Müşterekten Belirsizliğe

17 Aralık 2023
Okuyucu

Son Asrın Amerikan Dış Politikasının Analizi

PESİMİST ELEŞTİRİNİN HAKLILIĞI

Yeri gelince Amerika Birleşik Devletleri’nin stratejilerini eleştiriyorum. Bazen düşünmedim değil, kendi ülkemden bakıldığında mı bu şekilde görülüyor diye. Örneğin, eksik bilgiyle, yanlı düşüncelerle veya tamamen duygusal yaklaşımlarla hata yapıyor olabilir miyim? Öte yandan Amerikan liberal demokrasisi hakkında incelemelerim oldu. Amacım anlamak, Amerika’nın dünyaya önerdiği bu model kabul edilebilir mi, yoksa sadece kendi gelişimlerine güç veren bir model mi, diye.

Geçtiğimiz gün Fareed Zakaria’nın Foreign Affairs’teki söyleşisini (Podcast: America’s Dangerous Pessimism, A Conversation With Fareed Zakaria, December 14, 2023) dinledim. Bu mülakatı, yazdığı bir makaleden dolayı yapmışlar. O makaleyi de okudum (The Self-Doubting Superpower America Shouldn’t Give Up on the World It Made, By Fareed Zakaria, Published on December 12, 2023). Burada aradığım cevaplardan bazılarını bulabildim, ayrıca haklı görüşlerimi de teyit ettim. Bir de şunu söylemem gerekiyor, bu tarz geniş zaman dilimini içeren politik, stratejik ve sistemsel mahiyetteki eleştiriler her ülkede yapılabilmeli. Ülkelerin durumlarını mukayeseli şekilde okumanın çok yararlı oluyor.

Bazı ülkelerde düşünce yelpazesi çok farklı yerlerde olabiliyor. Hele konu Amerika ise bu daha da uç noktalarda ifade edilebiliyor. Hatta her dünyalı için gerekli kavramlar bile işin içinde salt Amerika olduğundan dolayı olumsuz ele alınabiliyor; bazıları, her ne dense de karşılık bulamaz hale gelebiliyor. Amerika, küreselleşme, demokrasi, devlet, hukuk, vergi, istihdam… Bunlar hem iç politikada hem dış politikada, etraflıca sorgulanan konular. Bu tür yaklaşımların bile hangi seviyede ve sınıfta yapıldığının önemi oluyor. Dünya, insanlık veya kendi adına değerlendirme yapmak; bir stratejist veya muhatabı kişi olarak değerlendirme yapmak; politika veya popülizm adına değerlendirme yapmak; ideolojik, inanç veya felsefi başka hususlarla ilgili sonuçlar çıkarmak gibi… Kim hangi sıfatla ne söylüyor, öncelikle bir konumun tayini gerekiyor. 

Fareed, Amerika’yı “pesimist” ele alırken bana göre iyi bir yerden yaklaşıyor, bu ilgimi çekti. Mukayese ettikleri yerindeydi. Önerisi net görülebiliyordu. Şimdi bazı konuları ele alacağım, benim de önem verdiğim noktalarıyla. Şu da var, benim konulara bakış açımda felsefe, tarih, ekonomi, sosyo-kültürel, politika ve strateji aynı anda düşünülmelidir. Eğer konular bu içerikle ele alınmıyor ise bence tartışma yararlı değildir. Fareed’de de bu anlayışın var olduğunu gördüm.

Şöyle diyor: 

Yanlış varsayımlara dayanan bir ABD Büyük Stratejisi, ülkeyi ve dünyayı yoldan çıkaracaktır.

