tarihin-muhasebesini-yapmanin-dayanilmaz-hafifligi
Tarihin Muhasebesini Yapmanın Dayanılmaz Hafifliği

Tarihin Muhasebesini Yapmanın Dayanılmaz Hafifliği

30 Kasım 2013
Okuyucu

Bu yazı “İnsanlar ve İnsancılar” isimli kitabımın içindeki “Tarihin Muhasebesi”[i] bölümündendir. Yazıda başlığı bir klişe ile atmamın da anlamı boşa değildir. Bir öngörü, değerlendirme veya tez olarak ifade bulan tarihe bakışımı sizinle paylaşmak istedim. Tartışmayı zihinlerimizde birlikte yapalım istedim.

Kitabımdaki “insan” yazılarımda “saf insan” olarak tanımladığım, üstün iradeli, halife, muttaki olandır; “insancı” ise insan iktidarını ön plana çıkarmaya çalışan “çıkarcı insandır”. Bu hatırlatma attığım başlığın nedenini işaret etmektedir. Çünkü insancıların baskısıyla tarih yazılıyorsa bundan elde edilebilecek beklentiler de rutindir, belki de “dayanılmaz hafifliğin” gerekçesidir.

Güncel tartışmalar sizce ne kadar gerçekçi? Eğer süreçteki ana şablonları bilirsek gündeme getirilen tartışmaların “olması gerekenler” mi, yoksa “yapay” olduğunu mu anlayacağız? Bence her ikisi de: Geçmiş geleceği doğuruyor ve değişik şekilde süreçlere girdi yapanlar adeta bir yapaylık oluşturuyor!

Kitabımdaki ilgili bölümde, “Geçmişte kalanlar tarih oldu,” diye başlamıştım. Bu kinaye aslında tarih yazmanın, okumanın ve muhasebe yapmanın bir hafifliğinden ileri geliyordu. Dikkat çekmek istemiştim.

Tarih ve Savaş

Geçmişin liderleri, savaşları, barışları, kurumları ve kavramları; hep tarihe dâhil olmuştur. Her şey şartları içinde gerçekleşmiştir. Onlardan ders çıkarmak için faydalanabilir. Ama ders çıkarmak için fazla zorlamalara gerek de olmayabilir. Zorlama toplumda farklı tepkilere neden teşkil edebilir. Neyi, ne kadar bildiğimizi bilimsel çabalarla çözmeye devam ettiğimiz bu süreçlerde önyargıdan uzak durulmalıdır. “Tarih…” deyip yarattığımız tabulardan da kaçınılmalıdır. Bugünün konularında sağlanacak başarının büyük bölümü, bugünü ve yarını çok çalışarak geçirmekle mümkün olacak. Tarih işinde “ezber” daha da zararlıdır.

ABD, girdiği Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’ndan, Soğuk Savaş’tan galip çıkmış, devam eden “Uzun Savaşı”[ii] da galip bitirmek üzere ekonomi, politik ve teknolojik yöntemlerin yanı sıra “Information Warfare[iii] (Bilgi Savaşı) yöntemlerini aralıksız kullanmaktadır. Genel olarak baktığımızda yakın dönemde tarih kitapları; Hitler, Soğuk Savaş, 11 Eylül, Körfez Savaşı, Yugoslavya’nın parçalanması, Ruanda’da soykırımı, petrol savaşları, diktatörlüklerin demokratikleşmesi gibi olayları daha da ayrıntılı yazacaktır. Bu son savaş yöntemi olan Bilgi Savaşı’nın tarihte ne şekilde yazılacağını ben de merak ediyorum doğrusu!

Yakın gelecekte üstünlük kurmanın yöntemlerinde ve içeriklerinde değişiklikler yaşanabilir. Bu değişikliklere göre tarihe bakış ve anlayışlar farklı bir hale gelebilir. Benim aradığım konu, insancının tarihinin yazılıp yazılmayacağı olacaktır!

