ABD, Fransa, Rusya, İran, Suudi Arabistan, BAE… Bir sonraki paragraflarda bu hususu da göz önüne alarak kendiniz bir değerlendirme yapın.

Listede 9. sırada Afganistan, 17. sırada Irak ve 20. sırada Libya var. Afganistan Soğuk Savaş zamanı Sovyet işgaliyle (1979-89) karşı karşıya kalmış ve o gün bugün savaş halinde bir ülkedir. Sovyet ordusu çıktı bu kez de ABD ülkeye girdi. NATO görev misyonu da bölgede. Meselenin özünde jeopolitik konumu var. Afganistan’da taşınmış terör örgütleri yuvalandı. El Kaide bunlardan ilki, sonra da Taliban oldu.

Petrol ve doğalgaz zengini Irak, Saddam Hüseyin döneminde 8 yıl (1980-88) İran’la savaş gördü. Bu savaş ile 1989’da Soğuk Savaş da bitti. Sonra ABD Saddam ile iki büyük savaş yaptı, ülke işgal altına girdi, üçe bölündü. Üçe bölündü ama etnik ve mezhepsel yönler ayırıcı unsur oldu. Irak petrol içinde yüzüyor ama sıralamadaki yerine bakılırsa denebilir ki ülke modern bir sömürge halinde.

Bir benzeri de Libya için geçerli. Petrol ve doğalgaz zengini ülke, Arap Baharı süreci, Muammer Kaddafi ile savaş. Ya şimdi? Gayrimeşru güçlerle süren iç savaş. Ülke dışarıdan müdahalelerle bölünmeye sürükleniyor.

Sadece bu ilk 20 ülkedeki savaşlarda harcanan silah ve mühimmat masrafı ile dünya bu ve benzeri ülkelerde ne tür kalkınma projelerini gerçekleştirebilirdi? Sadece Irak savaşı 90 milyar dolar harcamayı gerektirdi, dolaylı etkileri bu hesap içinde değil. Yirmi ülke için yaklaşık 1,5 trilyon dolarlık doğrudan silah ve savaş harcaması yapıldı. Sonuç ne? Bugün bu ülkelere demokrasi ve istikrar mı geldi?

Silahlanma

Silahlanma ile ilgili harcamalara bakıldığında çok daha başka bir tablo ile karşı karşıya kalınmaktadır. SIPRI’nin 2019 verilerine bakalım. Aşağıdaki listede 40 ülke var. Bunlar en fazla silahlananlar. Başka bir bakışla, bu 40 ülke savunma harcamalarını doğru yönlendirmekte ve ülkesinde, bölgesinde ve küresel ölçekte çatışmalara olan mesafesini kendine göre ayarlayabilmektedir. Caydırıcılıktan tutun, barışı önleme çabaları dahil, ama daha çok kendi ülkelerini korumak için yaptıkları hazırlıkta bu ülkeler güçlü görünmekteler.

Dikkatinizi çektiği gibi yukarıda kırılgan 20 ülke bu silahlanma listesinde yer almıyor. Belki çok zaman önce onlar da silahlanma harcamalarını kontrol edebilen ülkelerden idi. Ancak şu an itibarıyla ülkelerinde istikrarı koruyabilecek güçte değiller, hatta kontrol kendilerinde de değil. Acı olan budur. Başkalarının desteğiyle insanlar ülkelerinde istikrara ulaşabilir muhtaç konumdalar, ancak o başkaları kendi denkleriyle aralarındaki çıkarları gözetiyorlar.

SIPRI’nin bu raporunda yer alan ülkelere bakıldığında açıkça görülen şudur, en fazla silahlanan ülkelerde savunma mekanizmaları daha güçlü. Ama silahlanmış bu ülkelerin yerel, bölgesel ve küresel amaçlarla diğer ülkelerin savaşlarına olan doğrudan ve dolaylı etkileri de fazla. Örneğin ilk 5 sıraya bakınız: ABD, Çin, Hindistan, Rusya, Suudi Arabistan. 