BÜYÜK STRATEJİ

Bir Büyük Strateji yapan ve uygulayan başat güç için temel meselelerden birisi budur. Eğer “dünyaya hükmetme” iddianız varsa, diğerlerinin büyümesini sağlayarak, onları kontrol edebilir ve kendinize düşman olmamasını sağlayabilirsiniz. Soğuk Savaş’ta başarıyı perçinleyen ve Amerika’ya ve aslında liberal demokratik sisteme zafer kazandıran isimlerden birisi Ronald Reagan idi. Reagan bu zaferi savaşarak değil, birçok şey olduğu gibi, Sovyetler Birliği’nde yaşayan bireylere daha iyi hayat şartları sunabileceğini göstererek kazandı. Bunun içerisinde kötü işletilen sosyo-ekonomik mekanizmalara ait Amerika’nın çözümleri daha fazla güç ve kazanç temin etti. Bu adil bir rekabet idi ve sonunda Ruslar pes ettiler. Mihael Gorbachev, ilan ettiği şekliyle, “perestroika” (reform) ve “glasnost” (açıkık) politikalarını uygulamak zorunda kaldı. ABD böyle bir süreci ustalıkla yönetti ve iki ülke arasında uzun yıllar devam eden yarışın sonunda Reagan noktayı koydu. 

SONRAKİ BÜYÜK HATALAR

Peki, Soğuk Savaş’tan sonraki dönemlerde, ABD’nin Büyük Stratejisi neleri içerdi? Tek Kutuplu Dünya’nın avantajlarına dayalı “dayatmacı hükümdarlık” şekliyle mi? Sanırım böyle yaptılar! En azından Ruslara ve Çinlilere daha kontrolsüz yaklaştılar, onları kapsayıcı ve kucaklayıcı mahiyet ifade eden türden yaklaşımları, yol göstererek kendi sistemlerine çekmeye dayalı samimi politikaları uygulamayı küçümsediler; buna karşılık daha çabuk ve çok fazla kazanan taraf olmaya yöneldiler. Bu küçümser bakış, Soğuk Savaş sonrasında ABD’nin hatasıdır. Ne Rusların ne de Çinlilerin… Bir de baktılar ki Ruslar yeniden Rus Çarlığı hayallerine dayalı anlayışlarla toparlanmaya başlıyor, Çinliler ulusal stratejilerini geliştiriyor, hatta bu gidişle ABD’nin önüne bile geçebilecekler, işte o zaman kendilerine göre bir tarifle, Rusya’yı ve Çin’i karşılarına konumlandıran tanımlamalar yaptılar. Özellikle George H. W. Bush’dan sonra Büyük Strateji değil, “büyük hatalar” dönemi başladı. Barack Obama, Donald Trump ve Joe Biden dönemlerinde ise “büyük düzeltme” arayışlarını yaşamaktayız. Buna katlanması gereken bir dünya kurgusunu ve gelinen noktaları siz düşünün, ne olur, nereye gider?

Amerikalı liderleri ve politikacıları aldatan taraf şudur: “Bizim her şeyimiz tam diğerleri bize uymak zorunda! Ya bendensin ya değil!” Bu bakışla dünyaya verebileceğiniz çok az şey olur. Halbuki yol gösterici olmak gerekiyordu, dayatmacı değil! Yol gösterirken, o savundukları liberal demokrasinin çifte standart dolu uygulamalarındaki açıklıkların istismar edilmesini değil; gerçeklikle, açıklayıcı olmakla, hep birlikte gelişmenin inşasıyla ilgilenmeleri gerekmekteydi. Liberal demokrasi teorisyenlerinin beklediği de bu değil miydi? Örneğin, yerelde olanın kendi kendine kalkınmasının, farkındalığının ve bilinçlenmesinin projelerine yönelmek varken, onları birbirine “çarpıştırarak yönetmek” gibi bir yöntemin neresi savunulabilir? Liberal demokrasi karşısına aldığı devlet kapitalizmiyle, dost-düşman mantığıyla, dünyayı tek bir ideale nasıl ulaştırabilir. Uluslararası İlişkiler için çalışanlar ise bu gibi anlamsız stratejilere bakmaksızın, idealizm/realizm, kendilerine varsayımsal türden değişik işler üretmekteler, sanki asıl meselede mutabakata varmışçasına. 