Büyük ihtimalle kırk yamalı bohçanın tarihi şeklinde göreceğiz yeni tarihte; neden ve sonuçlar ortaya konabilecektir ama yöntemler ve esas önemli olaylar gizleneceğinden daha çok “oldubitti” açıklamaları okuyacağız.

Tespitler

  • Günümüzde “bilinen tarihi” yazmak kolaylaşmıştır. Postmodern duyarsızlıklardan, bilgi harbinin ve dijital teknoloji uygulamalarının getirdiği geniş alanlardaki hareket serbestisinden dolayı “gerçek tarihi” yazmak ise zorlaşmıştır.
  • Bilgi kirliliğinin savaş tekniği olarak kullanıldığı bir ortamda, işlerin nasıl döndüğünü ve etkilerinin ne olduğunu ifade etmek kısa zamanlara sığmayacaktır. Kirlilik, aldatma ile yapılabildiği gibi doğruların maksatlı olarak sızdırılmasıyla doğal süreçlerin kaydırılmasıyla da yapılabilir.
  • Bilinenler doğrudur ama süreç (düzmece) manipülasyonlarla normal zemininden uzakta cereyan etmiştir. Tarihte daha doğru değerlendirmeler yapabilmek için şimdikinden çok daha uzun zamana ihtiyaç duyulacaktır.
  • Ama bu arada insanlara tarih diye dergilerde öyküler ve romanlarda dönemler okutulacaktır.
  • Sanal âlemde uydurma tarih metinleri gezdirilecektir.

Entegrasyon

Tarihin muhasebesinde, konu ve kapsamlara neden-sonuç ilişkisi işine yarayacak her türlü ilave konu da dâhil edilecektir. Ben buna “çöp konular” demekteyim. Anthony Barber 2004 yılında yayımladığı eserinde tarihsel, sosyolojik, ekonomik ve stratejik bağlamdaki çelişkileri “Cihat McWorld’e karşı!” şeklinde açıklıyor.[iv]

Dünya öyle bir yapıya dönüştürülüyor ki, ilk bakışta tamamen birbirinden farklı olan sosyo-kültürel yapılar bir şekilde gerçek yaşamda birbiri olmadan yapamaz hale gelmektedirler. Böylesine bir içiçelik, değil dünya tarihi yazanları, bir topluluğun sosyal yapısını içeren bir çalışma yaparken bile dikkatli olmayı gerektirmektedir. Ekolojik, teknolojik ve en önemlisi ekonomik girdiler içiçeliği etkileyen başlıca alanlar olmaktadır. Ulus-aşırı anlamında, yaşama elverişli olmayan yerlerde insanlar eğlence, ticaret, bilgi alış-verişi, haberleşme ile entegre bir durumdadırlar. Örneğin sosyal paylaşım sitelerini kullananları bile düşündüğümüzde kültürlerin nasıl kolaj, merkezlerden uzak, kişisel dilli, hayalci, sanal, belirsiz, yapı bozum, imaja dönük, seyirci, sembolik, kurgusal ve kültürel mutasyona uğramış bir hal aldığını tarif edebiliriz.

İnsanlığın ulaştığı çizgide yer alan kavramlar şunlardır: Bireycilik, adalet, özgürlük, liberalizm, modernizm ve postmodernizm, ileri demokrasi, insan hakları, serbest piyasa ekonomisi ve bilgi çağı. Devletlerin ve yönetenlerinin görevleri ise bu kavramların doğasından dolayı sınırlandırılmıştır. Devlet bireylere zenginlik, iş, sermaye, eğitim, din ve ahlak vermeyi garanti etmez.