Bu 5 ülkenin 2019 silahlanmaya ayırdığı pay ise 1,2 trilyon dolar. Şüphesiz kendilerini korudular, caydırıcı oldular. Ama bu kadarla kalmadı da açık. Bu kadar harcamanın neticesinde barışı sağlayabildiler mi?

ABD, Çin ve Rusya küresel amaçlarla silahlanıyorlar. Silah üretip başkalarına satıyorlar. Politika üretip uyguluyor ve uygulatıyorlar. Ekonomik kurgular içindeler. Sosyo-kültürel baskı oluşturuyorlar. 

Hindistan ve Suudi Arabistan bölgesel mücadele içinde. Dünyanın ikinci kalabalık nüfusuna sahip Hindistan Okyanus’ta deniz yolunu emniyete almanın peşinde, Çin ve Pakistan’a karşı savaş hazırlığı yapıyor. Bu iki ülke ile Hindistan zaman zaman çatışmaya devam ediyor.

Suudi Arabistan temelde İran’a karşı olduğunu söylüyor. Ancak iktidardakileri korumak pahasına bölgedeki birçok Müslüman ülkenin politikasına müdahale ediyor, bölgeyi istikrarsızlaştırıyor.

Yeni Küresel Çatışma Biçimi

ABD yeni dönemde Petraeus Doktrini (COIN, kontrgerilla) ile Afganistan ve Irak’ta başarı aradı. Bu doktrin modernize edilmiş Arabistanlı Lawrence döneminin başlangıcıdır. ABD ordu talimnamesi FM 3-24 ile uygulanır. Doktrinin tezi şöyle açıklanır; geleneksel olmayan savaşlarla savaşırken zafere giden tek yol kalpleri ve zihinleri kazanmaktır. Bu yöntem sahadaki ve zamandaki dalgalanma içindeyken kazanma yöntemidir. İsyan çıkarmak, ayaklanma stratejisi geliştirmek veya tam tersine karşı ayaklanmayı da birlikte sürdürmek gibi faaliyetler söz konusudur. Bir bakıma anarşizmi yönetme yöntemidir. Başkan Obama değişik yerlerden asker çekerken Petraeus Doktrini uygulaması bitti mi diye soruldu. Obama, “Bugünkü savaşları bitirirken, Asya-Pasifik’in güvenliği ve refahı da dahil olmak üzere daha geniş bir yelpazedeki zorluklara ve fırsatlara odaklanacağız,” dedi. Aslında ABD bu doktrini yeniledi, olan buydu.

Peki bunu ABD uyguluyor, Rusya ve Çin uygulamıyor mu? Onlar da benzer usulleri geliştirip çatışmaları yönlendiriyorlar.

Bütünüyle bakılırsa bu dönemin çatışma biçimi Yeni-Ortaçağ Savaşı (Neomedieval Warfare) şeklinde açıklanabilir. Anarşizm, küresel çatışma ve dalgalanmaları, esasen kaosu yönetmek, hedef ülkenin veya bölgenin içini kemirmek, dokuyu bozmak, insan kaynağını ve liderleri zehirlemek, suçlamak, baskılamak, istismar etmek, toplumsal algıda çarpıklıkların, çirkinliklerin, çatışmanın kabul edilebilir marjını geliştirmek.

Peki, kimler diğerlerine göre daha fazla yönetilebilirdir? Burada karşımıza çıkan konu şöyle, her alan için farklı plan yapılmak durumundadır. Yemen’e, Irak’a, Libya’ya veya Suriye’ye uygulanacak planların odağındaki meseleler bellidir. 

Ancak konu bugün çok ilerilere taşınmış haldedir. COVID-19 süresinde yaşananlara bakınca ABD ve gelişmiş Avrupa ülkeleri bile bugün belli alanlarda zorlanan ülkeler olarak çok farklı bir alanda kriz yaşadılar, başka krizler için potansiyel çatışma alanlarını ileri sürdüler.