Asıl mesele, ABD’nin dünyaya bakışında düştüğü kibirli yoldur. Bu kibirli bakış açısı Amerikalı politikacıların ve liderlerin kendilerini düzeltmelerine engel oluyor, hiç değilse durumu toparlayıncaya kadar, yanlışlar içinde çözüm bulma zorunluluklarını doğrusuymuş gibi kabul ediyorlar. Buna sundukları gerekçeler neler? Halen Amerika Birleşik Devletleri’nin güçlü olduğunu gösteren değerlerdir. Evet, ABD bu dönemlerde de güçlüdür. Ama mesele bu değil; dünyaya verilmek istenen de bu değil! Bu güç zehirlenmesi ve kibirli politik bakışın değişmesini sağlayacak olanlar Amerikalıların kendisi, bu gerçek kendilerine bir “büyük savaş” yoluyla hatırlatılacak ise vay dünyanın haline! 

Bu yanıltıcı çelişkili tabloyu Fareed etraflıca açıklıyor. Kişi başına gelir, sert güç kapasitesi, teknolojideki liderlik pozisyonu, dünyanın en değerli şirketleri, geleceğin endüstrilerindeki başarısı, finans merkezlerinin kapasitesi, merkez bankası rezervleri, doların gücü, güçlü demografi profili, gibi hususlarda örnekler vererek Amerikalıların kendilerini kör eder türden, “bir numara” olmanın yanıltıcı psikolojisini açıklıyor. Önemli olan ve görülmesi gereken nokta şu: Amerika’nın rakipleri, onlara düşmanlık besleyerek rekabet içinde büyümek ve düşmanlık besleyenlerin kendi arasında işbirliği yaparak güçlenmek, böylesi bir zorunlu yola giriyorlar. Bu trafikteki zorunlu yön tabelasını koyan Amerika oldu. İyi anlaşılması gereken husus budur.

Halbuki Amerika Birleşik Devletleri, ulus devlet sistemi ve uluslararası sistemin lideridir. En azından Fareed ve benim gibiler, “sistem” gerçeği ve anlayışı olarak bu tanımlamayı yapabiliyor. Bir yandan Yirminci Yüzyılda ve Yirmi birinci Yüzyılın bu döneminde dünyada ve tüm insanlık için ulus temelli bir sistemin lideri olacaksınız, diğer yandan “ulusların düşmanlığını” açıklayacaksınız! Bu nasıl bir düşünce tarzı? Uluslararası sistemin liderliğindeki bir politik sistemin, dünyada yapılan veya yapılamayan her türlü konudan sorumlu olması, sistemin boşluklarını tamir etmesi ve sistemin gelişmesine daha fazla katkı yapması gerekirken, boşlukları istismar ederek liderliğini bir dayatmacılık haline dönüştürmesine sahne olunuyor. Bu nedenle diğer ülkelerin haklı eleştirilerini alıyor, sistemin ikilem içinde olduğunu savunanların sayısı giderek artıyor ve hakikaten çok bariz olaylarda bile Amerika’nın aldığı kararlar dünya için fazlasıyla çelişki yaratan türden gerçekleşiyor. Amerika ikiyüzlü politika izliyor! Bütün bunlar, Fareed’in de ifade ettiğini gösteriyor: 

ABD, gücüne rağmen tek kutuplu bir dünyaya başkanlık edemiyor.

Fareed makalesinde, Amerika’nın yanlış liderlik etme örneğini ve bu konuda yanlış varsayımlarla hareket etmenin nelere yol açtığını, somut bir biçimde, Türkiye üzerinden açıklıyor. Fareed’in bu somut örnekli açıklaması, özellikle ülkemdeki insanların fikriyle ilgisi yönüyle kıymetlidir. Yanlış varsayıma dayalı gelişen bir sebep, sonuçları bakımından bugün nerelere ulaşıyor? Konuyu Fareed’in makalesinden inceleyebilirsiniz. Olayın gelişimi bir tarafa, sistem bazındaki analizime dayanarak, Fareed’in ifade ettiği o akademisyenlerin beyhude “Tek/Çok Kutuplu Dünya” tartışmalarına katıldığımı da ifade etmeliyim. Amerika ve dünya için başarısız sürdürülen liderlik haliyle bugün pek çok ülkede Çok Kutuplu Dünya’yı tartıştırıyor ve bunlardan birisi de Amerika’nın “stratejik-müttefiki” Türkiye’dir. Benzer bakışla, Rusya ve Çin gibi büyük güçler de aynı düşünceleri tartışıyorlar ise bütün bunların sorumlusu Amerika’dır.