Örneğin krediyi banka verir, eğitimi özel okul yapar, işçiyi işveren işe alır veya çıkarır, herkesin dini kendinedir, ahlaksızlık sınırları kişiden kişiye değişir, suç işleyen olursa adalete sevk edilir. Yaşananlar ve yaşamın içinde belirleyici olanlar; bireyler ve onların oluşturduğu kurumlardır. Birey çok gayret etmez ve layık olma noktasına gelmez ise bir şey elde edemez. Layık olma yolunu sistemin içindeki çatlaklardan yararlanarak çözerse bu da onun başarısı kabul edilir. Eğitimli olamama, kötü niyet besleme ve çatlak ses çıkarmaya eğilimli olma gibi hallerde sistem kaosu kendiliğinde doğurabilir.

Bireylerin ve oluşturdukları kurumların kendi aralarındaki ilişki sistemin bel kemiğini oluşturmaktadır. Yani temelde insana güvenilmektedir. O zaman soru şu; en azından kendi toplumunuzdaki bireylere ne kadar güveniyorsunuz? Güvenmeyi istemek ayrı bir şeydir! “Nereden bakıldığına bağlı,” demek de cevap değildir. Bu cevabınızdaki hassas çizgi insanlık tarihinin gidişini ilgilendirdiği gibi, kavramların da tarihine etki edecektir.

Din Faktörü

Benim açımdan bu hassas çizgiyi belirginleştirmede güvendiğim dal veya tutulacak ip dinle ilgilidir. Bu insanı sorumluluktan alıkoyan bir ifade değildir. Aksine, bahsettiğimiz belirsizliklerle dolu tarihsel çizgiye gelen insanlık, insancının kalıplarından arınmış gerçek din içinde doğruyu seçerek ilerlerse, kendini ve doğayı kurtarır. Doğruyu seçme noktasında, insanın aklına, hissine, duygusuna ve niyetine ait iç değerlendirmesi için insancının yapılarından uzak durulduğunu garanti eden bir referans gerekir. Zaten Yaratan da aynı cepheden bakıyor: (Özetle) “Sen özgürsün, imkânlarla donatıldın, sana gerekli yolu da gösterdim, referansların belli; bakalım ne yapacaksın, nasıl karar vereceksin?” diyor.

Bu yaşam sisteminde insanlığın yapamadıkları veya yapamayacakları için mazereti olabilir mi? Mazeret olarak liberalizmi, demokrasiyi veya serbest piyasa ekonomisini gösterebilir mi? İnsan bu sistem içinde yapacağından ve yapmayacağından ancak ve ancak kendi sorumludur. Hesabı da kendi verecektir. Din sonuçta seçimi insana bırakır. İnsanlar dinin tarihini sorgulayacağına, insancının tarihini sorgulasın! Para için, çıkar için veya şöhret için neler yapılmış, ona baksın. Örneğin İslam Kur’an’da yazıldığı gibidir. Oraya bakmayıp da bazılarının ileri sürdüğü gibi “Bu İslam’ın hatasıdır?” fikrinden hareketle değerler belirlemek, insanlık adına ne kazandırır ki?

