Stratejik Rekabet

3 Ağustos 2023
Okuyucu

Bu makalede, günümüzde küreselleşmenin getirdiği çok karmaşık bir durumdan söz ederken, ABD ve Çin’in, diğer ülkelerin veya küresel güçlerin uygulayacakları stratejilerin temelinde bulunan (bulunması gereken) rekabetin etkisini tam olarak hesaba katmak gerektiğine dikkat çekmek istiyorum. “Stratejiyle kazanmak” konusunu bir kitap haline dönüştürdüm, bunu yakında çok geniş olarak inceleme imkanı bulabileceksiniz, burada bir küçük parçasıyla ilgilenerek sizlere daha çok günümüz şartlarının stratejik ve jeopolitik zorluklarına dair belli ipuçlarını sunacağım. Makalenin sonucunda ifade edeceklerim ise “stratejik dikkat” ve “stratejik gerçekçilik” olacaktır.

Stratejiyle Kazanmak

Strateji, mutlaka kazanmayı hedefleyen bir kavramdır. Stratejist çalışmasını bir yerden başlayarak yapar. İşte burada iki yönlü düşünerek kendi kazanma yöntemini belirler. İlki, kendinize göre belirlenen yöntemdir, ikincisi ise rakibe göre belirlenendir. Unutmayın, barış şartlarındaki rekabeti esas alarak hareket ediyor ve bu şartlarda rakibinizi istismar edecek yöntemleri arıyorsunuz. Her bir küresel gücün kendine has özel yöntemleri vardır, ABD, küresel çapta Tam Spektrumlu yöntemleri uygular, hem sert hem de yumuşak gücü aynı anda kullanır, stratejik kuvvetlerini, NATO’nun veya AUKUS’un (Avustralya, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri) sert gücünü sahada caydırıcı olarak kullanır; Çin, küresel olarak kalkınma stratejileriyle yayılarak nüfuzunu artırır, sert gücü kendi bölgesinde savunma amaçlı güçlendirir; Rusya ise daha çok sert güçle hareket eder. Ben size bu belirgin usullerin ötesinde daha özel bir durumu açıklayacağım, günümüzde stratejik rekabet nasıl ve hangi özellikleriyle uygulanıyor?

Başat güçler arasındaki güç mücadelesinin tüm hızıyla sürdüğünü düşünürseniz, rekabetin de her boyutta, stratejik, operatif ve taktik ölçeklerde devam ettiğini kabul edersiniz. Küresel barış şartlarındayken, başta büyük güçler arasında kıyasıya rekabet varsa ve bu rekabet dalgalar halinde çeşitli etkiler yaratıyorsa, diğer ülkeler de bundan etkilenerek, kaybetmemek ve hatta kazanan olmak adına bu rekabette yer alıyorlarsa, 21. Asrın hemen başlarından itibaren daha net görüldüğü üzere, sadece ekonomik bazlı değil, bilim-teknoloji, askeri, politik, sosyo-kültürel gibi her alanda, ülke ve ortaklarla birlikte stratejik planla mücadele etmek gerektiği ortaya çıkmaktadır. 

Küresel barış şartlarında rekabet veya mücadele nasıl olur? Burada özellikle barışın tarifini küresel ölçekte diyerek yapıyorum, zira başat güçlerin dışındakilere ilişkin savaşlar veya çatışmalar küresel etki üretmeyebilirler, hatta bu bir “dünya savaşı” kapsamına girmeyeceği nedenle, bölgesel veya yerel ölçekte değerlendirilebilirler. Diğer bir yaklaşımla, başat güçler belli coğrafyalardaki nüfuz savaşını çeşitli vekilleri kullanarak da sürdürebilmektedirler ve bu yine küresel barışı altüst eder nitelik taşımadığından bu tür rekabetin koşulları yönüyle yapılacak stratejilerin kazanmayı garanti etmesiyle ilgilenmemiz gerekmektedir.