TÜRKİYE ÖRNEĞİ

Az da olsa mukayeseli okuma yapmama izin verin.

Politik Merkez’de 25 Haziran 2022’de yayımladığım Türkiye Jeopolitiğine Yeniden Bakış başlıklı makalemde şöyle yazdım: 

ABD AÇISINDAN TÜRKİYE – Soğuk Savaş zamanında ABD için Türkiye’nin bir önemi var idi. Tek Kutuplu Dünya’da bu değerin azaldığı görüldü. Hatta 1 Mart (2003) Tezkeresi olayı ile Türk-Amerikan politikaları olumsuz bir yöne kaydı. ABD, Türkiye olmadan da bölgedeki çıkarlarını sürdürebileceğini gördü, düzenlemelerini yaptı. Bunun için Türkiye yerine İsrail’i yerleştirdi.

Aynı konuyu Fareed, 2023 Aralık ayında, bahsettiğim, The Self-Doubting Superpower başlıklı makalesinde ifade ediyor: 

Washington bu değişime hazırlıksızdı. 2003 yılında Amerika Birleşik Devletleri, güneyde Kuveyt ve kuzeyde Türkiye olmak üzere iki cepheden Irak’ı işgal etmeyi planladı, ancak Türkiye’nin her zaman olduğu gibi onayını alabileceğini varsayarak önleyici olarak Türkiye’nin desteğini sağlayamadı. Aslında Pentagon sorduğunda Türk parlamentosu reddetti ve işgal aceleci ve kötü planlanmış bir şekilde ilerlemek zorunda kaldı, bunun da daha sonra işlerin nasıl çözüleceğiyle ilgisi olabilir. Türkiye 2017’de Rusya’dan füze sistemi satın almak için bir anlaşma imzaladı; bu, bir NATO üyesi için küstahça bir hareketti. İki yıl sonra Türkiye, İslam Devleti’nin yenilgiye uğratılmasına az önce yardım etmiş olan Amerikan müttefikleri olan Suriye’deki Kürt güçlerine saldırarak ABD’ye bir kez daha burun kıvırdı. Akademisyenler dünyanın şu anda tek kutuplu mu, iki kutuplu mu yoksa çok kutuplu mu olduğunu tartışıyorlar ve her durumu açıklamak için kullanılabilecek ölçümler var. Tüm sert güç ölçütleri toplandığında ABD en güçlü ülke olmaya devam ediyor. Örneğin Çin’in ikisine karşılık Çin’in 11 uçak gemisi faaliyette. Hindistan, Suudi Arabistan, Türkiye gibi ülkelerin güçlerini gösterdiğini görünce dünyanın çok kutuplu olduğunu rahatlıkla hayal edebiliyoruz.

Türkiye tam 20 yıldır, bu 1 Mart 2003 tezkeresi nedeniyle, ki Amerika’nın kendi hesapsızlığı olduğu açık, çok olumsuz zamanlar yaşadı, bugün bile bu durum devam etmektedir. Bunu çok yazdım, en son dile getirdiğim makale de bunu işaret etmektedir. Başka açılardan da Fareed ile aynı konuları işledim: Çin, Rusya, Avrupa Birliği, Ukrayna Savaşı, Orta Doğu…

ORTA DOĞU ÖRNEĞİ

Saddam’ın Kuveyt’i işgali hadisesi tartışılacak bir konudur. Ardından ABD savaşları geçerlilik kazandı. Orta Doğu denklemi değişti. ABD, Saddam ile neden bu denli uğraştı? Yakınlaşmayı veya o bölgeye restore edici biçimde yaklaşma yöntemlerini yeterince aradı mı? ABD tarihçileri bunları yazacaktır. Ama sonuçta şu oldu, İran’ı dengeleyen Irak zayıfladı, bölgede dengeler değişti. Hatta İran’ın bölgesel politikaları ile nükleer tehdidi konuları ortaya çıktı. Bu da yetmedi, ABD’nin asıl rakipleri olan Rusya ve Çin, İran üzerinden gelerek Orta Doğu politikalarında daha aktif olma fırsatını yakaladılar.