Manifestoculuk

Bakın size Fredric Bastiat’ın Liberal Devletin Manifestosunu örnek olarak sunayım: “Bana iktidara sahip olma gücü verdiniz. Bu gücü yalnızca zor kullanmanın müsaade edilir olduğu alanlarda kullanmalıyım. Sadece bir tane böyle bir yer vardır: Adaletin gerçekleşmesi. Her bireyin hakları tarafından bilinen alanda kalmasını isteyeceğim. Her biriniz gündüz özgürlük içinde çalışabilir ve geceleri barış içinde uyuyabilir. Sizin şahsınızın ve mülkiyetinizin güvenliğini kendim üstleniyorum. Bu görevi üstlenmeyi taahhüt ediyorum, fakat başka hiçbir görev üstlenmiyorum. Aramızda hiçbir yanlış anlama olmasın. Üstlendiğim görevi yerine getirebilmem için, düzeni muhafaza ve adaleti tesis edebilmek için az miktarda vergi ödeyeceksiniz. Fakat aynı zamanda, unutmayın ki, her biriniz geçiminizden ve gelişiminizden kendiniz sorumlusunuz. Artık bana gözlerinizi çevirmeyin. Benden size zenginlik, iş, kredi, eğitim, din ve ahlak vermemi beklemeyin, unutmayın ki; sizi geliştirecek güç kendi içinizdedir. Ben ancak zor yoluyla ilerleyebilir. Sahip olduğum mutlaka sizden gelir, bundan dolayı, hiç kimseye bir başkasının pahasına olacak bir gelişme sağlayamam. Tarlalarınızı ekin, üretiminizi yapın ve mahsulünüzü ihraç edin, iş ilişkilerinizi yürütün, kredi düzenlemelerinizi yapın, serbestçe hizmet alın, çocuklarınızı eğitin, onlara isim verin, sanatı geliştirin, beyinlerinizi geliştirin, duygularınızı inceltin, birbirinizle bağlarınızı kuvvetlendirin, endüstriyel işlerle ve hayır işleriyle ilgili birlikler kurun, genel iyilik için olduğu kadar bireysel iyilik için de gayretlerinizi birleştirin, eğilimlerinizi takip edin, kaderinizi insani donanımlarınıza göre yerine getirin, değerlerinizi ve öngörülerinizi izleyin. Benden yalnızca iki şey bekleyin: Özgürlük ve güvenlik; ve bilin ki, bu ikisini kaybetmeksizin benden bir üçüncü şey isteyemezsiniz.[v]

Diğer taraftan Klasik Liberalizm’in savunucusu Tom Paine, “Devlet gerekli bir şeytandır!” diyor.[vi]

Bu açıklamalar da göstermektedir ki; insanın duruş sergileyeceği nokta yine kendisi ile ilgilidir, muhatap halindeki sistemin içeriği ve doğası ise bellidir.

Peki, insanlar böylesine ortak noktalar bulmuşken neden ayrışmayı hedeflerler? Bir ulus devletin nüfuz alanına legal veya illegal ortamları kullanarak giren ve hatta daha rahat hareket edebilen bir küresel yapının politikacılarının ilk yapacağı iş “bölgesel farklılıkları istismar etmek” şeklinde olmaktadır. Özellikle bu sebep-sonuç ilişkisi pazar ekonomisi için daha iyi gözlenen bir olgudur. Öyleyse liberal kapitalizmin öncelikli hedefi nedir?

Egemenin Tarihçiliği

Tarih kitapları şöyle yazabilir: “Küreselleşme gerçekleştikten sonra, teknoloji ve haberleşmenin sağladığı kolaylıklar da hız ve çok boyutluluk kazandırdığından, egemen güçlerin ivmelemesine paralel olarak yerkürede serbest pazar ekonomisine geçmeyen bir alan kalmadı ve yönetimler farklılık gösterse bile insanlar tüketici fonksiyonunu artan oranda benimsedi.

Öncelikli hedef doğal olarak tüketicileri zenginleştirmek, bağımlı kılmak, finans, mal ve hizmetin serbest dolaşacağı alanları eksiksiz tamamlamak ve stratejik değerleri kontrol etmektir. Hiç değilse yönetimsel olarak dünya bu sebeple homojen bir yapıda olmaktadır. Politik parçalanma ve kapitalizasyon süreci olanca hızıyla artacak ve politik evrilme tamamlanmış olacaktır. Güçlü olan ekonomiler daha büyük coğrafyaları ellerinde tutarken, zayıflar olabildiğince parçalanacaktır. Belki bugün için ulus devlet yapısındaki coğrafyayı elinde tutanlar bile avantajlı olacaklar. Kim bilir?