Thomas Mahnken, “rekabet stratejisi” kavramını şu şekilde açıklamaktadır: “Kişinin kendi stratejisini geliştirme ve uzun vadeli rekabette bir rakibin stratejisini değerlendirme yöntemidir. Kilit nokta, stratejiyi geleceğe doğru 5 ila 15 yıllık bir zaman ufkunda yürütürken, düşmanın kalıcı güçlü ve zayıf yönlerine karşı kalıcı dost güçleri belirleyip karşı karşıya getirmektir.[1]

Eğer bir başat güçseniz, örneğin ABD ve Çin’den bahsediyorsak, rekabeti küresel alana taşıyorum ve süreyi 30-50 yıla kadar açıyorum, burada tabii ki, Joe Biden’ın doktrininde de görüldüğü gibi, “müttefiklerle ve ortaklarla” birlikte hareket etmeyi öne çıkarıyorum, taraflar birbirlerini rekabette geride bırakacaklarsa bunun her bir alanda çok dinamik etkilerinin olabileceğini söylüyorum ve ben buna “stratejiyle kazanmak” diyorum. Neden? Çünkü, strateji kazanmak demektir.

Kazanma stratejisinde yöntemler farklı olabilir. Kendi stratejinizi belirler ve sahaya, düşmana veya rakibe kabul ettirerek ilerlersiniz veya John Lewis Gaddis’in “tersine strateji”[2] adını verdiği gibi, stratejinizi doğrudan düşmana bakarak da belirleyebilirsiniz. Tersine stratejideki stratejist şöyle çalışır: Rakibini veya düşmanını gözler, inceler, fırsatını kollar, yeni fırsatlar yaratır, düşmanın tehdit dediği her ne ise o noktaya bakar, sonra kendi stratejisini, düşmanın tehdit algılarını dönüştürerek tanımlar. Burada algılanan tehditler, stratejistin belirleyeceği çıkarları şekillendirir. Bu tür bir çalışmada belirlenen strateji, düşmanın tehdit algıları ile eylemlerini sürekli manipüle etmeyi içerir. Böylelikle hasım, olması istenen ve hedeflenen değişikliklere açık hale getirilir.

Strateji; kazanmaktır, kaybetmek değil; birikim sağlamaktır, erimek değil; bulmak demektir, kaybetmek değil; ileri gitmektir, geride kalmak değil… Hiç kimseye en başından bütün imkanlar verilmemiştir. Lider olanlar, eldeki imkanları en iyi kullanarak kazanmayı, ilerlemeyi, güçlenmeyi becerebilmişlerdir, başarmanın yolunu kendileri belirlemişlerdir, inisiyatif almışlar, milletle bir olup bir mücadele içinde kendilerini ispatlamışlardır. Bunun için strateji hem bilim hem de sanattır. Strateji, yaşamsal çıkarları görmek, bunları elde edecek iradeyi göstermek, kazanımları garantilemek ve bunları her daim geliştirmek, gerekirse savaşmak, ama daha çok savaşmadan kazanmayı başarmak, bu bakımdan rakiplerin kapasitelerini kontrol etmek, sürekli başarılı ortaklıklar yaparak güce güç katmaktır. Konuya bu gözle bakalım.