Fareed şöyle yazıyor: 

Buna kim sebep oldu sorusu ise halen masadadır. Bölgedeki Sünniler ve Şiiler arasındaki güç dengesini bozan Irak savaşı sayesinde nüfuzunu genişletti. Saddam Hüseyin’in Sünni ağırlıklı rejiminin devrilmesiyle Irak, liderlerinin çoğunun İran’la yakın bağları olan Şii çoğunluk tarafından yönetiliyordu. İran nüfuzunun bu genişlemesi, Tahran’ın Başer Esad hükümetini desteklediği ve onun acımasız bir isyandan kurtulmasına olanak sağladığı Suriye’ye doğru devam etti. İran, Yemen’de Husileri, Lübnan’da Hizbullah’ı ve İsrail’in işgal altındaki topraklarında Hamas’ı destekledi… Aslında 1990’da Irak, Kuveyt’i işgal ettikten sonra Suudi Arabistan’ı tehdit ettiğinde, Başkan George H. W. Bush askeri güçle kurtarmaya geldi; ancak herhangi bir anlaşma veya anlaşma gereği bunu yapması gerekmiyordu.

KORKU VE KÖTÜMSERLİK TEŞHİSİ

Tabii ABD için asıl mesele sahası, Rusya ve Çin hakkındadır. Özellikle Çin konusu başlı başına bir meseldir. Sonuçta, Rusya da Çin de ABD’nin yanlış yöntemlerini çözdü ve buna göre stratejilerini belirledi. Yani iş işten geçti…

Fareed şöyle diyor: 

Eğer Amerika Birleşik Devletleri korku ve kötümserlik nedeniyle bu geniş, açık ve cömert dünya vizyonundan vazgeçerse, doğal avantajlarının çoğunu kaybetmiş olacaktır.

Korku ve kötümserlik; bu ne denli büyük bir eleştiri! Açık ve cömert olmak; bu ne denli basit bir çözüm önerisi! Amerika bunu kaybetti, açık davranmayı ve cömert olmayı. Nedeni açık, büyük olmayı hazmedemedi, kendinden korktu, “Ben bu yükü nasıl taşıyabilirim ki?” dedi. Taşıyacağı bu kapsayıcılık yükünde ortaklarına ve onarılması gereken dünyaya, “gelin hep beraber yapalım,” diyemedi. Çünkü kibir onu kör etti. Bugün çölde ilerleyen kervan devesi misali, hörgücünden yemeye devam ediyor. Peki yarın ne olacak? Rakipleri öğrendiler, nelerin yapılabileceğini biliyorlar. ABD bununla yüzleşmek zorunda: Kendi yarattığı dünyada giderek zorluklarıyla mücadele ederken, başkalarını suçlamaya, aşağılamaya ve ötekileştirmeye devam edecek ve bu onu kemirecek bir politik yöntem.

Fareed açıklıyor: 

Dünyanın geri kalanı izliyor ve öğreniyor. Ülkeler zaten kendi ekonomilerini korumak için sübvansiyonları, tercihleri ve engelleri yürürlüğe koyan rekabetçi bir yarış içerisindeler. Zaten ülkeler uluslararası kuralları ihlal ediyor ve gerekçe olarak Washington’un ikiyüzlülüğünü gösteriyor. Bu kalıp ne yazık ki önceki başkanın demokratik normlara saygı göstermemesini de içeriyor… Kurallara dayalı uluslararası düzene yönelik en endişe verici meydan okuma Çin, Rusya veya İran’dan gelmiyor. Amerika Birleşik Devletleri’nden geliyor. Kendi çöküşüne dair abartılı korkularla tüketilen Amerika, dünya meselelerindeki lider rolünden çekilirse, dünya çapında güç boşlukları açacak ve çeşitli güçleri ve oyuncuları bu kargaşaya adım atmaya teşvik edecek.