Böyle bir düzene örnek Balkanlar’dır. Yugoslavya parçalanmış ve yerine parçalı bir pazar oluşumları ihdas edilmiştir. Aralarında memnuniyetsiz insanlar ve ufak sürtüşmeler olsa da iki nesil sonra bunu kimse sorgulayamaz hale gelecektir. Bizler de olimpiyatlarda bir sürü ülke bayrağı görecek, alkışlayacağız. Memnuniyet için alternatifin bu olduğu izlenimi yaygın hale gelecektir. Ancak; “alan-satan, kredi yaratan-kullanan, kurallarda belirleyici olan-olamayan kim?” konuları sorulabilecektir. O zaman her topluma bir değer ve görev verildiğini görecek ve anlayacağız. Bazıları software için yazılım yapacak, bazıları teknoloji üretecek, bazıları dizayn edecek, bazıları amelelik yapacak, bazıları sadece finanstan kazanacak…

Bütün bunlar, “Yaşamın anlamı var mı?” sorusunu öteleyerek bir koşturma içinde olunacak sosyal ve kültürel yaşamı tanımlayacaktır. Böyle bir yaşam anlayışında politika yapmak, “Benim dediğim doğru!” demek, ne kadar anlamlı olacak siz söyleyin.

Turist ol, gez; hasta ol, tedaviye git; sanatsever ol, eleştir; dindar ol, ibadet et… Ne yaparsan yap. Bir tek tüketmekten vaz geçme! Yönetici ne yapacak? Bir kere güçlü ve varlıklı olacak. Asi davrananlara gülerken bile zulmedebilecek. Küresel yapılara daima “evet” diyecek. Sonuçta insancı olacak!

Bu geçmişe sahip insanlık tarih kitaplarına bir şeyler yazacak. Ama yazılanların anlamı ne olacak? İnsanları ne kadar ilgilendirecek. Hamburgerin, cola’nın tarifini yazmak ne kadar anlamlı ise diğerleri de o ölçüde anlamlı olacaktır. Anlamlı olan ne? Bazı ülkeler güçlü yapıda olacak ve sahip olduğu coğrafi alanda büyük ihtimalle bugünkü ABD veya AB gibi yapıları korumaya gayret edecek. Yapı ne olursa olsun insanlara sunulan yaşamın içeriğinde “huzur ve tatmin” nasıl tarif edilecektir? Örneğin açın bazı televizyon programlarını veya radyo programlarını inceleyin. Göreceksiniz ki, bireylerin güldüğü ve eğlendiği programlar hakkında bile eleştirel bir sürü şey söylemek söz konusudur. Size hitap etmediği halde devamcısı olan insanlardan biri konumuna girmeniz doğaldır. Nefret edildiği halde izleyici veya dinleyici olunmaktadır.

Konu da bu: “Beğenme ama bizimle kal!” “Karşıt ol ama diyalogdan kopma!” Diyalog insana özgüdür ama hedefi nedir? Yazılan tarih sonunda diyalog için ikna etme yöntemlerinin kronolojisini çıkarmayı mı hedefleyecek acaba?

Egemenler hangi ögeleri konu eder? Bugün için ayrışmayı veya ikna etmeyi dile getiren neler var ise ileride de aynı bağlamda fakat daha derinliği olan konularda insanları uğraş verir görmek mümkün olabilir. Tarih bunları konu edecektir. Böyle bir yaşamın istatistiklerini ifade ederken bugün kullanılan parametreler, sınıflandırmalar ve ölçekler haliyle kullanılamayacak; bunun yerine ayrışan alanların bütünlüklerine göre modeller tercih edilecektir. Ama nüfusun gruplamaları için yeni tanımlar görülecektir.

Postmodern kültürün savruluşuna bağlı görülecek gruplamalar, tiplemeler, örneklemeler ifade edilecektir. “Her şey mümkündür!” yaklaşımı her şeyi anlamsızlaştırma doğrultusundadır. Ancak postmodernizm dünyada beğenilmese de, farklı isimlerle verilse de; benzer ruhla yeni büyük düzenin adı olacaktır.