Stratejik Rekabet

Yukarıda Thomas Mahnken’in “rekabet stratejisi” kavramını açıkladım. Devamında özellikle ABD ve Çin’i vurgulayarak, günümüz şartlarının zorunluklarını düşünerek, başat güçlerin “stratejiyle kazanmak” adına birbirleriyle olan ilişkilerini ve yapmak durumunda kaldıkları ana hususları işaret ettim. Söyleyeceğim şu, günümüzde küreselleşme öyle bir hal aldı ki, bir strateji tayininde artık ilgililerin elini kolunu bağlar vaziyette, öyle sıradan yaklaşımlarla strateji belirleyemezsiniz, iç içe geçmiş ve hemen her alanı kapsayan, yakın geçmişe göre daha karmaşık bir ortamdayız. Sadece askeri stratejilerin baskın olduğu dönemler çoktan geçildi ve günümüzde ekonomi, teknoloji, karşılıklı bağımlılık ve buna dayalı işbirlikleri, büyük ölçüde, kazanmanın yolunun daha kapsamlı düşünülmesini gerektirmekte ve yine hatırlatmalıyım, zorunlu olarak akıllı güç uygulamalarına gerek duyulmaktadır. Ülkelerin politikalarında bu tür iç içe geçmiş ilişkilerin önemli olduğu görülmektedir.

Eski alışkanlıklara ve biraz da rasyonaliteyi geri planda tutmak isteyenlere bakarak, çoğu kişi tarafından, sıradan bir yaklaşımla, “ABD, Rusya’ya uyguladığının benzerini Çin’e uygular, örneğin orada Ukrayna, burada Tayvan var,” denebilmektedir. Ama durum hiç de öyle değil! Hatta, ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi bizlere, “bir sonraki adımı şekillendirmek için büyük güçler arasında bir rekabetin sürmekte olduğu,” ipucunu vermektedir. Buradan anlamamız gereke bellidir, ABD dahi stratejisinde, sürmekte olan rekabetin gereklerini yerine getirmek zorunda olduklarını işaret etmektedir. Fakat bu küresel bakış açısının şartlarında, bu iki başat güç sadece birbirlerine değil, her ölçekteki etkili ülke ve güç kapasitesinin fonksiyonlarına da bakacaklardır. Bağımlılıkların tarifi bunu gerektirmektedir.

Günümüzde her ne kadar iki başat güç olan “demokratik” Amerika’nın ve “otokratik” Çin’in rekabetinden bahsediyorsak da bunlar henüz birer kutuplaşma yaratmış değiller. Çin’in kitle imha silahları dahil olmak üzere askeri kapasitesi giderek artıyor ve Güney Çin Denizi başta olmak üzere önemli gördüğü yerlerde askeri birtakım hazırlıklarını sürdürdüğü açık bir konudur. Çin, ABD’nin jeopolitik dengelerine ve nasırı kabul edilebilecek noktalarına basmaya da başladı. Öyle ki bu kutuplaşmanın oluşmasına en büyük engel, küreselleşmenin zorunluklarıyla açıklanabilir bir konu olduğudur. Bu durum nasıl olur da Soğuk Savaş ve öncesinde görülen kutuplaşmanın uçlarını sivri hale getirmeye yetmez? Bunun cevabı küresel ölçekteki iç içe geçmiş ekonomik ve teknolojik konularla ilgilidir. 