KAYBEDİLEN ÇÖZÜM YOLU

Amerika için çözüm belli; samimiyetle hareket etmek. Küresel sorunları çözmek adına müşterek çabalara yönelsin. Her dönemde haydutlar olacaktır, bunlarla mücadeleyi de müştereklik ile yapsın. Saldırganları mı caydırmak istiyor, müşterek güçleri bir araya getirmeyi seçsin. Ekonomisi sorunlu olanlara ilişkin uygulayacağı yöntem de aynısı, müşterek adımlar için herkesin katkısına başvurmayı seçsin. Uluslararası sistemin samimiyetle aradığı anahtar, ancak “müşterek” davranış kalıplarıyla açıklanabilir, bu da gayet basit bir çözümdür. Tek kutupluluk, tek taraflı güç hareketleri, gibi ben merkezli yaklaşımlar sonuç almaya yetmez; çünkü dünya meseleleri tarihte böylesi yöntemlerle hiç çözülemedi.

SONUÇ: MÜŞTEREKTEN BELİRSİZLİĞE

Amerika’nın kibirli ve varsayım hatalarına sarılı yanlış politikalarından etkilenen ülkeler yanılmamalılar, henüz o güçlü ve saha saldırgan. Yani Amerika daha fazla hata yapmaya meyilli bir ruh halinde. Her şeye rağmen ona ikna edici açıklamalarla yaklaşmakta yarar olabilir.

Bu makalede, hep birlikte, Amerika Birleşik Devletleri’nin, yaklaşık kırk yıldaki görece başarısını, daha sonra otuz yıldaki hatalarını anlamaya çalıştık. Önümüzde sorunlu ve belirsizlikleri içeren kaç yıl olacak, bilmiyoruz. Amerika, dünya ile müşterek adımlar atmayı son otuz yıldır giderek unuttu, bir belirsizliğin mimarı oldu.

Politika 'ın son yazıları

22 views

Amerika’da Gazze Protestoları

Gazze'deki yaşanan zalimce olayların gerçekliği ve Batılı politikacıların ikiyüzlü uygulamaları bugün Amerika'da tartışılıyor ve protesto ediliyor. Yarın bu protestolar Avrupa'da da yaygınlaşabilir. Öyleyse diyebiliriz: Gazze sınırlarını aştı!
34 views

Irak’ta Aydınlık Dönemin Başlangıcı

Türkiye, Bağdat'ta Irak ile tarihi bir süreci başlattı, atılan imzalar var, geliştirilen yeni stratejiyle birlikte yapılacak işler var. Bunlar ekonomiden, kültürden, güvenliğe uzanan işler. En önemlisi, inanmışlık, güven ve umut ışığı!..
45 views

Filistin-İsrail Politikası Hakkında

Ortadoğu'da, ABD'nin "kontrol bende" dediği bir ortamda, İsrail'in şımarıklıkları ve İran'ın anlamsız çabaları sürerken, Filistin konusunda nasıl ilerleme sağlanabilir? Bu dramatik konuyu aktörleri belirterek gözden geçirelim.
47 views

Stratejik Algı Yönetimi

Strateji ile algı yönetimi bahislerini, canlı örnek olduğu nedenle, Ortadoğu, ABD ve İsrail ile açıklayacağım. Buradaki amacım yaşamda ve çıkarları elde etmede dilin ve yaratılan algının kullanılmasının ne kadar etkili olduğunu göstermektir. Evet, temel olarak bu bir iletişim konusu olsa da görüldüğü üzere, ülkelerin mücadeleleri ve savaşların nedeni dahi olabilmektedir.
79 views

Yapay ve Doğal

Size analitik bir yöntemle, halen Ortadoğu'daki onca yapaylığa ve yürütülen negatif amaçlı algıya rağmen, Türkiye'nin ne denli doğallık içinde ve istikrar amaçlı politika yürüttüğünü açıklayacağım. ABD ve Rusya gibi büyük güçlerin yanısıra, bölgede İran ve İsrail arasında yaşananları kavramsal boyutta irdeleyeceğim. Analizin her bir basamağında belirginleşen kuralları açıklayacağım.
DÖNBAŞA

Okumadan Geçme