O halde dünyada ölçek olarak Yemen ile ABD arasında genişleyen bir kriz, kaos, anarşizm sorunlarının dolu olduğu çok kritik bir evreye gelindiğini görmemiz gerekiyor. Uçlar belli, en üst ve en alt. Ortalara bakalım. Ülkelerin sorun sahalarına çekilmesiyle ilgili planlar devredeyken, buna karşılık her bir ülkenin kendi dinamikleriyle karşı-koyma planları da devreye girecek gözükmektedir. Bu durumda yeni güç şekillenmeleri ile dengelerin oturana dek, ki kısa sürede olmayacağı açık, çatışmaların gelişeceğini ifade etmemiz gerekmektedir. Buna göre seçenekleri değerlendirip hazırlık yapmakta yarar vardır.

Gürsel Tokmakoğlu

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

milli-siha-kullanma-konsepti
ÖNCEKİ YAZI

Milli SİHA Kullanma Konsepti

abd-heyeti-libyada
DİĞER YAZI

ABD Heyeti Libya’da

Güvenlik 'ın son yazıları

60 views

İsrail’in İran Saldırısı ve Polemolojik Analizi

19 Nisan gecesi İsrail, İran-İsfahan'daki bir askeri hedefi vurdu. Önce alınan bilgiler ve geliş yöntemleri doğru mu yanlış mı tartışıldı. Ancak, olağanüstü denebilecek türden yeni bir süreçle ilgilendiğimiz gayet açıktı. Ben sizlere bir askeri analiz yaparak, eldeki bilgileri de kullanmak suretiyle, bazı poüemolojik sonuçlar çıkarıp sunmak istiyorum.
92 views

İran Yine İsrail’e mi Çalıştı?

1 Nisan'da İsrail, İran'ın Şam elçiliğine saldırdı. 13 Nisan'da İran, İsrail'e günü-saati belli bir misilleme operasyonu yaptı, adı: Operation True Promise! 15 Nisan itibariyle durumu gözden geçirelim.
149 views

Birisi

Moskova’daki Crocus City Hall terör saldırısı konusunu analiz edelim. Ama önce bugünlere nasıl geldik, bir bakalım. Sonuçta aradığımız birisi var! Kim bu birisi? Hani öndekileri görüyoruz, yakalandılar da. Ama bu tür küresel etkisi olan ciddi konularda, Rusya gibi bir ülkeye terör saldırısı yapılarak, asıl ne amaç güdülüyor olabilir, bunu anlamaya çalışalım.
193 views

Küresel Silahlanma Tartışmaları

Her ülke silahlanıyor? Bu silahlanmanın caydırıcılık amacıyla yapılıyor olması bize neyi açıklar? Asıl konu egemenlik mi, küresel mücadele içinde daha fazla güçlü olabilmek mi? Bilinmedik şeylerden mi bahsediliyor? Bu soruları cevaplandıracağız. Ayrıca Macron ve Putin neler söyledi, değerlendireceğiz. Bu şekilde, asıl ilgilendiğimiz olgular ve temel düşünceler olacaktır.
220 views

Milli Güvenlik Siyaseti

Türkiye daima kazanan ve gelişen olmak zorundadır, başka türlü düşünülemez! Milli Güvenlik Siyaset Belgesi (Kırmızı Kitap) gibi dokümanların kendi gücü için geri planda çok çalışılmalı, fikri altyapısı ve anlayışı özgün ve tutarlı olmalıdır. Ama önemlisi; bunun uygulanmasında herkesin, her kurumun, her şirketin, inanarak, gösterilen hedefleri elde etmek amacıyla, bütünlük halinde ve bu bağlamda tek yolda yürümesi gerekmektedir. Bu, "devlet disiplini" konu ve kapsamını aşan bir yaklaşımdır, ülkece disiplinli olmayı gerektirmektedir. Eğer ülkece disiplinliysek hak edilen gelişmenin yolunda oluruz! Siyasetin kendisi, entelektüel yaklaşımlar veya iş dünyası bizi yolumuzdan alıkoymamalıdır. Bu çok hassas bir konudur.
DÖNBAŞA

Okumadan Geçme