ABD tarihin getirdiği refleksleri de kullanarak, Hint-Pasifik’te AUKUS’la, ayrıca bölge ülkeleriyle ikili ortaklıklarla ve NATO yoluyla küresel ölçekte askeri tedbirlerini almaktadır. Bu yöntemle Amerika stratejik tavrını ortaya koymaktadır. Hatta ABD bir süredir ihmal ettiği ve aynı zamanda Çin’in elini giderek güçlendiği Güney Asya ve Afrika’daki çıkarlarını geliştirmek adına stratejik hamlelerini de yapmaktadır. Fakat bütün bunlar, daha çok çok kutupluluk için birer hedef odaklı stratejik çalışma alanına dönüşmektedir. Örneğin Tayvan ve Tayvan Boğazı, Kore Yarımadası, Güney Çin Denizi, Okyanusya, Singapur, Japonya ve Japon Denizi gibi sahalar, kendine özgü tedbirleri ve anlaşmaları kapsar nitelikte ele alınmaktadır. Örneğin resmi bir stratejik ortağı olmadığı halde, bir şehir devleti Singapur’dan ABD donanması çok yönlü istifade edebilmektedir. ABD, Filipinler ile müşterek askeri tatbikatlar yapmaktadır. Fakat bu gibi askeri çabalardan çok, hemen her küresel aktör için, ama daha çok ABD ve Çin için, asıl olan, inovasyon ekosistemlerinde ilişkilerin güçlendirilmesi ve tedarik zincirlerinin aksamadan çalıştırılmasıdır. Teknolojik gelişim ve üretimin önündeki engellerin kaldırılması girişimleri için atılacak stratejik adımlar daha fazla önemsenmektedir. Örneğin yarıiletkenlerle ilgili tedarik zincirleri konusu, Covid-19 dönemiyle beraber, küresel açıdan günümüze damgasını vuran ve sorun alanı olmaya devam eden temel bir problemdir, karşılıklı bağımlılığın da ana kalemlerindendir. ABD bu konudaki eksiklerini tamamlayabilmek adına Hollanda, Japonya, Güney Kore ve Tayvan ile yakın işbirliğine girmiş bulunmaktadır. Çin ise başta Avrupa’yı ama daha çok Güney Asya, Orta Doğu ve Afrika’yı daha fazla etkilemek için çeşitli yöntemleri uygulamaya almaktadır. Örneğin Avrupalı Hollanda ile Uzak Doğu’da mikroçiple ilgili teknolojileri üreten ülkeler bir şekilde teknolojik nedenlerle birbirlerine bağlıdırlar (Hollanda son teknoloji lojik-mikroçipler için kritik olan en yeni nesil fotolitografi tarayıcı ekipmanının tek küresel tedarikçisidir; Çin dahil Uzak Doğulu üreticilere de Hollanda bağlıdır). İşin bir diğer yönünde ise bu kritik bağları temsilen tarafların birer küresel şirket halinde daha serbest hareket edebilmeleridir. Bugün bu gibi bağlılıkları yönetmek adına bir yandan G-7 ülkeleri (ABD, Birleşik Krallık, Kanada, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya) diğer yandan BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) kendine ödevler çıkarmaktadır. Dolayısıyla bu oyuna hem bir BRICS ülkesi olan hem de ABD ile stratejik bağları güçlendirilen Hindistan da dahildir. Bir de QUAD (Dörtlü Güvenlik Diyaloğu) var; ABD, Avustralya, Hindistan ve Japonya. Nasıl da bir iç içe geçmişlikten söz etmekteyiz!.. Hindistan deyince bir duruyoruz; çünkü, Çin kadar nüfusu var, kritik yazılımları yapmak üzere temel bir üs konumunda, jeopolitik açıdan Hint-Pasifik’te çok önemli bir mevkide ve yeraltı kaynakları önemsenecek düzeyde bir güç, dinamik bir ülke, her geçen gün her bakımdan daha da güçlenmekte ve buna bir de (nükleer silahları dahil) askeri kapasitesini eklemeniz gerekmektedir. Bir de buna enerji konusunu eklememiz gerekmektedir. Çin tam bir enerji oburudur. Enerjiyi kontrol etmeye kalkışırsanız Çin az üretir, az üretim ise ABD ve Avrupa dahil küresel piyasaların birçok ürününün dolaşıma girmemesi anlamına gelir. Çin’in, İran dahil, Orta Doğu’dan ve Orta Asya’dan enerji ithal etmesinin önünde neredeyse engel yoktur. ABD herkese yaptırım uygulayabilir, ama Çin ile ilişkide sorunu olduğunu kabul etmek durumdadır. O halde stratejik rekabeti ve bunun çok merkezli ilerlemesi gerektiği hususunu bu şekilde değerlendirmek zorunda olduğumuzu bilmeliyiz, en azından 2023 itibariyle durum bu şekildedir. 