Yeni Haritalar

Haritalar bile farklılık gösterecektir. Örneğin, birilerinin elinde gerçek değerleri gösteren yeraltı kaynakları haritası saklıyken, esas malikinde “bilmesi gerektiği kadarını” içeren bir harita olacaktır; başka bir haritada birileri az tüketen, birileri çok tüketen gibi renklerde yer bulacaktır; fosil yakıtlı araç kullananlar, yenilenebilir enerjili araç kullananlar ayrı çizilecektir. Egemenlik alanları haritaları ile kapsamlı sosyal ve ekonomik kompozisyon haritaları yapılacaktır. Eskinin kent devletleri gibi büyük egemenlik alanları içinde değişik yaşamlar olacaktır. Çok yüksek katlı mega binalarda yaşayanlar, kent etekleriyle kaynaşma içine bile giremeyecektir. Böyle kentler ve varoşlar arasındaki çizgiler daha da kalınlaşacaktır. Böyle bir dünyada kim, nerede yaşayacak? Post-modern yapı üstte ise kendini korumuş coğrafyalara sahip ABD, AB ve bazı büyük ulus devletler arada, en altta da parçalı halklar yer alacaktır. Büyük kentler bu üç yapıda da yer alabilecektir.

Sosyalleşmenin Sanal Dünyası

Buraya bir girdi yapayım. Malum “yumuşak güç” bize sosyal ağların kullanımıyla kolaylaştırılan küresel bir düzeni örnekledi. Son dönemin ilk evresinde  tarih “Turuncu Devrim” denilen süreçleri gösterdi. Ardından “Arap Baharı” süreçlerinde görüldüğü gibi yoğun sosyal medya kullanımını uygulamasına kattı.

Bu evrede bireysel gücün önemi daha belirgin şekilde öne çıkmıştı. Doğru-yanlış birçok bilgi ve belge sosyal ağın içeriğinde dolaşıma konmaktadır. Aynı anda milyonlarca birey başının nereden kaynaklandığını, sonunun nereye varacağını bilemeyeceği süreçlerin tarihsel sorumluluğunu omuzlamakla görevli kılınırlar.

Diplomasinin konu ettiği, medyanın haber ettiği ve tarih kitaplarının yazacağı belki bir cümle: Arap Baharı! Veya başka önemli gelişmeler… Olup biten bununla açıklanabilir mi? Bu kadar kolay mı? Beğen, paylaş ve sosyal ol! Ya tarih? Ya arka plan? Ya gelecek? Haritalar sanal mı çizilecek?

Endişelenmeli miyiz?

Tarihte var olan anlamlı yaşam güdüleri incelenebilir. Gelecekte tarihi anlamda inancın belirleyici olacağı ve medeniyetlerin ele alınıp incelenmesinde dinlerin faktörel etkisi yadsınamaz. Gelecekte dünyada dini temaların daha fazla konuşuluyor olacağı öngörülmektedir. Eğer belirli bir inancın gerçek donanımını içine alan bir toplum, birlikte olma azmini ortak payda olarak gösteriyor ise geleceğin tarihsel anlatımları ve farklı yaşam kültürleri olarak bu düzlem esasta kabul görecektir. Tarihin şiddet, terör, zulüm, baskı ve soykırım şekliyle tezahür eden her bir çatışma hali insancıların düzenine güç katacaktır. Sertlik yanlıları kendi çıkarları için doğrudan veya dolaylı yöntemlerle silahın kullanıldığı manipülasyonları yapmaktan kaçınmayacaklardır.