Stratejik Dikkat ve Stratejik Gerçekçilik

Durumu iyi anlayalım, “ben şuna karşıyım” diyenlerin değil, ancak “fiili ısrarcılığa” dahil olanların bir bir kendini elemine edeceği farklı bir küresel ortamda bulunmaktayız. Hatta bu öyle bir “bağımlılık” konusu ki, küresel düzlemde küçük ve orta ölçekli ülkeleri ve şirketleri de birbirine bağlamaktadır. Tarihi temelde Pasifik’te; Çin ve Rusya’nın, Çin ve Japonya’nın, Rusya ve Japonya’nın, Güney Kore ve Kuzey Kore’nin, Rusya ve ABD’nin, Çin ve ABD’nin, vs. sorunları var, ama bunlar bugün, aynı anda hem manipülasyon konusu ediliyor hem de görmezden geliniyor. Dışarıdan ne söylendiğine bakılarak tepki çekecek sertlikteki angajmanlara girenler tedbirli olmalılar. Hatta bu angajmanlarda askeri, politik, teknolojik, ekonomik, vs. konular mutlaka müşterek değerlendirmeye tabi tutulmalıdırlar, biri diğerinin önüne geçmemelidir. Yani “stratejik dikkat!” ve “stratejik gerçekçilik,” diyebileceğim ciddi bir dönemdeyiz.


[1] Mahnken, Thomas G., Competitive Strategies for the 21st Century: Theory, History, and Practice, Stanford, CA: Stanford Security Studies, 2012, s. 27–32.

[2] Gaddis, John Lewis, Strategies of Containment: A Critical Appraisal of American National Security Policy during the Cold War, New York: Oxford University Press, 2005, s. 96.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

ÖNCEKİ YAZI

Aferizm

DİĞER YAZI

Sorunlu Strateji

Politika 'ın son yazıları

27 views

Amerika’da Gazze Protestoları

Gazze'deki yaşanan zalimce olayların gerçekliği ve Batılı politikacıların ikiyüzlü uygulamaları bugün Amerika'da tartışılıyor ve protesto ediliyor. Yarın bu protestolar Avrupa'da da yaygınlaşabilir. Öyleyse diyebiliriz: Gazze sınırlarını aştı!
37 views

Irak’ta Aydınlık Dönemin Başlangıcı

Türkiye, Bağdat'ta Irak ile tarihi bir süreci başlattı, atılan imzalar var, geliştirilen yeni stratejiyle birlikte yapılacak işler var. Bunlar ekonomiden, kültürden, güvenliğe uzanan işler. En önemlisi, inanmışlık, güven ve umut ışığı!..
49 views

Filistin-İsrail Politikası Hakkında

Ortadoğu'da, ABD'nin "kontrol bende" dediği bir ortamda, İsrail'in şımarıklıkları ve İran'ın anlamsız çabaları sürerken, Filistin konusunda nasıl ilerleme sağlanabilir? Bu dramatik konuyu aktörleri belirterek gözden geçirelim.
54 views

Stratejik Algı Yönetimi

Strateji ile algı yönetimi bahislerini, canlı örnek olduğu nedenle, Ortadoğu, ABD ve İsrail ile açıklayacağım. Buradaki amacım yaşamda ve çıkarları elde etmede dilin ve yaratılan algının kullanılmasının ne kadar etkili olduğunu göstermektir. Evet, temel olarak bu bir iletişim konusu olsa da görüldüğü üzere, ülkelerin mücadeleleri ve savaşların nedeni dahi olabilmektedir.
82 views

Yapay ve Doğal

Size analitik bir yöntemle, halen Ortadoğu'daki onca yapaylığa ve yürütülen negatif amaçlı algıya rağmen, Türkiye'nin ne denli doğallık içinde ve istikrar amaçlı politika yürüttüğünü açıklayacağım. ABD ve Rusya gibi büyük güçlerin yanısıra, bölgede İran ve İsrail arasında yaşananları kavramsal boyutta irdeleyeceğim. Analizin her bir basamağında belirginleşen kuralları açıklayacağım.
DÖNBAŞA

Okumadan Geçme