Bugün okuduğumuz tarihin konu ettiklerine bakın. Savaş-çatışma başlıca konudur. İnsanın, paranın ve politikanın olduğu yerde kavga değişmez bir gerçektir. Ama yakın gelecekte, bugünden daha fazla oranda “sözün silahmışçasına kullanımı” artacaktır. Bu nedenle insanlar söz sarf etmekten bile kaçınır olacaktır. Yani birileri çok sesli konuşabilecek, diğerleri sadece dinleyecektir. Bakalım; gerçek sözün tarihteki yerini arayıp bulabilecek miyiz?

Sonuç

Bireysel duruş önemlidir: Merkezde durmak! Tarih her şeyi yazabilir, çok da önemli değil. Hafızaları silmek isteyenler hep olacaktır da, kendi hafızanızı sakın kaybetmeyin!

 


[i] Gürsel Tokmakoğlu, İnsanlar ve İnsancılar, İz Yayınları, İstanbul, 2011.

[ii] Jacquelyn K. Davis, Radical Islamies Ideologies and the Long War Implications for US Strategic Planning end US Central Command’s Operations, The Institute for Foreign Policy Analysis, IFPA, 2007

[iii] Roger C. Molander, Andrew S. Riddle, Peter A. Wilson; Strategic Information Warfare, A new face of War, National Defense Research Instıtute, RAND, 1996.

[iv] Joschka Fisher, Tarihin Dönüşü, çev. Evrim Güney, Merkez Kitaplar, İstanbul, 2005, s.33.

[v] Mümtazer Türköne, Siyaset, Opus Yayınevi, İstanbul, 2009, s. 87.

[vi] A.g.e. s.121.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

hayr
ÖNCEKİ YAZI

Hayr

kent-yasami-ve-biz
DİĞER YAZI

Kent Yaşamı ve Biz

Kültür 'ın son yazıları

393 views

Eleştiriler

Sizlere günümüzün iyi algılanması gerektiği bağlamında, özellikle bizi ilgilendiren yönleriyle, sosyal bilimler ve dış politikaya dair bazı eleştirilerimi aktaracağım. Dünya hızla değişiyor, güç dengeleri bildiğimiz biçimden oldukça farklılaştı, eğer bunlara ait kavramlara ve anlayışlara vakıf olamıyorsak, konuşuruz ama aslında başka bir şey anlatırız.
390 views

Devrim

Bize devrimin ne tarafı kaldı? Diyeceksiniz ki hangi devrimin? Açıklayacağım. En başta şöyle sloganik işaret edeyim: Devrimden değil, sapkınlardan ve geç kalmışlıktan kork!
590 views

Generalist

Ülkeler ve dünyamız için iyi bilinmesi gereken bir konuyu işleyeceğim, generalist olmak. Buna karşılık gelen bir sözcük aradım bulamadım, yine de ben genele yetkin diyeceğim. Genele yetkin kimseler kimler, örnekleri neler? Uluslararası İlişkiler, Ekonomi ve Askerlik sahalarında örnekler vereceğim, neden gerekli, bunu açıklayacağım.
535 views

ENTELEKTÜEL SORUNSALI

Temelde insanın doğası, zamanın getirdikleri ve sürekli gelişen küresel zorluklar var. Bunun üzerine her alanda tereddüt uyandıran değişik adımlar ve gerçek bir hedef. Sözü edilen şu, kalkınmak! Eğer artık kalkınmışlar sınıfında olmak istiyorsanız!.. Gerçekten istiyor musunuz? İşe bu emelin ne denli büyük bir mücadeleyi gerektirdiğinin farkında olmakla başlanmalı. İşte tam da bu noktada, düşünsel içerikli bir açıklamam olacak. 
2.1K views

Sıradan ve Mükemmel

Bu makalede sizlere insan zihni içerisindeki tarif veya algı ile gerçeğe ilişkin olanın farkını açıklayacağım. Ele alacağım temalar sıradancılık, mükemmelcilik ve gerçeklik ötesi hakkındadır. Başta soralım, karşılaştığınız şey gerçek mi, yoksa gerçek ötesi mi?
DÖNBAŞA

Okumadan Geçme